2 Nisan 2018 Pazartesi

SA5887/KY57-AHCZD96: Sûre Sûre Kur'an'da Mü'minlerin Vasıfları 59: A'raf (35-43)

"Müminler,  Allah’ın kurtuluş reçetemiz olarak gönderdiği Kur’an’a sımsıkı sarılırlar ve içindekileri düşünürler, anlamaya ve hayatlarına taşımaya çalışırlar. Allah’ın kitabından uzak ve gaflet içinde bulunamazlar. ”


بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

Bizi yaratan ve bize doğru yolu gösteren, kendine imân etme şerefini nasip eden, yediren ve içiren, hastalandığımızda da bize şifa veren, bizim canımızı alacak ve sonra diriltecek olan, hesap gününde, hatalarımızı bağışlayacağını umduğumuz (Şuara, 26/78-82) Âlemlerin Rabbi olan Allah’a sonsuz hamd’ü senâlar olsun. “Üsve-i hasene” olan Resûlü Muhammed Mustafa (sav)’e  salât u selâm olsun.


A’RAF SURESİNDE MÜ’MİNLERİN VASIFLARI (35-43. Ayetler)[1]

 يَا بَن۪ٓي اٰدَمَ اِمَّا يَأْتِيَنَّكُمْ رُسُلٌ مِنْكُمْ يَقُصُّونَ عَلَيْكُمْ اٰيَات۪يۙ فَمَنِ اتَّقٰى وَاَصْلَحَ فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ

“Ey Âdemoğulları! İçinizden âyetlerimi size anlatacak peygamberler gelir de (onları dinleyerek) kim kötülükten sakınıp kendini ıslah ederse, onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.” (A’râf Suresi,7/35.)

Evet her dönem Allah’ın elçileri, Allah’ın istekleri, yâni vahiy kendilerine ulaşınca insanlar iki grup oluyorlarmış. Kitap karşısında veya Peygamber karşısında iki grup insan varmış:

Ya kimileri bu hidâyete tâbi oluyorlar, muttaki davranıyorlar, Rablerinin koruması altına giriyorlar, o yol göstericinin yol gösterisine uyuyorlar yollarını, yol bilene soruyorlar, yol göstericinin elinden tutuyorlar o nasıl yol gösteriyorsa onun peşinde olmaya çalışıyorlar, o zaman:

"Onlar için korku da yoktur mahzun da olmayacaklardır."

Hükmü geçerlidir. Yâni onlar kesinlikle cennete gideceklerdir. Onlara korku yoktur ve onlar mahzunda olmayacaklardır. Yâni ne cehenneme gitme korkusu nede cenneti kaybetme hüznü olmayacaktır onlar için. Korku da yok mahzun olma da yoktur onlar için. Sû-renin ilerisinde gelecek ve diyecek ki Rabbimiz:

"Girin cennete sizin üzerinize korkuda yoktur mahzun olma da." (A’râf,7/49)

وَالَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَاسْتَكْبَرُوا عَنْهَٓا اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ

“Âyetlerimizi asılsız sayan ve büyüklenip onlardan yüz çevirenlere gelince, işte onlar cehennemliklerdir. Onlar orada ebedî kalacaklardır.” (A’râf Suresi,7/36.)

“Allah’ın âyetlerine karşı büyüklenenler, Allah’ın âyetlerine karşı müstekbir davrananlar, Allah’ın âyetlerine karşı, Allah’ın sistemine karşı kendilerini müstağnî görenler, ihtiyaçsız kabul ederek, eyval-lahsız bir tavır sergileyerek onu kabule tenezzül etmeyenler. Allah’ın âyetlerinden daha güzelini biz de söyleriz, Allah’ın sisteminden daha güzelini biz de vaz edebiliriz, Allah’ın yasalarından daha güzelini biz de koyabiliriz diyenler. Allah’ın âyetlerini beğenmeyenler. Allah’ın miras hukukunu beğenmeyip kendi hukuklarını onun yerine ikâme etmeye çalışanlar, kısas âyetleri bu devirde geçersizdir, tesettür âyetleri demode olmuştur diyenler. Allah’ın kullarının hayat yolları üzerine yerleştirdiği işaret levhalarını örttükleri için, âyetleri gizleyip kamufle ettikleri için ısrarla kendi hayatlarını, kendi anlayışlarını savunuyorlar. Âyetlere karşı, o âyetleri kendilerine sunan Allah elçilerine karşı kendi hayat felsefelerini gündeme getiriyor ve onu savunuyorlar. Âyetleri görmezden geliyorlar, duymazdan geliyorlar, yok etmek istiyorlar, örtmek istiyorlar. İşaret levhalarını örttükleri için de ne yaptıklarını nereye gittiklerini kestiremeyecek bir duruma düşmüşlerdir.” [2] Sonuç cehennem ve ebedi olarak orada kalış.

34. âyette peygamberi ve hak dini yalanlayanların dünyadaki âkıbetleri bildirilmişti. Bu iki âyette de iyilerle kötülerin âhiretteki durumları karşılaştırılmaktadır. Buna göre peygamberleri gelip de insanlara Allah’ın âyetlerini yani kutsal kitabını, delillerini ve hükümlerini (Râzî, XIV, 69) açık açık ortaya koyduğunda onlar ya peygamberi ve onun bildirdiklerini saygıyla benimseyip durumlarını düzeltir veya Allah’ın âyetlerini yalan sayıp İblîs gibi kibre kapılarak isyanlarını sürdürürler. Yüce Allah, âhirette bu zümrelerden ilkinin, korku ve üzüntüden emin bir şekilde mutlu olacağını müjdelerken, ikinci zümreyi “ateş ehli” (cehennem ashabı) diye nitelemekte ve ebedî olarak ateşte kalacaklarını haber vermektedir. (Diyanet, Kur’an Yolu Tefsiri, II/523.)

Yüce Allah'ın Adem (as.) ve evlatlarıyla yaptığı sözleşme budur. Budur Rabbimizin yarattığı ve üzerindeki süreyi belirlediği yeryüzünde halifelik yapmanın şartı. Yüce Allah, bu şart ve sözleşme uyarınca üstlendiği fonksiyonu yerine getirmesi için insan türünü yeryüzüne halife kılmış ve oraya yerleştirmiştir. İnsanın bu sözleşme ve şarta uymayan tüm davranışları dünyada Allah'a teslim olmuş kişilerce reddedilecek ve onaylanmayacaktır.

------

فَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباً اَوْ كَذَّبَ بِاٰيَاتِه۪ۜ اُو۬لٰٓئِكَ يَنَالُهُمْ نَص۪يبُهُمْ مِنَ الْكِتَابِۜ حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَتْهُمْ رُسُلُنَا يَتَوَفَّوْنَهُمْۙ قَالُٓوا اَيْنَ مَا كُنْتُمْ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ قَالُوا ضَلُّوا عَنَّا وَشَهِدُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ اَنَّهُمْ كَانُوا كَافِر۪ينَ

Allah’a iftira eden veya O’nun âyetlerini asılsız sayandan daha zalim kim vardır! Onlar kendileri için yazılmış nasiplerini elde ederler. Sonunda elçilerimiz gelip canlarını alırken, "Allah’ı bırakıp da tapmakta olduğunuz tanrılarınız nerede?" derler. "Bizden sıvışıp gittiler" diye cevap verirler. Ve (dünyadayken) kâfir olduklarına dair kendi aleyhlerinde şahitlik ederler. (A’râf Suresi,7/37.)

“Kim Allah’a karşı yalan uydurandan daha zalimdir? İşte bunlar, Rablerine arz edilecekler ve şâhitler de, “Rablerine karşı yalan söyleyenler işte bunlardır” diyeceklerdir. Biliniz ki, Allah’ın lâneti zalimler üzerinedir.” (Hûd Suresi,11/18.)[3]

“Artık, Allah’a karşı yalan uydurandan veya O'nun âyetlerini yalanlayandan daha zâlim kimdir? Şüphe yok ki (böyle) suçlular asla kurtuluşa ermezler.” (Yûnus Suresi,10/17.)[4]

“Kim, İslâm’a davet olunduğu hâlde, Allah’a karşı yalan uydurandan daha zalimdir? Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.” (Saff Suresi,61/7.)[5]

“Allah’a yalan iftirada bulunmak demek Allah’ın zatıyla alâkalı, sıfatlarıyla alâkalı yalan söylemek, sıfatları konusunda onu eksik tanımak, onun bu eksikliğini yerdekilerle tamamlama cihetine gitmek, onda olan sıfatları başkalarına vermek, başkalarının da onun sıfatlarına sahip olduğunu iddia etmek, Allah’ı yaratılmış insan konumuna indirgemek (Yahudiler) ya da insanı tanrılaştırmak (Hıristiyanlar) yani tevhidi bozmak demektir.

Yâni yeryüzünde ondan başka program yapıcı, kanun koyucu bir kısım Rablerin de olabileceğine inanmak ve bu kişilerin kanunlarına da uyulması gerektiğini iddia etmek, bunların da yeryüzünde etkili yetkili varlıklar olduklarını söylemek, yalnız Allah’a ait olan hâkimiyet hakkını bu varlıklara da vermek, ya da yeryüzünde Allah’tan başka şifa dağıtıcıların da varlığına inanmak, yeryüzünde Allah’tan başka rızık dağıtıcıların da varlığına inanmak, kendilerine sığınılacak, kendilerine dua edilecek, yardıma çağrılacak Allah’tan başka varlıkların da bulunduğunu iddia etmek işte bütün bunlar Allah’a yalan iftirada bulunmak demektir.

Veya Allah’ın zatıyla alâkalı Allah evlât edindi, işte Îsâ Allah’ın oğludur, Üzeyr Allah’ın oğludur, melekler Allah’ın kızlarıdır biçiminde Allah’a yalan iftirada bulunmak. Veya Aristo’nun dediği gibi Allah ha-yata karışmaz, Allah dünyayı yarattı ve işi bitti. Allah bir şey indirmemiştir, Allah bize âyet göndermemiştir, Allah bizim hayatımızla ilgilen-mez şeklinde Allah’a yalan iftirada bulunmak. Ya da hayatı ilgilendi-ren konularda Allah ve Resûlüne rağmen, Allah ve Resûlünün buyruklarına rağmen veya onlara binaen söylenen yalanlar da Allah’a yalan iftiradır. Yâni Allah ve Resûlünün sözlerini başka bir şekle getirerek söylenen yalanlar.” [6]

Allah’a ortak koşmak ve “Şu helâldir, bu haramdır” gibi keyfî hükümler koymak suretiyle Allah hakkında yalan uyduranlar veya Allah’ın âyetlerini yalan sayanlar zalimlerin en zalimidirler. (Diyanet, Kur’an Yolu Tefsiri, II/523.)

Hani Lokmân, oğluna öğüt vererek şöyle demişti: “Yavrum! Allah’a ortak koşma! Çünkü ortak koşmak elbette büyük bir zulümdür.” (Lokmân Suresi,31/13.)[7]

-------

قَالَ ادْخُلُوا ف۪ٓي اُمَمٍ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِكُمْ مِنَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ فِي النَّارِۜ كُلَّمَا دَخَلَتْ اُمَّةٌ لَعَنَتْ اُخْتَهَاۜ حَتّٰٓى اِذَا ادَّارَكُوا ف۪يهَا جَم۪يعاًۙ قَالَتْ اُخْرٰيهُمْ لِاُو۫لٰيهُمْ رَبَّـنَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اَضَلُّونَا فَاٰتِهِمْ عَذَاباً ضِعْفاً مِنَ النَّارِۜ قَالَ لِكُلٍّ ضِعْفٌ وَلٰكِنْ لَا تَعْلَمُونَ

“Allah buyuracak ki: "Sizden önce geçmiş cin ve insan toplulukları arasında siz de ateşe girin!" Her ümmet girdikçe yoldaşlarına lânet edecektir. Hepsi birbiri ardından orada (cehennem) toplanınca, sonrakiler öncekiler için, "Ey rabbimiz! Bizi işte bunlar saptırdılar! Onun için onlara ateşten bir kat daha azap ver!" diyecekler. Allah da, "Zaten hepiniz için bir kat daha azap vardır, fakat siz bilmezsiniz" diyecektir.” (A’râf Suresi,7/38.)

Evet Rabbimiz buyuracak ki onlara: Haydi bakalım girin cehenneme. Sizden önce insanlardan ve cinlerden sizin gibi düşünen, sizin gibi inanan, sizin gibi yaşayan, sizinle beraber aynı günahları işleyen, aynı zulümleri irtikap edenlerle beraber girin cehenneme denilecek onlara.

وَقَالَتْ اُو۫لٰيهُمْ لِاُخْرٰيهُمْ فَمَا كَانَ لَكُمْ عَلَيْنَا مِنْ فَضْلٍ فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْسِبُونَ۟

Öncekiler de sonrakilere derler ki: "Sizin bizden arta kalır bir tarafınız yok. O halde siz de yaptıklarınıza karşılık azabı tadın!" (A’râf Suresi,7/39.)

 “İnkâr edenler, “Biz bu Kur’an’a da ondan önceki kitaplara da asla inanmayız” dediler. Zalimler, Rablerinin huzurunda durduruldukları zaman hâllerini bir görsen! Birbirlerine laf çevirip dururlar. Zayıf ve güçsüz görülenler, büyüklük taslayanlara, “Siz olmasaydınız, biz mutlaka iman eden kimseler olurduk” derler. Büyüklük taslayanlar, zayıf ve güçsüz görülenlere, “Size hidayet geldikten sonra, biz mi sizi ondan alıkoyduk? Hayır, suçlu olanlar sizlerdiniz” derler.” (Sebe Suresi,34/31-32.) [8]

“Hepsi Allah’ın huzuruna çıkacaklar; zayıflar, büyüklük taslamış olanlara diyecekler ki: "Biz size uymuştuk, şimdi siz Allah’ın azabından küçücük bir şeyi bizden savabilir misiniz?" Ötekiler şöyle cevap verecekler: "Allah bizi doğru yola iletmiş olsaydı biz de sizi iletirdik. Şimdi sızlansak da katlansak da farketmez. Bizim için artık sığınacak bir yer yok!" (İbrahim, 14/22.)[9]

Evet Kur’an’ın pek çok yerinde işte bu konu uzun, uzun anlatılır. Önderleri yüzünden tâbi oldukları yüzünden cehennemi boylayan insanların pişman oldukları, keşke onlara tâbi olmasaydık, keşke onları dinlemeseydik de Allah ve Resûlünü dinleseydik, keşke onları büyük bilmeseydik, keşke onları efendi bilip onlara itaat etmeseydik de Rabbimizin istediği biçimde yaşasaydık diye hasret ve pişmanlıkla yanıp yakıldıkları anlatılır. Özellikle “Küberaena” ve “Sadetena” ifadeleri geçtiği için böyle dedim. Bunlardan “sadetena” siyasal büyükler, siyasî sahada büyük kabul edilenler, meselâ hukuk konusunda büyük kabul edilenler, ekonomi konusunda uzman kabul edilenler ve kendilerinin yasalarına tâbi olunanlar kastedilirken “Kübe-raena” diye anlatılanlar da din büyükleridir.[10]

“Bir gün gelecek bu dünya, bu hayat bitecek, sonra Allah herkesi tekrar diriltecek ve herkes Rablerinin huzurunda toplanacak. Zaten şu anda da herkes Allah’ın huzurundadır. Fakat insanlardan kimileri bunun farkında değillerdir. O gün herkes bunun farkına varacaktır. İşte o büyük iradenin huzurunda toplandıkları bir ortamda zayıflar, güçsüzler, zayıflatılmışlar, mus’taz’aflar zayıflatanlara, güçlülere, yöneticilere, müstekbirlere diyecekler ki. Bu dünyada güçlerine, kuvvetlerine, saltanatlarına güvenen müstekbirler zayıfları, zayıf bıraktıkları insanları ezdiler. Onları kendi güç ve kuvvetleri önünde eğilmeye zorladılar. Kendi yasalarına itaate zorladılar. Hattâ kendilerinin tanrılığını onaylamaya zorladırlar onları. Bize boyun bükeceksiniz, bizim İlâhlığımızı kabul edeceksiniz, bizim istediğimizi yapacaksınız, bizim istediğimiz gibi yaşayacak, bizim istediğimiz gibi inanacak, bizim istediğimiz gibi düşünecek, bizim istediğimiz gibi inanacak, bizim istediğimiz gibi bir hayat yaşayacaksınız dediler.”[11]

Dünyada Allah’ın çağrısına kulak vermeyip O’nun emir ve yasaklarını dinlemeyenler, bu toplantı gerçekleştiğinde cezalandırılacaklarını anlayınca birbirlerini suçlamaya başlayacaklar. Özellikle dünyada iradelerini liderlerinin istekleri doğrultusunda kullanmış olan güçsüz kimseler, âhirette gerçeklerle karşılaştıklarında aldatılmış olduklarını anlayacaklar ve dünyada kendilerine uydukları için bu duruma düştüklerini söyleyerek önderlerini kınayacaklar. 

Âyet bilgi, sosyal statü, ekonomik imkân gibi yönlerden güçlü ve etkin durumda bulunanların, bu özelliklerine paralel sorumlulukları da bulunduğunu hatırlatması yanında şartları ve konumları itibariyle zayıf olanların da önder ve rehberlerini seçmekte, onlara uymakta akıllı ve dikkatli hareket etmeleri hususunda herkesi uyarmaktadır. (Diyanet, Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: III/313-314)

İnsan kendi suçunu başkasına atmaya çalışacak ama ne öncekiler ne müstekbirler ne de şeytan bunu üstlenmeyecektir. İnsan kendi yapıp-ettiklerinin sonuçlarıyla baş başa kalacaktır.

38. ayetin sonunda mutlak hâkim olan Allah da buyurur ki: “Zaten hepiniz için bir kat daha azap vardır.” Çünkü iki kat suç işlemişlerdir; yani öncekiler ve önderler hem kötü oldukları hem de kötülük yollarını açtıkları için, diğerleri ise onlara uymaları yanında, fikirleri, malları, güçleri, mevkileri, tutum ve davranışlarıyla onları destekleyip yüreklendirdikleri, güçlerine güç kattıkları, bâtıl ideolojilerini yaşatıp yaydıkları ve sonrakilere kötü örnek oldukları için iki kat suçludurlar ve iki kat ceza göreceklerdir. (Diyanet, Kur’an Yolu Tefsiri, II/523-524.)

------

اِنَّ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَاسْتَكْبَرُوا عَنْهَا لَا تُفَتَّحُ لَهُمْ اَبْوَابُ السَّمَٓاءِ وَلَا يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ حَتّٰى يَلِجَ الْجَمَلُ ف۪ي سَمِّ الْخِيَاطِۜ وَكَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُجْرِم۪ينَ

“Bizim âyetlerimizi asılsız sayanlar, büyüklenip onlardan yüz çevirenler var ya, işte onlara göğün kapıları açılmayacak ve onlar, deve iğne deliğinden geçinceye kadar cennete giremeyeceklerdir! Suçluları işte böyle cezalandırırız!” (A’râf Suresi,7/40.)

Evet az evvelki âyette Rabbimizin anlattığı müstekbirlerin iki tavrı anlatılıyor burada. Birincisi Allah’ın âyetlerini yalanlamak, ikincisi de âyetlere karşı kibirlenmek, âyetlere karşı müstekbir davranmak, ihtiyaçsız davranmak, kendilerini Allah’ın âyetlerinden müstağnî görmek.

Bu müstekbirler Allah’ın âyetlerini yalan sayıyorlar, Allah’ın âyetlerini yok farz ediyorlar, Allah’ın âyetlerine karşı aldırış etmiyor-lar, Allah’ın âyetlerini uygulamaya yanaşmıyorlar da başkalarının âyetlerini uygulamaya çalışıyorlar. Hayatı düzenlemek üzere Allah’ın gönderdiği âyetlerini görmezden geliyorlar da hayatlarını başka şeylerle düzenlemeye çalışıyorlar. İşte Allah’ın âyetlerini yalanlamanın mânâsı budur. Yâni bir insanın Allah’ın âyetlerine rağmen kendisine düzen kurmaya çalışması, Allah’ın âyetlerinin varlığına rağmen farklı bir hayat yaşamaya çalışması Allah’ın âyetlerini yalanlaması anlamına gelmektedir.

Allah’ın âyetlerini yalan ve asılsız saymak suretiyle ulûhiyyet, tevhid, nübüvvet, âhiret gibi temel dinî öğretileri inkâr edenler için “göğün kapıları açılmayacak”tır. Fahreddin er-Râzî âyetin bu ifadesiyle ilgili muhtemel anlamları şu şekilde sıralamaktadır: 1. Onların amelleri, duaları ve itaat cinsinden diğer faaliyetleri kabul edilmez. 2. Gökler, müminlerin ruhlarına açılırken onların ruhlarına açılmaz. 3. Onların göğe yükselmelerine ve cennete girmelerine izin verilmez. 4. Onlara bereket ve hayır inmez. (Diyanet, Kur’an Yolu Tefsiri, II/525-526.)

--------

لَهُمْ مِنْ جَهَنَّمَ مِهَادٌ وَمِنْ فَوْقِهِمْ غَوَاشٍۜ وَكَذٰلِكَ نَجْزِي الظَّالِم۪ينَ

“Onlar için cehennem ateşinden döşekler, üstlerine de örtüler vardır. İşte zalimleri böyle cezalandırırız!” (A’râf Suresi,7/41.)

وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَا نُكَلِّفُ نَفْساً اِلَّا وُسْعَهَاۘ اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَنَّةِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ

“İman edip dünya ve âhiret için yararlı işler yapanlara gelince, -ki hiç kimseye gücünün üstünde bir vazife yüklemeyiz- işte onlar cennetliklerdir. Orada onlar ebedî kalıcıdırlar.” (A’râf Suresi,7/42.)

“Biz hiç bir insana, hiç bir nefse gücünün yetmeyeceği bir yükü yüklemeyiz.” Yâni bizim inanılmasını ve amele dönüştürülmesini istediğimiz şeylerin tamamı insanın güç yetirebileceği takat getirebileceği şeylerdir diyor Rabbimiz. Allah hiç bir kimseye gücünün yetmeyeceği yükü yüklemez. Onun içindir ki Kur’an-ı Kerîmde Rabbimizin bizi sorumlu tuttuğu şeylerin tamamı bize göredir. Buna göre Rabbimizin bizden istediği kulluk konularında hiç kimsenin ben bunları yapamadım, benim bunları yapmaya gücüm yetmedi diye mâzeret ileri sürmeye hakkı yoktur.

Allah’ın âyetlerini yalanlayan, kibirlilik taslayıp bu âyetleri kabul etmemekte direnen, ilâhî rahmet ve inâyetten mahrum kalacak ve asla cennete giremeyecek olan o mücrim ve zalimlerin varıp kalacakları yerin cehennem olduğu ifade buyurulduktan sonra 42. âyette de iman edip hayırlı işler yapanların “cennet ehli” olduğu ve orada ebedî kalacakları belirtilmektedir. Bu arada, herkesin ancak gücünün yettiği kadarıyla mükellef tutulduğu belirtilerek bir bakıma, müminlerin, istemelerine rağmen yapamadıkları hayırlı faaliyetler sebebiyle ümitsizliğe düşmelerine gerek olmadığına, insanın cennet ehlinden olabilmesi için yapabileceği kadarını yapmasının yeterli olduğuna işaret edilmiştir. (Diyanet, Kur’an Yolu Tefsiri, II/527.)

--------

وَنَزَعْنَا مَا ف۪ي صُدُورِهِمْ مِنْ غِلٍّ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهِمُ الْاَنْهَارُۚ وَقَالُوا الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي هَدٰينَا لِهٰذَا وَمَا كُنَّا لِنَهْتَدِيَ لَوْلَٓا اَنْ هَدٰينَا اللّٰهُۚ لَقَدْ جَٓاءَتْ رُسُلُ رَبِّنَا بِالْحَقِّۜ وَنُودُٓوا اَنْ تِلْكُمُ الْجَنَّةُ اُو۫رِثْتُمُوهَا بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ

“(Cennette) onların altından ırmaklar akarken, kalplerinde kinden ne varsa hepsini çıkarıp atarız. Ve onlar derler ki: "Bizi bu nimete kavuşturan Allah’a hamdolsun! Allah bize bahşetmeseydi biz kendiliğimizden elde edemezdik. Hakikaten rabbimizin elçileri gerçeği getirmişler." Onlara, "İşte size cennet. Yapmış olduğunuz iyi amellere karşılık o size kaldı" diye seslenilir.” (A’râf Suresi,7/43.)

Eğer bu ayeti geniş manasıyla düşünürsek, Allah'ın iyi kullarının şaibeli halde cennetine girmelerini istemediği, aksine onları cennete girmeden önce lütfu ile temizleyeceği sonucuna varırız. Böylece onlar oraya tam arınmış ve saf bir halde gireceklerdir. (Tefhîm, II/37.)


Cennet bir “barış ve esenlik yurdu” (bk. En‘âm 6/127; Yûnus 10/25) olacak; orada bulunanların ayaklarının altından cennet ırmakları akacak; onlar, ruhlarını arındıran, kendilerini cennetin güzelliklerine kabul buyuran Allah’a şükürlerini “Bizi bu nimete kavuşturan Allah’a hamdolsun! Allah bize bahşetmeseydi biz kendiliğimizden elde edemezdik” diyerek dile getireceklerdir. Bu ruhanî arınmışlık ve cennet nimetleri kuşkusuz Allah’ın lutfudur. Fakat o lutfa ancak iman ve hayırlı işlerle liyakat kazanıldığı için Allah’a hamdeden cennet ehline “İşte size cennet. Yapmış olduğunuz iyi amellere karşılık o size verildi” diye seslenilecektir. (Diyanet, Kur’an Yolu Tefsiri, II/527.)




    <<Önceki                     Sonraki>>


Ahmet Hocazâde, 02.04.2018, Sonsuz Ark, Konuk Yazar,  Muhâfız ya da Muârız'a dair

Ahmet Hocazâde Yazıları



[1] Bu çalışmada Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Meal ve Tefsir çalışması kaynak olarak alınmış olup, zaman zaman açıklamalarla zenginleştirme yoluna gidilmiştir.
[2] Ali Küçük, Besâiru’l-Kur’ân, http://besairulkuran.blogspot.com.tr/2012/05/araf-suresi-1-110-ayetler.html
[3] وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَى عَلَى اللّهِ كَذِبًا أُوْلَئِكَ يُعْرَضُونَ عَلَى رَبِّهِمْ وَيَقُولُ الأَشْهَادُ هَؤُلاء الَّذِينَ كَذَبُواْ عَلَى رَبِّهِمْ أَلاَ لَعْنَةُ اللّهِ عَلَى الظَّالِمِينَ
[4] فَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَى عَلَى اللّهِ كَذِبًا أَوْ كَذَّبَ بِآيَاتِهِ إِنَّهُ لاَ يُفْلِحُ الْمُجْرِمُونَ 
[5] وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَى عَلَى اللَّهِ الْكَذِبَ وَهُوَ يُدْعَى إِلَى الْإِسْلَامِ وَاللَّهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ 
[6] Ali Küçük, Besâiru’l-Kur’ân, http://besairulkuran.blogspot.com.tr/2012/05/araf-suresi-1-110-ayetler.html
[7] وَإِذْ قَالَ لُقْمَانُ لِابْنِهِ وَهُوَ يَعِظُهُ يَا بُنَيَّ لَا تُشْرِكْ بِاللَّهِ إِنَّ الشِّرْكَ لَظُلْمٌ عَظِيمٌ
[8] وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لَن نُّؤْمِنَ بِهَذَا الْقُرْآنِ وَلَا بِالَّذِي بَيْنَ يَدَيْهِ وَلَوْ تَرَى إِذِ الظَّالِمُونَ مَوْقُوفُونَ عِندَ رَبِّهِمْ يَرْجِعُ بَعْضُهُمْ إِلَى بَعْضٍ الْقَوْلَ يَقُولُ الَّذِينَ اسْتُضْعِفُوا لِلَّذِينَ اسْتَكْبَرُوا لَوْلَا أَنتُمْ لَكُنَّا مُؤْمِنِينَ
[9] وَبَرَزُوا لِلّٰهِ جَم۪يعاً فَقَالَ الضُّعَفٰٓؤُ۬ا لِلَّذ۪ينَ اسْتَكْـبَرُٓوا اِنَّا كُنَّا لَكُمْ تَبَعاً فَهَلْ اَنْتُمْ مُغْنُونَ عَنَّا مِنْ عَذَابِ اللّٰهِ مِنْ شَيْءٍۜ قَالُوا لَوْ هَدٰينَا اللّٰهُ لَهَدَيْنَاكُمْۜ سَوَٓاءٌ عَلَيْنَٓا اَجَزِعْنَٓا اَمْ صَبَرْنَا مَا لَنَا مِنْ مَح۪يصٍ۟
[10] Ali Küçük, Besâiru’l-Kur’ân, http://besairulkuran.blogspot.com.tr/2012/05/araf-suresi-1-110-ayetler.html
[11] Ali Küçük, Besairu'l Kur'an,  http://besairulkuran.blogspot.com.tr/2012/05/ibrahim-suresi.html



Sonsuz Ark'tan
  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.

Seçkin Deniz Twitter Akışı