"Câhile suç bulmak, onu câhil bırakanın günahını eksiltmez."
Çukurova, Zazaların ve Kürtlerin ilk çıkış kapısıdır. Siz bilmezsiniz; Çukurova dendiğinde eski zamanda bir tek Adana anlaşılırdı. Şimdi Mersin ve Tarsus'tan, Osmaniye'den bahsedenlere bakmayın. Tarsus'u, Dörtyol'u, İskenderun'u Adana'nın kazaları sananlar da yanılmasınlar; hepsine Çukurova denirdi ve hepsi de ancak Adana dendiğinde akla gelirdi.
Geniş topraklardı Çukurova'nın toprakları; sınır tarla işçilerinin bacaklarının gücü kadardı... Doğu'dan, Güneydoğu'dan trenle, yürüyerek çekmiş gelmiş Zaza için, Kürt için, Antepli, Maraşlı Türkmen için. Van'dan, Ağrıya, Diyarbakır'dan Malatya'ya, Bingöl'den Mardin'e, Adıyaman'dan Hakkari'ye, Urfa'dan Bitlis'e kadar ne kadar Zaza, Kürt varsa hepsi Çukurova'ya dökülürdü. Altı ay tarlalarda hayvanlar gibi çalışır, döner köyde altı ay boyunca kazandığımızı yerdik. Köyümüzdeki altı aya o kadar çok kavga sıkıştırırdık ki; Çukurova'daki altı ay boyunca kafamız köyde, dönünce soracağımız hesapları kurardık.. Çocuklar kavga ettiklerinde tehdit ederler ya: "Dışarıda görüşürüz" diye. Biz de "Köye dönünce görüşürüz!" der kavgalarımızı bile Köy'e ertelerdik; çalışır, çabalar üç beş kuruş kazanır, Ağaları zengin ederdik.
Çukurova, Zazaların ve Kürtlerin ilk çıkış kapısıdır. Siz bilmezsiniz; Çukurova dendiğinde eski zamanda bir tek Adana anlaşılırdı. Şimdi Mersin ve Tarsus'tan, Osmaniye'den bahsedenlere bakmayın. Tarsus'u, Dörtyol'u, İskenderun'u Adana'nın kazaları sananlar da yanılmasınlar; hepsine Çukurova denirdi ve hepsi de ancak Adana dendiğinde akla gelirdi.
Geniş topraklardı Çukurova'nın toprakları; sınır tarla işçilerinin bacaklarının gücü kadardı... Doğu'dan, Güneydoğu'dan trenle, yürüyerek çekmiş gelmiş Zaza için, Kürt için, Antepli, Maraşlı Türkmen için. Van'dan, Ağrıya, Diyarbakır'dan Malatya'ya, Bingöl'den Mardin'e, Adıyaman'dan Hakkari'ye, Urfa'dan Bitlis'e kadar ne kadar Zaza, Kürt varsa hepsi Çukurova'ya dökülürdü. Altı ay tarlalarda hayvanlar gibi çalışır, döner köyde altı ay boyunca kazandığımızı yerdik. Köyümüzdeki altı aya o kadar çok kavga sıkıştırırdık ki; Çukurova'daki altı ay boyunca kafamız köyde, dönünce soracağımız hesapları kurardık.. Çocuklar kavga ettiklerinde tehdit ederler ya: "Dışarıda görüşürüz" diye. Biz de "Köye dönünce görüşürüz!" der kavgalarımızı bile Köy'e ertelerdik; çalışır, çabalar üç beş kuruş kazanır, Ağaları zengin ederdik.
Geçmiş zaman, anlatırlardı... Atatürk, falan Ağanın babasına, babası vekilmiş ikinci mecliste, bereketli Çukurova topraklarını gösterip, "Atına bin, atın yorulana kadar git, atının yorulduğu yere kadar tüm topraklar senindir!" demiş... Elli bin dönüm arazi, dile kolay... biz şehit torunları, yaşayanlara hediye edilen topraklarda, köle gibi desem, haksızlık etmiş olurum, hayvandan daha aşağı şartlarda çalışırdık.
Lafı, tarlaya getireceğim, dolandırdım biraz. Öküzlere, öküzlerden sorumlu olan insanlara...
Hak hukuktan bahsediyor CHP... halkın adamı diyorlar Demokrat Menderes'e.. Al birini vur ötekine... Her iki parti de zenginleri kucakladı, fukarayı ezdirdi. Ne Türkmen, ne Zaza ne de Kürt yoksul bu iki partiden zerre kadar fayda görmedi... zengin hep zengin oldu. Bugünkü zulmün tohumları ta o zamanlardan ekildi... Çukurova'da hayvan gibi çalışan insanların çocukları devlete bu yüzden isyan ettiler...
Sene 54; daha traktör gelmemiş; gelmişse de her ağada yok. Çukurova'ya geldiğim ilk sene. Patos derler, traktörün motoruna kasnaklarla kayışlarla bağlı bir makine; buğday sapını, samana çevirdiğimiz tozlu bir iş... çalışıyoruz. Daha tarla sürümünde traktör yok; öküzlerle sürülüyor tarlalar...
Öküzcüler vardı; sabahtan akşama kadar öküzün yattığı yeri kuru otlarla, samanla besler, akşamdan sabaha kadar da öküzlerin başlarında nöbet tutarlar; çişlerine gübresine bakar, bir yerleri ıslanmasın, ertesi gün çifte sapasağlam sürülsün diye titizlenirlerdi... Çiftçibaşı dedikleri kahya, öküzlerin yatağını ıslak görünce, bu öküzcüleri döver, sonra da o ıslak yere yatırarak ceza çektirirdi.. İnsan öküzden daha değersizdi. Bu ülke böyle bir ülkeydi.
Biz patosçular, sabah gün ağarmadan iki saat evvel tarlaya gider, ateş yakar orada günün ağarmasını beklerdik... akşam güneş batana kadar çalışırdık samanın, tozun içinde... Hâlâ ciğerlerimde o tozların izi varmış, öyle söylemişti bir kaç sene evvel gittiğim doktor. Haşlanmış buğdaydan yapılmış Yarma dedikleri bir pilav, taş gibi sert tandır ekmeği, bir de destilerde/tenekelerde taşıdığımız bulanık bir su... Günler boyu bunları yerdik biz; bol su konmuş yoğurt da verirlerdi merhamete gelince..
Sırtımızdan servetlerine servet katarlardı, Tarsus Amerikan Kolej'inde okumuş ağalar... Amerikalılar gibi vicdansızlardı. Gerçi sonradan çoğu meşhur Adana Pavyonlarında, İstanbul'un düşkün semtlerinde servetlerini batırdılar.Allah da çoğuna erkek evlat vermedi, damatlar da har vurup savurdular... Şimdi o Zazaların, Kürtlerin torunları o toprakların sahibi... Allah'ın adaleti işte...
Sabancıların babası Hacı Ömer 30'lu, 40'lı yıllarda çırçır fabrikalarında Hamalbaşı idi; çoğu kimse bilmez; sonradan hamalbaşılık yaptığı fabrikaya ortak oldu da zenginlerin sınıfına girdi. Adana'ya diğer gidişimde Hacı Ömer'in çiftliğinde aşçı yamaklığı da yapmıştım. Rahmetlik, gelmişti bir keresinde... Etli Kuru Fasulye, Tereyağlı Bulgur Pilavı yapmıştık aşçı ile. Çağırmıştı beni Ömer Ağa, masaya oturtmuş ve , "Ye!", demişti. yemeği onun için hazırlamıştık. Merak edip sormuştum da, "Doktor yasakladı, yiyemiyorum, evladım" demişti; "Sen ye, ben seyredeyim!". Yiyemedikten sonra servetin ne manası vardı.
Sakıp Ağa'nın kafası çalışırdı. Babasına, "Bir helikopter olsa da bütün tarlaları bir günde gezsem!" demişti. Sakıp Ağa'dan bir hikaye anlatayım da gelecek nesil bilsin... Berberi bir gün Hacı Ömer'e soruyor: "Sen koskoca Hacı Ömersin, 1 lira bahşiş veriyorsun, oğlun Sakıp 10 lira bahşiş veriyor!" Rahmetlik gülüyor ve berbere şöyle diyor "O Hacı Ömer'in oğlu, verir; ben fakir bir adamın oğluyum!"
Biz işçinin hakkını, teri soğumadan veren bir millettik; işçiye, marabaya, zulmedenler yüzünden bu memlekette huzur kalmadı. Bu milletin dinini elbise gibi sırtından, aklından soydular, elin dinsizinin ne kadar haksız, hukuksuz nizamı varsa onu getirip giydirdiler... Kimse Allah'tan korkmadı... Adana'da Allah'a sövenlerin günahı bu vicdansız ağaların omuzlarındadır... Cahile suç bulmak, onu cahil bırakanın günahını eksiltmez.
Gün geçti, bugüne geldik... O zulümlerin sonunda birbirine düşman yoksulların çocukları, torunları var şimdi her yerde... Çukurova'nın toprakları yine doğudan, güneydoğudan gelenleri doyuruyor;ama huzur yok. Zengin ise hiç birbirine düşman olmadı. zenginin çocukları birbirlerini öldürmediler, Amerikalarda, Avrupalarda okudular; bizi, uşaklarını da hep küçümsediler...
50'lerde biz öküzlerden daha kıymetsizdik; Türkmeni, Zazası, Kürdü hepsi... Bilin, ruhumuzun nasıl kesbedildiğini...
Piro Zaza, Sonsuz Ark, Adana, 26. 07. 2012