Zenci halkının istilası, Avrupa'yı alkana boyayacak; bir eşi daha görülmemiş kıyımın öncüsü olan bu ilk darbe böyle gerçekleşmişti.
Üçüncü Bölüm
-6-
Hava Avcısı- Suzan’ın Projesi- Gece Keşfi- Çarın İzlenişi- Mösyö Kaliput’un Korkusu- Bir Muhbirin Son Sözü- Zıpkınlanmış- İntihar Düşüncesi- Ömer’le Suzan- Çar Yanıyor- Selahaddin’le Mata Baş başa- Zenciler İçinde
Mis Kaliput zayıf iki kolunu havaya kaldırarak:
- Ah! Rabbi İsa! Sanki karınca yuvası! Bak güzelim, bak ne kadar çok! Diye bağırdı.
İki kadın, İntikam balonunun küpeştesine dayanarak altlarındaki güzel manzarayı izlemeye başladılar.
Üç günden beri sürekli bir birini izleyen kolları görüyorlardı. Yerde atlardan, develerden, fillerden başka bir şey görünmüyordu.
Böyle yakın bir tehlikeden kaynaklanan korkular yok olduktan sonra, Suzan’ın ilk sözü:
- O’nu bu kitle içinde görmek olanaksızdır! Oldu.
Çahner:
- Ben de aynı düşüncedeyim. Yanıtını verdi.
- Ya, siz O’nu bin kişi içinde tanıyacağınızı söylemiştiniz?
- Doğru; fakat, yerde olmuş olaydım bin metre uzaklıktan tanırdım. Böyle yüksekten aşağı bakmak ve görmek başkadır. Yağız atıyla, vakur tavrıyla, kırmızı bornozuyla çevresindeki seven maiyetiyle O’nu tanımamak olmaz!
- Ah! Seven maiyeti var öyle mi?
Genç kadının gözleri sevinçle parladı. Çünkü, bu dev kitleyi sevk ve yöneten, bakışları kendisine yönelik bir adam tarafından seviliyordu. Ama, bu: içinde doğduğu ve bu ana kadar yaşadığı uygarlığı tahrip edecekmiş, ne önemi var!
Birden bire sordu:
- Muhafızları, maiyeti çok mu?
- İstemiş olsa sınırsız ve hesapsız olurdu; çünkü bütün bu kitle O’nun hayvanının ayak bastığı yeri öperler. Fakat, O yalnız en seçkinlerinden yüz kişi almıştı. Gerçekte, bir gün olacak karşılaşacağız.
- O zaman ne yapacağız?
- Gözden kaybetmeksizin ordugâhına kadar izleyerek yalnız O’nun anlayacağı Fransızca bir mektup yollayacağız.
- Bu mektuplarda kendisine ne diyeceksiniz?
- Sizin balonda olduğunuzu ki arkadaşının da sizinle birlikte bulunduğunu ve kendisiyle konuşmak istediğimizi.
- Sözünüze inanacağını sanıyor musunuz?
- Niçin inanmasın? Mektubumuza siz de el yazınızla bazı şeyler eklerseniz her şey tamam olur..
- Ya kendisini nasıl göreceğiz?
- Bizimle görüşmekte bir sakınca olmadığına iyice inandığı zaman bir süre maiyetinden ayrılarak ıssız bir yere gelir; biz de oraya iner konuşuruz. İşte planımız budur.
- Pek doğru; iyi bir tasarı.. fakat, Müslümanlar O’nun bizimle konuştuğunu görürlerse bir kötülük yapmalarından korkarım..
- Ne diyorsunuz? Orduda O’nun her emrine herkes körü körüne boyun eğer. Özellikle Sultanın bir balonu olduğu bilinir. Onlar bizim balonu o balon sanırlar.
O ana kadar Mösyö Dörvil’in yeğeni Çar balonunun hiçbir izine rastlamamıştı. Çünkü bu sırada Selahaddin iki ay kadar Küçük Asya yöresinde dolaşmıştı.
Fakat, Mösyö Branten bu başarısızlıktan umutsuzluğa kapılmadı. Amcasının ve arkadaşlarının katilini anımsadıkça hain caniye karşı beslediği kin ve garezi artıyordu.
Bu şekilde İntikam balonu: Tatar Pazarcığını ve Elksinec savaşlarında bulundu. Guru Gazetesi müthiş çatışmanın bütün ayrıntılarını, panoramasını bile yayınladı.
Belgrad kuşatması şiddetlendiği zaman, kendi balonlarıyla izlediği balonu ayırt etmek için bazı düzenlemelere gerek gördü. Bütün balonların üst koniği aynı renge boyandı. Bu şekilde Çar balonun, üst koniği alüminyum olmasıyla tanınacaktı.
Kışın şiddeti baloncuların uçuşlarını engellemedi.
Belgrad’ın ele geçirilmesinden sonra, Mösyö Branten Viyana’da yere inerek gerekli eksik malzemeleri tamamlamak için birkaç gün kaldı.
Sonra, yeniden havaya yükseldi.
Bir gece, intikam arzusunun şiddetine karşın Mösyö Branten artık umut kesmeye başlamışken yanında duran Mata’nın gözlerinin büyüdüğünü gördü. Zenci müthiş bir haykırış fırlattı. Ve küpeşteden eğilerek parmağıyla yeri gösterdi.
Mösyö Branten de eğilince baştan ayağı titredi. Bulunduğu 2 bin metre yükseklikten, yer yüzeyinden biraz yüksekte beyaz ve aydınlık bir şeyi gördü. Bulutlar arasından çıkan ayın gümüşi aydınlığı bunu parlatıyordu.
Bu Çar balonu mu yoksa bir göl müydü?
Mösyö Dörvil’in yeğeni bir kısa emir vermek balon olduğu yerde kaldı.
Hayır bu bir göl değildi; çünkü yavaş yavaş yer değiştiriyordu.
Doktor Ruben:
- İş anlaşıldı. Biz gece uyuyor ve gündüz geziyoruz. Cani gece geziyor, gündüz saklanıyor. Bunu önceden düşünecektik. Diye bağırdı.
Branten:
- Evet odur! Kesinlikle odur. Acaba gece ne vakit bitecek? Dedi.
Doktor:
- Gece biterse bir şey göremeyeceksiniz. Selahaddin balonu bir yere saklar.
- Evet, pek doğru.. işte şimdi elimize geçti. Gözümüzden bir saniye ayırmayarak şafakla beraber nerede duracak görelim.
- Ya, sonra, ne olacak? Onu ele geçirmek için tehlikeyi göze aldırabiliyor musunuz? Delilik gerekmez. Yarından itibaren planımızı değiştirmeliyiz.
- Haydi doktor düşüncenizi söyleyiniz..
- Şafakla beraber Çarın saklandığı yeri iyice öğreniriz, gündüz diğer balonlarımız ararız.
- Niçin? Onlar bire yardım edemezler. Bizim de yardıma ihtiyacımız yok.
- Amaç yardım değil.. bunları göz önünden kaybetmemeli. Paris’e gitsinler… çünkü Selahaddin balonları görürse tehlikeyi anlar ve havalanmaz. Fakat, bunların kaybolduklarını görünce yeniden havalanmak fırsatını kaçırmaz.
- O halde biz de gözden kaybolmalıyız!
- Evet.. yalnız gündüzleri. Geceleri ise fenerlerimizi söndürerek onu her gittiği yerde izleyebiliriz.
- Gündüzleri ne yapacağız?
- Gündüzler, 6 bin 7 bin metre yüksekliğine çıkmak veya uzak bir yere çekilmekle göze görünmeyiz. Doktor, pek akıllı bir adamsınız. Yarından itibaren dediğiniz gibi hareket edeceğiz.
Tirol dağları uzakta değildir. Gündüzleri orada gizlenecek bir yer bulabildiğimiz gibi Karaçi’de de dinlenebiliriz. Fakat, acaba Selahaddin balonda mı? İşte öğrenmek istediğim şey budur.
Bu sırada yanlarına gelerek aşağıya bakan Çahner:
- Evet, asıl bilinmesi gereken şey budur. Dedi.
Birkaç dakika sessiz kaldılar. Mösyö Branten’in elektrik fenerini söndürttü.
Çahner, elini ovarak:
- Durunuz! Burada biri var ki bize bilgi edinmek için her şeyi yapmaya hazırdır. Dedi.
Mata’ya dönerek O’nunla Arapça konuştu. Subaylar serbest bırakılarak ülkelerine dönecekleri zaman Ömer Mata’yı Suzan’a bazı hediyeler götürmek için bunların yanına katmış olduğundan zenci iki subaydan asla ayrılmamıştı.
Çahner; birkaç dakikalık konuşmadan sonra:
- İyi çare budur: Çarın saklandığı yeri öğrenince Mata’yı yere indiririz. O gidip işi anlar ve bize haber verir. Dedi.
- O’nu sonra nerede bulacağız?
- Ertesi günü veya iki gün sonra, bıraktığımız yerde.
Şafak söker sökmez Guy Dö Branten karada uygun bir yer seçerek hemen alçaldılar. İp merdiven atıldı.
Mata yere inerken Çahner:
- Yarın güneş batınca burada buluşacağız. Dedi.
Zenci başını sallayarak onayladı. Yere inerek gözden kayboldu.
Guy’i:
- Artık biz de gidelim! Emrini verdi.
Gündüz rastlanılan balonlar Paris’e gönderildi. Branten Maluel’e:
- Balonların Paris’te bulunması pekiyidir. Viyana’da iken Mösyö Kutye ile telgrafla görüştüm. Zehirli gaz yıkımının başarılı bir biçimde sonuçlandığını söyledi. Yakında çok sayıda gaz alacağız; dolayısıyla balonlarımız da hemen şimdiden itibaren, zehirli bulutları taşıyacak madeni hazineler hazırlanması gerek. Dedi.
Akşam olunca balon, dünkü indirdiği yere geldi. Çahner, zencinin gelmemiş olmasından endişe etti. çünkü, atılan ip merdiven yarım saattir öyle duruyor ve zenci meydana çıkmıyordu.
Birden bire çakal sesi gibi bir ses karanlık içinde yankılandı.
Çahner:
- Oradadır; fakat meydana çıkmaması için kesin bir nedeni var; ben gidiyorum. Dedi.
Doktor:
- Aklınızı başınıza alınız! Aşağıda neyle karşılaşacağınızı bilmiyorsunuz?
- Adam sen de! Yanımda revolverim var!
Birkaç dakika sonra bir mırıltı duyuldu; sonra Çahner göründü, fakat yalnızdı.
- Her şey yolunda.. Selahaddin orada. İki gündür başka bir yerdeymiş. Balonunu asla terk etmiyor. Mata kendisini görmüş ve dikkatini çekmeden onun maiyeti yanında kalacağını söyledi. Yerde yalnız başına hareket etme izni istedi; ben de izin verdim.
Maluel sordu:
- Orada ne yapacak?
- Her yerde Selahaddin’i izleyecek. Havaya yükselmek istediği zaman görünmeksizin beraber binecek.
- O halde Çar balonunda bir müttefikimiz olacak!
- Evet.. ben de bunu onayladım. Zaten Mata uzun zamandır balonda bulunduğu için her yerini biliyor.
- Bize de Selahaddin’in keyfinin gelmesini beklemek düşüyor.
***
İntikam balonu, Balatun gölünün kuzey sahilinde hâkim Kovuskalla sırtlarının arasındaki bir vadide gizlenmişti. Deniz subayı Morris Franlivy bir kayanın üstünde nöbet bekliyordu. Buradan, Çar balonunun bir gün önce geldiği Tini yarımada görünüyordu.
Teğmen, Çar balonunun güneşle parlayan zırhını görerek birden bire:
- Hazır olun! Diye bağırdı.
Birkaç dakika içinde herkes balona geçmişti. Yalnız teğmen olduğu yerde gözetlemeye devam ediyordu.
Guyi Dö Branten:
- Demir almak için emrimi bekleyiniz! Vaktinden evvel kendimiz göstermek bir felakete sebep olur. Çünkü, kaybettiğimiz fırsatı bir daha ele geçiremeyiz.
Morris de balona çıktı.
Branten:
- Çar hala hareket etmedi. Dedi.
Morris:
- Şimdi hareket eder; yirmi metre kadar yükseldi.
Mis Kaliput:
- Aman tanrım! Savaş olacak..
Suzan deniz subayına yaklaşarak sordu:
- Umut ediyor musunuz?
- Madam hain öyle kolay teslim olmaz. İçindekilerde elbet tüfek var. Şimdiden bazı önlemler almak gerek.
- Nere gidelim?
- Geliniz mis, kamaramıza gidelim!
- Sanırım orası uygun değildir. Çünkü balonun duvarları kurşuna karşı koyamaz.
- Tanrım nereye gitmeli?
- Güvertede az bir aralıkla yapılan şu zırhlı siperlerin gerisine, şu cankurtarana yakın olduğundan oraya giriniz.
- Bu balona gerçekten gereksinimimiz var mı?
- Balonda her şey olasıdır. Fakat rahat olun madam.. vahim bir tehlike anında ben yanınızda bulunacağım. Şimdilik izninizle..
Mis Kaliput acı bir çığlık kopardı.
Balonda artık bir saniye bile kalmak istemiyordu. Çünkü, önceden kendisine çatışma olacağı kendisine söylenmemişti. Zavallı kadın böyle bir hale dayanamazdı. Önceden haberi olaydı balona ayak atmazdı. Dolayısıyla, derhal kendisini yere indirmelerini rica etti.
Branten:
- Pekâlâ! Ancak şunu hemen belirteyim ki yere iner inmez zencilerin eline geçeceksiniz.
- Beni öldürürler değil mi?
Doktor Ruben:
- Belki.. dedi.
Balon emirle havalandı. Askerler güvertedeki çelik siperler arkasına yerleştiler. Mis Kaliput ile Suzan kendilerine gösterilen yere girdiler. Cankurtaran balonuna tutundular.
Branten, gözleri Çar balonunda olduğu halde:
- Bravo! Kuzeye doğru gidiyor. Bize arka verdi! diye bağırdı.
İntikam balonu 4900 metreye kadar yükseldi.
Çahner barometreye bakarak birden bire haykırdı.
- 5800 metre!
- 6200 metre!
Çahner sordu:
- 6600 metreye çıktık! Korumanın dayanıklılığından emin misiniz?
Bu soruya yanıt: Mis Kaliput’un korku ile kopardığı bir çığlık oldu. Ya koruma hava basıncına dayanamayarak parçalanırsa.. ne müthiş bir düşüş.
İhtiyar kadın gözlerini kapadı.
Guyi:
- Şimdi ileri! Dedi.
Çar balonu artık gözle iyice görülebilecek şekilde beliriyordu. İntikam yavaş yavaş inmeye ve ileri gitmeye başladı. Barometre 3000 metreyi gösterdi.
Mösyö Branten:
- Yavaşlayalım! Komutunu verdi.
Çar yeni bir adım daha attı.
Henüz izlendiğini bilmiyordu.
Artık Çar, doğal büyüklüğünde görünüyordu. Arada 500 metre kadar bir mesafe vardı.
Guyi:
- Kendimizi göstermeksizin tam üstüne çıkacağız. Bu duyulmamış bir başarıdır. Artık elimizden kurtulamaz. Siz, zıpkınları yönetirsiniz değil mi Maluel? Dedi.
Binbaşı:
- Beni o görevi yerine getiririm. Yanıtını verdi.
Fakat bu anda vahşi bir çığlık havada yankılandı ve Çar balonu hızla aşağı inmeye başladı.
Doktor:
- Bizi gördüler! Diye bağırdı.
Çar yere doğru hızla iniyordu. İntikam da, supabı açarak gazı koy verip şahin gibi düşmanının üstüne atılıyordu.
Çar, birden bire bocaladı. Sonra kendisini toplayarak kuzey-güney çizgisini izleyip yükselerek kendisini tehlikeden kurtardı.
Çahner:
- Adamlar pek güzel manevra yapıyorlar. Eğer iş böyle devam ederse bunları kurşunla tepelemek zorunda kalacağız. Diye homurdandı.
Fakat, aynı zamanda İntikam balonunun çevresinde bir vızıldama işitildi ve bir kurşunla delinen koruma bir çan gibi çınladı.
Maluel:
- Bak adamlar saldırıya başladılar. Ne gürültü ve ne de duman var.. ellerinde hala gaz tüfekleri bulunuyor! Dedi.
Siperin arkasında kuru üzüm tanesi gibi büzülen Mis Kaliput:
- Aman tanrım! Merhamet! Diye inledi.
İki tayfa kurşun külçelerine koşarak bunları aşağı atarken supabı da kapatarak gazın çıkışı engellenmişti. Zira, bir balon savaşında, en önemli konu sabit yükselme kazanmaktır. Ufak bir balon, kendisinden on kat büyük bir balonu, ona hakim olmak koşuluyla yok edebilirdi.
İntikam balonu, dengeyi sağladıktan sonra hızla yükseldi. İki balon arasında ancak 100 metrelik bir mesafe kalmıştı.
İki balonun aynı hizaya geldikleri anın az bir süresinde Guyi Çar balonunun küpeştesinde bir ip asılı olduğunu ve bunun ucunda bir adamın sarktığını gördü.
- Elimizden kaçacak! Yere yaklaştığı zaman atlamaya hazırlanıyor. Çahner, adamı havada vurmaya hazırlanınız. Diye bağırdı.
Güçlü gözüyle, havada sallanan adamın Mata olduğunu anlayan avcı yüzbaşısı:
- Aman ne yapıyorsunuz? Bakınız, ipe sarılan adam bizim Mata’dır; sakın ateş etmeyiniz. Diye haykırdı.
Bu öneriye, Çar balonundan bir yaylım ateşiyle karşılık verildi. Çahner’in yanında bir inleme duyuldu. Guru Gazetesi muhabiri Aleksandr Barbu göğsünden bir kurşun yiyerek, düşman balonunun resmini çekerken sırt üstü düştü.
Adam, fotoğraf makinesini uzatarak:
- Alınız yüzbaşım! Çabuk, daha iki cam var.. dedi.
Bu son sözü olmuştu. Zavallı muhabir yaşama veda etti.
Tayfalardan iki kişi de vurulmuştu ve bunları gören ihtiyar İngiliz kadının feryadı daha bir artmıştı.
İntikam derhal yükseldi. Ve yeniden supabı açıldı. Tam zamanıydı; Çar olanca hızla iniyordu.
On saniye geçmeden İntikam balonu düşmanına yetişti ve uygun bir fırsatı gözetleyen Maluel, iki zıpkından birini fırlattı.
Boğuk bir ses işitildi. Zıpkın Çarın alüminyum korumasına saplanmış ve dört çelik pençesi içeriden kilitlenmişti. Artık Çar yakalanmıştı.
Şimdi en önemli ve nazik bir iş kalmıştı. Branten’le üç subay fikir alışverişinde bulundular.
Birden bire müthiş bir feryat işitildi. Acaba Çarın teknesinde ne oluyordu? Yoksa ele geçtiğini anlayan Selahaddin balonunu mu yok ediyordu?
Duyulan gürültü, onunla tayfalar arasında geçen bir savaşımdan mı kaynaklanıyordu?
Kararsızlığa meydan verilmeyecekti. Bütün ip merdivenler sarkıtıldı. Sonra, tayfalar ellerindeki tüfekleriyle alelacele indiler.
Branten:
- Caniyi canlı olarak yakalamaya çalışınız! Diye bağırdı.
Çar balonunda olan olay her tasavvurun üstündedir.
Yakın mesafeden edilen çatışma sırasında, Selahaddin Branten’in sesini duyunca baştan ayağa titremişti. Çünkü uzun zamandan beri Mösyö Dörvil’in yeğenini unutmuştu.
Canlı olarak ele geçerse başına gelecek felaketi biliyordu. Bunu yalnız yüz kere düşünmüş ve böyle bir halde hemen kendini balondan atmaya karar vermişti.
Bu sefer, Çarın ele geçtiğini artık vaktin geldiği kararını verdi. olayın başlangıcından beri güvertede duran Ömer’e bir şey söylemeksizin küpeşteden geçit, fakat ikinci felaket baş gösterdi. Korkunç siyah bir hayalet de yüzünü ekşiterek birden bire güverteye girdi. Bir sıçrayışta kendisini yere serdi.
Bu Mata’ydı.
Selahaddin boğuk bir sesle:
- İmdat! Yetişin! Diye bağırdı.
Fakat, bu feryadını yineleyemedi. Zencinin dişleri boğazına geçerek bağırmasına engel oldu.
Ömer yerinden kımıldamadı. Tayfalardan iki kişi, bir Lehli öğrenciyle bir Alman kaçak asker tüfekleriyle koştular. Bir üçüncü İtalyan da yetişti. Fakat İtalyan’la Alman birden bire cansız olarak yere yuvarlandılar. Lehli başını kaldırdı. İntikam balonunun görevlileri güverteye inmişlerdi. Savaşım vermek olası olmadığından yalnız bir çare kalmıştı ki oda Selahaddin’in düşüncesinden ibaretti. Öğrenci hemen kendini aşağı attı.
Dördüncü tayfa olan bir genç ve iri yarı Rus delikten kamaralara inip sakladın. Kimse bunun ayrımında olmamıştı.
Çar’da Ömer’le bayılan Selahaddin’den başka kimse kalmamıştı. Birkaç dakika sonra, her ikisi de sımsıkı bağlanarak İntikam balonuna çıkarıldılar.
***
Maluel ile Çahner Arap elbiseli tutsağın Sultanın oğlu olduğunu ayrımsadıkları zaman uğradıkları şaşkınlık tanımlanamazdı.
Gözlerine inanmak istemediler. Maluel tutsağın başındaki kukuletayı çıkardı. Sevinç ve şaşkınlıkla:
- Ömer sensin öyle mi? diye bağırdı.
- Evet benim.. önce şu ipleri çözdür..
İki subay hemen ipleri çözdüler. Bu sırada Suzan bir ölü gibi sararmış olduğu halde genç Prensin önünde durdu. Kız son derece heyecana uğradığından boğuk sesle:
- Ömer.. ta kendisi, diyerek kollarını uzattı ve bayılıp deniz subayının kucağına düştü.
Deniz teğmeni, bu Arap giysili adamı görünce kızın bayılmasına şaşa kalmıştı. Fakat, Arabın şiddetle ilerleyerek güzel genç kızı alıp düzgün bir Fransızca ile:
- Beyefendi lütfen çekiliniz.. iş salt kişiseldir, deyince subay büsbütün alıklaştı.
Birkaç dakika sonra, Ömer Suzan’la beraber Maluel’in karşısında yalnız kalmıştı.
Mis Kaliput bunları izlemek istediyse de Çahner önüne geçerek oturduğu yeri gösterip:
- Lütfen yerinize gidiniz ve onları rahat bırakınız! Dedi.
Ömer büyük bir özlemle Suzan’a bakmaya başlamıştı. Sonra tatlı bir sesle:
- Suzan! Dedi.
Genç kız, gözlerini açtı. Bakışları genç Prensin bakışlarıyla karşılaştı. Ayağa kalkarak:
- Ömer, bir türlü gözlerime inanamıyorum. Nasıl oluyor da sen burada.. bulunuyorsun? dedi.
- Evet benim.. seni burada bulduğum için ben de mutluyum. Peki sen nasıl ve niçin burada bulunuyorsun? Diye sordu.
Kadın, Prensin yanına oturdu.
- Mektubunu aldığım zaman sana koşmaktan başka bir şeyi düşünmedim. Mösyö Branten’e rica ettim. İki arkadaşınla beni kabul etti. İşte üç aydan beri havada dolaşıyorum. Artık umudumu kesmeye başlamıştım, nasıl kesmeyeyim? Bu karınca yuvasında seni bulmak, görmek olası olur muydu? Kaderin ne tuhaf cilveleri var.
Ömer, sevgilisinin beline kolunu sararak:
- Demek, bu balonla hiçbir şeyden korkmayarak beni karşılamaya geldin öyle mi?
- Korkmadım desem yalan.. hala biraz önce pek korktum. Fakat, Soylu Prensim seni bulmak için her fedakârlığı göze aldım.
- Güzel Suzan, bilsen seni ne kadar severim. Ne kadar düşündüm.. sen de Şose Danten’deki mutluluk yuvasında beni unutmadın değil mi?
- Bu anıya saygıdan ötürü hala orada oturuyorum.
- Oraya dönmeyi düşünüyor musun?
Genç kadın, sarayları, sırmalı yatakları, güzel mobilyaları, doğu süslemelerini düşünerek:
- Hayır, hayır.. sen nereye gidersen ben de gideceğim. Dedi.
- Beni izlemeye razı oluyorsun öyle mi?
- Evet..
- Şimdi de gelir misin?
Bunun üzerine hayli dertleştiler. Sonra yeniden güverteye çıktılar.
Genç Prens Maluel’e:
- Şimdi, hakkımda düşündüğünüz nedir? Elinizde tutsak mı kalacağım? Diye sordu.
- Hayır dostum, serbestsin. Söyle, nereye istersen seni indirelim. Biliyorsun Çahner’le ben senin iyiliklerini hiçbir zaman unutamayız.
- Babam sizi aylarca vatanınızdan uzakta bulundurmuştu.
- Kendisini bu konuda haklı görürüm. Sonra, bize pek büyük bir yüce gönüllülük gösterdi. Serbest bıraktı. Tutsaklığımız döneminde senin bize karşı gösterdiğin dostluk ve yücelik her şeyden büyüktü. Avrupa’ya geçince bizi düşmanlarınızın arasında göreceğinizi de biliyordun.
- Tuhaf bir durum! Bizi birbirimize bağlayan bu sevgi birkaç ay içinde birbirimizi öldürmeye engel olamayacak değil mi?
- Emin ol ki, eğer karşımda seni bulursam kurtarmak için elimden geleni ve hatta olanak dışında olan şeyleri yapmaktan geri durmam.
- Sen ve Çahner pek yüce bir kalbe sahipsiniz.
Bu anda dehşetli bir patlama işitildi. Herkes güverteye koşuştular.
Manzara pek korkunçtu. Güvertenin etrafı alev içindeydi.
Çahner, elindeki balta ile bir ipi kesmeye uğraşan Branten’e:
- Ateş nerede? Diye sordu.
- Çabuk, bana yardım ediniz.. Çarın yakıtı yanıyor. Ateş henüz güvertededir. Üst konik bölüme erişmeden zıpkını keselim. Zira, ateş bize de ulaşabilir.
Gerçekten, Çar balonunun alt koniğinde bulunda sıkıştırılmış gaz yanarak İntikam balonuna yükseliyordu. Teknenin içinde gizlenen Rus nihilisti bu şekilde İntikam balonunu tutuşturarak arkadaşlarının intikamını almak istemişti.
Çahner, Mösyö Branten’e yardım ederek zıpkının ipini kesince Çar balonu mavi alevlerle kuşatılmış olarak yere düşmeye başladı. Guyi:
- Zavallı balon, bunu Paris’e götürmüş olaydım pek mutlu olacaktım. Diye üzüntüsünü belirtti.
Fakat aynı zamanda, güvertenin öte tarafında iki çığlık daha duyuldu. Hayrette kalan balon mürettebatı son derece müthiş bir durum karşısında bulundular.
Patlamayı işiten Mösyö Kaliput, şaşkın Suzan’ı çekerek cankurtaran balonunun ipini kesere musluğu açmıştı. Balon şişti ve iki kadın diri diri yanmaktansa kendilerini kurtarmayı cana minnet bilerek İntikam balonundan kendilerini aşağı bıraktılar.
Deniz subayı:
- Zavallı kadınlar! Diye bağırdı.
Birkaç dakika içinde küpeşteden sarkan yolcular, küçük balonun ufaldığını gördüler. Bereket versin ki Çarın alevlerinden kurtulmuştu. Morris Franlivy, cankurtaran balonunun sakin bir hızla havadan inişini görünce rahatlamıştı; fakat, Branten:
- Zencilerin ortasına düştüler! Bakınız! Kurtulmaları olanaksızdır. Zavallılar mahvoldular! Dediğini duyar duymaz buz gibi dondu.
Bu: mahvoldular! Sözü üzerine Ömer, Guyi Dö Branten’in yanına gelerek:
- Mösyö, dostlarım beni serbest bırakmak istediğinizi söylediler. Bundan dolayı teşekkür ederim. Eğer, beni geciktirmeden yakın bir yere indirecek olursanız minnettarlığım pek fazla artar. Dedi.
Acaba, Suzan’ı kurtarmak için tam zamanında yetişeceğini mi umut ediyordu?
Bu sırada, Branten’in emriyle Selahaddin’i götürdükleri balonun ambarında feci bir olay geçiyordu.
Dev cüsseli Sudanlı, oldukça sakin bir şekilde belinden bıçağını çekerek caninin arkasından ambara inmişti.
Şimdi artık, bu adam O’nu avıydı. Hatta biri bunu O’nun elinden almak istemiş olsa mutlak o adamı öldürecekti.
İşte, kimse bunu düşünmüyordu. Tutsağı ambara indiren iki tayfa Mata’nın, caninin göğsüne oturduğunu gördükleri zaman alelacele yukarı çıkmışlardı.
Selahaddin, ambara inerken eğilmişti. Bir kurtuluş yolu arayan gözlerle çevresine bakındı, fakat, gördükleri adamlar hep Avrupalı olduğundan ölümünün yakın bulunduğunu anladı.
Lanet ettiği, açıktan açığa mahvına çalıştığı bu toplumun yeryüzünden silineceği büyük bir olasılık idiyse de bundan önce kendisi ölecekti.
Acaba, kendisine nasıl bir ölüm hazırlanıyordu? Mahkemeye çıkarılacak mıydı? Hayı, bunun ne yararı olabilir! Asılacaktı. Yoksa kurşuna mı dizilecekti? Kendisini bir süre daha yaşatacaklar mıydı?
Yoksa idam yargısını balonda mı gerçekleştireceklerdi? Ambarın içine bırakıldığını göründe daha bir süre yaşayacağını umut etti.
Fakat, aynı zamanda Mata’nın korkunç çehresi üzerine gelince tepeden tırnağa titredi. Zira, bu herifi unutmuştu.
İşte beyaz ırk toplumu bir zenci aracılığıyla kendisinden intikam alıyordu!
Sudanlı müthiş bir gülüşle karışık olarak sordu:
- Mata’yı tanıyorsun değil mi? söyle, zavallı Hilme’yi de tanıyorsun değil mi?
Bu sözlerin her birini söylerken bıçağının ucuyla da caninin yüzünde bir yarık açtı.
Sonra, bıçağının ucunu tercümanın gözlerin yaklaştırdı.
Fakat, bu düşüncesinden vazgeçti. Çünkü, zalimin ölümden önce her şeyi görerek eziyet çekmesini istiyordu.
Bunun üzerine, diz çökerek hiçbir söz söylemedi. Ancak korkunç iniltiler, boğuk feryatlar ambarı doldurdu. Bir tayfa yukarıdaki kapağı kapadı.
Mata, ağır ağır avının elleriyle ayaklarının tırnaklarını söktü. Birçok parmaklarını kesti. Dişleriyle bir kulağını kopardı. Kan akmaya başlayınca cebinden bir kese tuz çıkararak yaraların üzerine döktü.
Sonra, Selahaddin’in yanında yere oturdu. O’nun ipler içinde kıvranışını izledi.
Bir dakika sonra, yine işe başladı.
Küçük bir çekiçle birbirinin ardında bütün dişlerini kırdı. Dilini kesti.
İblisin ağzından kanlar akıyordu.
Mata, O’nun tabanından etler kesiyordu.
Fakat, bunların hepsi henüz bir başlangıçtı. Zira, Sudanlının intikamı pek korkunç olup düşmanının yüreğini yemedikçe öfkesi dinmeyecekti.
İşin bu bölümüne gelmeden önce, parmağıyla tercümanın bir gözünü çıkardı. Kalbinin yerini bulmak için, sağ kolunu tam kalbi üzerinde, bedenine bağlayan ipi kesti. Bıçağını dişlerinin arasına alarak gömleğini yırtmaya başladı.
Birden bire Selahaddin’in serbest kalan kolu bıçağı yakaladı ve zencinin kımıldamasına vakit kalmadan tam kalbinin üstüne sapladı.
Bir saat sonra, ambar kapağını kaldırdıkları zaman Mata’nın cansız olarak henüz can çekişen caninin cesedi üzerinde yattığını gördüler.
Her ikisi de güverteye çıkarılarak Branten’in emriyle aşağı atıldı. Mösyö Dörvil ve arkadaşlarının intikamı alınmıştı.
***
Akşama doğur, Prens Ömer yere indirildiği yerden birkaç saatlik yürüyüşten sonra, üstünde hava faciasının gerçekleştiği zenci ordugâhına ulaştı.
Derhal Reisin yanına götürüldü.
Bu: Brunu Sultanı Mau’ydu.
Sultan, Ömer’i görünce şaşırmakla beraber sevinçli bir nara attı.
Alışıldık hoş beşten sonra, Mau gözlerini kırparak Genç Prense parmağıyla kendi çadırına yakın bir çadır gösterdi.
Ömer, orada hıçkırıklarla ağlayışlar duyduğunu sanarak bir içe doğuş yüreğini sıkmaya başladı.
Sudan Sultanı:
- Parisli bir kadın, orada bir Parisli kadın var. tercüman olan Tufani bunun Parisli olduğunu söyledi. O’nu bugün getirdiler. Yanında da Parisli olmayan bir çirkin ihtiyar kadın var. bunu da bizim üfürükçüye verdim. Bağırıyor, ağlıyordu. Ah! Ne kadar çok güldüm! Dedi.
Artık kuşkuya yer kalmamıştı! Bu Parisli kadın, ağlamış, haykırmış, inlemiş ve halen de ağlamakta, inlemekteydi. Fakat, diğerleri gibi bu da alışacaktı. Mau, memnun, pek memnundu.
Kızı tanımlayıp betimlerken ağzı sulanıyordu. Sultan sözünü tamamladı. Ömer, kılıcını çekere bir vuruşta reisin kafasını iki parça etti.
Bir dakika kadar daha çadırda kaldı. Yüreği çarpıyor, duyduğu hıçkırıklar bütün ruhunu üzüyordu. Acaba kadını alacak mıydı? Kendisini bekleyen korkunç sondan kurtaracak mıydı? Bir saniye kadar bunu düşündü.
Fakat, Mau’nun söylemek istediği halde tamamlayamadığı bazı önemli gizemler birden bire anlağını altı-üst etti. bütün vakarı, geleceği, gurur ve kişiliği galeyana geldi. Orda ağlayan zavallı kadın artık hareminde yatacak bir kadın olamazdı. Birkaç adım ötede bir at kişniyordu. Hemen buna binerek beyni ateşler içinde yandığı halde gecenin karanlığında gözden kayboldu.
Üçüncü Bölümün Sonu
Cemal Çalık, 12.02.2018, Konuk Yazar, Sonsuz Ark, İstilâ-i Cihan-Kara Öfke, Roman
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.