Sonsuz Ark'ın Notu:
Aşağıdaki analiz Pentagon raporuna yönelik eleştirel bir çalışmadır. Analiz'in ulaştığı sonuçlardan biri ABD'nin Çöküşü'ne karşı raporun önerdiği tedbirlerin vahşet boyutunda olduğunu göstermektedir. ABD'nin bu varoluş savaşını kazanabilmesi için raporda bir dizi strateji kombinasyonu öneriliyor: “ABD istihbarat yapısının konsolide edilmesi ve daha acımasız bir şekilde kullanılması, Kamuoyunun fikirlerini manipüle etmeye yönelik kitle gözetimi ve propagandanın yoğunlaştırılması, ‘Stratejik bölge, pazar ve kaynaklara’ erişimin garanti altına alınabilmesi için ABD askeri nüfuzunun genişletilmesi.” Dünya ABD'nin büyük tehdidi altındadır, ABD ordusu her an dilediği bir ülkeye saldırabilir, herhangi bir bölgede savaş çıkarabilir ya da Amerikan istihbaratı acımasız suikastlerle otoritelerine zarar veren liderleri yok edebilirler. Dünya delirmiş ABD'ye karşı dikkatli olmak zorundadır.
Seçkin Deniz, 19.10.2017
Pentagon study declares American empire is ‘collapsing’
Amerikan imparatorluğunu sona götüren şey gerçekten nedir? Ve daha doğru bir teşhis gerçekleştirilerek bu probleme nasıl gerçekçi bir çözüm bulunabilir?
Pentagon tarafından kısa süre önce gerçekleştirilen sıradışı bir çalışma, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ABD tarafından kurulan uluslararası düzenin yıprandığını ve belki de çökmekte olduğunu ifade ederek, bu durumun ABD’yi dünya ilişkilerinde “öncelikli” pozisyonunu kaybetmeye doğru götürdüğü sonucuna ulaşmıştır.
Rapor, ABD’nin gücünün azaldığı, uluslararası düzenin çözüldüğü ve hükümetlerin sahip olduğu otoritenin her yerde parçalanmakta olduğu, temelden yeni bir dönüşüm fazına girildiği sonucuna varıyor.
Geçmişteki üstünlük statüsünü kaybetmekte olan ABD, şimdi tehlikeli ve öngörülemez olan, geleceği “otoriteye direnme” ile tanımlayan bir “üstünlük-sonrası“ dünyanın içinde yaşamaktadır.
Tehlike sadece, her ne kadar her ikisi de Amerikan menfaatlerine gittikçe artmakta olan bir tehdit oluştursa da, Rusya ve Çin gibi büyük güce sahip rakiplerden değil, aynı zamanda “Arap baharı” tarzı olaylar nedeniyle artan riskten de kaynaklanıyor. Bu olaylar sadece Orta Doğu’da patlak vermekle kalmayarak aynı zamanda tüm dünyada görülecek ve yakın gelecekte iktidardaki hükümetlere güveni ortadan kaldıracaktır.
Savunma Bakanlığı ve ABD Ordusu’ndaki önemli kurumların katılımıyla, bir yıllık yoğun bir çalışmanın ürünü olan bu rapor; Amerikan hükümetini, daha fazla gözetim, kamuoyunda “stratejik manipülasyon” sağlayabilmek için daha iyi propaganda yapmaya ve “daha geniş ve daha esnek” bir Amerikan ordusu yapılanması gerçekleştirmeye davet etmektedir.
Rapor, ABD Ordusu Savaş Koleji Stratejik Çalışmalar Enstitüsü tarafından, Pentagon’un siyasi planlamalarının tüm seviyelerinde risk değerlendirmesine Savunma Bakanlığı’nın yaklaşımının analiz edilmesi maksadıyla Haziran ayında yayınlanmıştır.
Çalışma, ABD Ordusu G-3/5 (Strateji, Planlama ve Politika Direktörlüğü) Birimi, Genelkurmay’a bağlı J-5 (Strateji Geliştirme) Bölümü, Strateji ve Güç Geliştirme’den sorumlu Savunma Müsteşar Yardımcısı Ofisi ve Ordu Çalışma Programı Yönetim Ofisi tarafından finanse edilmiştir.
Çöküş
Raporda, “ABD’nin politik, ekonomik ve askeri anlamda bir dev olarak varlığını sürdürmesine rağmen, rakip devletlere karşı artık itiraz edilemez bir pozisyona sahip olmadığı” ifade ediliyor:
“Kısacası, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Amerikan stratejistleri tarafından meydana getirilen ve geliştirilen, Savunma Bakanlığı’nın temel “ritmini” oluşturan statüko, artık sadece yıpranmakla kalmamış, aslında, belki de çöküşe geçmiştir.”
Çalışma, ABD ve müttefiklerince kelimenin tam anlamıyla kendi şartları ve menfaatleri doğrultusunda “dikte edildiği”, Amerikan tahakkümü tarafından desteklenen bu düzenin, esas olarak emperyal doğasını tanımlamaktadır:
“Düzen ve onu oluşturan parçalar, II. Dünya Savaşı’ndan doğmuş, Sovyetler Birliği’nin çökmesiyle tek kutuplu bir sisteme dönüşmüştür. Bu düzen o zamandan beri büyük ölçüde ABD ve onun Batılı ve Asyalı müttefiklerinin hâkimiyeti altında bulunmaktadır. Statüko güçlerinin tamamı, uluslararası güvenlik şartlarını dikte etme noktasında sahip oldukları baskın rolden son derece memnundur ve rakip güç ve otorite merkezlerinin ortaya çıkmasına karşı direnç göstermektedir.”
Ancak ABD ve müttefiklerinin rahatça yollarına devam edebilecekleri dönem sona ermiş bulunuyor. ABD’li yetkililerin “ABD’nin küresel pozisyonunu doğal olarak uygun bir uluslararası düzen içinde tutma sorumluluğuna sahip olduğunu” gözlemleyen rapor, “ABD tarafından kurulan ve yetmiş yıldır devam ettirilmekte olan bu kurallara dayalı küresel düzenin, aşırı bir stres altında bulunduğu” sonucuna ulaşıyor.
Rapor, Pentagon’un dünyada gelişen olayların gittikçe geride kalmasıyla birlikte küresel düzenin nasıl hızla çözüldüğü noktasında Savunma Bakanlığı’nın algıları ile alakalı detaylı bir analiz sunuyor. Hızla gelişen dünyadaki olaylarla başetmek için Savunma Bakanlığı’nın yeterli donanıma sahip olmadığı uyarısında bulunan rapor; ABD’nin, Sovyetler Birliği’nin çöküşünden itibaren yirmi yıldan uzun süredir tadını çıkardığı tartışılmaz hâkimiyet, egemenlik ve üstünlük pozisyonuna artık güvenemiyeceği sonucuna ulaşıyor.
ABD’nin gücü o kadar zayıflamıştır ki "belirli bir menzilde kendiliğinden tutarlı ve sürekli yerel askeri üstünlük sağlaması” bile artık mümkün görünmemektedir.
Azalmakta olan sadece ABD’nin gücü değildir. ABD Savaş Koleji’nin yaptığı çalışmada şu sonuca ulaşılıyor:
“Tüm devletler ve geleneksel siyasi otorite yapıları, endojen ve eksojen güçlerden kaynaklanan ve gittikçe artmakta olan bir baskı altındadır… Soğuk savaş sonrası küresel sistemin kırılmasına, hemen her devletin politik, sosyal ve ekonomik dokusundaki iç yıpranma da eşlik etmektedir.”
Diğer yandan raporda, bu durumun yenilgiyi kabul etme değil ancak bir “uyanış çağrısı” olarak görülmesi gerektiği ifade ediliyor. Eğer bu “üstünlük-sonrası” ortama adapte olmak için hiçbir şey yapılmazsa, dünyada gelişen olayların karmaşık yapısı ve hızı “Savunma Bakanlığı’nın hâlihazırdaki strateji, planlama ve risk değerlendirme şart ve kabullerinin önünde gittikçe daha fazla duracaktır.”
Statükoyu Savunmak
Raporda, ABD’yi küresel “üstünlük” pozisyonundan alaşağı eden güçlere ait listenin başında, Rusya ve Çin gibi büyük rakiplerin yanısıra, İran ve Kuzey Kore gibi daha küçük aktörlerden oluşan rekabetçi güçlerin rol aldığı belirtiliyor.
Rapor, ABD'nin neden bu ülkeleri tehdit olarak gördüğünü ortaya koymada oldukça dürüst davranarak bunun, somut askeri sorunlar veya güvenlik meseleleri nedeniyle değil, fakat esas olarak (bu ülkelerin) kendi meşru ulusal menfaatlerinin peşine düşmelerinin, Amerikan hâkimiyetini zayıflatan bir etken olarak görülmesinden kaynaklandığını belirtiyor.
Rusya ve Çin, ABD’nin egemen olduğu uluslar arası düzenden menfaat sağlayan "revizyonist güçler" olarak tanımlanmaktadır ancak “ABD egemenliğine meşru rakip olarak ortaya çıkmaya karşılık yeni bir güç ve otorite dağılımı arayışına” kim cesaret edebilir?
Uzmanlar, “Rusya ve Çin’in, ABD’nin otorite, irade, erişim, nüfuz ve etki sınırlarını belirleyebilmek için planlanmış bir program yürüttüklerini” ifade ediyor. Bu sonucun temel dayanağı, ABD tarafından desteklenen statükoya dayalı uluslararası düzenin esasında ABD ve müttefiklerinin menfaatlerine uygun olmasıdır.
Bu nedenle Rusya ve Çin, “kendi öncelikli hedeflerine ulaşmalarını sağlayacak koşulları oluşturabilmek için, var olan statüko içindeki pozisyonlarını yeniden şekillendirmenin peşindedir.” İlk bakışta bu durumda herhangi bir yanlışlık görünmüyor. “Daha maksimalist bir bakış açısıyla bakan uzmanlar ise Rusya ve Çin’in, ABD ve başlıca Batılı ve Asyalı müttefiklerinin menfaatleri pahasına kendi menfaatlerini sağlama peşinde olduklarını” vurguluyorlar.
Hepsinden çok daha dikkat çekici olan şey ise, Rusya ve Çin'in Amerikan ulusal güvenliği için anlamlı bir tehdit oluşturduğuna dair raporda çok az elle tutulur kanıt olması. Rusya ve Çin’in kesin veya açık provokasyon ve çatışmadan uzak olan araç ve yöntemlerin de dahil olduğu “gri bölge” tekniklerini kullanarak çağdaş statükoyu revize etmeye çalışmaları (ABD’ye yönelik) başlıca tehdidi oluşturuyor.
Çalışmada, bu tür “belirsiz, açık olmayan devlet kaynaklı saldırganlık” aşikâr bir şiddet olmasa da kınanmış olmasına rağmen, Pentagon raporunda herhangi bir ahlaki zemin duygusundan yoksun bir şekilde ABD ‘ye; “ya gri zemine (onun da) girmesi ya da evine dönmesi” tavsiye ediliyor.
Raporda ayrıca ABD'nin, İran ve Kuzey Kore gibi "devrimci güçlere" karşı düşmanca davranmasının gerçek sebepleri ortaya konuyor: Bu ülkeler, bulundukları bölgelerde ABD’nin emperyal nüfuzuna karşı önemli bir engel teşkil etmektedir.
Ayrıca bu ülkeler;
“… Ne mevcut çağdaş düzenin bir ürünüdür ne de bu düzenden hoşnuttur… En azından kendi nüfuz alanı olarak algıladıkları bölgelere, ABD kontrolündeki düzenin erişmesine engel olma niyeti taşımaktadırlar. Ayrıca, bu düzeni yerel anlamda kendileri tarafından belirlenen yeni bir kurallar dizisiyle değiştirme konusunda kararlıdırlar.”
ABD hükümeti, resmi anlamda ısrarla İran ve Kuzay Kore’nin bir nükleer tehdit olduğunu ileri sürmesine rağmen; Pentagon raporunda, bu durumun tersine bu ülkelerin problemli olarak değerlendirilmesinin sebebinin, “ABD öncülüğündeki düzenin” genişlemesine engel olmaları olduğu ısrarla vurgulanıyor.
Propaganda Savaşının Kaybedilmesi
Pentagon çalışması, bu rakip güçlerin ortaya çıkardığı zorluğun ortasında, "ABD liderliğindeki düzeni" zayıflatan devlet dışı güçlerin, başta enformasyon yoluyla olmak üzere farklı şekillerde sergilemiş oldukları tehdidi vurguluyor.
Çalışmayı gerçekleştiren ekibin gözlemlerine göre, “hiperbağlantı ve bilginin silah olarak kullanımı, dezenformasyon ve kayıtdışılık” bilginin kontrolsüz bir şekilde yayılmasına sebep olmaktadır. Sonuçta Pentagon, “kaçınılmaz bir şekilde gizlilik ve operasyonel güvenliğin ortadan kalkması” durumu ile karşı karşıya kalmaktadır.
“Şu anda kanıksanmış olan teknolojiye geniş bir şekilde kontrolsüz erişim imkânı, ayrık, gizli veya örtülü amaçların veya operasyonların önemli avantajlarını ortadan kaldırmaktadır… Sonuç olarak, küçük taktiksel hareketlerden büyük askeri operasyonlara kadar tüm savunma ile ilgili faaliyetler, bu noktadan itibaren tamamen açıktadır.”
Bu enformasyon devrimi, “Soğuk Savaş sonrası statükonun açıkça görülen bozulmasından ve potansiyel başarısızlığından beslenerek ve/veya bununla ivmelenerek, geleneksel otorite yapılarının yaygın bir şekilde çözülmesine" yol açmaktadır.
İç Karışıklık
Çalışmada, geleneksel otorite yapılarının genel anlamda uğradığı erozyon veya çözülmenin sebebi olarak, IŞİD ve el-Kaide gibi gruplar tarafından sergilenmekte olan tehdidin yanısıra, “lidersiz istikrarsızlık (Arap Baharı gibi)” önemli bir etken olarak vurgulanıyor.
Raporda, bu tür popülist sivil kargaşaların ABD’yi de kapsamak üzere Batılı ülkelerde ön plana çıkmasının muhtemel olduğu iddia ediliyor.
“ABD stratejistleri günümüze kadar bu konu hakkında hep Ortadoğu üzerinde yoğunlaştı. Ancak kargaşayı yaratan aynı güçler benzer şekilde tüm dünyada faaldir ve hükümetlerin erişim ve yetkilerine zarar vermektedir... Bu durumun mutasyona uğrayarak yayılacağını ve zaman içinde farklı şekillerde ortaya çıkacağını görmemek pek akıllıca olmayacaktır.”
Çalışmada, ABD’nin kendisinin özellikle “geleneksel otorite yapılarının” çöküşüne karşı savunmasız olduğu vurgulanıyor:
“ABD ve halkı, bireyler ve motive edilmiş aktörlerden oluşan küçük grupların hiperbağlantı, korku ve artırılmış zaafiyet birleşimini güçlendirerek kargaşa ve belirsizlik yaratması sonucunda, önemli derecede güvenlik zararı ve erozyonuna gittikçe daha fazla maruz kalmaktadır. Otoriteye karşı gerçekleşen bu yoğun yön değiştirici ve sarsıcı direniş formu; fiziksel, sanal ve psikolojik çevreden kaynaklanmaktadır ve muhtemel felaket veya tehtidin menşei ve fiziksel boyut veya ölçeği ile orantısız etkilerin ortaya çıkmasına sebep olabilir.”
Ancak çalışmada, ABD’nin kendi politikaları nedeniyle bu tür güvensizlik ortamının yaygınlaşmasına katkısı hakkında çok fazla şey söylenmemiş.
Kötü Gerçekler
Raporda, bahsedilen iç karışıklığa ve kitlesel istikrarsızlığa neden olan en tehlikeli faktörler arasında farklı gerçeklik kategorileri bulunduğu ifade ediliyor. Bu kategoriler içinde, “nesnel gerçekliğe” zarar veren bilgi olarak tanımlanan “gerçeklik-dışı” haricindeki diğer kategoriler, ABD’nin küresel itibarını zedeleyen kesin gerçeklikler kapsamındadır.
“Sakıncalı-gerçeklik” bilgisi, meşru otoriteye zarar veren ve hükümetler ile hükmedilenler arasındaki bağları silen detaylar ile ilgili gerçekliktir, örneğin, hükümet politikalarının nasıl yozlaşmış, beceriksiz ve demokrasiden uzak olduğunu ifşa eden bilgiler.
“Tehlikeli-gerçeklik” bilgisi, Edward Snowden veya Chelsea Manning gibi ifşacılar yoluyla ortaya çıkan; çok gizli, hassas veya mülkiyetle ilgili bilgileri ortaya koyarak taktiksel, operasyonel ve stratejik avantajın kaybına neden olabilen, temelde ulusal güvenlikle ilgili enformasyona işaret eder.
“Zehirli-gerçeklik”, “bağlam dışında ortaya koyulmuş” aktüel gerçeklerle ilgilidir ve bu nedenle “önemli siyasi söylemi” zehirlemektedir. Bu tür bilgi, iç karışıklığın ortaya çıkmasını tetikleyen en önemli faktör olarak görülmektedir.
Çünkü bu bilgi;
“Kurumsal güvenliği; uluslararası, bölgesel, ulusal veya kişisel seviyede ciddi şekilde zayıflatmaktadır. Gerçekten de bu tür bilgi, sınırların içinde ve halklar arasında çabuk yayılan veya bulaşıcı olan güvensizlik ortamını muhtemelen en fazla tetiklemekte olan bilgi çeşididir.”
Kısacası ABD Ordusu Savaş Koleji çalışma ekibi, ABD imparatorluğunun çöküşe geçmesinin nedeni olarak bu gerçekliklerin işaret ettiği gibi ABD’nin hâlihazırdaki davranışlarını değil, fakat kendi meşruiyetine karşı meydan okuyan bu gerçekleri görmektedir.
Kitle Gözetimi ve Psikolojik Savaş
Pentagon çalışmasında enformasyon kaynaklı bu tehditlere karşı iki çözüm önerisi ortaya koyuluyor.
Bunlardan birincisi, “dünyadaki en büyük ve en gelişmiş ve de bütünleşik istihbarat kompleksi olarak tanımlanan” ABD’nin kitlesel gözetim kabiliyetlerini daha iyi kullanmaktır. Eğer “ABD isterse, rakiplerine göre daha hızlı ve daha güvenilir sezgi” üretebilir. Öncül askeri varlık ve güç projeksiyonu anlamında ABD, “kıskanılacak bir güç pozisyonuna” sahiptir.
İddia edilene göre problem ABD’nin bu potansiyel gücünü tam anlamıyla kullanmamasından kaynaklanmaktadır:
“Bununla birlikte bu güç, ancak Amerika Birleşik Devletleri'nin bunu kendi lehine görme ve kullanma isteği kadar süreklilik gösterebilir. ABD ve savunma kuruluşlarının öncülük ettiği görüldüğünde diğerleri de onu takip edecektir…”
Raporda eleştiri konusu olan başka bir nokta da; ABD stratejilerinin, gerçekleştirilen stratejik algı manipülasyonlarını ve bu duruma eşlik eden siyasi ve güvenlikle ilgili sonuçları ihmal ederek, yabancı güçlerin Amerikan istihbaratına sızma veya engelleme teşebbüslerine karşı savunma geliştirmeye çok fazla odaklanması.
Dolayısıyla, Pentagon yetkilileri doğrudan şu gerçeği kabul etmelidir:
“… ABD, ülkede yaşayan her bir yurttaş ve Amerikan kamuoyu ve algıları gittikçe daha fazla savaş sahasına dönüşecektir.”
Askeri Üstünlük
ABD’nin üstünlük kaybından yakınan Pentagon raporunda, ABD askeri varlığını genişletmenin tek çare olduğu ifade ediliyor.
Bununla birlikte, askeri üstünlük konusunda iki partinin görüş birliğinde olması yeterli değildir. Rapora göre askeri güç öyle kuvvetli olmalıdır ki; “maksimum eylem özgürlüğüne” sahip olan bu güç, ABD’ye “uluslararası anlaşmazlıkların sonuçları üzerinde kendi isteklerini dikte etme ya da hâkimiyet kurma” imkânı sağlayabilsin.
Bir ABD ordu belgesinde, aşağıdakinden daha fazla emperyal niyet taşıyan açık bir ifade arayan birisi için bunu bulmak oldukça zordur:
“Bir kaide olarak, ABD’deki her iki partinin liderleri daima potansiyel rakip devletlere karşı Amerikan askeri üstünlüğünün sağlanması vaadinde bulunur; ancak üstünlük-sonrası gerçeklik, askeri ihtiyaçlar noktasında mümkün olduğu kadar geniş ölçekte avantaj ve opsiyon üretebilecek, daha geniş ve daha esnek bir askeri güç gerektirmektedir. Askeri avantajın elde edilmesi, ABD siyasi liderliğine maksimum eylem özgürlüğü sağlayacaktır… Neticede bu durum, Amerikan karar vericilerine, ABD askeri yeteneklerinin gölgesinde ve bu yeteneklerin kullanılması halinde kabul edilemez sonuçların ortaya çıkabileceği (karşı tarafa) ima edilerek, kendi isteklerini dikte etme fırsatı veya uluslararası uyuşmazlıkların sonuçlarına yönelik önemli ölçüde hâkimiyet sağlama imkânı sağlayacaktır.”
ABD askeri gücü bir kez daha, ABD'nin diğer ülkeleri tehdit etmek ve isteklerine boyun eğmeye razı etmek için kullandığı temel unsur olarak tarif edilmiş oluyor.
Böylece ‘savunma’ kavramının çerçevesi yeniden çizilerek, istediğini elde etmek için ezici askeri güç kullanma kapasitesi olarak belirleniyor; bu kapasiteye zarar vermeye kalkan her ne olursa olsun otomatik olarak saldırılmayı hak eden bir tehdit olarak algılanacaktır.
Kapital İmparatorluğu
Benzer şekilde bu askeri genişlemeciliğin esas hedefi, ABD ve uluslararası ortaklarının, “kendi güvenlik ve refahlarını sağlama almak amacıyla; hava, deniz, uzay, siberuzay ve elektromanyetik spektruma engelsiz erişimlerini garanti altına almaktır.”
Bu aynı zamanda, ABD’nin istediği herhangi bir bölgeye, ne zaman isterse fiziksel erişim yeteneğini sürdürmek zorunda olduğu anlamına da gelmektedir:
“ABD’nin dünyanın önemli bölgelerine girme ve buralarda operasyon gerçekleştirme kabiliyetinin zaafa uğraması veya sınırlandırılması hem ABD’nin hem de ortaklarının güvenliğine zarar verecektir.”
Bu nedenle “ABD; kritik bölgelere, kaynaklara ve pazarlara olduğu kadar, kamusal alana yönelik kasıtlı, art niyetli veya olası herhangi bir erişim kesintisini minimize etmeye çalışmak zorundadır.”
Rapor, kapitalizme doğrudan atıf yapmasa bile Pentagon’un bu yeni “Sürekli Çatışma 2.0” dönemini nasıl gördüğüne dair herhangi belirsiz bir nokta bırakmıyor:
“… Bazıları küreselleşme ile çatışmaktadır, küreselleşme de aktif olarak onlarla çatışma halindedir. (Küreselleşme ile çatışma halindeki) bu güçlerin hepsi birden tüm devletlerin istediği ve dayandığı, güvenlik ve istikrarlı yönetim yapısına saldırı halindedir.”
Öyleyse bu savaş, ABD öncüğündeki kapitalist kürelleşme ile buna direnenler arasındadır. Bu savaşı kazanabilmek için raporda bir dizi strateji kombinasyonu öneriliyor:
“ABD istihbarat yapısının konsolide edilmesi ve daha acımasız bir şekilde kullanılması, Kamuoyunun fikirlerini manipüle etmeye yönelik kitle gözetimi ve propagandanın yoğunlaştırılması, ‘Stratejik bölge, pazar ve kaynaklara’ erişimin garanti altına alınabilmesi için ABD askeri nüfuzunun genişletilmesi.”
Bunlara rağmen öncelikli hedefin ABD önderliğindeki düzenin daha fazla çökmesinin önüne geçmek olduğu nispeten mütevazı bir şekilde ifade edilmiş:
“… ABD hakimiyeti altındaki statüko, hem iç hem de dış kaynaklı önemli bir baskı altındadır; Amerikan gücünün adaptasyonu sayesinde, en kritik bölgelerde yaşanan başarısızlığın önüne geçilmesi hatta bu durumun tersine çevrilmesi mümkün olabilir.”
Ümit edilen şey, “yeniden modellenmiş ancak hala (ABD’nin çıkarlarına) uygun, üstünlük-sonrası döneme yönelik bir uluslararası düzenin” ABD tarafından gerçekleştirilebilmesidir.
Narsizm
Bütün ABD Ordusu Savaş Koleji yayınlarında olduğu gibi, bu raporun da ABD Ordusu veya Savunma Bakanlığı’nın resmi pozisyonlarını temsil etmediği ifade edilmiş. Bu ikaz, rapordaki bulguların Amerikan hükümetinin resmi görüşleri olarak alınamayacağı anlamına gelirken, çalışmanın kendilerine danışılan çok sayıdaki yetkilinin “kolektif bilgeliğini” temsil ettiği kabul edilmiş.
Bu anlamda rapor, Pentagon’un zihnine açılan eşsiz bir pencere işlevi görerek, bilişsel kavrama gücünün, utanç verici şekilde gerçekten ne kadar da sınırlı olduğunu gösteriyor.
Bu durum sadece Pentagon’un yaklaşımının, işlerin daha da kötüye gitmesine mahkûm olduğunu değil ayrıca, daha üretken alternatif bir yaklaşımın nasıl olabileceğini de ortaya koyuyor.
2016 Haziran ayında başlayan ve 2017 Nisanı'nda tamamlanan ABD Ordusu Savaş Koleji araştırma projesi, Pentagon’daki yetkililerin yanısıra, genelkurmay ve servis personeli temsilcileri, Savunma Bakanlığı Ofisi (OSD), ABD Merkez Komutanlığı (USCENTCOM), ABD Pasifik Komutanlığı (USPACOM), ABD Kuzey Komutanlığı (USNORTHCOM), ABD Özel Operasyonlar Komutanlığı (USSOCOM), ABD Kuvvetleri-Japonya (USFJ), Savunma İstihbarat Teşkilatı (DIA), Ulusal İstihbarat Konseyi, ABD Strateji Komutanlığı (USSTRATCOM), ABD Ordusu Pasifik Donanmasının (PACFLT ) da dâhil olduğu yoğun istişareler sonucunda ortaya çıkmıştır.
Çalışma ekibi aynı zamanda yeni muhafazakâr (Neocon) algıya sahip, Amerikan Girişim Enstitüsü (AEI), Stratejik ve Uluslararası Çalışmalar Merkezi (CSIS), RAND Corporation ve Savaş Çalışmaları Enstitüsü (ISW) gibi bazı düşünce kuruluşları ile de görüşmelerde bulunmuştur. Bu durumda çalışmada elde edilen bulguların neden bu kadar miyopik olduğuna şaşırmamak gerekir.
Kendi kendinize konuşmaktan biraz daha ötesine geçebilen, bu kadar narsistik bir araştırma sürecinden daha fazla ne beklenebilir ki? Sunulan önerilerin, ABD otoritesinin istikrarsızlaşmasına neden olan tamamen aynı politikaların güçlendirilmesini öneren bir yankı odasına benzemesi şaşırılacak bir şey midir?
Elde edilen geniş miktardaki bilgi, ABD otoritesine karşı gitgide artmakta olan risklerin ABD’nin dışından değil fakat işleyiş tarzından kaynaklandığını göstermektedir. ABD öncülüğündeki uluslararası düzenin çökmesi, bu perspektiften bakıldığında, bu düzenin yapısında, değerlerinde ve vizyonunda oluşan çok derin çatlakların doğrudan bir sonucudur.
Bu bağlamda, çalışmanın sonuçları dünyanın günümüzdeki durumunun yansımasından ziyade, Pentagon’un kendisini ve dünyayı nasıl gördüğü ile alakalıdır.
Raporda, Pentagon’un şu anda kendisini savunmak istediği istikrarsızlığa doğrudan katkıda bulunmuş olan on yıllardan beridir sistematik olarak izlediği geniş politika yelpazesindeki rolü tam anlamıyla görmezden gelinmiştir.
MIT bünyesindeki Uluslararası Çalışma Merkezi’nden Dr Sean Starrs’a göre ABD otoritesinin gerçek bir resmi sadece ulusal hesaplara bakılarak belirlenemez. Uluslarötesi şirketlerin hesaplarını da dikkate almak zorundayız.
Starrs, Amerikan uluslarötesi şirketlerin rakiplerine göre çok daha fazla güçlü olduğunu belirtiyor. Elindeki verilere göre Amerikanın ekonomik üstünlüğü tüm zamanların en yüksek seviyesinde ve hatta Çin gibi ekonomik güç merkezi bir ülke bile ABD’ye meydan okuyabilecek durumda değil.
Ancak bu durum, ABD emperyal gücünün yeni bir düşüş dönemi ve eşi görülmemiş şekilde yokoluşla yüzleşme durumunda olduğuyla ilgili Pentagon’un yargısının yanlış olduğu anlamına gelmez. Fakat Pentagon'un ABD’nin küresel üstünlüğü anlayışının, Amerikan kapitalizmini küresel projeksiyon kapasitesiyle çok fazla bağlantılı olduğunu gösterir.
Jeopolitik rakipler, Amerikan ekonomisini sarsarken ve ABD’nin küresel kaynak ve pazarlara “engelsiz erişimini” engellemek üzere yeni hareketler ortaya çıkarken şu nokta açıktır ki; Savunma Bakanlığı yetkilileri, Amerikan kapitalizmi ile rekabet eden veya ona zarar veren her ne olursa, onu açık ve aktif bir düşman olarak görmektedir.
Fakat bu belgede öne sürülen hiçbir şey, ABD'nin güç kaybının önüne geçmeye katkı sağlamayacaktır.
Aksine, emperyal politikaların daha da yoğunlaştırılması yönünde çağrıda bulunan Pentagon raporundaki tavsiyeler, SSCB’nin çökeceğini doğru bir şekilde öngörmüş olan fütürist profesör Johan Galtung’a göre, “ABD imparatorluğunun çöküşünü” hızlandırarak bu çöküşün 2020 yılına doğru gerçekleşmesine sebep olacaktır.
"Üstünlük-sonrası" döneme doğru ilerledikçe; insanlar, hükümetler, sivil toplum ve endüstri için daha anlamlı soru şu şekilde olacaktır: İmparatorluk (ABD), düşme aşamasında çektiği sancılarla ani ve sert çıkışlar yaparken, bu aşamadan sonra neler olacaktır?
Nafeez Ahmed, 17 Temmuz 2017
Tamer Güner, 19.10.2017, Sonsuz Ark, Stratejik Araştırma, Çeviri
Takip et: @Trrguni
Makalenin tamamı ve orijinali için bkz:
https://medium.com/insurge-intelligence/pentagon-study-declares-american-empire-is-collapsing-746754cdaebf
Pentagon Raporu için bkz:
https://ssi.armywarcollege.edu/pdffiles/PUB1358.pdf
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.