Tarih'in henüz keşfedilmemiş izlerini toprağın, okyanusların, lavların ve buzulların altında bıraksa da insan, atalarına ait arkeolojik, antropolojik ve filolojik izlerin ördüğü geçmiş bilgisini yorumlamak için yeterli veriye sahip görünüyor.
20. yüzyılın bitiminde, 21. yüzyılın, hümanizma merkezli yeni milenyumun postulatlarını oluşturacağına dair, romantiklerin yüksek bir beklentisi vardı. İnsan zihnine ait döngü, insan değişmediği için ardışık tekrarlarla 18 ve 19. yüzyıl romantikleri, 20. yüzyılın son yarısında, 19. yüzyılın son, 20. yüzyılın ilk dönemlerinde yaşayan baskın düşünme biçemi modernizme karşıt olarak konumlanan postmodern düşüncenin içine sızmışlardı ve önemli miktarda romantik, postmodern kurgularla modernizme diş biliyordu ve insan merkezli bir yeni bin yıl hayâl ediyordu. Oysa modernizm farklı formlarda tarihte gücünü sürekli korumuştu ve postmodern başkaldırı genetiği,modernite olmadan olamayacak olan bir ruh ikiziydi.
Yani, tarih, her ikisini aynı zaman diliminde farklı formatlarda da olsa içerik olarak birlikte kaydetti.. Biri genel çıkarları ve sistematik bir kurguyu korumaya çalıştı, diğeri de bireyi önceleyen ve belki de egoizmden pragmatizme, pragmatizmden oportünizme, oradan da anarşizme dönüşerek diğerinin varlık sebebi olmayı, kendisini koruyarak sağladı.
Yani, tarih, her ikisini aynı zaman diliminde farklı formatlarda da olsa içerik olarak birlikte kaydetti.. Biri genel çıkarları ve sistematik bir kurguyu korumaya çalıştı, diğeri de bireyi önceleyen ve belki de egoizmden pragmatizme, pragmatizmden oportünizme, oradan da anarşizme dönüşerek diğerinin varlık sebebi olmayı, kendisini koruyarak sağladı.
Yeni binyılın temel duvarlarının örüldüğü bir yüzyıl hayali, postmodern romantiklerin kursağında kaldı; belki de bunun asıl sorumluları yine kendileriydi. İdeal insan, ideal toplum kriterleri muğlaktı ve bu kavramların içeriğine dair kriter önerenlerin zihinsel standartları olarak üretilmişlerdi; gerçekçi değillerdi ve başarısız olmaya mahkûmlardı. Çünkü; tarih okumaları yetersizdi. Fikrin kırım tarihine dair kesin bir bilgileri yoktu; iki temel çıkış yolundan birini tercih etmeye mecbur bırakılmışlardı. Ya başlangıcı bir yaratıcıya bağlayacaklardı ya da başlangıcı kendiliğinden evrilmeye bırakacaklardı.
Başlangıcı bir yaratıcıya bağlayanların yaşadığı karmaşalar, kesin bilgiye olan ihtiyacı arttırıyor olduğu için, başlangıç bilgisi güç kaynağı olarak saklanıyor ve gücün ihtiyaç duyduğu her bir değişiklik bu şekilde saklı tutulan bilgi değiştirilerek sağlanıyordu. Kesin bilginin tahrifi, gücü elde edenlerin -beklentilerinin aksine- bir süre sonra hâkimiyetlerinin sarsılmasına neden oluyor ve onları tarih sahnesinden siliyordu. Kesin bilgiden elde edilen fikrin kırımı, kırımcıların hâkimiyet sahalarında kaoslar oluşturuyor ve yok edilen fikir, kimi zaman bir peygamberle kimi zaman da bir kahramanla karşıt düşüncelerin içinde filizleniyordu.
Başlangıcı kendiliğinden evrilmeye bırakanların ilk nedeni, başlangıcı yaratıcıya bağlayanların kesin bilgiyle olan ilişkilerinin bozulması ile ortaya çıkan kaosa bir tepki olarak tanımlandı. Kaos'a karşı olarak tanımlanan bu tepki, tahrifçi egemenleri atlıyor, doğrudan yaratıcıyı suçluyordu ve yaratıcıyı reddetmenin bir çözüm olacağı fikrine temel oluşturuyordu. Karşıt zihin, Kaos'a neden olan Tanrısal bir gücü reddettiğinde, ideal olanı tasarlayabileceğini düşünüyordu. Oysa bu yanlıştı. Kaos'a neden olan Tanrısal güç değil, kesin bilgiye hâkim olanların ve onu diledikleri gibi değiştirenlerin egemenlik düşleriydi.
15.yüzyıldan sonra insanlık tarihine yön veren Avrupalı ve Amerikalı bilincin ürettiği postmodern romantik akıl, yeni milenyum için, 21.yüzyıla yüklediği hayâlde haklı değildi. Buna hiç hakkı yokken ve bu hayâl için yeterli değilken, çıkışsız kaldığında da bunu anlamadı. 2012 yılı maya efsanelerine göre kıyamet yılıydı; ancak bu kıyamet, yaşlı dünyayı beş yüz yıl boyunca kasıp kavuran bir düşünce sistematiğini, kültürünü ve medeniyetini, yani Batı'yı toptan tarihe gömecek olan bir kıyamet olabilirdi. Ve bu kıyametin, kanla, vahşetle, sömürüyle ardı arkası kesilmeyen savaşlarla insanlığa kan kusturan Batı için kan emici bir çark olan kapitalizmin neden olduğu 2008 Ekonomik Krizi ile başladığı ve artan bir ivmeyle sürdüğü artık yadırganmayacak kadar gerçekti.
Batılı düşüncenin ürettiği postmodern akımın düşünce işçileri, modernizmin evrensel ve sabit ahlak ilkelerinin geçersizliğini iddia ettiklerinde, onların yerine yerleştirdikleri şeyde genel ahlak ilkeleri dahil her şey görelileşmişti; ve ideal insan normları, her türlü vahşeti, cinsel sapkınlıkları göreli normların akışına bırakarak insan soyunu ve fikrini kırıma uğratmışlardı. Elbette modernizm, ürettiği sömürü sisteminin tanrısız ya da tanrılı veya Tanrı'nın yetkilerini kuşanmış sistem yetkililerinin sıkıca tanımlanmış ve dayatılmış kavramları ve kurumlarıyla, insanlık adına iyi ve ideal olan değildi. Postmodernizmi gerektirecek kadar vahşiydi, vandaldı; yok ediciydi...
Yeni binyıl için biraz da olsa hayâl kurma hakkı olan Pluralizm, 20. yüzyılın son çeyreğinde uluslar arası politika ve iç politika arasında ayırıma giden devlet merkezli bir analizi benimseyen düşünce okullarına bir tepki olarak doğduğunda, sistemdeki değişiklikler sonrası devletin sınırlarının giderek önemini yitirmeye başladığına ve iç politikanın dış politikaya etkisinin arttığına işaret ediyordu. Ancak küreselleşme olarak algılanan bu düşünce 2000'li yıllarda yeni bir sömürü sistematiğine dönüşerek Batı Medeniyeti'nin konforlu hayatının çöküşüne hizmet edecekti.
Batı medeniyeti, onbinlerce yıllık insanlık tarihini ve medeniyetlerini -arkeolojik, antropolojik ve filolojik bulgularını da çalarak müzelerinde yığdığı halde- yok saymış, başlangıcını Antik Yunan'a iliştirmişti. 13. ve 14. yüzyılda İngiltere 'de krallığın, 15. ve 16 yüzyılda İtalya'da papalığın, 17. yüzyılda Fransa'da krallığın koruması altında oluşturulan bilim kurulları, Endülüs Emevilerinden derledikleri edebiyatı, felsefeyi, bilimi, daha doğrusu düşünceyi kendisine ait sayarak, sonradan Avusturya ve Almanya ile genişletmiş, ardından hızla Amerika kıtasına devrederek, temsilci olarak Amerika Birleşik Devletleri'ni tayin etmişti.
Antik Yunan'ı temel kabul eden küstah ve yalancı Batı Medeniyeti'nde birbirine karşıt olarak onlarca düşünce akımı, felsefe, edebiyat, sanat ve din alanında çarpıştı durdu. Savaşların yönlendirdiği akımların, sömürü sistematiğine hizmet ettiği gerçeği yadsınamazdı; hiçbir emperyal düşünce, kültürel emperyalizm olmadan yaşayamaz ve genişleyemezdi. Batı Medeniyeti'nin bütün edebiyatçıları, felsefecileri, sanatçıları, emperyalizme hizmet edecek araçlar ürettiler; içten dışa doğru her çatışmaları Antik Yunan'a iliştirdikleri başlangıç nedenlerinden kaynaklanıyordu.
(Oysa yine Batı Medeniyeti'nin bir temsilcisi gerçeğin perdesini aralayacak, Kara Athena: Klasik Medeniyet'in Afro-Asyatik Kökleri -Black Athena: The Afroasiatic Roots of Classical- adlı eseriyle Martin Bernal, Antik Yunan ve dolayısıyla Batı Medeniyetinin kültürel kökeninin Afro-Asyatik Antik Mısır ve Finike kültürlerine dayandığını kanıtlayacaktı)
İlk temsilcisinin Poetika ile Aristoteles olduğu kurgucu anlayış ve MS. 1. yüzyılda Eski Romalı düşünür Longinus'un Peri Hypsous (Yücelik Üzerine) adlı çalışmasında bir yapıtın sanatsal değerinin içindeki coşku miktarı ile ölçülebileceğini iddia ederek kurgucu anlayışı reddeden dışavurumcu anlayış...
Batı medeniyeti, kurgucu ve dışavurumcu iki temelle sürekli çatıştı durdu. Bu iki temel aralarına onlarca akımı alarak dönüştüklerinde en son giyindikleri form Kurgucu Modernizm ve Dışavurumcu Postmodernizm olarak insanlık tarihine kaydedildi... Değişen hiçbir şey yoktu. Batı medeniyeti, başladığı yerdeydi ve beş yüz yıllık bir süreç, insanlığa teknolojiyi ve kuantumu hediye etmişti; ancak yeni binyıl için insanlığa ait bir hayâl kurma hakkını yitirmişti.
Fikrin Kırım Tarihi, beş yüz yıllık Batı Medeniyeti ile başlamamıştı. Binlerce, belki de milyonlarca yıllık insanlık tarihinde ilk fikir kırımı, Batı Medeniyeti'ne de, onun temel aldığı Antik Yunan Medeniyeti'ne ve ondan önce binlerce yıllık önceden gelen Antik Hind(İndus), Antik Maya, Antik Çin, Antik Mısır, Antik Mezopotomya ve Antik Roma Medeniyetlerinin savaşlarla kuruluşları ve savaşlarla yıkılışlarına kadar, her medeniyeti etkileyen iki insan arasındaki fikir kırımı ile başlamış; Adem'in iki oğlu arasındaki kurgusalcı ve dışavurumcu düşünce farklılıkları ile insanlık tarihine girmişti. Düzeni çağrıştıran Modernite ile düzene karşıtlığı betimleyen postmodernite, egoizm ve bunlarla birlikte bütün alt etkileri içeren bir çatışma, insana atalarından miras kalmıştı Adem'in iki oğlu arasındaki temel ayrıklık, kesin bilgiye olan inancın sembolü olan kardeşin içtenlik kriterine, diğer kardeşin bencillik kriteri ile karşılık vermesi ile açığa çıkmıştı. Kâtil olacak olan kardeş, maktûl'ün içtenlik fikrini kırmıştı ve sonradan olacakların sorumluluğunu taşıdığının farkında değildi... İnsan-insan soy ve fikir kırımının temelinde, her zaman ihmal edildiği gibi sadece bu vardı. (Kur'an'-ı Kerim/Mâide 27-30)
Ancak Fikrin Kırım Tarihi, Adem'in iki oğlu ile başlamamıştı. Allah, Ademi yarattığında İblis'e de Adem'e secde etmesini emrettiğinde , İblis Allah'ın fikrine karşı dışavurumcu -postmodernist ilk kırım hareketini başlatmıştı,"Kendisinin ateşten, Adem'in topraktan yaratıldığını ve Adem'den üstün olduğunu ileri sürerek" Allah'ın emrine karşı çıkmıştı. Allah -İblis arasındaki bu kırım girişimi, İblis'in ölümsüzlük aldatmacasıyla Adem'in yasak ağaçtan yemesinde trigonu tamamlayarak gerçekleşmişti. İnsanın ilk fikir kırımı İblis'in fikir kırımı teşebbüsü ile Adem'in şahsında gerçekleşmişti.(Kur'an'ı Kerim/A'râf: 11-27 )
Yeni milenyumda İblis'le başlayan, Ademle ve onun oğulları ile devam eden Fikrin Kırım Tarihi, elçilerin ve kitapların gönderilmesi sürecinde kısa aralıklarla kesintiye uğrasa da sona ermemiş, -Kur'an'ın gönderilmesi ile yeni bir mecrâya girmiş olmasına karşılık- Müslümanların, oluşturdukları medeniyeti dışavurumcu bir koda entegre etmesi dolayısıyla insanlık için asıl iyiliğin yaygınlaşmasına -devam ederek- mâni olmuştur.
Bütün olanlara karşılık, Batı Medeniyeti ile süregelen insanlık tarihi, yeni bin yılda -Fikrin Kırım Tarihi kıyamete dek sürecek olsa da- hakikatin/gerçeğin tek kaynağına muhtaç olduğunu insana hatırlatmaktadır. Bu yaratılışından beri, insana destek veren Allah'ın gönderdiği kitap olan Kur'an'ı Kerim'dir ve o insanlık için değişmeyecek ideali, hayâli ve iyiliği şöyle tanımlamaktadır:
"İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı taraflarına çevirmeniz değildir. Asıl iyilik, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitap ve peygamberlere iman edenlerin; mala olan sevgilerine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyene ve kölelere verenlerin; namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren, antlaşma yaptıklarında sözlerini yerine getirenlerin ve zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda (direnip) sabredenlerin tutum ve davranışlarıdır. İşte bunlar, doğru olanlardır. İşte bunlar, Allah’a karşı gelmekten sakınanların ta kendileridir." (Kur'an'ı Kerim/ Bakara 177)
Müslümanların, insanlığa bir medeniyyet tasavvur etme borçları ve sorumlulukları vardır ve bu medeniyyetin tek kaynağı da, geçmişteki perdeleme gayretlerine rağmen insan için sadece Kur'an-ı Kerim'dir.
"Andolsun, size öyle bir kitap indirdik ki sizin bütün şeref ve şanınız ondadır. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız? Biz zulmetmekte olan nice memleketleri kırıp geçirdik ve onlardan sonra başka başka toplumlar meydana getirdik." (Kur'an-ı Kerim/Enbiyâ 10-11)
Allah'ın fikri, iblis ve insan tarafından kırılmaya teşebbüs edildiği için insanlık tarihi birbirini ardıllayan kaoslardan kurtulamamıştır. Kasas Sûresi 1-6. ayetlerde Allah şöyle anlatıyor günümüz gerçekliğini: "Şüphe yok ki, Firavun yeryüzünde büyüklük taslamış ve ora halkını sınıflara ayırmıştı. Onlardan bir kesimi eziyor, oğullarını boğazlıyor, kadınlarını ise sağ bırakıyordu. Şüphesiz o, bozgunculardandı. Biz ise, istiyorduk ki yeryüzünde ezilmekte olanlara lütufta bulunalım, onları önderler yapalım ve onları varisler kılalım."
Modernite her devirde kurduğu ve kolladığı kibir/büyüklenme ile insanları sınıflara ayırmış, ezmiş ve öldürmüştü; buna karşı çıkanlar da kendilerini ezilmekte olanların haklarını savunan postmodernler olarak tanımladılar; ancak hiçbiri gerçekten amaçladığı şeyleri insanlara anlatmadılar. Her biri sadece ve sadece bireysel çıkarlarının korunduğu ve kollandığı bir düzen istediler. Fikirlerin kırılmasına karşı çıkanlar bizzat fikirlerin kırımına, kitaplarıyla, düşünceleriyle, sanatlarıyla hizmet ettiler...
Yeni binyıl, üçüncü bin yıl, bize, fikrin yeniden kurulmasının ve buna bağlı olarak insan için tanımlanan iyiliği yeni kitaplarla, düşüncelerle, sanatla idealar dünyasından gerçekler dünyasına indirmemizin sorumluluğunu yüklüyor.
Dipnot: Wikipedia'dan yararlanılmıştır