25 Temmuz 2012 Çarşamba

SA14/MEY2: Çocuk Ruhu Dediğin, Gergefteki İpekli, Sırmalı, Nakışlı Kanaviçe

"Henüz vaktimiz var, henüz kaybeden batı kadar batmadık; çünkü bizim -her ne kadar kirli elbiselerle giydirilse de-  İslam gibi bir dinimiz, asla eskimeyen ve üzerine titredikçe bizi besleyen tertemiz Kur'an'ımız var."

Antik Yunan efsanelerinde İthake Kralı Odysseus'un karısı Penelopeia'nın değerli konuklarına kendi elleriyle işlediği kumaşları, elbiseleri hediye ettiği anlatılır. Daha öncesi tüm insanlık tarihine teşmil edilebilir mi, bilinmez, ama bu alışkanlık Anadolu'da, yirmibirinci yüzyılın başına, kadınlarımız el işlerini makinelere terk edene ve unutana kadar devam etti. Hele yazmalara işlenen oyalar, hediyeleşmenin en güzel örnekleri olarak kaldılar...

Televizyonlarımızı süslemek için kadınlarımızın üstlerine serdiği el emeği-göz nuru dantelleri alaya alan aydınımsı türlerimizden sonra, evlerimizden makinelerde işlenen örtüler de çekip gittiler.  Barbar, Vandal ve Viking kökenli Avrupa kültürünün cascavlak eşyaları gibi emeksiz,el örgüsüz eşyalarımız modernliğin göstergesi oldular. Geleneksel İslam'dan daha başka, binlerce yıllık geleneksel emek ürünü olan aile ve fertleri bu cascavlak kültüre kurban edildiler.

Tuhaf kompleksler ve şartlanmışlıklarla lüks mekanlarda şark köşeleri ile el işlerini yâdetsek de biz artık iflah olmaz özensizliğimizle hayata bakar olduk. Hediyeleşmeyi, uydurulmuş günlere sıkıştırdığımız gibi, misafire hediye vermek gibi güzel bir hasletimizi de yitirdik...

Misafire hediye vermek... Penelopeia kendi elleriyle ördüğü kumaşları, elbiseleri değerli bulduğu konuğuna verdiğinde, büyük mutluluk duymuştu ve konuğu da bir kraliçenin bu soylu davranışı ile onurlanmıştı... o ve toplumu putperestti; ancak onlarca tanrısına karşı kendisini borçlu hissediyor ve hediyeleşiyordu.

Misafir, konuk; bize Allah'ın Elçilerinden İbrahim'den miras kalan ve antik yunandan daha eski bir miras... En güzel yiyecekler, içecekler, konuklar için özel olarak ayrı tutulan yataklar, çarşaflar ve odalar. Misafir değerliydi; şimdiki gibi misafir gelecek dendiğinde asılan suratlar, dedikodular ve sıkıntılar davet etmiyordu akıllar.

Misafiri dışarıdan evimize gelen ve bir süre kalıp sonra evimizi terk eden insan olarak tanımladığımızda, çocuklarımız bu tanımın neresine düşerler, hiç düşündünüz mü? En değerli misafirlerimiz çocuklarımız... Hediyeleşmeyi unutan bizler, çocuklarımıza vereceğimiz en güzel hediyeyi, sevgiyi, özensiz, ve hayvanî bir nobranlıkla çocuklarımızın gözlerinin içine soka soka çöpe atıyoruz...

Sevgi bir yana, çocuklarımızın ruhlarını bir kanaviçe işler gibi işlemiyoruz. Okullara, televizyonlara, bilgisayarlara, oyun parklarına terk ettiğimiz terbiyelerini, ak-pak zihinlerini sevgi, iyilik, güzellik, merhamet, cömertlik, doğru sözlülük, nezâket, sadakât, hürmet, ihtiyat, tedbir, çalışkanlık, şükür, sabır, adalet, helal-haram,vefâ, iman ve ibadet gibi el işi ipekli, sırmalı bir kanaviçe olarak işleyip ona hediye etmiyoruz.

Kalitemize göre ahşaptan ya da fildişinden ürettiğimiz aile gergefimiz yok artık; o gergefte işleyeceğimiz kanaviçe de yok. Çocuklarımıza vereceğimiz bir ruh terbiyesinden yoksunuz. Evlerimizi özen ve emek gerektiren inceliklerden arındırdığımız gibi, çocuklarımızı da emek ve incelik işleyen örgülerden, işlemelerden arındırdık; modernleşmek için, modernleşip onları hastalandırmak için. Modernlik hastalıktı; vahşi batının hastalığı... bütün hücrelerimizle bu hastalığa tutulduk, bağışıklık sistemimizi bilerek ve isteyerek mahvettik.

Henüz vaktimiz var, henüz kaybeden batı kadar batmadık; çünkü bizim -her ne kadar kirli elbiselerle giydirilse de- İslam gibi bir dinimiz, asla eskimeyen ve üzerine titredikçe bizi besleyen tertemiz Kur'an'ımız var.

Çocuklarımızı, üzerlerindeki kaneveyi çekip alarak, aile gergefinden hayata saldığımızda, eğer işlemişsek kanaviçeyi, bembeyaz, kumaşların üzerinde güzel desenlerle uğurlayacağız evimizden... Babalar olarak biz de işleyeceğiz, ama en çok anneler nakış dokuyacaklar çocuklarımızın ruhlarına... Evinden kovduğu incelikleri, evvela anne öğretmeye mecburdur çocuğuna... Makinelere terk ettiği hayatın içinden, makineleşmiş ve kendisini huzurevine tıkacak bir çocuk yetiştirmekten korkmuyorsa, babadan medet umarak elinden geleni, gelebileni hediye etmiyorsa çocuğuna, çocuğundan incelik beklemeye hakkı yoktur annenin...

Genç kızlarımız dantel işlemedikleri gibi gergef kullanmayı da bilmiyorlar; sabrı öğrenmiyorlar, anne olduklarında da sabır isteyen çocuk eğitiminde yetersiz kalıyorlar... Çocuk yetiştirme el kitaplarından, yemek tarifi öğrenir gibi, çocuk yetiştirmeyi öğreneceklerini sanıyorlar...

Gergefte kanaviçe, etamin; elde dantel, oya işlemesini bilmeyen kadın, nasıl çocuk yetiştirebilir ki? Hangi sabırla, hangi özenle, hangi dikkatle, hangi eleştiri kültürüyle dengeleyecek kendisini? Nasıl bir ruh hediyesi verecek çocuğuna? Misafirini hangi güvenle salacak hayata, hangi cesaretle uğurlayacak evinden?

Çocuklarımıza günün her vaktinde, sabırla anlatmalıyız hayatı, hayatımızı... Yaşadıklarımızdan örnekler aktarmalıyız, örnek olgular ve olaylarla onların zihinlerini örmeli, inşâ etmeliyiz... Onlara vereceğimiz en büyük hediye Allah'a iyi bir kul olmayı öğretmektir; bunun da  insanın ruhuna kazandırılacak değerlerle hayatta ve ahirette iyiliği mümkün kılacağını öğretmeliyiz...

Putperest Penelopeia kadar asil olamayan bir müslüman kadın, evine dönmek için on yıl belalarla savaşan putperest Odysseus kadar mücadeleci ve uyanık olmayan müslüman bir erkek, evindeki en değerli misafiri, çocuğunu hangi değerli hediyeyle uğurlayacak Allah'ın yanına?

Mustafa Eyyüboğlu, YirmiBeş Temmuz İkiBinOnİki - Onbeş
Mustafa Eyyüboğlu Yazıları

Seçkin Deniz Twitter Akışı