"Müminler, Allah’ın kurtuluş reçetemiz olarak gönderdiği Kur’an’a sımsıkı sarılırlar ve içindekileri düşünürler, anlamaya ve hayatlarına taşımaya çalışırlar. Allah’ın kitabından uzak ve gaflet içinde bulunamazlar. ”
بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
Bizi yaratan ve bize doğru yolu gösteren, kendine imân etme şerefini nasip eden, yediren ve içiren, hastalandığımızda da bize şifa veren, bizim canımızı alacak ve sonra diriltecek olan, hesap gününde, hatalarımızı bağışlayacağını umduğumuz (Şuara, 26/78-82) Âlemlerin Rabbi olan Allah’a sonsuz hamd’ü senâlar olsun. “Üsve-i hasene” olan Resûlü Muhammed Mustafa (sav)’e salât u selâm olsun.
ÂLİ İMRÂN SURESİNDE MÜ’MİNLERİN VASIFLARI (54- 80. Ayetler)[1]
1- Allah Mü’minlere, din düşmanlarının bozgunculuk için gizli gizli çaba harcayarak kurdukları tuzakların, karşılıksız kalmayacağını, hainleri nereden geldiğini anlayamayacakları biçimde cezalandıracağını ve yüce Allah’ın onların planlarını/komplolarını boşa çıkaran tedbirleri alacağını haber vermektedir.
Bugün de din düşmanlarının Allah’ın dinini gizleme ve yok etme amacıyla kurulan tuzaklarını boşa çıkarmaya kâdirdir. Ayrıca, Hz. İsâ ile ilgili Allah’ın bildirdiği hakikati reddedenler ise dünyada da âhirette de şiddetli bir azaba çarptırılacaklardır.
وَمَكَرُوا وَمَكَرَ اللّٰهُۜ وَاللّٰهُ خَيْرُ الْمَاكِر۪ينَ۟
“(Yahudiler) tuzak kurdular, Allah da onların tuzaklarını bozdu. Evet, Allah en iyi tuzak bozucudur.” (Ali İmrân,3/54.)
اِذْ قَالَ اللّٰهُ يَا ع۪يسٰٓى اِنّ۪ي مُتَوَفّ۪يكَ وَرَافِعُكَ اِلَيَّ وَمُطَهِّرُكَ مِنَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَجَاعِلُ الَّذ۪ينَ اتَّبَعُوكَ فَوْقَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِۚ ثُمَّ اِلَيَّ مَرْجِعُكُمْ فَاَحْكُمُ بَيْنَكُمْ ف۪يمَا كُنْتُمْ ف۪يهِ تَخْتَلِفُونَ
“Allah buyurmuştu ki: "Ey Îsâ! Ben seni vefat ettireceğim, seni katıma yükselteceğim, seni o inkârcılardan arındıracağım ve sana tâbi olanları kıyamet gününe kadar inkâr edenlerden üstün kılacağım. Sonra dönüşünüz bana olacak. İşte, ayrılığa düşüp durduğunuz hususlarda aranızda hükmü o zaman ben vereceğim." (Ali İmrân,3/55.)
Allah ise, elçisi İsa (as)’ı vefat ettirmeyi ve kendisine yükseltmeyi diledi. Küfredenlerin arasında yaşamaktan arındırmak ve kıyamet gününe kadar O’na bağlananları kafirlere üstün kılmakla ikramda bulunmak istedi. Neticede Allah’ın dilediği oldu. Ve Allah tuzak peşinde koşanların tezgahlarını etkisiz bıraktı.
Hz. Îsâ’nın dünya hayatının son bulması ve nezd-i ilâhîye yükseltilmesi konusu, onun öldürüldüğü ve çarmıha gerildiği iddiaları ile yakından ilgili olduğundan Nisâ sûresinin 155-158. âyetlerinin tefsirinde ele alınacaktır.
فَاَمَّا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا فَاُعَذِّبُهُمْ عَذَاباً شَد۪يداً فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۘ وَمَا لَهُمْ مِنْ نَاصِر۪ينَ
"İnkâr edenleri dünyada da âhirette de şiddetli bir azaba çarptıracağım; onların hiç yardımcıları da olmayacak." (Ali İmrân,3/56.)
Fakat O’nun vefatı nasıl gerçekleşti ve o nasıl yükseltildi… Bu konu Allah’tan başkasının yorumunu bilemeyeceği gayb meselesidir ancak Rabbimizin bize bildirdiği kadarını bilebiliriz. Allah’ın bildirdiği hakikati reddedenler ise dünyada da âhirette de şiddetli bir azaba çarptırılacaklardır.
2- Mü’minlere hem cezanın ciddiyeti hem de adaletin ciddiyeti açıklanıyor. Sahîh iman ile birlikte imanı besleyecek ve onun bir göstergesi olacak sâlih amel isteniyor. İnsanın; kendisi, Allah, insan ve çevre ile ilişkilerini olumlu yönde etkileyen ve geliştiren dünya ve ahirette değeri olan bireysel ve toplumsal boyutu olabilen her türlü iyi, güzel, yararlı eylem sâlih ameldir.
وَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَيُوَفّ۪يهِمْ اُجُورَهُمْۜ وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ الظَّالِم۪ينَ
“İman edip dünya ve âhirete faydalı işler yapanlara gelince, Allah onlara mükâfatlarını eksiksiz verecektir. Allah zalimleri sevmez.” (Ali İmrân,3/57.)
3- İnsanoğlunun duyabileceği en hikmetli sözler Kur’an-ı Kerim’in ayetleridir.
ذٰلِكَ نَتْلُوهُ عَلَيْكَ مِنَ الْاٰيَاتِ وَالذِّكْرِ الْحَك۪يمِ
“İşte bu sana okuduğumuz apaçık delillerdir, hikmet dolu sözlerdir.” (Ali İmrân,3/58.)
4- Müminler, ayette Rabbimizin bildirdiği şekilde Hz. Îsâ’nın dünyaya gelmiş olduğuna; Allah’ın bir şeyin olmasını murat etmesi halinde hemen meydana geliverdiği ve O’nun kudretini engelleyecek hiçbir güç bulunmadığına da iman ederler.
Meryem sûresinin 21. âyetinde belirtildiği üzere Rabbimiz, Hz. Îsâ’nın insanlık için bir delil, bir mûcize (âyet) kılınmasını ve babasız olarak dünyaya gelmesini murat etmiştir. Bu aynı zamanda Hz. Îsâ’dan “Tanrı’nın oğlu” kimi de “üçün üçüncüsü” şeklinde söz eden Hristiyanlara reddiyedir. Eğer bir mucize sonucu dünyaya gelmek insana Allah veya Allah'ın oğlu olma hakkını veriyorsa, Adem buna daha lâyıktır. Çünkü Adem anasız-babasız yaratılmıştır; oysa İsa'nın sadece babası yoktu.
“Gerçek rabbinden gelendir, öyleyse kuşkulananlardan olma” buyurularak Resûlullah’ın şahsında bütün müminlerden yüce Allah’tan gelen bilgiye mutlak teslimiyet içinde inanmaları istenmiştir. Bu uyarı ancak Hak üzere sebat etmesine teşviktir. Mü’minlere, Allah’ın hükmettiği sonucun sadece “ol” buyruğuna bağlı olduğu, hiçbir şeyin Allah’a zor gelemeyeceği öğretilmiştir.
اِنَّ مَثَلَ ع۪يسٰى عِنْدَ اللّٰهِ كَمَثَلِ اٰدَمَۜ خَلَقَهُ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ قَالَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ
“Allah nezdinde Îsâ’nın durumu Âdem’in durumu gibidir. Onu topraktan var etti; sonra ona "ol" dedi ve oluverdi.” (Ali İmrân,3/59.)
5- Rabbimiz, Hıristiyanların Hz. İsa'nın (s.a) ilâhlığı inançlarının tamamen yanlış olduğunu ve kendilerini küfre taşıdığını; Hz. İsa'nın (a.s) havarileri, Kur'an'da ortaya konulan aynı İslâm'a inanıp ve uyduklarını, sonraki çağlarda yaşayan Hıristiyanlar ise Hz. İsa'nın (a.s) mesajını terk edip havarilerin inancından saptıklarını; bütün Peygamberlerde olduğu gibi Hz. Muhammed'in (s.a.) onları, Hz. İsa'nın (a.s) kendi zamanında ortaya koymaya çalıştığı aynı gerçeğe (Hakka) çağırdığı ve iki peygamberin öğretilerinin temelde özdeş oldukları noktasını haber vermiştir. Mü’minler için hak, Rabbimizin bildirdiğidir ve Hak’tan sonra ise sadece sapıklık vardır.
اَلْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ فَلَا تَكُنْ مِنَ الْمُمْتَر۪ينَ
“Gerçek (hak), rabbinden gelendir. Öyle ise kuşkulananlardan olma.” (Ali İmrân,3/60.)
فَذَلِكُمُ اللّهُ رَبُّكُمُ الْحَقُّ فَمَاذَا بَعْدَ الْحَقِّ إِلاَّ الضَّلاَلُ فَأَنَّى تُصْرَفُونَ
“İşte O, sizin hak (gerçek) Rabbiniz olan Allah’tır. Hak’tan sonra sadece sapıklık vardır. O hâlde, nasıl oluyor da (Hak’tan) döndürülüyorsunuz?” (Yunus,10/32.)
6- Ayet Mü’minlere, bile bile hakikati reddeden ve ondan yüz çevirenleri bozguncular diye nitelemekte ve Allah’ın bozguncuları bildiği gerçeğiyle onların tehdit etmektedir. Necran Hristiyanları Hz. Îsâ ile ilgili inançlarının tutarsız olduğu ortaya konmasına rağmen demagoji yoluyla haklılık iddia etmeye devam edince, yüce Allah resulünden onları lânetleşmeye “mübâhele” çağırmasını istedi. Onlarda bu çağrıyı geri çevirdiler ve lânetleşmeden kaçındılar.
فَمَنْ حَٓاجَّكَ ف۪يهِ مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَكَ مِنَ الْعِلْمِ فَقُلْ تَعَالَوْا نَدْعُ اَبْنَٓاءَنَا وَاَبْنَٓاءَكُمْ وَنِسَٓاءَنَا وَنِسَٓاءَكُمْ وَاَنْفُسَنَا وَاَنْفُسَكُمْ ثُمَّ نَبْتَهِلْ فَنَجْعَلْ لَعْنَتَ اللّٰهِ عَلَى الْكَاذِب۪ينَ
"Sana gelen bu bilgiden sonra her kim bu konuda seninle tartışmaya kalkışırsa, de ki: "Gelin, çocuklarımızı ve çocuklarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım, sonra da Allah’ın lâneti yalancıların üzerine olsun diye dua edelim." (Ali İmrân,3/61.)
7- Müminlere Yüce Allah’ın “mutlak güç ve hikmet sahibi” (azîz ve hakîm) olduğu belirtilerek Hz. Îsâ’nın ilâh olabileceği fikri tamamıyla çürütülmektedir. Mü’minler için hak, Rabbimizin bildirdiğidir ve Hak’tan sonra sadece sapıklık vardır. İşte bundan sonra hakikati çarptıranlar, üstünü örtenler, yok sayanlar gerçekten can yakıcı bir azapla tehdit edilmektedir.
اِنَّ هٰذَا لَهُوَ الْقَصَصُ الْحَقُّۚ وَمَا مِنْ اِلٰهٍ اِلَّا اللّٰهُۜ وَاِنَّ اللّٰهَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ
“İşte bunlar gerçek haberlerdir. Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. Muhakkak ki Allah, evet O, mutlak güç ve hikmet sahibidir.” (Ali İmrân,3/62.)
فَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِالْمُفْسِد۪ينَ۟
“Eğer yine yüz çevirirlerse, kuşkusuz Allah bozguncuları çok iyi bilmektedir.” (Ali İmrân,3/63.)
Milyonlarca insanın katili, küresel hegemonik tek güç olan barbar Masonik/Siyonist/Kabalistik modern haçlı örgütlenmesi bugün de hak olan İslam’ı dini/sosyal/siyasal mühendislik hareketleri, algı yönetimi ile ve kendi kurdukları terör IŞİD gibi örgütler ile yok etmeye ya da ötekileştirerek bir düşman havası katarak hakkı örtmeye, yok etmeye, perdelemeye çalışmakta ve bâtılın yayılması için yoğun gayret göstermekte ve yeryüzünü ifsâd etmektedir. Bu savaşta asıl mesele Müslümanlar olarak bizlerin ne yaptığıdır.
8- Müminlere Ehl-i kitap’la yapılacak tartışmada ve onların yanlış tutumlarına karşı verilecek mücadelede –kural olarak– en güzel yolun izlenmesi istendiğinden (Ankebût 29/46), oluşması gereken vicdan birliğinden bahsedilerek Ehl-i kitap, hiçbir şeyi Allah’a ortak saymadan, ve Allah’ın dışında hiçbir merci, kişi veya gücü rab kabul etmeden “yalnız Allah’a kulluk etme” ye davet edilmişlerdir ki bu şüphesiz ki bu insaflı bir çağrıdır.
Bu, yalnız Allah’a kulluğa çağrıdır. Ona hiçbir varlığı, hiçbir insanı ortak koşmamaya çağrıdır. İnsanların birbirlerini hiçbir Nebiyi, hiçbir Resulü Allah ile birlikte ilah edinmemesine çağrıdır. Yani, "Bizim kabul ettiğimiz ve sizin de kendi kitaplarınızın öğretileri ile desteklendiği ve tasdik edildiği için, 'yanlış' diye reddedemediğiniz inancımızda bize katılın" demektir. Çünkü İslâm insanları, kullara kulluktan kurtaran tam bir özgürlüktür. İnsanoğlunun İslam’dan başka kurtuluş çaresi yoktur. “Allah katında geçerli olan din İslâm’dır.” (Al-i İmran,3/19) Bâtıl da bunu bildiği için olanca gayreti ile ama nafile olarak saldırmaktadır.
قُلْ يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ تَعَالَوْا اِلٰى كَلِمَةٍ سَوَٓاءٍ بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ اَلَّا نَعْبُدَ اِلَّا اللّٰهَ وَلَا نُشْرِكَ بِه۪ شَيْـٔاً وَلَا يَتَّخِذَ بَعْضُنَا بَعْضاً اَرْبَاباً مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُولُوا اشْهَدُوا بِاَنَّا مُسْلِمُونَ
“De ki: "Ey Ehl-i kitap! Sizinle bizim aramızda müşterek olan bir söze gelin: Yalnız Allah’a tapalım, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve Allah’ı bırakıp da içimizden bazıları diğer bazılarını rab edinmesin." Eğer yine yüz çevirirlerse, "Şahit olun ki biz müslümanlarız" deyin.” (Ali İmrân,3/64.)
Rabbimizin bir lütfu olarak Kur’an-ı Kerim, bu düşmanların vasıflarını, karakterlerini, ahlâklarını, eylemlerini ve niyetlerini müslümanların gözleri önüne sermektedir. Bu dinin düşmanları tarafından yapılan çalışmalar, oyunlar, tuzaklar, aldatmalar, yalanlar, planlar, hakk ile batılı karıştırmalar, şüphe ve kuşku tohumlarım yayma; bu ümmete kötülük etmek ve zarar vermek için ortaya koydukları kıyamete kadar sürecek olan ardı arkası kesilmez amansız mücadeleyi dile getirmektedir. Hak ile bâtılın amansız mücadelesi…
İslam'ın beğeniye sunulmuş hiçbir bölümü yoktur. Ya iman vardır veya inkar… Ehl-i kitap tekrar imana davet ediliyor.
“Gerek Yahudilik gerekse Hıristiyanlık “tapılacak, ibadet edilecek, kulluk edilecek” varlığın yüce Allah olduğunu kabul noktasında İslâm inancıyla kesiştiği halde, zamanla bu dinlerin mesuplarınca benimsenen bazı inanç ve davranışlar, Allah’tan başka hiçbir varlığın rab ve ilâh sayılamayacağı telakkisini, dolayısıyla “yalnız Allah’a kulluk etme” ilkesini temelden sarsmış bulunuyordu. Birçok âyette belirtildiği üzere bütün peygamberlerin ısrarla Allah’a ortak koşulmaması uyarısında bulunmalarına rağmen, yahudiler Üzeyir’i, hıristiyanlar da Îsâ aleyhisselâmı Allah’ın oğlu olarak nitelendirmişler (bk. Tevbe 9/30), hıristiyanlar Allah “üçün üçüncüsüdür” demişler (bk. Mâide 5/73), yahudiler Tanrı’yı millîleştirerek Allah’ın sadece bir kavmin, hatta sadece insanların değil bütün evrenin yaratıcısı, Rabbi ve ilâhı olduğu hakikatini perdelemeye çalışmışlar ve âdeta bütün insanların aynı mâbuda kulluk etmelerine rızâ göstermemişlerdir. Evrendeki bütün varlıkların sahibi ve onları terbiye eden, onlara dilediği kıvamı veren yüce Allah olduğuna göre (Fâtiha 1/3), O’na kullukta yine O’nun iradesine yürekten teslimiyet gerektiği halde hıristiyanlar Hz. Îsâ’yı, yahudiler ve hıristiyanlar din adamlarına (ahbâr ve ruhbân) tanrı benzeri bir otorite tanıyarak yalnız Allah’a kul olma çizgisinin dışına çıkmışlardı (bk. Tevbe 9/31). Nitekim Tevbe sûresindeki bu âyetin lafzını esas alan Adî b. Hâtim ile Hz. Peygamber arasında geçen şu konuşma, burada yer alan “Allah’ı bırakıp da içimizden bazıları diğer bazılarını rab edinmesin” ifadesinin anlaşılmasını kolaylaştırmaktadır.
[2]"أَمَا إِنَّهُمْ لَمْ يَكُونُوا يَعْبُدُونَهُمْ ، وَلَكِنْ كَانُوا يُحِلُّونَ لَهُمْ فَيُحِلُّونَ" .
– “Yâ Resûlallah! Biz onlara kulluk etmiyorduk ki!”
– “Peki, onlar size istediklerini helâl istediklerini haram kılıyorlar ve siz de onlara uyuyor değil miydiniz?”
– “Evet.”
– “İşte burada söylenen de odur” (Zemahşerî, I, 194; Âlûsî, III, 308-309).”[3]
وَمَن يَعْصِ اللّهَ وَرَسُولَهُ وَيَتَعَدَّ حُدُودَهُ يُدْخِلْهُ نَاراً خَالِداً فِيهَا وَلَهُ عَذَابٌ مُّهِينٌ
“Kim Allah’a ve Peygamberine isyan eder ve sınırlarını aşarsa Allah onu, devamlı kalacağı bir ateşe sokar” (Nisâ, 4/14.)
وَلاَ تَقُولُواْ لِمَا تَصِفُ أَلْسِنَتُكُمُ الْكَذِبَ هَذَا حَلاَلٌ وَهَذَا حَرَامٌ لِّتَفْتَرُواْ عَلَى اللّهِ الْكَذِبَ إِنَّ الَّذِينَ يَفْتَرُونَ عَلَى اللّهِ الْكَذِبَ لاَ يُفْلِحُونَ.{النحل:116}.
“Dilleriniz yalana alışageldiğinden dolayı, Allah’a karşı yalan uydurmak için, “Şu helâldir”, “Şu haramdır” demeyin. Şüphesiz, Allah’a karşı yalan uyduranlar, kurtuluşa eremezler.” (Nahl,16/116.)
وَهُوَ الْقَاهِرُ فَوْقَ عِبَادِهِ
“O, kullarının üstünde yegâne kudret ve tasarruf sahibidir...” (En’am,6/ 61)
وقال الله تعالى: وَلا يُشْرِكُ فِي حُكْمِهِ أَحَداً {الكهف:26}.
“Allah, hükmüne/hükümranlığına hiçbir kimseyi ortak etmez.” (Kehf,18/26.)
وَلَا تَدْعُ مَعَ اللَّهِ إِلَهًا آخَرَ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ كُلُّ شَيْءٍ هَالِكٌ إِلَّا وَجْهَهُ لَهُ الْحُكْمُ وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
“Sen Allah ile beraber başka bir ilâha ibadet etme. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O’nun zatından başka her şey yok olacaktır. Hüküm yalnızca O’nundur ve kesinlikle O’na döndürüleceksiniz.” (Kasas, 28/88.)
Kur'ân-ı Kerim, helâl ve harâm hükmünü hahamların ve papazların ellerine teslim eden ehl-i kitabı haber verir. Bu aynı hatalara düşme tehlikesi taşıyan Müslümanlar için de hayâtî derecede çok önemli bir uyarıdır.[4]
Aynı zamanda bu Müslümanlarla Allah’a rağmen birbirlerini Rabbler edinenler arasındaki bu karşılaştırmayı ve müslümanların kimliğini net-kesin olarak ortaya koymaktadır. Müslümanlar yalnız Allah’a ibadet edenler, kendisine kul olmaya yalnız Allah’ı lâyık görenler ve Allah’a rağmen birbirini Rabler edinmeyenlerdir.
Bu ayet insanlara, Allah’ı bırakıp da O’nun hükümranlığı altındaki varlıklara hakka aykırı bir bağlılık mîsâkının olmamasını, herkesin Allah’a kul olmasını ve herkesin kendisini ancak O’nun hükmü altında bilmesini, herkesin birbirine de ancak bu açıdan tâbi ve bağlı olmasını, kimsenin birbirinin hakkına tecavüz etmemesini, başkalarına da ancak Allah’ın buyruğuna itaat kastıyla itaat edebileceklerini öğretir.
9- Ayeti Kerime de ehl-i kitap küfrü ve şirki terk etmeleri için hakka çağrıldıktan sonra üç büyük ilâhî dinin mensuplarınca saygıyla anılan ve kendisine yüce bir mevki tanınan Hz. İbrâhim’in durumuna açıklık getirilmiştir. Hz. İbrâhim’in Yahudilik veya Hıristiyanlığa nisbet edilerek tartışmanın içine çekilmesinin tarihî gerçeklerle bağdaşmadığı; çünkü Tevrat’ın da İncil’in de ondan sonra indirildiği hatırlatılır.
Dinleri bu saptırılmış inançlara dönüşen yahudi ve hıristiyanlar artık küfre ve şirke düşmüşlerdir. Tek başına bir ümmet olan İbrahim (as) dosdoğru bir müslüman olduğuna ve müşriklerden olmadığına göre, hiçbir yahudinin veya hıristiyanın yahut da bir müşrikin O’na varislik iddia etme hakkı olamaz. Ayrıca İslâm başka, şirk başkadır. İkisi bir noktada buluşamaz. İslâm bütün özellikleriyle ve tüm gerekleriyle mutlak Tevhidin adıdır.
يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تُحَٓاجُّونَ ف۪ٓي اِبْرٰه۪يمَ وَمَٓا اُنْزِلَتِ التَّوْرٰيةُ وَالْاِنْج۪يلُ اِلَّا مِنْ بَعْدِه۪ۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ هَٓا اَنْتُمْ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ حَاجَجْتُمْ ف۪يمَا لَكُمْ بِه۪ عِلْمٌ فَلِمَ تُحَٓاجُّونَ ف۪يمَا لَيْسَ لَكُمْ بِه۪ عِلْمٌۜ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ مَا كَانَ اِبْرٰه۪يمُ يَهُودِياًّ وَلَا نَصْرَانِياًّ وَلٰكِنْ كَانَ حَن۪يفاً مُسْلِماًۜ وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ اِنَّ اَوْلَى النَّاسِ بِاِبْرٰه۪يمَ لَلَّذ۪ينَ اتَّبَعُوهُ وَهٰذَا النَّبِيُّ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُواۜ وَاللّٰهُ وَلِيُّ الْمُؤْمِن۪ينَ
“Ey Ehl-i kitap! İbrâhim hakkında niçin tartışırsınız? Oysa Tevrat da İncil de kesinlikle ondan sonra indirildi. Hiç düşünmüyor musunuz? İşte siz böylesiniz; hadi hakkında bilginiz olan konuda tartıştınız, fakat hiç bilgi sahibi olmadığınız bir konuda niçin tartışıyorsunuz! Oysa Allah bilir, siz bilmezsiniz. İbrâhim ne yahudi ne hıristiyan idi; bilâkis o, tek Allah’a inanıp boyun eğmiş birisiydi, müşriklerden de değildi. Doğrusu insanların İbrâhim’e en yakın olanı, ona tâbi olanlar, şu Peygamber (Hz. Muhammed) ve iman edenlerdir. Allah da müminlerin dostudur.” (Ali İmrân,3/65-68.)
Ehl-i kitabın bu konudaki iddiaları sağlam bir bilgiye dayalı olmadığına göre, vahyin sağladığı bilgiye kulak verilmelidir: Hz. İbrâhim ne yahudi ne hıristiyan ne de müşrik idi; o tevhid inancına yürekten bağlı biriydi. Onun inancıyla ilgili bir niteleme yapılacaksa, söylenecek şey onun “hanîf” ve “müslüman” olduğudur ( Bakara 2/135). Eğer İbrâhim’e yakınlık tesbiti yapılacaksa, kuşkusuz ona en yakın olanlar onun getirdiği mesaja uyanlarla Hz. Muhammed ve müminlerdir. Allah’a yakınlık ancak O’nun varlığına ve birliğine yürekten inanmakla ve yalnız O’na kulluk etmekle sağlanabilir; zira Allah “müminler”in dostudur.[5]
10- Ayeti Kerime de Allah Mü’minlere, Ehli kitabın müslümanlara karşı içten içe kin beslediklerini ve bu ümmetin hidayete ermesinden hoşlanmadıklarını ve güç, güven ve kesin inançla kendi özel inançlarına bağlanmalarını istemediklerini; bu nedenle onları tevhidden saptırmak ve bu yoldan alıkoymak için var güçleriyle çalıştıklarını haber vermektedir. Yani bunlar şeytanın yandaşları olarak ellerinden geleni yapacaklar, siz işinize bakın ve size sunulan Müslüman kimliğinize sahip çıkarak Allah’a kulluk edin. Allah’a verdiğiniz iman sözünüzün gereğini hayatınızda gösterin, ahdinize sadâkat gösterin.
Rabbimiz bizlere bilmemiz gerekenleri haber veriyor, dünya hayatımızdaki imtihan devam ediyor ve cennet özlemimiz artıyor. İşte tam bu noktada hedefimiz büyük olduktan sonra adımlarımızın küçüklüğü bizi geri bırakmaz. Yeter ki ihlas, samimiyet ve takvâ sınavında dökülmeyelim. Yeter ki imanımıza şirk, küfür, nifak, fısk bulaştırmayalım. Yeter ki hem kendilerine yazık eden hem de başkalarına yazık eden bu insanlara benzemeyelim. Müslümanlar kendi dinlerine bağlı kaldıkları sürece bu düşmanlarının hakkından gelirler ve onların müslümanlar üzerinde bir gücü de olmaz. Yüce Allah müslümanlar müslüman kaldığı sürece, düzenbazların düzenlerini kendilerinden savacağına ve düşmanlarının oyunlarını lehlerine çevireceğine söz vermiştir.
وَدَّتْ طَٓائِفَةٌ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ لَوْ يُضِلُّونَكُمْۜ وَمَا يُضِلُّونَ اِلَّٓا اَنْفُسَهُمْ وَمَا يَشْعُرُونَ يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَكْفُرُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَاَنْتُمْ تَشْهَدُونَ يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَلْبِسُونَ الْحَقَّ بِالْبَاطِلِ وَتَكْتُمُونَ الْحَقَّ وَاَنْتُمْ تَعْلَمُونَ۟
“Ehl-i kitap’tan bir kısmı istediler ki sizi saptırsınlar. Oysa onlar ancak kendilerini saptırıyorlar da farkına varmıyorlar. Ey Ehl-i kitap! (Gerçeği) görüp durduğunuz halde niçin Allah’ın âyetlerini inkâr ediyorsunuz? Ey Ehl-i kitap! Neden hakkı bâtıl ile karıştırıyor ve bile bile gerçeği gizliyorsunuz?” (Ali İmrân,3/69-71.)
Ayeti Kerime ehl-i kitap âlimlerinin gerçeği bile bile inkâr edip dalâlet içinde kendileri saptıktan sonra başkalarını da saptırmak için hakkı bâtıla karıştırma ve gerçeği gizleme çabası içine girdiklerini haber vermektedir. İşledikleri bu büyük cürümü ise, Tevrat’ı tahrif edip ve ilâhî kelâmla kendi uydurduklarını birbirine karıştırma; Müminlerin içine kuşku düşürmek amacıyla sabahleyin İslâm’a girdiklerini, akşamleyin de İslâm’dan çıktıklarını açıklama ve Tevrat’ta yer alan Hz. Muhammed ile alâkalı açık âyetleri birbirine karıştırıp fikir karmaşası meydana getirmek sureti ile yapmaktadırlar.
Hz. Peygamber'in (s.a) temiz hayatı, O'nun ashabı üzerinde görülen derin etkisi, Kur'an'ın yüce öğretileri ortada iken inkâr edenler, dün de bugün de bilinçli bir şekilde Allah'ın ayetlerini inkâr etmeye, hakkı bâtılla karıştırmaya ve bile bile gerçeği gizlemeye devam ediyorlar. Anlamadıkları şey ise şu; onların hakikati gizleme çabaları, inkarları hakikati ortadan kaldırmıyor, hakikate aç olanları yollarından çeviremiyor bilakis hakkı daha da güçlendiriyor.
11- Ayeti Kerime de Allah, Ehl-i kitabın müminlere karşı komplo düzenlemeye devam edeceklerini haber veriyor. Uzun asırlardan bu yana sürüp gelen İslâm kültürüne -ne acıdır ki- asırlarca süren çabalarla ancak ortaya çıkarılabilen gizli hilelere başvurdular!.. Bu kültürde baştan sona hakk ile batılı karıştırdılar. Allah’ın yüce keremine hamdolsun ki Allah’ın sonsuza dek korunmasını garanti ettiği Kur’an bunun dışında kaldı.
وَقَالَتْ طَٓائِفَةٌ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ اٰمِنُوا بِالَّـذ۪ٓي اُنْزِلَ عَلَى الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَجْهَ النَّهَارِ وَاكْفُرُٓوا اٰخِرَهُ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَۚ
“Ehl-i kitap’tan bir grup şöyle dedi: "Gün başlarken müminlere indirilmiş olana, iman edip günün sonunda inkâr edin. Belki onlar da dinlerinden dönerler.” (Ali İmrân,3/72.)
Yüce Allah, Ehl-i kitabın İslâm Hareketi'nin gücünü zayıflatmak ve müslümanların cesaretini kırmaya yönelik bu haince girişimini Müslümanlara haber vermiş; haset ve nefretle zaman zaman Allah’ın elçisi Muhammed Mustafa’nın (sav) bildirdiklerini onaylayan bir tavır takınıp kısa bir süre sonra da bunları inkâr yönüne gittiklerini ya da onun bildirdiklerinin bir kısmını tasdik edip bir kısmını inkâr ederek, böylece Kur’an etrafında bir kuşku çemberi oluşturup hem kendi çevrelerinin bu mesaja iltifat etmesini önlemiş hem de inancı henüz çok kuvvetli olmayan müminlerin hak yoldan dönmelerini sağlamaya niyetlendiklerini bildirmiştir. Ama onların bu hain kurnazca tuzaklarının, hidayeti Müslümanlardan gideremeyeceğini veya onun yerine sapık yolu getiremeyeceğini, bilâkis bu tuzakların Rabbiniz katında kendileri aleyhine bir kanıt olacağını fark etmediler. Bu alçakça tavırları ile kendilerine yazık etmeye, hidayetten uzaklaşmaya ve ebedî kaybedişe doğru ilerlemektedirler.
وَلَا تُؤْمِنُٓوا اِلَّا لِمَنْ تَبِـعَ د۪ينَكُمْۜ قُلْ اِنَّ الْهُدٰى هُدَى اللّٰهِۙ اَنْ يُؤْتٰٓى اَحَدٌ مِثْلَ مَٓا اُو۫ت۪يتُمْ اَوْ يُحَٓاجُّوكُمْ عِنْدَ رَبِّكُمْۜ قُلْ اِنَّ الْفَضْلَ بِيَدِ اللّٰهِۚ يُؤْت۪يهِ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ وَاسِعٌ عَل۪يمٌۚ
“Ve kendi dininize uyanlardan başka hiç kimseye inanmayın." De ki: "Doğru olan yol ancak Allah’ın gösterdiği yoldur. Birine, size verilenin benzeri veriliyor diye mi veya rabbinizin huzurunda aleyhinize deliller getirecekler diye mi (böyle davranıyorsunuz)?" De ki: "Kuşkusuz lutuf Allah’ın elindedir, onu dilediğine verir." Allah (zâtında ve sıfatlarında) sınırsızdır ve her şeyi bilmektedir.” (Ali İmrân, 3/73.)
Ayette Müslümanların âgah olmaları için uyarıldıkları durum, gerçekten alçakça bir tuzak yoludur. Böylece müslümanlar bu çirkin oyuna gelmekten sakındırılmış olmaktadır. Çünkü onların müslüman olduklarını söyleyip sonra dönüş yapmaları henüz dinlerinin gerçekliği ve karakteri konusunda kesin bir kanaate varamamış bir takım akli ve psikolojik durumları zayıf insanları kuşkuya, çelişkiye düşürebilirdi.
Bugün İslâm düşmanları bu tezgahı düne göre daha az kullanmaktadırlar. Bunun yanında İslâm’ın evrensel ve kadîm düşmanları daha değişik yollara başvurdular, fakat bu yolların hepsi söz konusu eski tezgahların temeline oturmaktadır. Bugün dış güçlerin, İslâm dünyasının her tarafında yerli işbirlikçilerden büyük bir ordusu vardır. Bunlar bazen öğretim üyeleri, filozoflar, doktorlar ve araştırmacılar, bazen de yazarlar, şairler, sanatçılar ve gazeteciler kılığında görev yapmakta ve müslümanların adlarını taşımaktadır. Çünkü müslüman bir aileden gelmekte ve Müslüman bir isim taşımaktadırlar.
Yine onların bazısı müslümanların sözde “bilginler”indendir. Yerli işbirlikçilerden oluşan bu ordu, çeşitli yöntemlerle gönüllerdeki inancı sarsmakla mükelleftir. Bunu; araştırma, bilim, edebiyat, sanat ve gazetecilik maskesi altında yapmaktadır. İmanın ilkelerini zayıflatmak asıl görevleridir. Onların görevi; hem inancın, hem şeriatın değerini düşürmek ve ilgisi olmayan te’vil ve yorumlara çekmektir. Şehevî arzuları çığırından çıkarmak, tertemiz inancın, üzerine bina edildiği ahlâk kurallarını çiğnetmek istemektedirler.
Müslüman coğrafya ve memleketimiz başta olmak üzere bu kullanışlı hainler ve işbirlikçi satılık tiplerle doludur. Satın aldıkları, ele geçirdikleri, dönüştürdükleri, altın tasmalı ev zencileri olan hainlerle Irak, Suriye, Yemen, Libya, Afganistan, Pakistan, Afrika, Türkiye, Suud, Körfez, İran vb. başta olmak üzere İslam ve Müslümanlarla savaşmaktadırlar. Bilmiyorlar ki Allah her şeyi bilmektedir ve her şeye gücü yetendir.
إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ يُنفِقُونَ أَمْوَالَهُمْ لِيَصُدُّواْ عَن سَبِيلِ اللّهِ فَسَيُنفِقُونَهَا ثُمَّ تَكُونُ عَلَيْهِمْ حَسْرَةً ثُمَّ يُغْلَبُونَ وَالَّذِينَ كَفَرُواْ إِلَى جَهَنَّمَ يُحْشَرُونَ
“Şüphe yok ki, inkâr edenler mallarını (insanları) Allah yolundan alıkoymak için harcarlar ve harcayacaklardır. Sonra bu mallar onlara bir iç acısı olacak, sonra da yenilgiye uğrayacaklardır. İnkâr edenler toplanıp cehenneme sürüleceklerdir.” (Enfal,8/36.)
يُرِيدُونَ أَن يُطْفِؤُواْ نُورَ اللّهِ بِأَفْوَاهِهِمْ وَيَأْبَى اللّهُ إِلاَّ أَن يُتِمَّ نُورَهُ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ
“Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Oysa kâfirler hoşlanmasalar da Allah, nurunu tamamlamaktan başka bir şeye razı olmaz.” (Tevbe,9/32.)
يُرِيدُونَ لِيُطْفِؤُوا نُورَ اللَّهِ بِأَفْوَاهِهِمْ وَاللَّهُ مُتِمُّ نُورِهِ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ
“Onlar ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar. Hâlbuki kâfirler istemeseler de Allah nurunu tamamlayacaktır.” (Saff,61/8.)
إِنَّ الَّذِينَ فَرَّقُواْ دِينَهُمْ وَكَانُواْ شِيَعًا لَّسْتَ مِنْهُمْ فِي شَيْءٍ إِنَّمَا أَمْرُهُمْ إِلَى اللّهِ ثُمَّ يُنَبِّئُهُم بِمَا كَانُواْ يَفْعَلُونَ
“Şu dinlerini parça parça edenler ve kendileri de grup grup ayrılmış olanlar var ya, (senin) onlarla hiçbir ilişiğin yoktur. Onların işi ancak Allah’a kalmıştır. Sonra (O), yapmakta olduklarını kendilerine haber verecektir.” (En’am,6/159.)
12- Ayeti Kerime de, Allah’ın iradesinin Risalet ve Kitab’ı, ehl-i kitaptan Müslümanlara verdiğini, bu sırada liderliğin ve sorumluluğun Allah’ın bir fazileti ve nimeti olarak müslüman ümmete teslim edildiği haber verilmektedir.
يَخْتَصُّ بِرَحْمَتِه۪ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ ذُو الْفَضْلِ الْعَظ۪يمِ
“Rahmetini dilediğine özgü kılar. Allah büyük lutuf sahibidir.” (Ali İmrân,3/74.)
13- Ayeti Kerime de, Kur’an-ı Kerim’in o zamanki müslüman cemaate karşı koyan ehl-i kitabın durumunu tasvir ederken izlemiş olduğu hakk, ve adaleti gözeten çizgisidir. Ama asıl bize şeytanın yeryüzü temsilcilerinin insana, dünyaya karşı bakış açısı haber verilmektedir ki bu Allah’ın bize bahşettiği büyük bir lütuftur, düşmanı tanımak her zaman için önemlidir. Bu anlamda Yahudi ve münafık kişiliği oldukça detaylı bir şekilde Müslümanlara anlatılmıştır.
وَمِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ مَنْ اِنْ تَأْمَنْهُ بِقِنْطَارٍ يُؤَدِّه۪ٓ اِلَيْكَۚ وَمِنْهُمْ مَنْ اِنْ تَأْمَنْهُ بِد۪ينَارٍ لَا يُؤَدِّه۪ٓ اِلَيْكَ اِلَّا مَا دُمْتَ عَلَيْهِ قَٓائِماًۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَالُوا لَيْسَ عَلَيْنَا فِي الْاُمِّيّ۪نَ سَب۪يلٌۚ وَيَقُولُونَ عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَ وَهُمْ يَعْلَمُونَ
“Ehl-i kitap’tan öylesi vardır ki, ona yüklerle mal emanet etsen onu sana noksansız öder; içlerinden öylesi de vardır ki, ona bir dinar emanet etsen tepesine dikilip durmadıkça onu sana ödemez. Çünkü onlar "Ümmîlere yaptıklarımızdan dolayı bize bir vebal yoktur" derler. Onlar bile bile Allah adına yalan söylemektedirler.” (Ali İmrân,3/75.)
Kur’an’ın belirttiği bu çizgi kuşkusuz ehli kitabın nesiller boyunca ortak özelliğidir. Bununla beraber ehl-i kitabın İslâm’a ve müslümanlara düşmanlığı, çirkin hile oyun ve tuzakları tezgahlamaları Müslümanlara ve bu dine kötülük etme istekleri bunların hepsi Kur’an’ın onlardan iyilik sahiplerini, tartışma ve karşı koyma sadedinde bile, görmezlikten gelmesine neden olmuyor. Bu ortamda bile Kur’an, ehl-i kitaptan güvenilir insanların da bulunduğunu, onların ne kadar cazip ve aldatıcı olursa olsun kimsenin hakkını yemediklerini belirtir. Ama bunlar azınlık bir gruptur.
Bazı yahudi din adamları, yahudilerin kendi dinlerinden olmayanlara karşı yapacakları haksızlıklardan ötürü sorumlu olmayacakları yorumunu yaymışlardı. İşte 75. âyette, bu anlayışın bir uzantısı olarak Ehl-i kitap’tan bir kesimin, kutsal bir kitapları bulunmayan Araplar’a “ümmîler” diyerek onları hafife alıp mallarını haklı bir gerekçe olmaksızın yiyebilecekleri ve bu yüzden de hiçbir veballerinin olmayacağı iddiasında bulunduklarına işaret edilmektedir.
Kur’anın bize ibret olarak haber verdiği büyük bir zulmün ve sömürünün göstergesidir. Kendi tahrif ettikleri sapkın inançlarına göre Yahudiler; sadece Yahudilerle olan ilişkilerinde adaletli olmaları isteniyor ve Yahudi olmayan birinin mülkünü gaspetmekte bir beis görülmüyordu. Bu inanç sadece cahil Yahudi yığınları arasında yaygın değildi. Bilâkis bütün dinî sistem, İsrailliler ve İsrailli olmayanlarla kurulan ilişkilerde tamamen farklı davranmaya müsaade edecek bir şekilde yoğrulmuştu. Onların ahlâkî değerleri belli bir tür davranışı İsrailoğulları'ndan birine karşı yapmayı yasaklıyor, fakat Yahudi olmayan birine karşı o şekilde davranmaya izin veriyordu. Aynı şey bir İsrailli için doğru oluyor; fakat İsrailli olmayan biri için ise yanlış kabul ediliyordu.
Evet bugün Masonik/Siyonist/Kabalistik modern haçlı örgütlenmesinin koruması ve desteğindeki azgın terör devleti İsrail, küresel ölçekte yaptıkları her türlü zulmü, çıkarttıkları he türlü kaosu, küresel faiz lobisini ellerinde tutmalarını, işgallerini, dünyanın dört bir yanına silah satarak savaş çıkartmalarını hep bu alçak zihniyetle meşrulaştırmaya çalışırlar. Kendisinden olmayanı insan bile görmeyen bir zihniyet…
Karşımızda tescilli zalim, kendilerini Allah’ın çocukları ve dostları olarak gören seçkinciler (Maide5/18; Cum’a,62/6), Peygamber katilleri (Bakara,2/61,90; Âl-i İmran,3/112), Cebrail'e, Kur’ân’a ve Dîn’e kin besleyen (Bakara,2/97), Allah’ın sözünü değiştirip çıkar aracı yapan oportünistler (Bakara2/59; A’râf7/162), Tevrat’a inanmayıp din adamlarını ilahlaştıranlar (Maide 5/43), savaşmayı göze alamayan korkaklar (Maide,5/24; Bakara,2/246), kan döken, katliam yapan, sözlerine güvenilmez dönekler (Maide5/13; Bakara,2/100), açgözlü, haram yiyici, azgın nankörler, lanetlenmiş (Maide 5/78), gazaba uğramış, binlerce yıl yaşamak isteyen (Maide5/42;Nisa,4/161), Allah’ın kadrini gereğince takdir edemeyen pagan müfteriler (Nisa 4/153; Bakara 2/51), ölümden ölesiye korkan ödlekler (Bakara,2/96), ve Müminlere düşmanlıkta insanların en şiddetlisi olan (Maide,5/82) bir sapkın düşünce yapısı var.
Siyonistler, Kur’ân’da anlatılan “lânetli geleneğin” günümüzdeki temsilcileridirler. Bugün ise, küresel şeytani planın bir sadece bir parçası olan, Siyonizmin fikir babası Theodore Herzl’in “Büyük İsrail” planı “Mısır Nehri’nden (Nil) Fırat Nehri’ne kadar” yayılan bir Yahudi Devleti için coğrafyamız her türlü cani, barbar terör örgütleri kullanılmak sureti ile kana bulanmaktadır.[6] Buna ek olarak ta Müslümanlar birbirlerine kırdırılmakta ve savaşmaları için zemin hazırlanmaktadır.
14- Ayeti Kerime de, Allah’a verdiği sözü yerine getiren müttakileri Allah’ın sevdiği haber verilmektedir. Bu da Müslüman kimliğinin önemli bir parçasıdır. Çünkü, vefâ ve takvâ bütün erdemlerin temelidir.
بَلٰى مَنْ اَوْفٰى بِعَهْدِه۪ وَاتَّقٰى فَاِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُتَّق۪ينَ
“Hayır, öyle değil! Her kim ahdine vefa gösterir ve günah işlemekten sakınırsa, bilsin ki Allah o sakınanları sever.” (Ali İmrân,3/76.)
15- Ayeti Kerime, Allah'ın ahdini ve yeminlerini az bir değere karşılık satanların günahların en kötüsünü işlemelerine rağmen hâlâ hesap gününde Allah'ın gözdeleri olacaklarından, O'nun rahmet ve iltifatına sadece kendilerinin sahip olacağından emin olduklarını, çünkü onlar ahiret'te, azizlerin şefaati ile dünyada işledikleri günahların cezalarından ahiret'te kurtulacaklarına inanıyorlardı. Fakat o gün onlara umduklarından farklı bir şekilde davranılacaktır.
Onlara verilecek ceza ise Allah’ın bu kimselerle konuşmaması ve onlara bakmaması, onların Allah Teâlâ nezdinde hiçbir değerlerinin ve itibarlarının olmaması, O’nun gazabına müstahak olmaları; Allah’ın onları temize çıkarmaması (“tezkiye” etmemesi), onları bağışlamaması ve günahlardan arındırmaması ya da sâlih kullarına lâyık gördüğü övgüden onları yoksun bırakmasıdır ki bunlar kulluk bilincine sahip kişi için gerçekten çok vahim sonuçlardır.
اِنَّ الَّذ۪ينَ يَشْتَرُونَ بِعَهْدِ اللّٰهِ وَاَيْمَانِهِمْ ثَمَناً قَل۪يلاً اُو۬لٰٓئِكَ لَا خَلَاقَ لَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ وَلَا يُكَلِّمُهُمُ اللّٰهُ وَلَا يَنْظُرُ اِلَيْهِمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وَلَا يُزَكّ۪يهِمْۖ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
“Allah’a verdikleri sözü ve yeminlerini az bir bedelle satanlara gelince, işte onların âhirette hiç nasipleri yoktur. Kıyamet günü Allah onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temize çıkarmayacaktır. Onlar için elem veren bir azap vardır.” (Ali İmrân,3/77.)
Bunlar Allah’ın kitabında saptırma unsurları arama çabasında olanlarla ağızlarını eğip-bükerek metinlerin yerlerini değiştirmeye çalışanlardır. Onlar, belli amaçlara, kendi hevâ ve heveslerinin istediklerini Kur’an’a söyletme için Kur’an nasslarını başka şekilde yorumlayanlar ve onların hepsini az bir pahaya satanlardır. Dünya mallarından biri uğruna ifadelerini, duruşlarını ve inançlarını değiştirmekte bir beis görmeyenlerdir. Mü’minler, “Allah'ın ahdini ve yeminlerini az bir değere satma” durumuna düşmekten ve bunun ağır cezasına çarptırılmaktan Allah’a sığınırlar.
16- Kur’ân-ı Kerîm’in birçok âyetinde yahudilerin Tevrat’ı aslî hüviyetine aykırı biçimde göstermek için değişik yollar denediklerine işaret edilir (Âl-i İmrân 3/ 3-4; özellikle “tahrîf” hakkında bk. Bakara 2/75). Rabbimiz bizlere, yahudilerin Tevrat’ı tahrif ettikten sonra 69-74. âyetlerde Ehl-i kitap’tan bazılarının, müslümanların Kur’ân-ı Kerîm’e olan güvenlerini sarsmaya yönelik şaşırtma taktiklerine yer vermiş ve onların gerçekte sadece kendilerini aldattıkları belirtikten sonra 78. âyette ise bir de kendi kitaplarındakileri yanlış aksettirmeyi hedefleyen bir şaşırtma taktiği uyguladıkları ve bile bile yüce Allah hakkında yalan uydurdukları bildirilmektedir.
Rabbimiz bu onların bu tahrîfatı, yani Kur’an-ı Kerime yönelik olarak yanlış bilgi veya izlenim vermeye çalışmalarını, Kitaptaki ifadeleri değiştirme ve kitabı kendi kişisel arzularına ve eğilimlerine göre yorumlama şeklinde gerçekleştirdiklerini haber vermektedir. Müslümanların da haber verilen bu iki hususa karşı çok dikkatli olmaları gerekmektedir.
وَاِنَّ مِنْهُمْ لَفَر۪يقاً يَلْوُ۫نَ اَلْسِنَتَهُمْ بِالْكِتَابِ لِتَحْسَبُوهُ مِنَ الْكِتَابِ وَمَا هُوَ مِنَ الْكِتَابِۚ وَيَقُولُونَ هُوَ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ وَمَا هُوَ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۚ وَيَقُولُونَ عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَ وَهُمْ يَعْلَمُونَ
“Onlardan bir grup, kitapta olmayanı ondan sanasınız diye kitabı okurken dillerini eğip bükerler ve Allah katından olmadığı halde, "Bu Allah katındandır" derler. Onlar bile bile Allah hakkında yalan uydurmaktadırlar.” (Ali İmrân,3/78.)
17- Allah bizlere, bir peygamberi veya bir din adamını ilâh veya tapınma nesnesi yapma tehlikesine karşı uyarıyor. Nasıl bir Peygamber "Allah’ı bırakıp bana kul olun" diyemez ise, hiçbir kul da bunu kendisi gibi kul olan başkalarından adı, kılıfı, bahanesi olursa olsun talep edemez. Ku’rân-ı Kerim’e göre insan, sırf Allah'a kulluk etmek için yaratılmıştır. İnsan yaratıktır ve Allah'ın kuludur. Peki iman ettiği din olan İslam dini yerine kendi anlayışına çağıranlara, ibadete yegane layık olan Allah’a kulluk yerine kendine kul-köle arayanlara ne demelidir? Onlar bu ayeti hiç mi okumamışlardır? Peygambere izin verilmeyen bu hususta bu insanlar hangi cüretle kendilerinde bu hakkı bulabilmektedir?
مَا كَانَ لِبَشَرٍ اَنْ يُؤْتِيَهُ اللّٰهُ الْكِتَابَ وَالْحُكْمَ وَالنُّبُوَّةَ ثُمَّ يَقُولَ لِلنَّاسِ كُونُوا عِبَاداً ل۪ي مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلٰكِنْ كُونُوا رَبَّانِيّ۪نَ بِمَا كُنْتُمْ تُعَلِّمُونَ الْكِتَابَ وَبِمَا كُنْتُمْ تَدْرُسُونَۙ وَلَا يَأْمُرَكُمْ اَنْ تَتَّخِذُوا الْمَلٰٓئِكَةَ وَالنَّبِيّ۪نَ اَرْبَاباًۜ اَيَأْمُرُكُمْ بِالْكُفْرِ بَعْدَ اِذْ اَنْتُمْ مُسْلِمُونَ۟
“Allah’ın kendisine kitap, hüküm ve peygamberlik vermesinden sonra hiçbir insanın kalkıp insanlara "Allah’ı bırakıp bana kul olun" demesi düşünülemez. Aksine "Okuyup öğretmekte olduğunuz kitap gereğince rabbin halis kulları olun!" der. Ve o peygamberin size melekleri ve peygamberleri rab edinmenizi emretmesi de (düşünülemez). Müslüman olmanızdan sonra size inkârcılığı emreder mi hiç?” (Ali İmrân,3/79-80.)
Bu iki ayet, birçok topluluğun peygamberlerine atfettikleri yanlış sıfatların, bir meleği veya bir peygamberi ilâh veya tapınma nesnesi yapmak için Kitap'ta yaptıkları değişikliklerin toptan reddedilişidir. Burada önemli bir formül gözler önüne serilmektedir. Allah'tan başkasına ibadeti öğreten ve Allah'ın bir kulunu ilâhlık makamına yücelten hiçbir mesaj Allah'ın talimatı olamaz. Bunca uyarıya rağmen aldanmanın (!) da bir mazereti olamaz. Ahmaklığın tedavisi hala bulunamamıştır.
Kur’ân-ı Kerîm’in birçok âyetinde Allah’ın elçi olarak gönderdiği bütün peygamberlerin yalnız Allah’a kulluk etme çağrısıyla görevlendirildiği, ona şirk koşan ve tanrılık iddiasında bulunanların çok ağır cezaya çarptırılacakları ısrarla hatırlatılır (meselâ Enbiyâ 21/25-29). “Kul”luk ancak kulların ve bütün evrenin yaratıcısı olan, varlığı ve gücü başka hiçbir varlığa bağlı olmayan yüce Allah’a içtenlikle boyun eğme noktasına ulaştığı zaman anlam kazanır ve insan gerçek değerine sadece böyle bir kullukla erişebilir. Bir peygamberin neyi söylemesinin düşünülemeyeceği belirtildikten sonra, peygamberlerin tavsiyesi şu şekilde özetlenmiştir: “Rabbânîler olun!” Yani, “Rabb”ini bilen ve daima O’na kulluk etme çabası gösteren”, ilim “erbab”ı, yani insanları bilgilendiren ve onları iyiliğe teşvik edenler, “mürebbiler”, yani insanları eğiten ve topluma yön veren kişiler olun demektir.
Din adamları, Allah’ın belirlediği standartlara uymayıp, doğru-dürüst hareket etmediği zaman, “din adamlığı” adıyla gerçekleri saptırmaya en müsait araçlar konumuna düşerler. Kur’an’ın, ehl-i kitabın bu grubu hakkında kaydettiği gerçeği, biz zamanımızda çok rahat olarak anlıyoruz. Onlar daha önceden belirlenmiş bazı hükümlere varmak için kitaplarının metinlerini, çarpıtarak yorumluyor, istedikleri tarafa çekiyorlar, kitabın metinlerinin bu anlamda olduğunu ve verdikleri bu hükmün gerçeğin somut ifadesi olduğunu iddia ediyorlardı.
Göstermelik olarak “din” kılıfına büründürülmüş bazı din adamlarında bu örneği bugün çok rahat anlayabiliyoruz. Bunlar, dini meslek edinenlerdir; dini her türlü isteğin hizmetine verenlerdir. Onlar bir menfaat elde edeceklerini sezdiklerinde, bu dünyanın mallarından birinin onlara hediye edileceğini fark ettiklerinde, nassları alırlar, arzu edilen şekilde kullanırlar! Bu, yalnız ehl-i kitaba özgü bir felaket değildir. Din mensupları arasında Allah’ın dininin ucuzladığı, bu dünyanın mallarından birinin pahasına bile değmez konuma düştüğü her çeşit arzu ve isteğe rahatlıkla boyun eğer hale geldiği, her ümmetin başındaki felakettir bu!
Ahmet Hocazâde, 20.10.2017, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Muhâfız ya da Muârız'a dair
Ahmet Hocazâde Yazıları
[1] Bu çalışmada Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Meal ve Tefsir çalışması kaynak olarak alınmış olup, zaman zaman açıklamalarla zenginleştirme yoluna gidilmiştir. Ayrıca Rabbine kavuşmuş iki güzel insanın tefsir çalışmalarından istifade edilmiştir. Rabbim kendilerine rahmeti ile muamele etsin.
[2] http://library.islamweb.net/newlibrary/display_book.php?flag=1&bk_no=50&ID=2302
http://quran.ksu.edu.sa/tafseer/tabary/sura9-aya31.html
[3] Diyanet, Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 1 Sayfa: 592-597.
[4] Bkz. SA4478/KY57-AHCZD18: Nefsini İlah Edinen İnsan
http://www.sonsuzark.com/2017/06/sa4478ky57-ahczd18-nefsini-ilah-edinen.html
[5] Diyanet, Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 1 Sayfa: 597-600.
[6] SA957/TG66: İsrail'in Rüyâsı: Büyük İsrail için Çizilen Kanlı Yol Haritası
http://www.sonsuzark.com/2014/10/sa957tg66-israilin-ruyas-buyuk-israil.html?spref=tw
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz