Zenci halkının istilası, Avrupa'yı alkana boyayacak; bir eşi daha görülmemiş kıyımın öncüsü olan bu ilk darbe böyle gerçekleşmişti.
İkinci Bölüm
TOPLANMA VE HAC GÖREVİNİ YERİNE GETİRME
TOPLANMA VE HAC GÖREVİNİ YERİNE GETİRME
-6-
İngilizlerin Hindistan’daki Yenilgisi- Sarı Soy- Süveyş’in Mütemehdiler Tarafından Ele Geçirilmesi- Zenci Özel Birliğin Boğazı Geçmesi- Diyinislerin Tuhaf Âdeti- Zervak’ın Pençesinde- Denize Atılanlar- Necme’nin Deyişleri- Ünlü Bir Yüzücü- Kaybolmuş Torpil- Pirim Adası
Güneş doğduğu zaman denizin sakin yüzü, sanki büyük bir deniz savaşı olmuş gibi kalıntılarla örtülüydü.
Direk parçaları, tahta parçaları, alt üst olmuş sandallar, özetle her şekilde kırılmış, kopmuş, kalıntı parçaları, geceki yeryüzündeki fırtınayla iç derinlikleri sarsılmış sanılan denizin çivit renkli yüzeyinde küçük dalgaların çalkantılarıyla sallanıyorlardı..
Her milletten birçok deniz askerinin şişmiş cesetleri suyun yüzüne çıkmaya başlayarak akıntının götürmesiyle sahile yaklaşıyorlar ve zenciler de bunları kancalarla yakalayarak hemen soyuyorlardı.
Bunların içinde epeyce Dânakıl dalgıçlarının cesetleri de görülüyordu. Dalgıçlar, patlamanın yarattığı bir şaşkınlıkla gemilere çok yaklaşmış olanlarla küpleri şiddetle gemilerin omurgasına çarpıp kıranlardı. Avrupa birleşmiş donanması bütünüyle denizde yok edilmişti.
Bu hayal edilmesi zor manzaranın ortasında yalnız Osmanlı savaş gemileri sağ salim bir halde kalmıştı… bu olay o kadar gerçekleşmesi olanaksız bir olaydı ki, ajansların telgraflarına rağmen Avrupa da günlerce buna inanılamamıştı.
Fakat, artık kuşkuya yer kalmayınca bütün Avrupa’yı büyük bir hınç kapladı.
Bu; korkunç bir gerçeğin ortaya çıkmasıydı.
O zamana kadar, Avrupa milletleri: sessiz bir vurdumduymazlık içinde Müslümanların birleşme girişimlerine inanmıyorlardı. Uygar milletlerine, Afrika kıtasında yükselen kinin Avrupa’ya ulaşmayacağını sanıyorlardı. Ancak işte birden bir gök gürlemesi gibi patlayarak en iyimser görünenleri bile uyardı.
Öteden beri durgunluğa mahkum ve tutsak diye değerlendirilen bu zenciler, yaşam varlıkları tuhaf son bulan, hiçbir ilerlemeye uygun olmayan, hiçbir şeyi yapmaya gücü olmayan varsayılan zenciler, ayrı oluşlarından dolayı kendilerinden korkulmayan bu Müslümanlar, birkaç ay arayla biri Cezayir’de, diğeri Kızıl Deniz sahilindeki bu iki korkunç darbeyle ne kadar güçlü, ne kadar kuvvetli olduklarını dünyaya göstermişlerdi.
Bunun üzerine, büyük ve küçük bütün hükümetler, devam edeceği anlaşılan bu korkunç darbeye, kalkışmaya karşı ancak birlikte hareket ederlerse olası olacağını anladılar.
O zamana kadar akla, hayale gelmeyen bir araçla birleşmiş donanmanın batırılıp yok edilmesi, bu ayaklanmanın yalnız Afrika’yı kapsamayıp Avrupa’yı da işgal edeceğini gösteriyordu.
İşte buna dayanarak bütün devletler silahlarını tamamlayarak ordularını hazır bulundurdular.
Bu girişimi, Fransa başlattı.
Ancak bu birleşme gerçekleşeceği sırada Hindistan’dan korkunç haberler ulaştı.
İngiltere de orada büyük bir yenilgiye uğramıştı.
Otuz beş bin İngiliz Haydarabat çevresinde, Aladdin’in komutasında birleşen Hindularla Müslümanlardan oluşan beş yüz bin kadar asinin saldırısı altında bütünüyle öldürülüp yok edilmişlerdi..
Meydan savaşının öncesinde dindaşlarının tarafına geçen Sipahiler subaylarını öldürmüşlerdi; ayaklanma o kadar ani olmuştu ki, yardıma gönderilen kuvvetler vaktinde gelememişlerdi.
Birlikte bu galibiyete ulaştıktan sonra, İslamlarla Buda dininden olanlar birbirlerinden ayrılarak, Budistler memleketlerinin tamamını İngiliz etkisinden kurtarmak, Müslümanlar da Sultan’ın ordusuna katılmak için yolda sayıları gittikçe artarak kuzeye doğru hareket ettiler.
Bombay, Aurangabad, Allah Abad, Madras aynı zamanda yıkılarak Ganj Nehrinden Umman Denizi sahiline kadar silahlı bir korkunç bir kitle İndus Nehrine doğru gidiyordu.
Ardından İran harekatı başladı.
Şahın, sarayında boğulduğu haberi alındı. Rusya’nın tecavüzüne karşı İngiltere ile gizli bir anlaşmayla bağlı olarak, Sultanın görevlileri tarafından ayaklanmaya teşvik edilen halkının isyanına karşı duracağı sanılarak boğulmuştu.
Savaşçılar, Osmanlılarla birleşmek üzere üç ordu oluşturarak Keşan, İsfahan, Bender Abbasda toplanmış ve Maveraünnehire doğru hareket etmek üzere bulunmuştu.
Afrika olayının yankısı, dört yüz milyon nüfusu olan Çin’e de ulaşarak, orada da bir ayaklanma görüldü. Kırk milyon İslam Moğolların, Mançuların, Tibetlilerin arasında harekete başladı. Rusya sınır kuvvetlerini takviyeye zor bir halde zaman buldu.
Bu başarıyı Sahra-i Kebir hattının arkasından gelen Asya’daki kentlerinde inşa ettiği demir yolu sayesinde elde etmişti; fakat sarı ırkın bu isyanı Rus kuvvetlerinin büyük bir kısmını, binlerce kilometre uzunluğundaki sınırlarda işlevsiz bıraktığından aynı zaman her yerde kendini korumaya çalışan Çar, İstila-i Cihan ordusuna karşı koymak zorunluluğunu hissettiği zaman Avrupa’daki gücünün azaldığını gördü.
İngiltere için en ağır darbe: Mütemehdi ordusunun Asyut’dan Süveyş’e kadar korkusuzca bir yürüyüş gerçekleştirerek burasının ele geçirilmesiydi.
Bu olaya ilişkin ayrıntılar Londra’ya ulaştığı zaman son derece bir korku ve heyecan yarattı.
Mütemehdinin yardımcılarından biri, hecin develerine rakip olan 12 bin zenci askeriyle üç gün zarfında, iki kent arasındaki 190 kilometrelik kumluk araziyi aşarak Süveyş’e ulaşmakla İngiliz askeri birliğini mahv-ı perişan etmişti.
Kanalı ele geçirdikten sonra burada İngiltere’nin bu yolla Hindistan’a asker göndermesine engel olacaktı.
Süveyş’in ele geçirilmesiyle Bab El Mendab filosunun yok edilmesi Kızıl Denizi bir Müslüman Gölü haline getirmişti.
İngilizler boş yere bu kentin geri alınmasına çalışmışlarken Mütemehdi ordusunun büyük bir kısmı Senusi kıtası İskenderiye’ye yaklaşmışlardı…
Kızıl Denizin kuzey bağlantısı Sultanın eline geçtiği sırada Osmanlı deniz kuvvetleri de güney bağlantısına egemen olarak Pirim istihkamını düzenli bir biçimde bombardıman ediyorlardı.
Donanmanın batırıldığı geceyi izleyen bütün gün boğazda toplar gürlemeye devam etmişti. İlk önce şaşkınlığa düşen İngiliz komutanı şiddetle karşılığa başladı. Fakat akşama doğru ateş ağırlaştı. Sultan kalenin ertesi günkü bombardımana direnemeyeceğini anladı.
Ömer, geçit harekatı için Pirimin kaç kilometre kuzeyinin gerektiğini hesapladığı için bu istihkam ordusu İslam ordusunun geçişine engel olamayacaktı. Geçit, şafakla beraber binlerce sandallarla başladı.
Zenci özel askeri birliği hemen bütünüyle geçmişti.
Savaşçılarının seçkinliğinden dolayı gerçekten bu ünü hak eden bu ordu, yüz çeşitli kabileden oluşturularak hepsi de kendilerine özgü giysileri koruyarak pek büyük bir düzen gösteriyorlardı.
Bu ordu savaşçıları, simsiyah Dinga’lardan kırmızı Mesi Bungu’lara kadar çeşitli renkli insanlardan bir araya gelmişti.
Nil kıyısında oturan Şilluk’ların bu orduya en kahraman savaşçılarını göndermişlerdi. Bunların arkalarında elbise olmayıp vücutlarına iç yağı ve zeytinyağı sürmüşlerdi. Askerler arasında ayrı konuştukları ağızlarıyla ayırt ediliyorlardı; çünkü çenedeki köpek dişleri sökülmüştü.
Bagar, kafataslarının biçimiyle Mısırlıları anımsatıyorlardı. Saçları kırmızıya boyanmış erkekleri olağanüstü cesurdular.
Mituniler, zehirli okları atmak ve ölümü hor görmekle ün salmışlardı. Nubeliler, güç kazanmak için at teriyle vücutlarını ovmuşlar ve kayıklara binecekleri sırada, kötü bir bakışa rastlamamak için gözlerini yere eğmişlerdi.
Gabaşişler, denizin sakin olması için suya okuyorlardı. Bunlardan sonra, burunlarından itibaren on hat üzere yaptırdıkları döğmelerle tanınan Kulular, Tedaler geçtiler.
Vücutlarını orta Afrika’da ‘niya’ denilen Niganiye ile benekli bir şekle koyan Yamyamlar ve sonra Munbututu’larla hareket sona erdi.
Munbututu’lular, Habeşistan’daki başarılarından mağrur olarak insan dişlerinden gerdanlıklarla süslenmişlerdi.
Meşin altın renk elbiseli Adamaua atlıları, aynı şekilde örtülü atlarıyla geniş sallara binmişlerdi…
İnsanı en fazla şaşırtan şey, Enhar arazisinde yaşayan Diyur’lardı…
Kayıklara, sallara binmeden önce birbirlerinin yüzlerine tükürmüşlerdi. Çahner, bu hali görünce gülmek isteyen Hilariyon’un gülmesini yasakladı.
Asker:
- Vay canına! Ne tuhaf şey! Herifler, hiç terbiye görmemişler! dedi.
Ömer, Maluel’e açıkladı: bu ülkenin erkekleri uğursuzluğu kovmak ve başarı elde etmek için böyle birbirlerinin yüzlerine tükürürlermiş.. hatta iki Diyur’lu, birbirlerine söz söylemeden önce beş dakika kadar böyle biri diğerinin suratına tükürürmüş..
- Sonra, yüzlerini dingin bir biçimde silerler..
Hilariyon:
- Bak silmiyorlar.. ben görüyorum.. ben gibi yüzlerinde bırakıyorlar..
Ömer:
- Yalnız, Diyur Kralı saygınlığın göstergelerinden olan bu davranışı kendi nefsine yasaklamış.. kim O’na karşı böyle bir hale kalkarsa hemen dilini kestirir. Tersine, sarayında bulunanlar, eşleri Kral’ın hoşuna gitmenin nişanesi olarak bu iltifata isteklidirler.. hatta bunun en önde gelen yardımcısı, Kral bir sabah bunun yüzüne tükürmezse gözden düştüğü düşüncesine kapılır.
Bunların ardından Tuaregler bindiler.. hecin develerinin sallara binmeyeceklerinden korkuyorlardı.
Fakat develer pek de hoşnutluk göstermediler…
Öğle vakti bütün özel birlikler Arabistan sahiline geçmişti. Gece olmak üzereyken 160 bin kişilik Mütemehdi Ordusu da bunlara katıldı.
Birkaç gün sonra geçiş eylemi hızlanmıştı. Çünkü Kızıl Denizin, Aden körfezinin çeşitli noktalarından gelen binlerce irili ufaklı kayıklar askerleri taşıyorlardı.
Bu kayıklardan birçoğu Berbere’den gelmişti. Bazıları da yelkenle seyrederek yüz kişi kadar alıyordu.
Sultan, bütün gün yarın üstünden kıtaların geçişini izledi.
Kendisi de geçmeye karar verdiği zaman akşam olmuştu.. O’na, deniz balıkçılarının inci çıkarmak için gittikleri büyük kayıklardan bir tanesi ayrılmıştı.
Hava kararmaya başlamış ve hafif fırtına imi görülmüştü.
Maluel, Necme’yi, dikkat çekmemesi için siyah bir bornoza sarmıştı…
Fakat, Sultan’la beraber kayığa binen Munza O’nu gördü.
Manbututu Kralı durdu… korkunç yüzünü ekşitti; çevresine sırtlanlar gibi bakındı.. sonra, kayığa bindi.
Maluel bu bakışı görerek uğursuz bir takım sezgilere kapıldı. İlkin, Sultan’la Manbututu Kralının bindiği kayığa binen Çahner’e katılmak üzereyken kayık sahilden ayrıldı.
Rüzgâr batıdan doğuya doğru esiyordu.
Birçok kayıklar, Arabistan sahilinden boş olarak dönüyorlardı.
Hilariyon:
- Yüzbaşım Firavun bu denizde boğuldu değil mi?
- Evet, fakat burada değil, daha yukarda..
- Orası da bu kadar geniş mi?
- Hemen hemen!
Arabistan sahilinden bir şimşek çakmıştı.. Maluel, çevresinde hiç kayık olmadığını ve engine açılmış olduklarını gördü.
Ayağa kalkarak, dümeni idare eden yerliye:
- Yanlış gidiyoruz.. dedi.
Kendisine yanıt verilmedi.
- Pek sola kaçtık; böyle niye uzaklaşıyorsun?
Fakat, hiç istifini bozmayan yerli duymazlıktan geldi.
Arapça seslenen subay:
- Bu adam acaba hangi dili konuşuyor? dedi.
Hilariyon ayağa kalkarak:
- Sanırım anlamazlıktan geliyor; yüzbaşım şimdi O’nun tüylerini yolarım.. yanıtıyla asker ileri fırlarken en yakın Sudanlılardan biri, elini bunun omuzuna koyarak oturmak zorunda bıraktı.
Yüzbaşıya daha fazla sokulan genç kız:
- Livne! Livne! Korkuyorum.. dedi.
Subay:
- Hilariyon otur.. sözlerini söyleyip yavaş sesle de:
- Çahner de yanımızda olaydı! böyle bir zamanda ayrı olmamız ne uğursuzluk! dedi.
Necme’ye:
- Korkma Necme! Enginde değiliz, yakında sahile varırız..
***
Kayık bir gün önce, yok edilen donanma enkazının bulunduğu yere ulaşmıştı.
Aradan bir saat daha geçti. Dânakıl’lar kürekleri bıraktılar, kayık yelkene gidiyordu.
Rüzgâr soğuk esmeye başlamıştı. artık Asya sahili o kadar uzak değildi.
Daha güçlü bir şimşek çaktı.. Necme titredi.
Yavaşça:
- Livne, dümeni kullanan adama iyi bak.. dedi.
- Anlamazlıktan gelen kaba adama değil mi?
- Evet; galiba, ben O’nu tanıyorum.. bak, görüyor musun? Korkunun ne olduğunu bilmeyen ben titriyorum.
- Kime benzettin bakayım?
- Atuka ’de beni kaçırdıkları zaman zencilerle beraber olan adama..
- Arkasında bir bornozu bulunan benim ateş ettiğim adama mı?
- Evet.. O’dur.. görüyor musun, içimden bana bir duyu bana bunun O olduğunu söylüyor!
Subay yeniden korkmaya başladı.. Fransızca olarak sordu:
- Hilariyon silahın var mı?
- Bıçağım yanımda..
- Öyle ise hazır bulun!
- Ben de öyle düşünüyordum.. fakat..
Asker sözünü bitiremedi; dümendeki adam bu soru ve yanıtı anlamış olmakla birden bire dönerek keskin bir ıslık çaldı.
Hilariyon’un yanında duran iki zenci, iki kaplan gibi bunun üzerine atılarak kayığın içine devirdiler ve sonra, ellerinden ayaklarından tutarak denize attılar.
Aynı zamanda, bir kürek de Maluel’in beynine inmek üzereyken bunun atiklik göstermesiyle omuzuna geldi.
Fakat, revolverini çekmeden önce iki güçlü kol tarafından yakalanarak hareket etmesine meydan verilmedi.. bir el bornozunu yüzüne kapadı. Kollarının bağlandığını hissetti. Birkaç saniye sonra bu da suya atıldı.
Bunların hepsi o kadar hızla olmuştu ki korkudan büzülen Necme hiçbir harekette bulunamamıştı.
Fakat, şimşeğin aydınlığı içinde sevgilisinin suya atıldığını görünce kendisi de suya atlamak üzere ayağa kalktı. Bu anda iki kol beline sarıldı. Bir ses İngilizce olarak:
- Ay güzel kız! Artık bu kere bütünüyle benimsin! dedi.
Zavallı kızın vücudu ağır bir yük altında ezilerek kayığın içine düştü.
Bunun üzerinde bulunan adam – ki Zervak’dı bu- yüzünün alt kısmını örten peçeyi kaldırdı. Gözleri canavar gözleri gibi hırsla parlıyor ve sakalı dimdik kesiliyordu.
Dudakları yarı açık olduğu halde eğildi.
Birçok gecelerinin uykusuz geçmesine neden olan bu çöl incisini artık eline geçirmişti. Gerçi ilkin kızı Munza’ya vaat etmişse de içinden O’nu kendisine pay etmişti. Şimdi de bu umut gerçekleştirmiş olarak O’nu pençesinde tutuyordu.
Zencilerin onaylarını ve yardımlarını elde etmek için, kayığa binmeden Munza’nın daha önceden verdiği mektubu göstermek yeterli olmuştu. Bu anda kendisini Sultan’dan bile büyük görünüyordu.
Fırtına artıyor, dalgalar büyüyor, şimşeklerin ışıkları arasında sahil görülüyordu. Aynı zamanda zorlu amacını ve hem de intikam arzusunu doyuracaktı. Uygarlığın kucağından kovularak herkesten hakaret gören bu cani için bundan büyük bir mutluluk mu olur?
Kürekçilere:
- Yelkeni indiriniz! dedi.
Yelken indirilerek kayığın içine serildi ve Zervak genç kızı kaldırarak bu derme çatma yatağa yatırdı.
Kız, artık hiçbir harekette bulunmuyordu. Baygın, savunmasız bir halde yatıyordu.
Kayık ilerlemiyor ve denizin üstünde çalkanıyordu.
Zervak bir süre bunu izledi. Vahşice bir davranışla genç kızı örten bornozu yırttı ve çıplak memesini sıktı.
Fakat, bu dokunuş genç Arap kızı uyandırdı.
Kızın gözleri açıldı, dehşetle büyüdü. Zervak’ın parmakları saçlarını okşarken bir ok gibi gerildi, bu parmaklardan birini kaptı, inci gibi dişlerinin arasında ısırdı, ezdi, kopardı.
Zervak bir küfür savurarak geri fırladı. İşaret parmağı kan içinde sarktı.
Öfke ve acıyla kudurmak derecesine gelerek atılmak istedi fakat karşısındaki av kaçmıştı. Bu anda, kayığın kenarında su köpürdü.. Necme, bornozundan çıkarak hemen kendini denize atmıştı. Zervak acı acı bağırdı.. bir isme seslendi. Kolunu uzattı. Dânakıl’lardan biri, kızı bulup çıkarmak için suya atladı.
Fakat Necme, Riyudeladru sahilinde yaşayan kabilelere mensup olduğundan bir balık gibi yüzüyordu. Kayığın kıç tarafından geçerek sevgilisinin suya düştüğü yöne doğru gitti..
Tam bir şimşek çaktığı sırada başı suyun yüzeyinde göründü. Zervak bunu görünce diğer Dânakıl’a işaret etti. Bu da hemen denize daldı.
Zervak bağırdı:
- Sana ne istersen vereceğim.. O’nu bana getir! İstediğin kadar altın vereceğim. Siz de küreklere asılın, oraya doğru çekin..
Şimdi karanlıkta bir takip işi başlıyordu. Küreklere olanca güçleriyle asılan zencilerin soluklarından başka bir şey duyulmuyordu.
Karanlık içinde yürek parçalayan bir ses duyuldu..
Necme, tam kendisine yetiştikleri sırada artık bir daha görmeyi umut etmediği adamın adını haykırmıştı.
***
Bu belanın oluştuğu yerden biraz uzakta diğer bir dram daha yaşanıyordu.
- Yüzbaşım, yüzbaşım, ona iyice tutununuz!
Hilariyon, bir eliyle Maluel’i tutarak diğeriyle yüzüyor ve denize düştüğü anda eline geçen direk parçasına yanaşıyordu.
Aniden Maluel’in ellerinin arkasında bağlanmış olduğunu gördü; çakısını almak, dişiyle açmak, subayın ipini kesmek çevik er için, bir saniyelik bir iş oldu.
Maluel şimdi iki eliyle direğe sarılmıştı. Dudakları arasından fısıldadı:
- Necme nerede?
Hilariyon yanıt vermedi; yalnız kolunu uzattı: iki yüz metre uzakta kayık hızla ilerliyor görünüyordu.
Subay boğuk bir sesle:
- Onu izleyelim dedi.
Yüzmeye başladı.
Fakat, elbiseyle batacağını sezdi. Yeniden enkaz parçasına sarılarak giysisini çıkardı, yüzmeye başladı.
- Yüzbaşım, ona yetişmek imkansız; bu direği bırakmayalım.
Fakat, Maluel yanıt vermeksizin hızını artırıyor ve Hilariyon da izlemek zorunda kalıyordu.
Birden bire bir ses işitildi. Subay olanca gücüyle yüzerek:
- Duyuyor musun? Bu Necme’dir! dedi.
- Lütfen bağırmayınız yüzbaşım; zira, hala bizim burada olduğumuzu anlarlarsa üzerimize gelirler.
- Arkamdan gel!
İlerliyorlardı. Kayık yeniden yüz metre uzakta göründü. İşte bu an Zervak’ın yelkeni yere indirmesini görmüştü. Sonra bir cismin suya düşmesinden kaynaklanan bir ses duyuldu.
Hilariyon yavaş sesle:
- Hayır, bu taraftan yüzbaşım, bize doğru biri yüzüyor, kendimizi gizleyelim. dedi.
Subay emredici bir tavırla:
- Beni izleyeceksen gel. diyerek sesini duyduğu iki yüzgecin tarafa doğruldu.
Bu esrarengiz karanlık içinde ne oluyordu?
Kendilerinden birkaç kulaç uzakta yüzenler kimlerdi?
Bunu da Necme’nin bağırmasıyla öğrendi.
Maluel cevap vermek üzereyken Hilariyon yanından geçti… suyun yüzünde duran sol elinde açık bir büyük çakı vardı..
- Rica ederim susunuz, onları görüyorum.. işi bana bırak, dedi.
Maluel, askerin yeniden daldığını gördü.
Bir saniye kadar zaman geçti. Sonra birkaç metre uzakta bir hırıltı duyuldu.
Genç kızı izleyen Sudanlı, karnı deşilmiş olduğu halde denizin derinliklerine indi. Bir eliyle Necme’yi tutuyordu.
Maluel, direğe sarılmış olduğu halde kızı bağrına bastı.
Hilariyon, ikinci zenciyi de görmüş ve yeniden dalmıştı. Aynı hırıltı bir daha duyuldu. Asker yeni bir enkaz parçasını önünde iterek geliyordu.
- Heriflerin karınlarını deştim.. yüzbaşım bakınız bu küpe, dedi.
Bir toprak küpün ağzını suyun üstünde kaldırdı. Maluel derhal, bunun Zervak’ın buluşu olan torpillerden olduğunu anladı.
Bunlardan birçokları patlamayarak su üzerinde terk edilmişlerdi.
- Bir torpil.. eğer yapabilsek..
- Ah! Yüzbaşım, pe doğru, eğer bir yapabilsek.
Aynı düşünce her ikisinin de anlağı bir anda hücum etmişti.
Fakat, bir ses yankılandı.. halsiz bir halde kalan Necme bunun Zervak’ın sesi olduğunu tanıdı.
Artık hiç kuşku yoktu. cani bunları ayrımsayarak kayıkla üzerlerine geliyordu.
Yüzbaşı:
- Bizi gördüler.. hapı yuttuk.. fakat, bizi diri diri yakalayacaklarını sanıyorlar.. diyerek kemerine geçirmiş olduğu revolverini aldı; bu silah sayesinde Necme ile kendi yaşamından emindi.
Aniden anlağına bir düşünce hücum etti.
Bu silah sayesinde torpili ateşleyebilirdi; kayığı bekleyerek, teknesinin yanında niçin torpili ateşlemeyecekti?
Gerçekte, her üçü de torpilin etki alanında bulundukları için hiçi biri kurtulamayacaksa da kendilerini izleyen düşman da denizin dibine boylayacaktı.
Bütün bu düşünceler, subayın anlağında şimşek hızıyla oluşuyordu.
Kayık ancak elli metre kadar uzakta olup, Zervak’ın kürekçilerin çabalarını arttırmak için yaptığı vaatler duyuluyordu.
Maluel, birden bire sevinçle haykırmak istediyse de kendini güçlükle tuttu. Ömer’le konuşmasının en önemli bölümünü anımsamıştı. Torpil patlayınca gerçi yan tarafa oldukça etki etse de öldürücü etkiyi aşağıdan yukarı dikeydir. Yukarıdan aşağı hiçbir şey yapamaz…
Eğer, küpün altına delinerek ateş verilirse hiçbir zarar görmeyeceklerdi.
Hilariyon, iyi bir yüzücü olduğundan bu işi ancak O yapabilecekti. Fakat anlaması lazımdı.
Maluel:
- Dinle Hilariyon.. kurtulmamız için yalnız bir çare vardır: işte revolverimi al.. bu küpü gelen kayığın yanına yapıştıracaksın.. daha kesin olması için olasıysa bağlayacaksın.. sonra, deleceksin.. işin güç noktası burası olduğundan iyi anla! Küpe, alt taraftan ateş edeceksin!
- Alt tarafında mı?
- Evet.. bu patlayacak.. ancak, suyun altından çabuk çıkmazsan sana bir zararı olmaz..
- Revolveriniz suyun içinde patlar mı?
- Hay hay! İyice anladın mı?
- Evet.. fakat yüzbaşım, sizin uzaklaşmanız gerek.
- Uzaklaşacağım; hele sen şu bıçağını ver..
- Alınız; yakında bir kara görür gibi oldum.. oraya kaçınız.
Birlikte yüzen Necme ile Maluel’in ittikleri direk parçasının hızla uzaklaştığını görünce Hilariyon kendi kendine:
- Şimdi kendimi göstermemeliyim.. dedi.
Bu da pek zordu: şimşekler aydınlatıyordu.
Belinde bir meşin kemer vardı; bunu küpün kulpuna taktı.
Zervak daha fazla öfkeyle bağırıyordu.. çünkü kara göründüğü için kaçakların oraya ulaşmalarından korkuyordu.
Kayık Hilariyon’un üstünden geçmek üzereyken daldı.. arka tarafta dümenin halkasını gördü. Vakit yitirmeye gerek yoktu. Derhal kayışı bu halkaya geçirdi.. torpil kayığa bağlanmıştı.
Yüzbaşı: Alt tarafından ateş et! demişti.
Hilariyon, suyun altında patlamanın etkisi olmayacağına aklı kesmese de subayına kesin bir güveni vardı. derin bir nefes aldı. Küp yönünde aşağı indi. Tabancanın ucuyla küpün kenarına değecek bir derecede olduğunu anlayınca tetiği çekti.
Büyük bir çaba harcayarak daha aşağı daldı.. fakat, fişek ateş almamış ve hiçbir şey olmamıştı.
Maluel, suyun, akıntı gücünden bir bölümünü azaltacağını ve iğnenin kapsüle vurması, barutu ateşleyecek bir gücü olmayacağını düşünmemişti.
Bir düşünce derhal Hilariyon’un anlağına geldi: subayının tabancasını arası sildiği için mekanizmasını iyice biliyordu. Birinci fişek ateş almadığı için diğerlerinin de boşa gideceğini anladı.
Böyle heyecanlı bir anda olağanüstü bir hızla Hilariyon suyun yüzeyine çıkarak yeniden küpün altında olduğunu sezdi. Derin bir nefes aldı. Suda beş defa çakmak takımını ateşledi.. sonra, yeniden dalarak tetiği çekti.
Aniden Zervak’ın kaçakları görerek fırlattığı haykırışlar kesildi..
Kayık duyulmamış bir şiddetle havaya kalkarak içindekileri bir köpük bulutuna atıp ortasından kırıldı.
Son bir şimşek aydınlığı içinde, alt tarafı büyük kayalardan oluşmuş bir sahil göründü.
İki yankılanan ses duyuldu. Maluel kızıyla beraber kalenin kenarında geldiği zaman bir tüfek patladı.
Fransızca olarak:
- Fransız! Bir dost! diye bağırdı.
- Fransa (Fransız) sözünü yineledi.
Birkaç dakika sonra iki genç kırmızı elbiseli nöbetçiler tarafından kurtarıldı… Maluel, Pirim Kalesinde İngilizlerin elinde olduğunu anladı.
Birkaç saat sonra, şafak sökünce, bir devriye kolu baygın halde bulunan Zervak ile Hilariyon’un da bulup getirdiler.
Cesur asker, gerçekten patlama ile oluşan suyun olağanüstü basıncından yararlanmıştı; fakat kolu öyle bir darbeye uğramıştı ki derhal bayılmıştı… sahile nasıl geldiğini bilmiyordu. Kuşkusuz patlamanın yarattığı dalgalar O’nu sahile vurmuştu.
Zervak’a gelince, buna da kuşku kalmamıştı. Patlamanın şiddetiyle sahile atılmıştı. Diğer tayfalar ölmüşlerdi.
Kendine gelerek etrafındaki kırmızı elbiseli askerlerin İngilizce konuştuklarını duyduğu zaman gözleri yerlerinden fırlayacak kadar açılmıştı.
Fakat, Necme ile Maluel’in de İngilizler arasında olduklarını bilmeyerek derhal sakinliğini korudu.
Kendisinin, İngiliz mahkemeleri tarafından idama mahkum edildiğini kim bilecekti?
Yanık benizli, başı traşlı, Arap elbiseli bu kazazedenin müthiş bir cani olduğunu kim anlayacaktı?
Bu işten soğuk kanlılık ve sağlam duruşla kurtulacaktı!
Kurtarıldıktan birkaç saat sonra, Maluel Necme için mavi bir pamuk entari ve kendisi için de nöbetçi kaputu verilerek kale komutanının yanına çıkarılmıştı.
Cemal Çalık, 11.12.2017, Konuk Yazar, Sonsuz Ark, İstilâ-i Cihan-Kara Öfke, Roman
Cemal Çalık Yazıları
Takip et: @gezgin07
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.