"Müminler, Allah’ın kurtuluş reçetemiz olarak gönderdiği Kur’an’a sımsıkı sarılırlar ve içindekileri düşünürler, anlamaya ve hayatlarına taşımaya çalışırlar. Allah’ın kitabından uzak ve gaflet içinde bulunamazlar. ”
بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
Bizi yaratan ve bize doğru yolu gösteren, kendine imân etme şerefini nasip eden, yediren ve içiren, hastalandığımızda da bize şifa veren, bizim canımızı alacak ve sonra diriltecek olan, hesap gününde, hatalarımızı bağışlayacağını umduğumuz (Şuara, 26/78-82) Âlemlerin Rabbi olan Allah’a sonsuz hamd’ü senâlar olsun. “Üsve-i hasene” olan Resûlü Muhammed Mustafa (sav)’e salât u selâm olsun.
NİSÂ SURESİNDE MÜ’MİNLERİN VASIFLARI (20-34. Ayetler)[1]
وَاِنْ اَرَدْتُمُ اسْتِبْدَالَ زَوْجٍ مَكَانَ زَوْجٍۙ وَاٰتَيْتُمْ اِحْدٰيهُنَّ قِنْطَاراً فَلَا تَأْخُذُوا مِنْهُ شَيْـٔاًۜ اَتَأْخُذُونَهُ بُهْتَاناً وَاِثْماً مُب۪يناً
وَكَيْفَ تَأْخُذُونَهُ وَقَدْ اَفْضٰى بَعْضُكُمْ اِلٰى بَعْضٍ وَاَخَذْنَ مِنْكُمْ م۪يثَاقاً غَل۪يظاً
﴾20﴿ “Eğer bir eşi bırakıp da yerine başka bir eş almak isterseniz, onlardan birine yüklerle mehir vermiş olsanız dahi ondan hiçbir şeyi geri almayın. Siz onu, iftira ederek ve apaçık günah işleyerek mi geri alacaksınız?” (Nisâ Suresi,4/20.)
﴾21﴿ “Birbirinizle beraber olduğunuz halde, üstelik onlar sizden sapasağlam bir söz de almışken onu geri mi alacaksınız?” (Nisâ Suresi,4/21.)
1- Yaratan, yaşatan ve hesaba çekecek olan Rabbimiz, yarattığı kulları için nasıl hayat programlarını ve uyacakları esasları belirlediyse aynı şekilde kadın-erkek ilişkilerini de câhiliyyedeki berbat düzeyden çıkararak o yüce ve onurlu düzeye, insan onuruna yaraşır düzeye çıkarmıştır. O insan ki, yüce Allah ona özel bir şeref bağışlamış, kendisini diğer âlemlerin çoğundan üstün tutmuştur. İslâm’ın insana ilişkin düşüncesi, insan hayatına yönelik bakış açısı o kadar yüksek düzeylidir ki, insanlık bu düzey yüksekliğine bu saygın kaynak dışında hiçbir yerde rastlamamıştır. Evli olan Müslüman erkek ve kadın hiçbir suretle birbirlerine zulmetme hakkı yoktur.
“İslâm’dan önce, kadının kusuru bulunmadığı halde ondan ayrılmak ve bir başka kadınla evlenmek isteyen erkekler bir yolunu bulup ödedikleri mehri de geri almak isterlerdi. Bu durumda kadın hem eşini, yuvasını ve maişetini hem de bir süre geçimine medar olacak mehrini kaybetmiş olurdu. Erkeklerin bu amaçlarına ulaşabilmek için kullandıkları yollardan biri de kadına iftira atmak, onu birtakım kötü huy ve davranışlar içinde göstermekti. Kadınlar bu tehdit karşısında yılar, böyle bir lekeden kurtulabilmek için mehirlerini geri vermeye razı olurlardı. İslâm, bu zalimce davranışları yasaklamış, evlenme akdini “ağır sorumluluklar yükleyen bir ahid, sapasağlam bir sözleşme” olarak nitelemiş, evlilik birliği içinde geçen güzel günlerin hâtırasını kirletmenin çirkinliğine işaret etmiştir.” (Kur'an Yolu Tefsiri, II/38-39.)
“Yüklerle mehir vermiş olsanız dahi” ifadesindeki “yüklerle” kelimesi, âyette geçen kıntâr kelimesinin karşılığı olarak seçilmiştir. Bununla ilgili olarak şu hadiseyi hatırlamakta fayda vardır: Hz. Ömer, mehrin üst sınırını 400 dirhem (1280 gram) gümüş olarak belirlemiş, mescidde minbere çıkarak bu kararını açıklamıştı. Bunu işiten Kureyşli bir kadın mescide gelip halifeye itiraz etmiş, aralarında şu konuşma cereyan etmiştir:
– Ey müminlerin emîri! Allah’ın kitabı mı yoksa senin emrin mi uygulama önceliğine sahiptir?
– Tabii ki Allah’ın kitabı, niçin bunu soruyorsun?
– Sen biraz önce insanların fazla mehir ödemelerini yasakladın, halbuki Allah Teâlâ kitabında “... Onlardan birine yüklerle (çuvalla altın) mehir vermiş olsanız dahi ondan hiçbir şeyi geri almayın” buyurmaktadır.
Bunun üzerine Hz. Ömer, “Herkes Ömer’den daha bilgili”; bir başka rivayette “Doğru düşünen ve söyleyen bir kadın, hata eden bir başkan, Allah yardımcımız olsun!” demiş; ardından tekrar minbere çıkarak mesciddekilere şunları söylemiştir: “Sizi, kadınlara mehir verme konusunda aşırı gitmekten menetmiştim. Herkes kendi malında dilediğini yapsın, serbestsiniz” (İbn Hacer, el-Metâlibü’l-âliye, II, 4-5; Şevkânî, Neylü’l-evtâr, VI, 180; Bkz. Kur'an Yolu Tefsiri, II/38-39.).
Sahi, bu Müslüman Hanımefendinin kendine güveni, sahip olduğu Kur’an bilgisi, yanlış karşısında itaat edilmez kültürü bugün kaç Müslüman da bulunmaktadır? Ya da liyakat ve sorumluluk sahibi kaç kişi –Allah ondan razı olsun- Ömer (ra) gibi olgunlukla hareket etmektedir?
وَلَا تَنْكِحُوا مَا نَكَحَ اٰبَٓاؤُ۬كُمْ مِنَ النِّسَٓاءِ اِلَّا مَا قَدْ سَلَفَۜ اِنَّهُ كَانَ فَاحِشَةً وَمَقْتاًۜ وَسَٓاءَ سَب۪يلاً۟
“Geçmişte olanlar bir yana, babalarınızın nikâhladığı kadınlarla evlenmeyin; çünkü bu bir edepsizliktir, iğrenç bir şeydir ve kötü bir yoldur.” (Nisâ Suresi,4/22.)
2- Yüce Rabbimiz Müslümanlara aile hukuku ile ilgili esasları öğretmeye devam etmektedir. İslâm, Mü’minlere şu hayatta izzet, mertlik, soyluluk, erdemlilik, merhamet, nezaket ve vefakârlık gibi yüce duyguları kazandırmıştır. Bununla beraber ise Kur'an cahiliye döneminde işlenen kötülükleri yasaklamaktadır. “Babalarınızın nikâhladığı kadınlarla evlenmeyin” emrine göre, babaların nikâhladığı, evlendiği kadınlarla (üvey analar) evlenmek de, babaların zina ettiği kadınlarla evlenmek de haramdır. Başka bir deyişle zina da “evlenme mânii” oluşturur; babanın zina ettiği kadın, oğulun üvey anası gibi olur ve onunla evlenmesi câiz olmaz. (Kur'an Yolu Tefsiri, II/41-42.)
“Buradan itibaren üç âyette evlenme mânileri açıklanmaktadır. Hemen bütün dinlerde ve beşerî hukuklarda belli derecelerdeki yakınlar arasında evlenme yasaklanmış, bu yakınlık tarafların evlenmelerine mâni olarak değerlendirilmiştir. İslâm’a göre evlenme mânileri bu âyetler yanında sünnet ve icmâ kaynaklarına da dayanmış, bu kaynaklardaki açıklamalarla –aralarında evlenme akdi yapılması câiz olmayanlar listesi– tamamlanmıştır. Buna göre erkeklerin evlenmeleri haram kılınan kadınları (muharremât) şu sınıflarda toplamak mümkündür:
1. Usul: Analar ve onların anaları...
2. Fürû: Kızlar ve kız torunlar...
3. Belli derecedeki yan hısımlar: İster ana-baba bir olsun, ister yalnızca anadan veya babadan olsun kız kardeşler, halalar ve teyzeler, kız yeğenler.
4. Belli derecedeki süt yakınları: Bir çocuk bir kadından süt emince kadın sütannesi, kadının kocası sütbabası, kadının çocukları da sütkardeşleri olur ve emen bunlarla evlenemez.
5. Evlenme ile oluşan (musâhere) hısımlar: Bunlar ikiye ayrılmaktadır: a) Devamlı haram olanlar.
Cinsî temas yapılmamış olsa dahi nikâh yapılan zevcenin annesi (kayınvâlide) ve onun annesi... Nikâhtan sonra cinsî temas da yapılmış olan zevcenin –daha önceki kocasından olma– kızları ve bunların kızları... Oğulların ve torunların eşleri (gelinler) ve babaların eşleri (üvey anneler). b) Geçici olarak haram olanlar. Zevcenin belli derecedeki yakınlarını ikinci eş olarak almak. Bu yakınlığın sınırı şöyle tesbit edilmiştir: Zevcenin yakını olan kadının erkek olduğu var sayıldığında birbiriyle evlenmeleri –akrabalık dolayısıyla– câiz değilse bu iki kadını bir arada nikâhlamak da câiz değildir.
6. Başkalarının nikâhı altında bulunan (fiilen ayrı yaşasalar bile kocalarının veya hakemlerin ve hâkimin boşamadığı, ayırmadığı) kadınlar.
19. âyette kadınlara zorla vâris olmak yasaklanırken babaların eşleriyle (üvey analar) –onlar istemediği halde– evlenmek de yasaklanmıştı. Bu âyette konuya açıklık getirilmiş ve taraflar istese bile üvey analarla evlenmenin yasak olduğu bildirilmiştir.” (Kur'an Yolu Tefsiri, II/41-42.)
---
حُرِّمَتْ عَلَيْكُمْ اُمَّهَاتُكُمْ وَبَنَاتُكُمْ وَاَخَوَاتُكُمْ وَعَمَّاتُكُمْ وَخَالَاتُكُمْ وَبَنَاتُ الْاَخِ وَبَنَاتُ الْاُخْتِ وَاُمَّهَاتُكُمُ الّٰت۪ٓي اَرْضَعْنَكُمْ وَاَخَوَاتُكُمْ مِنَ الرَّضَاعَةِ وَاُمَّهَاتُ نِسَٓائِكُمْ وَرَبَٓائِبُكُمُ الّٰت۪ي ف۪ي حُجُورِكُمْ مِنْ نِسَٓائِكُمُ الّٰت۪ي دَخَلْتُمْ بِهِنَّۘ فَاِنْ لَمْ تَكُونُوا دَخَلْتُمْ بِهِنَّ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْۘ وَحَلَٓائِلُ اَبْنَٓائِكُمُ الَّذ۪ينَ مِنْ اَصْلَابِكُمْۙ وَاَنْ تَجْمَعُوا بَيْنَ الْاُخْتَيْنِ اِلَّا مَا قَدْ سَلَفَۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ غَفُوراً رَح۪يماًۙ
“Anneleriniz, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeşin kızları, kız kardeşin kızları, sizi emziren anneleriniz, sütbacılarınız, eşlerinizin anneleri, kendileriyle birleştiğiniz eşlerinizden olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız size haram kılındı. Eğer onlarla birleşmiş değilseniz (nikâh ortadan kalktığında) kızlarını almanızda size bir sakınca yoktur. Kendi sulbünüzden olan oğullarınızın eşleri ve iki kız kardeşi birden almak da size haram kılındı; ancak geçen geçmiştir, Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” (Nisâ Suresi,4/23.)
3- Ayette zikredilenler, İslâm şeriatında evlenilmesi yasak olan kadınlardır. Bizleri yaratan Rabbimizin koyduğu esaslardır. İslâm, helal kılma (serbest bırakma) ve haram kılma (yasaklama)’nın tamamen Allah’a ait olduğunu yerleştiriyor. Çünkü her ikisi de ulûhiyetin en belirgin özellikleridir. Allah’tan başka hiçbir otoritenin helal kılma (serbest bırakma) ve haram kılma (yasaklama) yetkisi yoktur. Tek başına Allah insanlar için dilediğini helal dilediğini haram kılar.
Kur’an bu görüşün yerleşmesine büyük özen gösterir. Bu yüzden bütün haram ve helal kılma olaylarında cahiliye mensuplarıyla tekrar tekrar mücadeleye girişmektedir. İlkeyi belirlerken istinkârı bir soru yöneltmektedir:
قُلْ مَنْ حَرَّمَ زِينَةَ اللّهِ الَّتِيَ أَخْرَجَ لِعِبَادِهِ وَالْطَّيِّبَاتِ مِنَ الرِّزْقِ
“De ki; Allah’ın kulları için çıkardığı ziyneti, temiz rızıklan kim haram edermiş?” (A’raf suresi,7/ 32)
قُلْ تَعَالَوْاْ أَتْلُ مَا حَرَّمَ رَبُّكُمْ عَلَيْكُمْ
“De ki; gelin size Rabbinizin neleri haram kıldığını okuyalım.” (En’am suresi,6/ 151)
قُل لاَّ أَجِدُ فِي مَا أُوْحِيَ إِلَيَّ مُحَرَّمًا عَلَى طَاعِمٍ يَطْعَمُهُ إِلاَّ أَن يَكُونَ مَيْتَةً أَوْ دَمًا مَّسْفُوحًا أَوْ لَحْمَ خِنزِيرٍ فَإِنَّهُ رِجْسٌ أَوْ فِسْقًا أُهِلَّ لِغَيْرِ اللّهِ بِهِ
“De ki; Bana vahyolunanlar içinde yiyen bir kimsenin yiyeceğinde ölü yahut akıtılan kan veya domuz etinin dışında haram edilmiş bir şey bulmuyorum…” (En’am suresi,6/ 145)
وَاللَّهُ يَقُولُ الْحَقَّ وَهُوَ يَهْدِي السَّبِيلَ
“Hiç şüphesiz Allah hakkı (gerçeği) söyler ve doğru yola eriştiren sadece O’dur.” (Ahzab Suresi, 33/4.)
Bu sorularla muhataplarından cevap istenmemektedir, böyle düşünenler kınanmakta ve bu sapkın düşünce yapıları reddedilmektedir. Böylece yüce Allah onları şu temel ilkeyle yüz yüze getirmeyi istemektedir: Haram ve helal kılma hakkına tek başına Allah sahiptir. Bu da Allah’ın kulları olan Müslümanların iman ettikleri en temel kaidedir.
Hülâsa, İslâm’a göre insanların uyacağı kanunların tek kaynağı yüce Allah’ın emri ve iznidir. Çünkü bu emirler ve müsaadeler ilk ve son otorite kaynağını oluştururlar.
Nesep ve evlilik dolayısıyla yasak olanların tümü emzirme nedeniyle de yasaktırlar. “Emenin emzirene nefsi haramdır, emzirenin emene nesli haramdır.” Kur’ân-ı Kerîm’de sütanne ve sütkızkardeşle evlenme yasaklanmıştır (Nisâ,4/23). “Nesep sebebiyle haram olanlar emzirme sebebiyle de haram olur” hadisi (Buhârî, “Şehâdât”, 7; Müslim, “Radâ”, 9) Müctehid ve müfessirlerin çoğuna göre haram kılan emzirmenin çağı çocuğun ilk iki yaşı ile sınırlıdır (Bakara 2/233). Müctehidlerin çoğuna göre iki yaşını doldurmamış çocuğun midesine inen bir yudum süt dahi “süthısımlığı” ilişkisi için yeterlidir. (Kur'an Yolu Tefsiri, II/43.)
Sütanne, sütbaba (sütannenin çocuğunu doğurduğu ve bu doğumdan gelen sütü ile süt çocuğunu emzirdiği sırada evli bulunduğu kocası), sütkardeşler ve diğer bazı süthısımlarının –evlenmenin yasak olması bakımından– öz anne ve akraba gibi olmaları ilgili âyet ve hadislerle sabit olmuş, İslâm’a mahsus bir anlayış ve hükümdür.
---
وَالْمُحْصَنَاتُ مِنَ النِّسَٓاءِ اِلَّا مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْۚ كِتَابَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْۘ وَاُحِلَّ لَكُمْ مَا وَرَٓاءَ ذٰلِكُمْ اَنْ تَبْتَغُوا بِاَمْوَالِكُمْ مُحْصِن۪ينَ غَيْرَ مُسَافِح۪ينَۜ فَمَا اسْتَمْتَعْتُمْ بِه۪ مِنْهُنَّ فَاٰتُوهُنَّ اُجُورَهُنَّ فَر۪يضَةًۜ وَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ ف۪يمَا تَرَاضَيْتُمْ بِه۪ مِنْ بَعْدِ الْفَر۪يضَةِۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَل۪يماً حَك۪يماً
“Elinizin altında bulunan câriyeler müstesna, evli kadınlar da size haram kılındı; Allah’ın size emri budur. Bunlardan başkasını, iffetli yaşamak ve zina etmemek kaydıyla, mallarınızla (mehir ile) istemeniz size helâl kılındı. Onlarla karı-koca ilişkisi yaşamanıza karşılık kararlaştırılmış olan mehirlerini verin. Mehir kesiminden sonra karşılıklı anlaşmanızda size günah yoktur. Şüphesiz Allah ilim ve hikmet sahibidir.” (Nisâ Suresi,4/24.)
4- Mü’minler, Allah’ın haram kıldığı şeyleri haram kabul ederler ve yapılmasını istediği şeyleri de gönül huzuru ve sadâkatle yerine getirirler. Mü’minler imanın bir gereği olarak gördükleri hayâ duygusu ile iffetli ve namuslu –tertemiz- bir hayat yaşarlar.
Yüce Allah’ın yarattığı biz kulları için belirlediği sistem, insanların şahsi arzularının ürünü olarak ortaya koymak istedikleri bütün sistemlerden daha kolay, daha külfetsiz ve fıtrata daha yakındır. Yüce Allah’ın bu sistemi ortaya koymuş olması, O’nun insan yetersizliğini, zayıflığını telâfi edici bir rahmetidir. Eğer insanoğlu bu sistemden saparsa hayvanlık düzeyine doğru inişe ve gerilemeye geçeceği gibi ayrıca kendini ağır bir zorluk ve sıkıntı yükünün altına da sokmuş olacaktır.
Erkek-kadın ilişkisini aile temeli üzerine oturtmak tek sağlıklı sistemdir. Belirli bir kadının belirli bir erkeğe ait olmasını evlilik yolu ile resmileştirmek, karşıt cinsler arasındaki bu ilişkiye devamlılık sağlayacak en sağlıklı çözümdür.
Âyetlerde ihsan kelimesi kadınlar için “evli olmak, iffetli olmak, namuslu, hür olmak” mânalarında kullanılmıştır. Evlenme mânileri sayılırken zikredilen “muhsan kadınlar”dan maksat evli kadınlardır. Bu âyetle –Câhiliye devrinde bazı durumlarda câiz görülen– birden fazla erkekle evli olma âdeti kaldırılmış, bir kadının ancak bir erkeğin nikâhı altında bulunabileceği ve yalnızca onunla karı-koca hayatı yaşayabileceği hükmü getirilmiştir; yani İslâm’da çok kocalılık câiz değildir. (Kur'an Yolu Tefsiri, II/43-45.)
وَمَنْ لَمْ يَسْتَطِـعْ مِنْكُمْ طَوْلاً اَنْ يَنْكِـحَ الْمُحْصَنَاتِ الْمُؤْمِنَاتِ فَمِنْ مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْ مِنْ فَتَيَاتِكُمُ الْمُؤْمِنَاتِۜ وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِا۪يمَانِكُمْۜ بَعْضُكُمْ مِنْ بَعْضٍۚ فَانْكِحُوهُنَّ بِاِذْنِ اَهْلِهِنَّ وَاٰتُوهُنَّ اُجُورَهُنَّ بِالْمَعْرُوفِ مُحْصَنَاتٍ غَيْرَ مُسَافِحَاتٍ وَلَا مُتَّخِذَاتِ اَخْدَانٍۚ فَاِذَٓا اُحْصِنَّ فَاِنْ اَتَيْنَ بِفَاحِشَةٍ فَعَلَيْهِنَّ نِصْفُ مَا عَلَى الْمُحْصَنَاتِ مِنَ الْعَذَابِۜ ذٰلِكَ لِمَنْ خَشِيَ الْعَنَتَ مِنْكُمْۜ وَاَنْ تَصْبِرُوا خَيْرٌ لَكُمْۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ۟
“İçinizden mümin ve hür kadınlarla evlenmeye gücü yetmeyen kimse, ellerinizin altında bulunan mümin câriye kızlarınızdan alsın. Allah sizin imanınızı daha iyi bilmektedir. Birbirinizden türeyip gelmektesiniz. Öyleyse iffetli yaşamaları, zina etmemeleri, gizli dost tutmamaları şartıyla ve ailelerinin de izniyle onları nikâhlayıp alın, mehirlerini de âdete uygun olarak verin. Evlendikten sonra bir fuhuş yaparlarsa onlara, hür kadınların cezasının yarısı gerekir. Bu (câriye ile evlenmek), içinizden günaha düşmekten korkanlar içindir; sabretmeniz ise sizin için daha hayırlıdır. Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” (Nisâ Suresi,4/25.)
5- Allah Mü’minlere her hâlukarda iffetlerini korumalarını emretmiştir. Müminin vicdanı, özellikle eşi ile arasındaki meseleleri ve genel olarak hayatının tüm gelişmelerini düzenleyen hükümleri nereden alacağını bilir. Mü’min için bu âlemlerin Rabbi olan Allah’ın belirlediği esaslardır. Mü’min iffetli insandır, zina etmez, zinaya yaklaşmaz, gizli dost tutmaz. İffet ve hayâsına zarar gelmemesi için de sabreder.
İslam, insanların içinde bulunduğu pratiği göz önünde bulundurur, fakat pratiklik ve gerçekçilik bahanesine sığınarak onları bataklıkta debelenmekle baş başa bırakmaz. Fıtrata uygun çözümler üretir.
İslâm, ayette erkekleri, özgür kadınlarla evlenecek imkânlara kavuşacakları güne kadar sabretmeye teşvik ediyor. Çünkü özgür kadınlar, psikolojik bakımdan evlilik zırhının koruması içine girmeye daha yatkındırlar, ideal yuva kurmaya daha elverişlidirler. Fakat eğer erkek böyle bir sabrın yol açacağı baskının sıkıntısından, bunalımından çekiniyorsa, ya da içgüdülerinin baskısına katlanamayarak gayri meşrû cinsel tatmin yollarına sapacağından korkuyorsa, o günlerde önünde ayette anlatılan kolaylığı koymuştur.
Bugün, câhiliye devrindeki köle ve câriyeye insan figürünü resmi olarak görmemekteyiz. Gayri resmi olarak ve başka kılıflar altında modern sömürü ve kölelik sistemi özellikle refahtan fazlaca semirmiş toplumlarda görülmektedir. Uluslararası Çalışma Örgütü ve Özgür Yürü Vakfı ile Uluslararası Göç Örgütünün ortak raporunda, "Dünyada 29 milyonu kadın ve çocuk olmak üzere 40 milyon modern kölelik kurbanı bulunuyor."[2]
---
يُر۪يدُ اللّٰهُ لِيُبَيِّنَ لَكُمْ وَيَهْدِيَكُمْ سُنَنَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ وَيَتُوبَ عَلَيْكُمْۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ
“Allah size bilmediklerinizi açıklamak ve sizi, sizden öncekilerin yollarına iletmek, günahlarınızı bağışlamak istiyor. Allah hakkıyla bilmektedir, hikmet sahibidir.” (Nisâ Suresi,4/26.)
وَاللّٰهُ يُر۪يدُ اَنْ يَتُوبَ عَلَيْكُمْ وَيُر۪يدُ الَّذ۪ينَ يَتَّبِعُونَ الشَّهَوَاتِ اَنْ تَم۪يلُوا مَيْلاً عَظ۪يماً
“Allah sizin tövbenizi kabul etmek ister; nefsânî arzularına uyanlar ise büsbütün yoldan çıkmanızı isterler.” (Nisâ Suresi,4/27.)
6- Mü’min her türlü günahtan uzak durur ama günah batağına düşerse de hemen pişman olup tövbe eder, Allah’ın affına ve rızâsına mazhar olabilmek için gayret gösterir, buna vesile olacak bir hayat sürmek için mücâhede eder. Rabbimiz bizlere Hakk ile batılın mücadelesini de tekrar hatırlatır. Yüce Allah kullarını hafifletmek isterken, hidâyet verip ebedî kurtuluşlarına kavuşturmak isterken, insanlar kendilerini, kendi uydurdukları ve altında kalacakları kötü şeylerle zor durumda bırakıyor. Yanan ateşe atılan pervane böceklerinin ateşe atılmaya başladığı gibi ateşe atlıyorlar. İnsan için Rabbinin bildirdiğinden başka ne bir “doğru” yol, ne de Allah’ın gösterdiği kurtuluş yolundan başka bir başka “kurtuluş” yolu vardır.
يُر۪يدُ اللّٰهُ اَنْ يُخَفِّفَ عَنْكُمْۚ وَخُلِقَ الْاِنْسَانُ ضَع۪يفاً
“Allah yükünüzü hafifletmek ister; çünkü insan zayıf yaratılmıştır.” (Nisâ Suresi,4/28.)
İnsanın zayıf yaratılmasından maksat, kulluk imtihanını kazanabilecek kadar güç ve donanımdan mahrum olması değil, imtihan gereği iradesi ve gücü yanında– bazı zaaflarının (istikrarsız, değişken, zayıf, hırslı, huysuz, aceleci, eli sıkı-cimri, rahatına düşkün, kendine aşırı güveni olan, şımarık, kibirli, aciz ve zayıf, az şükreden, tartışmaya düşkün, cahil, kıskanç ve hasetçi, unutkan, nankör, azıp sınırları aşan vb.) bulunmasıdır. Bunlardan biri de cinsel arzudur. İslâm dini, bu tür arzuları yok sayan katı bir yasaklar sistemi getirmeyip bunların meşrû yollardan tatminini istemiştir. Müteakip âyetlerde değinildiği üzere insanın zaaflarından biri de mal tutkusudur. İslâm bunun ortaya çıkaracağı ahlâkî bozulmayla ilgili uyarılarda bulunmakla beraber meşrû kazanma yollarını da teşvik etmiştir. Allah kulları için güçlük değil, kolaylık murat eder (Bakara 2/185); onları imtihan için bile olsa çıkmaz yollara zorlamaz, taşınamaz yüklerin altına sokmaz. Her bir yükümlülüğün, olağan üstü veya olağan dışı hallere bağlı kolaylıkları, yükü hafifletici ruhsatları vardır. (Kur'an Yolu Tefsiri, II/43-45.)
Yüce Allah bu İslâm sisteminde evlilik ve aile kurumuna ilişkin tüm hükümlerini kapsayan birbirine bağlı üç tane ayeti getiriyor. Allah, kullarına lütfederek koyduğu yasaların hikmetlerini kendilerine açıklıyor, onlara hayatlarında rehber edinmelerini istediği sistemin içerdiği yararları ve kolaylıkları tanıtıyor. Yüce Allah, size hikmetleri açıklamak istiyor; sizin bu hikmetleri görmenizi, üzerlerinde kafa yormanızı istiyor. Yüce Allah size rahmetini yansıtmak, tökezlemelerinizden, günahlarınızdan dolayı tevbe edesiniz diye elinizden tutmak, gideceğiniz yolu belirlemenizi sağlamak ve bu yolda ilerlemenizi kolaylaştırmak için size helâl ile haramı açıklıyor.
Rabbimizin istediği şey de Mü’minlerin tevbelerini kabul ederek günahlardan arınmalarını sağlamak, doğru yola girmelerini özendirmek, bu yolda yürürken tökezlemelerini önlemek ve hidayete kavuşturmaktır.
Şeytanın adımlarını takip eden ve onun boyunduruğuna girmiş, hevâ ve heveslerini tanrı edinmiş, nefislerinin arzuları peşinden sürüklenenler ise bu alanda şu amaçları güdüyorlar: Onlar içgüdüleri, her türlü dinî, ahlâki ve sosyal bağdan çözmek, koparmak istiyorlar. Her şeyin serbest olduğu, başta âlemlerin Rabbi olan Allah’ın koyduğu sınırların tamamını aşmak ve aslında hayatlarının hiçbir alanına kendilerini yaratan Allah’ın karışmamasını istiyorlar.
İşte yüce Allah’ın, müminleri sakındırdığı büyük sapıklık budur. Yüce Allah, müminleri şehevi arzularının tutsağı olmuş, insanaltı bir yaratık haline gelmiş bu kişilerin kendilerine yönelik emellerine, süslü-cazip yönlendirmelerine kapılmamaya çağırıyor. Bu öyle bir sapkınlık ki, modern (!) batı kendi ürettiği iğrenç ve sapkın şeylerin şerrinden kendisi de nasıl kurtulacağını bilmiyor. Bu azgınlıkların sonuçlarını kendileri de tatmaya başladıkları için, kendileri de “es o es” vermektedir yani ölmüşler ama ağlayanları bile yok durumdalar.
---
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَأْكُلُٓوا اَمْوَالَكُمْ بَيْنَكُمْ بِالْبَاطِلِ اِلَّٓا اَنْ تَكُونَ تِجَارَةً عَنْ تَرَاضٍ مِنْكُمْ وَلَا تَقْتُلُٓوا اَنْفُسَكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِكُمْ رَح۪يماً
“Ey iman edenler! Karşılıklı rızâya dayanan ticaret dışında, mallarınızı aranızda haksızlıkla yemeyin ve kendinizi öldürmeyin. Şüphesiz Allah size karşı çok merhametlidir.” (Nisâ Suresi,4/29.)
7- "Bâtıl", İslâm kanunlarına, prensiplerine aykırı olan yanlış ve gayri ahlâkî her şeyi ihtivâ eder. Hakk ehli olan, hakkı savunan ve hakkı tavsiye eden Mü’minler bâtılın her türlüsünden berîdirler. Âlemlerin Rabbi olan Allah, önceki âyetlerde servetin ve menfaatin intikalinde rol oynayan miras, hibe, mehir gibi meşrû yollardan söz etmişti. Bu âyette de en geniş mânasında yani “karşılıklı rızaya dayanan ve konusu maddî değerler olan hukukî işlem” anlamında ticaretten söz etmekte; bu yollar dışında kalan, bunlara ters düşen ve bundan dolayı haksız (bâtıl) diye nitelenen yol ve şekillerle insanların mallarını ellerinden almak ve bunlardan yararlanmak yasaklamaktadır. Hırsızlık, gasp, rüşvet, faizcilik ve tefecilik, fâhiş fiyat, aldatma bu bâtıl yolların ve şekillerin önde gelenleri ve yaygın olanlarıdır. (Kur'an Yolu Tefsiri, II/50-51.)
Allah, “beş zaruri/önemli değerin ve amacın (makasıdü’ş-şerîa)” yani hayat (can), nesil (nesep, ırz), akıl, mal ve dinin korunmasını emretmiştir. Aynı zamanda bu beş temel esasla birlikte adalet, Allah’a kulluk, faziletli (izzetli, şerefli, ahlaklı, erdemli) bir toplum oluşturma, eşitlik, yeryüzünün imarı, hürriyet, sosyal düzenin ve güvenliğin sağlanması gibi zikredilen bu gayelerin esas itibariyle beş temel esasın korunması kapsamına dahil olabileceği de görülmektedir. (DİA, Makasıdü’ş-Şerîa, XXVII/425.)
Bu ayetlerde, İslâm toplumunda geçerli olacak olan mâli ilişkilerin bir kısmı işleniyor, bu ilişkilerin uygulanma yolları düzenleniyor, genel anlamda fertler arası mali ilişkilerin dürüst oluşu güvenceye bağlanıyor, arkasından kadınların da tıpkı erkekler gibi mülk edinme ve kazanma haklarına sahip oldukları, hem erkeklerin hem kadınların belirlenmiş payları oranında mülk ve kazanç edinebilmeleri belirtiliyor.
"Kendi kendinizi öldürmeyin" ifadesi, helal kılınan ticaret dışında başka yollarla haksız olarak başkalarının malını alanlar, gerçekte kendi sonlarını hazırlayan insanlar demektir. Çünkü böyle kötü işler (haksızlık, hukukî ve sosyal adaletsizlik, anarşi), sosyal düzeni öyle bir bozar ki, sonunda kişi kendisi de bu kötü sonuçlardan kurtulamaz ve ahiret'te de mutlaka elem verici bir azapla karşılaşır. Bununla beraber Allah sizin iyi olmanızı ister, merhameti nedeniyle sizi felâkete sürükleyecek olan kötülükleri de size yasaklar. Âyet, İslâm’ın bütün muâmelât hükümlerinin hedefi olan “beş zaruri/önemli değerin ve amacın (makasıdü’ş-şerîa) korunması” ilkesinden ikisini ihtiva etmektedir: Canın korunması ve malın korunması. (Kur'an Yolu Tefsiri, II/50-51.)
وَمَنْ يَفْعَلْ ذٰلِكَ عُدْوَاناً وَظُلْماً فَسَوْفَ نُصْل۪يهِ نَاراًۜ وَكَانَ ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ يَس۪يراً
“Kim haddi aşarak ve haksızlığa saparak bunu yaparsa onu ateşe koyacağız ve bu Allah’a çok kolaydır.” (Nisâ Suresi,4/30.)
8- Mü’minler Allah’ın emrettiklerini yerine getiren ve yasakladığı hususları da terk edebilen insanlardır. Bu ayetler de müminlere “Birbirlerinin mallarını gayri meşru yollarla yemelerinin” yasaklandığını, mal dolaşımına ilişkin helal kazanç yolunun ticaret yolu olduğunun açıklandığını görüyoruz. Bunun yanısıra “Gayri meşrû biçimde mal yeme” insanın kendi kendini öldürmesi, intihar etmesi, mahvolması, helâk olması benzetmeleri ile ifade ediliyor. Ayrıca böyleleri ahiret azabı ile ve cehenneme atılmakla tehdit ediliyor.
“Gayri meşrû yöntemlerle mal yemek” ifadesi insanlar arasında görülen ve yüce Allah’ın izin vermediği, meşru olmayan maksatlara hizmet ettiği için ya da açıkça yasakladığı bütün gayri meşrû mal dolaşımı biçimlerini içerir. Aldatma, rüşvet, haram malların satımı, kumar/kumara benzeyen şans oyunları, aldatma, spekülasyon, pazarı kızıştırarak fiyatları yükseltme, kusurlu malların kusurunu söylemeden satma ve benzeri muameleler, tahvil (alınıp satılabilen faizli borç senedi), zorunlu tüketim mallarını pahalandırmak amacı ile bekletme gibi kazanç yolları bu deyimin kapsamına girdikleri gibi başta faizcilik olmak üzere bütün yasaklanmış alış-veriş türleri de bu kategoriye girer.
---
اِنْ تَجْتَنِبُوا كَـبَٓائِرَ مَا تُنْهَوْنَ عَنْهُ نُكَفِّرْ عَنْكُمْ سَيِّـَٔاتِكُمْ وَنُدْخِلْكُمْ مُدْخَلاً كَر۪يماً
“Eğer size yasaklanan büyük günahlardan kaçınırsanız sizin küçük günahlarınızı örteriz ve sizi değerli bir yere koyarız.” (Nisâ Suresi,4/31.)
9- Hakikaten günah, her insanın kendi dini, içtimâî ve ahlakî hayatını tanzim ederken gözetmesi gereken en önemli şeydir. Mü’min kimse de günahın büyüğüne de ve küçüğüne de dikkat eden ve bunlardan uzak durabilen insandır. Yani günah bir itaatsizlik (ma’siye) eylemidir, bu da itaatin tersidir. Mü’min kimse de Rabbine mutlak itaat eden kimsedir.
Bütün dinler günahı, kutsala karşı işlenmiş, ilâhî emirlerin ihlali, beşerî ve tabiî düzenin bozulması şeklinde değerlendirmiştir. Günah (zenb, ma'siyet, cürm, hıyanet ve isyan), Allah'ın buyruklarına aykırı düşen, dinen suç sayılan davranışlar İslâm şerîatının ve temiz insan fıtratının yapılmasını yasakladığı hususlardır. Günah; İnsanın şeytana boyun eğmesinin bir sonucu olarak ve onun isteğine uyarak işlemiş olduğu; dünya ve ahirette cezayı gerektiren, toplum hayatına zarar veren, Allah’a itaatle bağdaşmayan herhangi bir fiil olarak tanımlanır. Yine günah; dinen kötü sayılan fiiller olup, ahlaki ve ilahi hukukun bir ihlali ve netice olarak da gerek bu dünyada, gerekse gelecek âlemde, ağır bir ceza ile cezalandırılmaya müstahak her türlü fiil ve eylemlerdir. Allah’ın yapın dediği bir şeyi yapmamak günah olduğu gibi, yapmayın dediği bir şeyi yapmak da günahtır.
Günahla ilgili olarak Kur’an-ı Kerim’e ve otorite olan genel teamüllere baktığımızda, Allah’a ve kutsala karşı işlenen çok büyük zulüm/şirk (Lokman,31/13.), ferdi ve içtimai hayatı alt üst eden, yaralayan, kişinin ve toplumun vicdanını rahatsız eden vaka ve fiiller olarak (Bakara,2/217.) karşımıza çıkmaktadır. “Günah, meşrûiyetini Allah’ın varlığından alan her şeye saldırı ve gayr-i meşrû olma keyfiyetini yine Allah’tan alan her şeyi yapma, irtikâp etmedir.”
Bir hadis’te ise “Resulullah’a iyilik ve günahtan sorulduğunda şöyle buyurmuşlardır: "İyilik, ahlâkın güzel olması, günah ise, kalbi tırmalayıp insanların ona muttali olmasından hoşlanmadığın şeydir.”(Müslim, Birr, 5.) Bir başka hadis’te ise Resulullah Vâbisa’ya hitaben: “İyilik ve günahtan sormaya gelmiştin değil mi? Vâbisa “evet,” der. Resulullah parmaklarını bir araya toplar, onlarla göğsüne üç defa vurur ve şöyle der: Nefsine danış, kalbine danış ey Vâbisa! İyilik, nefsinin kendisine ısındığı ve kalbinin itminan duyduğu; günah ise nefsini tırmalayan ve göğsünde tereddüte yol açan şeydir”.(Dârimî, Ebu Muhammed, Sünen, Çağrı yay., İst, 1992, 2. Baskı, Buyû, 2.)
Günah, büyük günah ve küçük günah olmak üzere iki kısma ayrılır. Bu ayırımı bizzat Kur'an-ı Kerim yapmaktadır. (Nisâ Suresi,4/31.) Necm suresinde ise, "ufak tefek kusurları dışında, günahın büyüğünden ve çirkin sayılan işlerden kaçınanlara gelince, şüphesiz Rabb'in, affı bol olandır"(Necm, 53/32.) denilmektedir. İnsanlar havf ve reca arasında olsunlar, günahlar karşısında ihtiyat, tedbir ve temkin içinde bulunsunlar diye büyük günah /kebire konusunun müphem (büyük günah kaç tane?) bırakıldığını söyleyenler de olmuştur.
Kebâir (büyük günahlar) ise, Allah'ı tanımaya engel olan ve yapılması hâlinde şer'î ceza gereken veya Allah'ın cehennem azabıyla tehdit ettiği günahlardır. "Kebire’yi (büyük günah), üzerinde ısrar edilen, sağire (küçük günah) de kendisinden istiğfar edilen günahtır" şeklinde açıklayanlar olmuştur. Kur’an da büyük günah tabiri geçmekle (Bakara,2/37.) birlikte büyük günahın tarifi yapılmamıştır. Büyük günahlarla ilgili değerlendirmeyi genellikle Hadisler ve ilgili yorumlarda bulunan âlimlerin koyduğu kıriterlerden öğreniyoruz. İslam âlimlerinin ekserisine göre büyük günahı; Allah’ın yapılmasını yasak ettiği ve yapılmaması konusunda Kuran’da ayet bulunan ve bu günahı işleyene had ve cezayı gerektiren her türlü suça bağlamak mümkündür. Kur'an'da küfür (Vakıa,56/46), haksız yere yetim malı yemek (Nisa,4/2.), açlık korkusuyla çocukları öldürmek (İsra,17/31.), Allah’a ortak koşmak (Lokman,31/13.), zina (Necm,53/32), içki ve kumar (Bakara,2/219), Haram aylarda savaş (Bakara,2/217.), iftira etmek (Nisa, 4/156.), Allah meleklerden kızlar edindi demek (İsra,17/40.), büyük günah olarak zikredilmiştir. İslam inancında Allah’a şirk koşmak, rızık endişesiyle çocuğunu öldürmek, komşusunun mahremine göz dikmek (Müslim, “İman”, 141.), haksız yere adam öldürmek, tefecilik yapmak, yetim malı yemek, savaş meydanından kaçmak, masum kadına iftira etmek (Buhari, “Hudud“, 44, Müslim, “İman“,144.), anne ve babaya asi olmak (Buhari,“Edep“,6.) hadislerde bahsedilen büyük günahlardır. Namaz, oruç, hac, zekât gibi farz görevleri terk etmekte aynı zamanda büyük günah sayılmıştır.[3]
Kuran’da geçen günah terimlerinden “ism”; insanı hayır ve sevaptan alıkoymak, “zenb”; hata, kötü iş, itaatsizlik anlamlarında kullanılmıştır. Bunların dışında, günahı anlatan; “masiyet” (itaatsız ve asi olmak manasında kullanılır) “hata” (kasıtsız günahlar manasında kullanılır) , “seyyie” (ayıp, kusur manasında kullanılır.), “fahiş” (gayet çirkin günah, yüz kızartıcı iş ve söz manasında kullanılır.) , “kabiha” (çirkin, kötü şey manasında kullanılır.) , “zelle” (ayak sürçme, söz ve fiilde hata manasında kullanılır), “fısk” (kabuktan çıkmak, din hadlerini çiğnemek manasında kullanılır), “fucur” (başkalarının bilmesi istenmeyen günah manasında kullanılır), “cürüm” (en ağır günah manasında kullanılır), “seğire” (küçük günah manasında kullanılır), “kebire” (büyük günah manasında kullanılır) gibi kavramlar da vardır[4].
Şüphesiz günahların hepsi eşit değildir. Bir adamı haksız yere dövmek ve yaralamak günah olduğu gibi, onu öldürmek de günahtır. Fakat bunlar, aynı seviyede değildir. Aynî diyor ki, günahın büyüklük ve küçüklüğü izâfî yani bağıntılıdır. Bir günah ki ondan daha büyük bir günah varsa, o günah kendisinden daha küçük olana nisbetle büyüktür. (Aynî, Umdetü’l-Kârî, XII, 216.) Günahın küçük ya da büyüklüğü her ne kadar önemli ise de asıl mesele, Müslümanın günahı kime karşı işlediğine dikkat etmesidir. Yani küçük ya da büyük günah işlerken Allah’ın bir emrini hiçe sayıp, Allah’a karşı itaatsizlik ve isyan edilme durumu ortaya çıkmaktadır.
İslam inancında, insanı günaha götüren çeşitli sebeplerin olduğunu, bu sebeplerden bazılarının kişinin kendisinden (nefis, heva, tül-i emel, insanın zayıf ve kırılgan yapısı) bazılarının ise çevre ve şartlardan (dünya hayatının cazibesi, şeytanların tasallutu vb.) kaynaklandığını görmekteyiz. Mü’min ise gerek kendi yapısından kaynaklanan ya da çevre/şartlardan kaynaklanan sebeplerle günaha düşmekten kendini koruyabilen insandır.
İslâm, insanın günah islemesiyle sonuna kadar kötü kalacağını kabul etmez. İnsanın günahının affedilmesini başkalarının tasarrufuna da bırakmaz. Kulun Allah'a tövbe etmesi, her yerde, her zaman mümkündür. "Allah kullarının tövbelerini kabul eder ve yaptıkları günahları bağışlar." (Şûrâ,42/25.)
Kur’an’da günah kalbin kirlenmesi ve paslanmasına yol açmasından bahsedilir. (Mütaffifîn,83/14.) Günahlarda ısrar etmek, kalbi karartır. Günah’a karşı umursamaz bir tavır içinde olmak ise, azîz kitabımız Kur’an’da zemmedilmiş, kabul edilemez bir davranış olarak nitelenmiştir. Kur’an’a göre Müminler olaylara ve günahlara karşı umursamaz tavırlar içerisinde olursa “Öyle bir fitneden sakının ki içinizden yalnız zulmedenlere hesap sorulmaz (sadece içinizden zulmedenlere erişmekle kalmayacak olan bir azaptan sakının)” (Enfâl,8/25.) ayeti gereği kötülüğe göz yumduklarından dolayı mesul olacaklardır. "Günahın açığını da gizlisini de bırakın. Günah kazananlar, kazandıklarına karşılık şüphesiz ceza göreceklerdir". (En'âm, 6/120.)
Yarattığı ve Mevlâsı olduğu kullarını her şeyden daha iyi tanıyan yüce Allah, günahların affına vesile olarak bir de ibadet ve iyilikleri göstermiştir. O, konuyla alakalı olarak şu hatırlatmayı yapmış bulunmaktadır: "Gündüzün iki tarafında (sabah, öğle ve ikindi), gecenin de yakın saatlerinde (akşam ve yatsı) namazı kıl. Çünkü iyilikler kötülükleri giderir. Bu, öğüt almak isteyenlere bir hatırlatmadır". (Hûd, 11/114.)
وَلَا تَتَمَنَّوْا مَا فَضَّلَ اللّٰهُ بِه۪ بَعْضَكُمْ عَلٰى بَعْضٍۜ لِلرِّجَالِ نَص۪يبٌ مِمَّا اكْتَسَبُوا وَلِلنِّسَٓاءِ نَص۪يبٌ مِمَّا اكْتَسَبْنَۜ وَسْـَٔلُوا اللّٰهَ مِنْ فَضْلِه۪ۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يماً
“Allah’ın sizi birbirinizden üstün kıldığı şeyleri iç çekerek arzu etmeyin. Erkeklerin de kazandıklarından nasipleri var, kadınların da kazandıklarından nasipleri var. Allah’ın lutfundan isteyin; şüphesiz Allah her şeyi bilmektedir.” (Nisâ Suresi,4/32.)
10- Mü’minler, din, hukuk ve ahlâkın yasaklamadığı bir şeyi, başkasının elindekine göz dikmeksizin Allah’ın lütfundan isterler ve haset ve kıskançlık içine girmezler. Mü’minler, Allah’ın takdirine, vergisine razı olan; ona karşı itirazı, hoşnutsuzluğu ifade eden temennileri terk eden insanlardır. Olmayacak şeyleri de Allah’tan istemezler.
İnsanların yanıp yakılarak arzu ettikleri, imrenip göz diktikleri şeyler arasında maddî olanlar kadar mânevî olanlar da vardır. Sûrenin başından buraya kadar ve bundan hemen sonra zikredilecek hükümler, emirler ve yasaklar göz önüne alındığında, Allah Teâlâ’nın arzu edilmesini veya göz dikilmesini yasakladığı şeyler arasında öncelikle şunlar akla gelmektedir: Zenginlerin serveti, vârislerin farklı hisseleri, yetimlerin malları, kadınların farklı miras payları, mehirleri, her bir cinse Allah Teâlâ tarafından verilen fıtrî / tabii özellikler... (Kur'an Yolu Tefsiri, II/54-57.)
Bu ayetlerde yüce Allah’ın kimi kullarına bağışladığı nimetlere göz dikilmemesini, bunun yerine bir şey isteneceği sırada bağışlama ve lütfetme yetkisini tekelinde bulunduran yüce Allah’a yönelmeyi telkin eden eğitim amaçlı bir uyarı ile karşılaşıyoruz.
Müslüman olarak sizler, erkek ve kadın olarak muhakkak Allah’ın rızasını kazanmak için yapabileceğiniz/yapmak zorunda olduğunuz güzel/sâlih işler vardır. Siz hayır ve iyilikte, erkek ve kadın olarak yarışın ve yardımlaşın. Kadın ve erkek olarak sizler farklı tabiatlarda yaratıldınız ve sizlere farklı cennetler va’d olunmadı, aynı cehennemden Allah’a sığınıyorsunuz, hepiniz hak ettiğiniz ve bedelini ödediğiniz zaman aynı cennete gireceksiniz. Ömür geçiyor, imtihan devam ediyor ve hesap vakti yaklaşıyor. Siz Müslüman olarak yaşayıp, Müslüman olarak ölebilmeye bakın!
وَلِكُلٍّ جَعَلْنَا مَوَالِيَ مِمَّا تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالْاَقْرَبُونَۜ وَالَّذ۪ينَ عَقَدَتْ اَيْمَانُكُمْ فَاٰتُوهُمْ نَص۪يبَهُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ شَه۪يداً۟
“Anne, baba ve akrabanın geride bıraktıklarından her biri için yakın vârisler belirledik. Antlaşma yoluyla yakınlık bağı kurduğunuz kimselere de paylarını verin. Bilin ki Allah her şeyi görmektedir.” (Nisâ Suresi,4/33.)
11- Ayet Araplarda varolan çok eski bir geleneği yürüklükten kaldırdı. Araplar birbirleriyle dostluk ve kardeşlik anlaşmaları yaparlar ve böylece birbirlerine varis olurlardı. Bu şekilde bir manevî oğul, bir manevî babaya varis olurdu. Bu ayette bu "cahiliye" âdeti ortadan kaldırılıyor ve mirasın Allah tarafından belirlenen varisler arasında dağıtılması gerektiği bildiriliyor. Bununla birlikte hayatta iken bu tip kişilere istenildiği kadar verilebilmektedir.
“Eğer miras âyetinde zikredilen vârisler bulunmazsa veya bunlar hisselerini aldıktan sonra artan miras varsa, müctehidlerin çoğunluğuna göre, yakından uzağa doğru baba tarafından akrabaya (asabe) ve bazı müctehidlere göre ana tarafından akrabaya (zevi’l-erhâm) verilecektir.” (Kur'an Yolu Tefsiri, II/57-58.)
اَلرِّجَالُ قَوَّامُونَ عَلَى النِّسَٓاءِ بِمَا فَضَّلَ اللّٰهُ بَعْضَهُمْ عَلٰى بَعْضٍ وَبِمَٓا اَنْفَقُوا مِنْ اَمْوَالِهِمْۜ فَالصَّالِحَاتُ قَانِتَاتٌ حَافِظَاتٌ لِلْغَيْبِ بِمَا حَفِظَ اللّٰهُۜ وَالّٰت۪ي تَخَافُونَ نُشُوزَهُنَّ فَعِظُوهُنَّ وَاهْجُرُوهُنَّ فِي الْمَضَاجِعِ وَاضْرِبُوهُنَّۚ فَاِنْ اَطَعْنَكُمْ فَلَا تَبْغُوا عَلَيْهِنَّ سَب۪يلاًۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلِياًّ كَب۪يراً
“Allah’ın, (iki cinse) birbirinden farklı özellik ve lutuflar bahşetmesi ve mallarından harcama yapmaları sebebiyle erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudurlar. Sâliha kadınlar Allah’a itaatkârdır; Allah’ın korumasına uygun olarak, kimsenin görmediği durumlarda da kendilerini korurlar. (Evlilik hukukuna) baş kaldırmasından endişe ettiğiniz kadınlara ögüt verin, onları yataklarda yalnız bırakın ve onları dövün. Eğer size itaat ederlerse artık onların aleyhine başka bir yol aramayın; çünkü Allah yücedir, büyüktür.” (Nisâ Suresi,4/34.)
12- Ayette Mü’min erkekler, müttakî olarak, adalet dairesi içinde ve Allah rızasına uygun olarak (kavvâm) olarak tanımlanmışlardır. Yani erkekler, kadınlar hakkında özen gösteren, muhafaza eden, sorumlu, geçimi sağlayıp ihtiyaçlarını gideren, onlarla yakından ilgilenen ve kıvâmında bir şekilde onların yöneticisi, koruyucusudurlar. "Kavvam", işi hakkıyla yapan kimse demektir. Allah’ın kendisine verdiği bu sorumluluğu takvâ, adalet, merhamet, sorumluluk bilinci ile ve kıvâmında yapamayan; zulmetmek sureti ile emanete (eşine) ihanet eden, şerefine leke süren erkekte “kavvâm” olamaz.
Elmalılı ise şöyle der: "Bir kadının işine bakan ve korunmasına önem veren ve işlerini idare edene "kayyimu'l-mer'eti" ve daha kuvvetli olarak "Kavvamu'l-mer'eti" denilir. Bu deyim, erkeğin kadına hakimiyyetini ve fakat rastgele değil, "Milletin efendisi, onlara hizmet edendir" manası üzere hizmetçilikle karışık bir hakimiyetini ifade eder. (Elmalılı, Hak Dini Kur'an Dili, Azim Yay. Ist. c.2, s. 557.) Kadı Beydavi, "Kavvâmun"un tefsirinde der ki: "Valiler halkı idare ettikleri gibi onlar da kadınları öyle idare ederler." Hadislerde de aynı manada erkeğe bir üstünlük, fakat mutlak değil, sorumluluk içeren bir üstünlük verilmiştir: “Hepiniz çobansınız ve hepiniz güttüğünüzden sorumlusunuz. Emîr (padişah, vâli ve emsâli âmirler) çobandır. Erkek, ev halkının çobanıdır. Kadın, kocasının evinin ve çocuğunun çobanıdır.” buyurmaktadır. (Buhârî, Vesâyâ, 9; Müslim, İmâre, 20) "Hem kendinizi, (hem de ailenizin fertlerini ateşten) koruyunuz." (Tahrîm,66/6.)
İdarecilere itaat, Allah ve Rasûlü’ne itaat ile kayıtlıdır. Binâenaleyh idarecilerin meşrû ve gayr-ı meşrû her emrine kesin bir itaat yoktur. Nitekim Şuarâ Sûresi’nde: “Artık Allah’tan korkun ve Bana itaat edin. O müsriflerin emrine uymayın. Yeryüzünde bozgunculuk yapıp dirlik-düzenlik vermeyenler(in sözüyle hareket etmeyin!)” (eş-Şuarâ,26/150-152) emri verilmiştir. Haddi aşan, bozgunculuk ve fitne çıkartan, nesli ve insanlığı ifsad eden, kargaşa ve kaos peşinde koşan fitneci insanlara itaat edilmez. “Yöneticiye itaat, ancak mâkul ve meşrû olan emirler için söz konusudur.” (Buhârî, Ahkâm 4) “Allâh’a isyânın olduğu yerde, mahlûka itaat edilmez.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 6/432) “Masiyette (günahta) itaat olmaz. Şüphesiz ki itaat, meşrû dairededir.” (Buhârî, Ahkâm, 4; Müslim, İmâre, 38)
Mü’min sâliha kadınlar ise Allah’a itaatkar olan insanlardır. Ayet-i kerime çok zarif bir ifadeyle, karı koca arasındaki ilişkinin karakterini ortaya koymaktadır. Elbise ve örtü nasıl soğuk ve sıcaktan korur, sırları ve kusurları örterse, eşler de aynen böyle olmalılar. (Bakara,2/187) Ayrıca Rabbimiz erkeklere “Kadınlarla iyi geçinin.” (Nisâ,4/19.) demiştir. Allah Teâlâ, doğruyu bulmakta aile fertlerinin birbirine yardımcı olmasını tavsiye ederek “kendinizi ve ailenizi cehennem ateşinden koruyunuz” [Tahrîm,66/6] buyurmaktadır. Resûlullah ise şöyle buyurmuştur: “Ashâbım! Kadınlara iyi davranmanızı tavsiye ediyorum. Vasiyyetimi tutunuz. Zira onlar sizin idarenize ve himâyenize verilmişlerdir. Şunu bilin ki, sizin kadınlar üzerinde haklarınız olduğu gibi onların da sizin üzerinizde hakları vardır.” (Tirmizî, Radâ` 11. Ayrıca bk. İbni Mâce, Nikâh 3)
Ayette yalnızca kocaların değil, bütün erkeklerin koruyucu ve yönetici (kavvâmûn) olmaları iki gerekçeye dayandırılmıştır: a) Allah insanların bir kısmına diğerlerinden üstün kabiliyetler vermiştir, bu cümleden olarak koruma ve yönetme bakımından erkekler, kadınlardan daha uygun özelliklerle donatılmışlardır. b) Erkekler aile geçimini ve diğer malî yükümlülükleri üstlenmişlerdir. Bu âyette kadının, 128. âyette ise kocanın hukuku çiğnemesi ve düzene baş kaldırması (nüşûz) ele alınmıştır. Aile hayatı içinde kadın, kurallara göre rolünü ifa edip etmemesi yönünden iki sıfatla nitelendirilmiştir: Sâliha ve nâşize. Sâliha kadınlar hem kocalarının ve diğer aile fertlerinin yanında (açıkta, zâhirde) hem de onların bulunmadıkları yerlerde (gayb) vazifelerini hakkıyla yerine getirir; Allah’ın koyduğu, toplumun benimsediği kuralların dışına çıkmaz, aileye ihanet etmez, şerefine leke sürmezler.” (Kur'an Yolu Tefsiri, II/59.)
Âyette hukuka baş kaldıran, meşrû aile düzenini bozmaya kalkışan (nâşize) kadına karşı erkeğin ıslâh edici bir tedbir olarak yapabileceği şeyler öğüt vermek, yatakta yalnız bırakmak ve dövmek şeklinde sıralanmıştır. Öğüt vermek ve yatakta yalnız bırakmak, küsmek gibi tedbirler problem teşkil etmemiştir, ancak dövme tedbiri özellikle çağımızda, kadın hakları ve insanlık haysiyeti yönlerinden önemli bir tartışma konusu olmuştur. Ayetteki -وَاضْرِبُوهُنَّۚ- kelimesini kâhir ekseriyet lafzî olarak “dövme” olarak değerlendirilmiş, bazıları da kelimeyi “geçici olarak ayrılın” olarak yorumlamışlardır.
Bugün asıl mesele, Kur’an’ın ön gördüğü ve resmettiği Müslüman erkek ve kadının konumlarını ve kimliklerini koruyamama problemidir. İki tarafta sorumluluklarının ya farkında değil ya da sorumluluklarını yerine getirmiyorlar. Müslüman erkek ve kadın, Allah’ın kendileri için belirlediği kalite ve pozisyonu koruyamayınca erkek kadından, kadın erkekten bekliyor bütün güzellikleri. Erkekler kadınları cariyeleri olarak, kadınlarda erkekleri hamalları olarak göremezler. Allah-u Teâlâ erkekler kadınların hâkimidir diyor sömürgesidir demiyor. Ne yazık ki erkek erkekliğini yapmıyor, kadın kadınlığını ya da erkek kadınımsı oluyor, kadın da erkek gibi. Kadının erkeği zorladığı zamanlar, kendi genetiğine aykırı davranarak denge unsuru olmaktan vazgeçtiği zamanlardır. Erkek ta yaptığı bazı işlerle kavvâm olma özelliğini kaybedebiliyor. Sonra da şu kıssa da olan oluyor: Zamanında yine Müslümanlar perişan, fitne, kaos her yerde. Bir Müslüman bir âlimi yakalamış ve demiş ki: “Hocam dua et de Ümmet-i Muhammed kurtulsun”. Hoca da demiş ki: “Sen Ümmet-i Muhammed’i göster ben de dua edeyim…”
Aile işlerini düzenlemek bahanesiyle erkeğin kadına zulmetmesine, ondan, kanunsuz olarak faydalanmasına izin verilemez. İslam nizamında kadın, kocasına bağlıdır. Fakat bu bağlılık, "tabi" ve "metbu" şeklinde "efendi" ve "köle" gibi değildir. Kadın, genel bağlamda, erkeğin sahip olduğu haklara sahiptir. Erkekle arasındaki farklılık, ilahi vahiy tarafından erkeğe verilmiş bir takım görevlerin ve sorumlulukların olmasından kaynaklanmaktadır. Fakat erkeğe verilmiş olan bu görev ve sorumluluklar hiçbir zaman erkeğe bir üstünlük vermez. Bunlar sadece erkeğin sorumluluk alanının daha geniş olduğunu gösterir. Dine hizmet noktasında kadınla erkek arasında herhangi bir fark yoktur. Çünkü bu dinin temelinde üstünlük ancak takvâ ile sağlanır.
Bununla beraber, erkek olarak ne siz kadınları değiştirebilirsiniz ne de onlar sizleri. Kadın-erkek olarak temel hedefiniz de bu değildir zaten. Allah’ın yarattığı, programladığı ve size ait farklı farklı özellikler veren Allah’a beraberce kulluk etme sorumluluğunuz, şu dünya imtihanından kazanıp çıkma diye bir derdiniz vardır. Siz bunu yerine getirmeye çalışın. Birbirinizin Rabbi değilsiniz, aranızda da kul-köle ilişkisi bulunmamaktadır. Ne kendinize ne de birbirinize zulmetmeyin. Zaten bu anlamda şeytan sizi birbirinize düşürmek, sevginizi, bağlılığınızı almak istemektedir ona da pirim vermeyin. Daha dünya da birbirinize cehennem hayatı yaşatmayın.
Evet, ikinizde birbirinizin imtihanısınız. Erkek ve kadının birbirini tüketmek yerine beraberce İslâmî kimlik ve kişiliğe sahip nesiller yetiştirme diye bir sorumluluklarının olduğunu hatırlamaları gerekmektedir. Oysa his ve heveslere göre Müslüman olmak değil, "Allah'a kul olma" temel vasfı ve görevi ile kadın ve erkeğin de takvâ bilinci ile muhsin olarak hareket etmeleri lazımdır.
Kadınların erkekler üzerindeki sıkıntıları erkeklerin kadınlar üzerindeki sıkıntıları peygamberlerinde çektiği sıkıntıdır. Ashabı kiramın da sıkıntısıdır. Bugün insanlarda benzer durumları yaşamaktadır. Allah böyle bir süreçten geçmemizi ve imtihanı kazanmamızı istiyor. Her halükarda, kadınlar da erkekler de görevlerini ve haklarını bilmeleri gerekmektedir. Erkek erkekliğini yapacak kadın kadınlığını yapacak. Rabbimiz’in huzuruna çıkacağız, ben şu vazifemi yaptım. Ben de şu vazifemi yaptım, çok rahatlıkla diyebileceğiz. Ya da diyemeyeceğiz…
Her ne sebeple ve her ne şekilde olursa olsun zulmeden erkek ya da kadın bilmelidir ki, hesap gününde Allah herkese hakkını tastamam verecektir. Mevlâmız Allah’tır.
Ahmet Hocazâde, 17.11.2017, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Muhâfız ya da Muârız'a dair
Ahmet Hocazâde Yazıları
[1] Bu çalışmada Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Meal ve Tefsir çalışması kaynak olarak alınmış olup, zaman zaman açıklamalarla zenginleştirme yoluna gidilmiştir.
[2] http://aa.com.tr/tr/dunya/dunyada-40-milyon-modern-kole-var-/914251
[3] Vecihi Sönmez, İslam İnancında Günah Kavramı, Journal of Islamic Research 2017;28(1), s.50-51.
http://www.islamiarastirmalar.com/upload/pdf/5414b630c361f6b.pdf
[4] Vecihi Sönmez, İslam İnancında Günah Kavramı, s.45-46.
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz