"Bugünkü sorunları çözmek için iki seçenek öne çıkmaktadır. Birincisi, mevcut Müslüman tecrübe ve birikimini yok saymak ve yeni elde edilen modern kültürün sağladığı bilinç ile yeniden dini düşünceyi yorumlamak ve aradaki bütün aracıları çıkararak kişisel yorumun kutsanmasını sağlayarak bunu Müslüman dindarlığının yegâne temeli yapmaktır. İkincisi ise modern düşünce ve kültürün ayartıcı bir kültürü inşa ettiğini ve Müslümanların bu kültür yüzünden ifsada düştüklerini dillendirdikleri gibi geleneğin sahip olduğu bir ilim usul geleneğini kabul ederken sabit ve değişken yapısı üzerinden yeniden ama asli tecrübeyi dikkate alarak yorum yapmak ve yenileyici bir düşüncenin zeminini kurmaya çalışmaktır."
Modern özne'nin yorum hakkının kutsallığı üzerinden mevcut yorumların eş değer oluşuna yapılan gönderme sorunludur. Mesele din olduğunda bu daha da büyük bir soruna göndermedir. Dini sahada yorumun belirli kriterleri vardır ve bu kriterlere uymayan yorum reddedilmiştir. O yüzden her önüne gelenin yorum yapma imtiyazı yoktur. Bir bilgiye istinaden yorum yapabilmenin önü ise açıktır. Bu bilgi usul ilmine muvafık oluşan bilgidir. Modern özne, bilginin kaynağı olarak kendisini kabul eder. Bu yüzden bilgi bizzat öznenin kendisine aittir. İşte bu algı üzerinden dini yorum yapanların ciddi bir sorun oluşturacağı bellidir.
Bugün kriterleri kim denetleyecek diye soru aklımıza takılabilir. Denetleme tekil bir eylem değil… Kuran ve sünnetin üzerinde ittifak edilen boyutu tekil bir şahsa indirgenemez, bir ilmi gelenekten hareketle oluşturulmuş bir episteme üzerinden yapılır. Bilginin kendi akışı içinde oluşturulmuş bir usulden bahsediyoruz. Bu bazı farklılıkları içinde taşımasına rağmen genel bir kabule dönüşmüş ve sıhhatli bir bilginin zeminini oluşturmuştur. İşte bu usul üzerinden denetleme yapılabilir ki daha önce de yapıldığı gibi…
Bunlar kimdir sorusu doğal olarak zihne üşüşür…
Şahıs olarak bir ilim usul geleneği üzerine yetişmiş ve yeterli ilmi birikime haiz olan her Müslüman bu denetleme işini yapabilir. Somutlaştırılarak şudur demenin gereği yoktur. Üzerinde ittifak yapılan ilkelerdir. İcma/mutabakat olmadan neyin din veya doğru olduğuna kim karar verecek, kişinin kendisi mi? Denetçiler hem dün hem bugün hem de yarın’da da vardırlar ve var olmaya devam edeceklerdir. Bunun temel sebebi de ilim usul geleneğine ait olmalarıdır. Bugünün denetçileri dünün ilim usul erbabının yolunda yürüyenlerdir.
Bu ilim usul geleneği içinde yer almayanların yorumları kabul görülebilir mi?
Çok büyük ve önemli bir müktesebatı yok sayanlar, doğal olarak içinde bulundukları kültürden beslenirler. Bu yüzden bir usul ilim geleneğine haiz olmayanların yorumu kendi şahsi dindarlıkları için dilerlerse uyarlar ama başka Müslümanların bu yoruma uymaları beklenemez. Çünkü kişi, ihtiyari olarak kendi geleceğini belirleme imtiyazına sahiptir. Bu yaptığı şeyin dini olduğunun kesinliğini göstermez o kadar…
Kişisel fıkha bağlılık ile düşüncenin sıhhat şartları başka şeylerdir. Yani kişinin cennet veya cehenneme gitmesi şahsi çabasına ve emir ile nehiylerine bağlılıklarına bağlıdır. Fakat bilginin sıhhat şartları başka bir seçenek ifade eder. İlahi dileme hakkında ileri geri konuşmak işimiz değildir. İnsanlar, kültür üzerinden bir ahlak edindikleri gibi kişisel ilişkilerini nasıl kuracaklarını da öğrenirler. Neyin yasak ile neyin serbest olduğu konusunda da kafası karışmaz. Mesele, sorunun güncel hale dönüştürülmesi ve hükmün an’a yorumlanması meselesinde ortaya çıkar. Bu bir ilim gerektirir. Sözlük üzerinden anlam belirlemek dinin anlaşılmasını sağlamaktan çok yetersiz bir eleştiri üzerinden yıkıcı bir sorumsuzluk örneği haline dönüşecektir. Bunun örnekleri ise çoktur. O yüzden bugün rahatlıkla salatı/namazı dua olarak kabul edip herhangi dini bir amelin varlığını yok sayanlar gittikçe seslerini çıkarma cüretinde bulunmaktadırlar.
Ayrıca yanlış uygulamalar yüzünden bütün bir tarihi birikimi yok saymanın kazandırdığı herhangi bir doğru payda da yoktur. İnsanlık tecrübesi, tarihsel sürekliliğe dayalı olmayan herhangi bir düşünceye sahip olunmadığını gösteriyor. Bütün batı kültürünün kendisinden 2500 yıl öncesinin Platon’una dipnot olduğunu kendi filozofları söylüyor. Bunu ayakta alkışlıyoruz. Ama 1400 yıllık bir ilim usul geleneğini rahatlıkla yok sayabiliyoruz. Bu çelişkili durumu izah etmekte zorlanmamak mümkün değil!
İçinde yaşadığımız dönemde meydana gelen şiddet ve çatışma halinden kim sorumludur?
Bugün Müslümanların hali pürmelâli ortada, ne düşünsel bir birliğe ne siyasi bir birliğe sahip değiller. Paramparça ve sürekli çocuk, kadın ve yaşlıları öldürülmektedirler. Bunun sorumlusu bir usul ilim geleneğine bağlı Müslümanlar değiller. Bunun asıl sorumluları, batı kültürünün yerli gönüllü bağlıları ve bu bağlılık üzerinden Müslüman ahaliye yöneticilik yapan ihanet sahibi muktedirlerdir. İktidar erkini elinde tutmanın bedeli ile batı ile kader birliği yapan ihanet şebekesinin sorumluluğunu bir usul ilim geleneğine sahip Müslümanlarına yıkmak ve suçlamak iktidar erkinin günahını örtmek ve Müslüman olmayı yok sayan batıya çanak tutmaktan başka bir sonuç doğurmaz…
Bugünkü sorunları çözmek için iki seçenek öne çıkmaktadır. Birincisi, mevcut Müslüman tecrübe ve birikimini yok saymak ve yeni elde edilen modern kültürün sağladığı bilinç ile yeniden dini düşünceyi yorumlamak ve aradaki bütün aracıları çıkararak kişisel yorumun kutsanmasını sağlayarak bunu Müslüman dindarlığının yegâne temeli yapmaktır. İkincisi ise modern düşünce ve kültürün ayartıcı bir kültürü inşa ettiğini ve Müslümanların bu kültür yüzünden ifsada düştüklerini dillendirdikleri gibi geleneğin sahip olduğu bir ilim usul geleneğini kabul ederken sabit ve değişken yapısı üzerinden yeniden ama asli tecrübeyi dikkate alarak yorum yapmak ve yenileyici bir düşüncenin zeminini kurmaya çalışmaktır. Arada farklı tercihlere yönelen kişiler var. Ama bu iki temel tercih sahipleri zaten o tercihlere yönelik eleştirilerini yaptıkları için burada o tercihlere değini yapılmayacaktır.
Bu usul ilim geleneğini belirleyen ilkeler neler olabilir?
Bir usul geleneğine gönderme yapmak geleneğe gönderme yapmak değildir. Geleneğin, fıkıh, tefsir, kelam ve ahlak üzerine oluşturulan müktesebatı gündeme taşımak değil bu müktesebatı oluşturan usule gönderme yapmaktır. Farklı usullerin oluşturduğu farklı mezheplerin varlığı açık… Tam da bu farklı mezheplerin usulünü oluşturan ortak noktaları ilim usul geleneği kavramsallaştırmasına göndermedir. Yani yorum yapabilmenin mümkün kıldığı yoruma gönderme değil bu yorumu yapabilmenin usulüne göndermedir. Tefsir, hadis ve fıkıh meseleleri usul üzerinden denetleniyor, bugünde bu denetimi yine aynı usulü harekete geçirerek yapabiliriz. Âlim, bu ilim usul geleneğini takip edebilecek donanıma sahip olan Müslüman şahsiyetlerdir.
Müslüman olmanın Kuran temel ilkelerini belirlemiş, ayrıntı yerine temel ilkeleri koymuş ve neyin helal neyin haram olduğuna dair bilgileri açık bir şekilde belirtmiştir. Vasat bir Müslüman’ın neye inanacağını da belirtmiştir. Burada bir sıkıntı yoktur. Ama bir düşünce oluşturmak, bir yöntem üzerinden ilkeyi güne uyarlama çabalarını serbest ve kişiye özel bırakma konusunda aynı kesinlik yoktur. Hesabın tekil verilmesi ile dinin emir ve nehiylerinin an’a yorumlanması aynı şey değildir. Hükmün güne uyarlanması bir ilim usul ciddiyetine haiz olmakla yükümlüdür. Her bilenin üzerinde bir bilen vardır. İlim uğrunda çaba ve gayrete yapılan vurgu açık bir şekilde birilerinin diz çöküp Müslümanların meselelerini çözüme kavuşturacak bir eğitim sürecine ihtiyaç olduğunu aşikâr kılar.
Herhangi bir edebiyat metnini veya ironi, alegori, sembol ve imge üzerine bir bakışı olmayan kişinin neredeyse baştan aşağıya yoğunluklu bir edebi şaheser olan Kuran’ın herhangi bir ilim olmadan tercümeler aracılığı ile öğrenilebileceğini söylemek bir seviyesizliktir. Eğer herkes hakikate ulaşacaksa peygamberin varlığı gereksiz olurdu. Hâlbuki bir lütuf olarak peygamberi gönderen Allah’a hamd etmek yakışır mümin kişiye. Hakikat, ancak arayışa sahip olanın hakkı olacaktır ki o da her arayanın bulamayacağı gerçeğini de dikkate alınarak...
Hükmün kaide olarak uygulama alanına dair yorumu için gerekli olan şey bağlam, tarihsel süreç ve hangi soruya istinaden indirildiği gibi birçok ayrıntı isteyen bilgilere olan ihtiyaç açıktır. Bütün bu bilgileri bir tarafa bırakarak kendi yorumu ile akıl yürütmenin tutarlı bir mantığı yoktur.
Söylediklerimi izaha gerek yoktur. Çünkü sadece sosyal medyaya şöyle bir göz atar ve dini tartışmalara bakarsanız, meselenin nasıl bir kangren oluşturduğunu gözlemlersiniz… Belki kısaca akıl meselesini de değerlendirmeye tabi tutarak sonuca ulaşalım: mutlak anlamda bir akıl karşıtlığı Müslüman açısından düşünülemez bile… Tıpkı mutlak bir düşünce karşıtlığı da mümkün olmayacağı gibi…
O zaman akıl modern veya felsefi akıl üzerinden tanımlandığı zaman bir Müslüman açısından kabul edilebilir şartları kaybediyor. Çünkü bu anlamda akıl tanımlanmış ve kesinlik ifade eden bir tanıma sahiptir. Bu aklı eksene alan bakış ayeti de doğru yorumlama imkânını kaybeder. O yüzden akıl ancak işlevselliği üzerinden bir tanıma kavuşturulursa tabii ki en doğal hali ile Müslüman kişiye yakışır.
Ve eğer illa tanımlanmış bir akla sahip olunacaksa bu ilim usul geleneğinin doğal sonucu olarak ortaya çıkan akıl olmalıdır. Ama bu akıl, doğal olarak ayete tabi olan Sünnet'e tabi olan olacaktır. İlim Usul geleneğinin tabii sonucu olarak bir akla sahip olacağız ve yorumu da buna bina edeceğiz…
İşte denetleyici akıl ve Müslüman âlimin sahip olduğu taakkul budur…
Bugün kriterleri kim denetleyecek diye soru aklımıza takılabilir. Denetleme tekil bir eylem değil… Kuran ve sünnetin üzerinde ittifak edilen boyutu tekil bir şahsa indirgenemez, bir ilmi gelenekten hareketle oluşturulmuş bir episteme üzerinden yapılır. Bilginin kendi akışı içinde oluşturulmuş bir usulden bahsediyoruz. Bu bazı farklılıkları içinde taşımasına rağmen genel bir kabule dönüşmüş ve sıhhatli bir bilginin zeminini oluşturmuştur. İşte bu usul üzerinden denetleme yapılabilir ki daha önce de yapıldığı gibi…
Bunlar kimdir sorusu doğal olarak zihne üşüşür…
Şahıs olarak bir ilim usul geleneği üzerine yetişmiş ve yeterli ilmi birikime haiz olan her Müslüman bu denetleme işini yapabilir. Somutlaştırılarak şudur demenin gereği yoktur. Üzerinde ittifak yapılan ilkelerdir. İcma/mutabakat olmadan neyin din veya doğru olduğuna kim karar verecek, kişinin kendisi mi? Denetçiler hem dün hem bugün hem de yarın’da da vardırlar ve var olmaya devam edeceklerdir. Bunun temel sebebi de ilim usul geleneğine ait olmalarıdır. Bugünün denetçileri dünün ilim usul erbabının yolunda yürüyenlerdir.
Bu ilim usul geleneği içinde yer almayanların yorumları kabul görülebilir mi?
Çok büyük ve önemli bir müktesebatı yok sayanlar, doğal olarak içinde bulundukları kültürden beslenirler. Bu yüzden bir usul ilim geleneğine haiz olmayanların yorumu kendi şahsi dindarlıkları için dilerlerse uyarlar ama başka Müslümanların bu yoruma uymaları beklenemez. Çünkü kişi, ihtiyari olarak kendi geleceğini belirleme imtiyazına sahiptir. Bu yaptığı şeyin dini olduğunun kesinliğini göstermez o kadar…
Kişisel fıkha bağlılık ile düşüncenin sıhhat şartları başka şeylerdir. Yani kişinin cennet veya cehenneme gitmesi şahsi çabasına ve emir ile nehiylerine bağlılıklarına bağlıdır. Fakat bilginin sıhhat şartları başka bir seçenek ifade eder. İlahi dileme hakkında ileri geri konuşmak işimiz değildir. İnsanlar, kültür üzerinden bir ahlak edindikleri gibi kişisel ilişkilerini nasıl kuracaklarını da öğrenirler. Neyin yasak ile neyin serbest olduğu konusunda da kafası karışmaz. Mesele, sorunun güncel hale dönüştürülmesi ve hükmün an’a yorumlanması meselesinde ortaya çıkar. Bu bir ilim gerektirir. Sözlük üzerinden anlam belirlemek dinin anlaşılmasını sağlamaktan çok yetersiz bir eleştiri üzerinden yıkıcı bir sorumsuzluk örneği haline dönüşecektir. Bunun örnekleri ise çoktur. O yüzden bugün rahatlıkla salatı/namazı dua olarak kabul edip herhangi dini bir amelin varlığını yok sayanlar gittikçe seslerini çıkarma cüretinde bulunmaktadırlar.
Ayrıca yanlış uygulamalar yüzünden bütün bir tarihi birikimi yok saymanın kazandırdığı herhangi bir doğru payda da yoktur. İnsanlık tecrübesi, tarihsel sürekliliğe dayalı olmayan herhangi bir düşünceye sahip olunmadığını gösteriyor. Bütün batı kültürünün kendisinden 2500 yıl öncesinin Platon’una dipnot olduğunu kendi filozofları söylüyor. Bunu ayakta alkışlıyoruz. Ama 1400 yıllık bir ilim usul geleneğini rahatlıkla yok sayabiliyoruz. Bu çelişkili durumu izah etmekte zorlanmamak mümkün değil!
İçinde yaşadığımız dönemde meydana gelen şiddet ve çatışma halinden kim sorumludur?
Bugün Müslümanların hali pürmelâli ortada, ne düşünsel bir birliğe ne siyasi bir birliğe sahip değiller. Paramparça ve sürekli çocuk, kadın ve yaşlıları öldürülmektedirler. Bunun sorumlusu bir usul ilim geleneğine bağlı Müslümanlar değiller. Bunun asıl sorumluları, batı kültürünün yerli gönüllü bağlıları ve bu bağlılık üzerinden Müslüman ahaliye yöneticilik yapan ihanet sahibi muktedirlerdir. İktidar erkini elinde tutmanın bedeli ile batı ile kader birliği yapan ihanet şebekesinin sorumluluğunu bir usul ilim geleneğine sahip Müslümanlarına yıkmak ve suçlamak iktidar erkinin günahını örtmek ve Müslüman olmayı yok sayan batıya çanak tutmaktan başka bir sonuç doğurmaz…
Bugünkü sorunları çözmek için iki seçenek öne çıkmaktadır. Birincisi, mevcut Müslüman tecrübe ve birikimini yok saymak ve yeni elde edilen modern kültürün sağladığı bilinç ile yeniden dini düşünceyi yorumlamak ve aradaki bütün aracıları çıkararak kişisel yorumun kutsanmasını sağlayarak bunu Müslüman dindarlığının yegâne temeli yapmaktır. İkincisi ise modern düşünce ve kültürün ayartıcı bir kültürü inşa ettiğini ve Müslümanların bu kültür yüzünden ifsada düştüklerini dillendirdikleri gibi geleneğin sahip olduğu bir ilim usul geleneğini kabul ederken sabit ve değişken yapısı üzerinden yeniden ama asli tecrübeyi dikkate alarak yorum yapmak ve yenileyici bir düşüncenin zeminini kurmaya çalışmaktır. Arada farklı tercihlere yönelen kişiler var. Ama bu iki temel tercih sahipleri zaten o tercihlere yönelik eleştirilerini yaptıkları için burada o tercihlere değini yapılmayacaktır.
Bu usul ilim geleneğini belirleyen ilkeler neler olabilir?
Bir usul geleneğine gönderme yapmak geleneğe gönderme yapmak değildir. Geleneğin, fıkıh, tefsir, kelam ve ahlak üzerine oluşturulan müktesebatı gündeme taşımak değil bu müktesebatı oluşturan usule gönderme yapmaktır. Farklı usullerin oluşturduğu farklı mezheplerin varlığı açık… Tam da bu farklı mezheplerin usulünü oluşturan ortak noktaları ilim usul geleneği kavramsallaştırmasına göndermedir. Yani yorum yapabilmenin mümkün kıldığı yoruma gönderme değil bu yorumu yapabilmenin usulüne göndermedir. Tefsir, hadis ve fıkıh meseleleri usul üzerinden denetleniyor, bugünde bu denetimi yine aynı usulü harekete geçirerek yapabiliriz. Âlim, bu ilim usul geleneğini takip edebilecek donanıma sahip olan Müslüman şahsiyetlerdir.
Müslüman olmanın Kuran temel ilkelerini belirlemiş, ayrıntı yerine temel ilkeleri koymuş ve neyin helal neyin haram olduğuna dair bilgileri açık bir şekilde belirtmiştir. Vasat bir Müslüman’ın neye inanacağını da belirtmiştir. Burada bir sıkıntı yoktur. Ama bir düşünce oluşturmak, bir yöntem üzerinden ilkeyi güne uyarlama çabalarını serbest ve kişiye özel bırakma konusunda aynı kesinlik yoktur. Hesabın tekil verilmesi ile dinin emir ve nehiylerinin an’a yorumlanması aynı şey değildir. Hükmün güne uyarlanması bir ilim usul ciddiyetine haiz olmakla yükümlüdür. Her bilenin üzerinde bir bilen vardır. İlim uğrunda çaba ve gayrete yapılan vurgu açık bir şekilde birilerinin diz çöküp Müslümanların meselelerini çözüme kavuşturacak bir eğitim sürecine ihtiyaç olduğunu aşikâr kılar.
Herhangi bir edebiyat metnini veya ironi, alegori, sembol ve imge üzerine bir bakışı olmayan kişinin neredeyse baştan aşağıya yoğunluklu bir edebi şaheser olan Kuran’ın herhangi bir ilim olmadan tercümeler aracılığı ile öğrenilebileceğini söylemek bir seviyesizliktir. Eğer herkes hakikate ulaşacaksa peygamberin varlığı gereksiz olurdu. Hâlbuki bir lütuf olarak peygamberi gönderen Allah’a hamd etmek yakışır mümin kişiye. Hakikat, ancak arayışa sahip olanın hakkı olacaktır ki o da her arayanın bulamayacağı gerçeğini de dikkate alınarak...
Hükmün kaide olarak uygulama alanına dair yorumu için gerekli olan şey bağlam, tarihsel süreç ve hangi soruya istinaden indirildiği gibi birçok ayrıntı isteyen bilgilere olan ihtiyaç açıktır. Bütün bu bilgileri bir tarafa bırakarak kendi yorumu ile akıl yürütmenin tutarlı bir mantığı yoktur.
Söylediklerimi izaha gerek yoktur. Çünkü sadece sosyal medyaya şöyle bir göz atar ve dini tartışmalara bakarsanız, meselenin nasıl bir kangren oluşturduğunu gözlemlersiniz… Belki kısaca akıl meselesini de değerlendirmeye tabi tutarak sonuca ulaşalım: mutlak anlamda bir akıl karşıtlığı Müslüman açısından düşünülemez bile… Tıpkı mutlak bir düşünce karşıtlığı da mümkün olmayacağı gibi…
O zaman akıl modern veya felsefi akıl üzerinden tanımlandığı zaman bir Müslüman açısından kabul edilebilir şartları kaybediyor. Çünkü bu anlamda akıl tanımlanmış ve kesinlik ifade eden bir tanıma sahiptir. Bu aklı eksene alan bakış ayeti de doğru yorumlama imkânını kaybeder. O yüzden akıl ancak işlevselliği üzerinden bir tanıma kavuşturulursa tabii ki en doğal hali ile Müslüman kişiye yakışır.
Ve eğer illa tanımlanmış bir akla sahip olunacaksa bu ilim usul geleneğinin doğal sonucu olarak ortaya çıkan akıl olmalıdır. Ama bu akıl, doğal olarak ayete tabi olan Sünnet'e tabi olan olacaktır. İlim Usul geleneğinin tabii sonucu olarak bir akla sahip olacağız ve yorumu da buna bina edeceğiz…
İşte denetleyici akıl ve Müslüman âlimin sahip olduğu taakkul budur…
Abdülaziz Tantik, 31.03.2018, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Düşlemek
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.