"Dünya'nın bütün müslümanları için önemli olan bir sürece girmiş bulunuyor ülkemiz. Dindar nesil yetiştirelim, evet; ama bu din hanif bir din olsun, Kur'an'ın dini olsun, hikayelerin masalların, efsanelerin dini olmasın."
Çocuk, hiçbir şeyi yumuşamış hâliyle görmez... Çölü çöl görür, azgın ırmağı ırmak. Ona göre de kendi fikrini, alışkanlıklarını yetişkinler müdahale etseler de kendisi belirler. Yetişkin öyle değildir; her şeyi kendinden ve çevresinden aldığı yumuşatıcılarla yoğurur ve acı çekse de hazmeder.
< Bir dikkat kırıntısına yol verip devam edelim: yetişkinlerin çocuklara müdahale ettiği, çocukların da edilgen ve itirazsız oldukları sanılır; öyle değil. Bugüne kadar itiraz etmeyen çocuğa rastlamadım, eğer itiraz etmeyen çocuklar çokça görünüyorlarsa çevrenizde, muhakkak yetişkinliklerin zorbalıklarından korktukları için, sessiz kalıyorlar ve itaat eder görünüyorlardır. O sessiz çocuklar en küçük fırsatta da felaketi yetişkinlerin önüne koyarlar. Şu çocuklarından sık sık şikayet eden annelerin, babaların birer zorba olduklarını itiraf ettiklerini anlamamaları ne kadar da acı! >
Çocuklar coşkun ırmaklar gibidirler, itirazları ya bereket getirir ya da felaket. Bu itirazların ne zaman ortaya çıkacağını da -Allah'tan başka- hiç kimse bilemez, çocuklar da bilemezler... Çocuk, ergenliği aşar aşmaz fırsat kollar ve artık yetişkinler ne ekmişlerse olgunluk devrine kadar onu biçmeye devam ederler. Felaketse felaket, bereketse bereket. Harran'ın iki yüzü gibi. Fırat çölde akar gider, çöl çöl olarak kalmaya devam eder.
Çocuk Fırat'tır; hayat Harran. Harran'ın çöl kalmaması için Fırat'ı aklın ikna ediciliği ile bereket kaynağına, baraja dönüştürmek gerekir. Çocuğun getireceği felaket de o barajda kaybolur. Baraj, güçlü ve sağlıklı bir toplumdur.
İbrahim, kendisine anlatılan hikayelerle babasının, atalarının dinini öğrenmişti. Babası bir heykeltraştı ve Tanrı-Kral için tapınılacak heykeller yapıyordu. Kendi zamanının aydını, sanatçısıydı. Her zorbalık, yeni nesillerde itiraz ürettiği için, İbrahim mevcut Tanrı-Kral'ın da insan olduğunu düşünerek kendisine bir Tanrı aramaya koyulduğunda, kendi itirazını ortaya koyuyordu. Şahidi Allah'tı. Yıldızları, Ay'ı ve Güneş'i elediğinde hep babasından, atalarından duyduğu hikayeler vardı aklında ve bu hikayelere aklıyla tek tek karşı çıkıyor ve yıldızları, ayı, güneşi eleyerek her şeyi yaratan Allah'ı buluyordu.
İbrahim'in bereketli itirazları, son peygamber Muhammed'in de kendisine tâbi olmasına neden olmuştu. Kur'an, son peygambere öyle emrediyordu: "İbrahim'in Hanif Dini'ne uy!"
< "İbrahim, ne Yahudi idi, ne de Hıristiyan. Fakat o, Hanif bir müslümandı. Allah’a ortak koşanlardan da değildi. Şüphesiz, insanların İbrahim’e en yakın olanı, elbette ona uyanlar, bir de bu peygamber (Muhammed) ve mü’minlerdir. Allah da mü’minlerin dostudur." Âl-i İmran Suresi/67-68. ayetler >
İbrahim, Yahudilere de Hıristiyanlara da Müslümanlara da bereketli bir miras bırakmıştır; akıl ve o akılla ulaşılan Hanif bir Din.
<" Kimin dini, iyilik yaparak kendini Allah’a teslim eden ve hakka yönelen İbrahim’in dinine tabi olan kimsenin dininden daha güzeldir? Allah, İbrahim’i dost edindi." Nisa Suresi/125. ayet >
Hanif Din, nasıl bir dindir? TDV İslâm Ansiklopedisi şöyle izah ediyor:
"Hanif (Arapça: حنيف) kelimesi tertemiz, arı,duru, pak anlamlarına gelmektedir. Kur'an'da bu kelime insanın, Allah'ın yanı sıra başka bir güç ve hakikat kaynağı tanımadan, sadece bir olan Allah'ın yoluna en saf ve duru olarak kendisini teslim etmesi olarak tanımlanır. Hanif, bir Kur'an kavramı olarak tanımlandığında 'evrenlerin tek hakimi olan yaratıcıya duru olarak inanıp güvenen' anlamı taşır. Böylece başka ilahların varlığını reddeden kişi aynı zamanda kendi kişiliğini bulmuş ve şeytanlardan korunmuş olur. Bu kelime Kuran'da Allah'ın peygamberleri içinde ilk olarak İbrahim için kullanılmış ve her şeyi yaratan bir yaratıcı inancının nasıl gerçekleştiğini onun şahsında net olarak özetlemiştir. Sadece bir olan Allah'a inanmak aynı zamandan diğer tanrıları kabul etmemeyi zorunlu kılar."
< "Hakka yönelen bir kimse olarak (Hanif) yüzünü dine çevir. Allah’ın insanları üzerinde yarattığı fıtrata sımsıkı tutun. Allah’ın yaratmasında hiçbir değiştirme yoktur. İşte bu dosdoğru dindir. Fakat insanların çoğu bilmezler." Rûm Suresi 30. ayet >
Allah'ın fıtrata sımsıkı tutunmakla, fıtrata en yakın hâli olan çocukluğu, çocuk terbiyesini, saf, duru ve tertemiz bir dinle, Kur'an'ın Dini ile beslemek gerektiğini düşünmek ve İbrahim'in itirazlarının her çocuk fıtratında aynen yer bulacağını unutmamak gerekir. Fırat'ı berekete dönüştürmek, Kur'an ile beslenen toplumsal bir yapıyı inşâ etmekle mümkün olacaktır çünkü.
Her çocuk, hikayelerle büyür; -bu hikayeler ister dinle alakalı ister diğer kültür yapılarıyla alakalı olsun- çocuk bunları dinledikten sonra sürekli tartar, ölçer, biçer ve kafasında bir yere istifler. Bir ebeveyn ne kadar aydın, iyi yetişmiş olursa olsun birikimlerini, inançlarını çocuğun fıtratına uygun olarak aktarmaya çalıştığı sürece başarılı olabilir. Eğer ileteceği bilginin içeriği, iletilme biçimi çocuğun fıtratına, aklına uygun değilse çatışmalar başlar ve berekete dönüşecek olan çocuk bir çöl hâline gelir. O çöl yeni bir bereket fırsatını bulana kadar da felaket üretmeye devam eder.
Müslüman toplumlar Kur'an'ın Hanif Dini'ne inandıklarını sanıyorlar. 14 asır boyunca da öyle sandılar. Fakat, çoğu, okuryazar değildi ve hiç sormadılar," İnandıklarımız Kur'an'daki Din'le ne kadar aynı?" diyerek. Fıtrata aykırı davrandılar. Dinlerini hikayelerle öğrendiler, hikayelerle öğrettiler. Akla ve fıtrata uymayan, hakikate muhalif ayrıntılar, öğretme biçimleri hep isyankâr nesiller üretti.
Medreselerdeki falakalar, uzun sopalar, çekilen kulaklar, atılan tokatlar fıtrata aykırıydı, akla aykırıydı. Yetişkinler çocukların sorularını, itirazlarını onları sindirerek, korkutarak ve döverek kulak arkasına attılar.
Hepimiz biliyoruz; zorla Kur'an okutulamaz, zorla namaz kıldırılamaz, zorla peygamber sevdirilemez. Allah'ın emri zorla değildir çünkü; akılladır, duyguyladır. İmam Hatip Liseleri'nde meslek dersleri olarak tasnif edilen Kur'an, Hadis, Tefsir, Fıkıh derslerinde meslek öğretmenlerinin çoğunun uyguladığı şiddet, gençleri Öğretmenlerinin temsil ettiği dinden daima soğutmuştur. Öğrenciler, tedris ettikleri Kur'an'dan hakikati öğrenmemiş olsalar 'Din Düşmanı' da olabilecek bir potansiyele ulaştırılmış olacaklardı. Hâlen birçok İmam hatip Lisesi Mezunu yetişkinin namaz kılmayla, Kur'an okumayla ilişkili sorunları var.
İlköğretim okullarımızda ve liselerimizde Din Kültürü ve Ahlak Dersi öğretmenlerinin de yetiştikleri eğitim sisteminde öğrendikleri bilgiyi iletme biçimlerini çoğunlukla aynen devam ettirdiklerini gözlemiyoruz hepimiz. İlköğretimi ve Lise'yi bitiren çocuklarımızda İslam'a karşı bir sempatinin bile gelişmemiş olması başka türlü izah edilemezdi ki. Bu kusur sadece öğretmenlerindi.
4+4+4 olarak yeni kısımlara ayrılan 12 yıllık mecburî eğitim-öğretim sürecinin ikinci ve üçüncü 4'lük kısmında Kur'an-ı Kerim ve Siyer -Peygamberimizin Hayatı- Dersleri seçmeli ders olarak kondu. 2012-2013 Eğitim-Öğretim Yılı itibarı ile bu dersler seçilecek... Çok güzel bir gelişme bu, Allah emeği geçenlerden razı olsun. Fakat, çocuklarımızı bereketli bir akıl ömrüne sahip kılmamız için bu derslere girecek olan öğretmenlere büyük vazifeler düşüyor. Geleneksel yöntemlerden ve hikayelerden uzak dursunlar; çcocuklarımızın zihinlerini çölleştirmesinler, bereketlendirsinler. Aksi hâlde büyük bir vebalin altına girecekler. İşleri kolay değil; ama kolay iş de yok zaten.
Dünya'nın bütün müslümanları için önemli olan bir sürece girmiş bulunuyor ülkemiz. Dindar nesil yetiştirelim, evet; ama bu din hanif bir din olsun, Kur'an'ın dini olsun, hikayelerin masalların, efsanelerin dini olmasın.
Mustafa Eyyüboğlu, YirmiSekiz Ağustos İkiBinOnİki - Onaltı
Mustafa Eyyüboğlu Yazıları
< "Hakka yönelen bir kimse olarak (Hanif) yüzünü dine çevir. Allah’ın insanları üzerinde yarattığı fıtrata sımsıkı tutun. Allah’ın yaratmasında hiçbir değiştirme yoktur. İşte bu dosdoğru dindir. Fakat insanların çoğu bilmezler." Rûm Suresi 30. ayet >
Allah'ın fıtrata sımsıkı tutunmakla, fıtrata en yakın hâli olan çocukluğu, çocuk terbiyesini, saf, duru ve tertemiz bir dinle, Kur'an'ın Dini ile beslemek gerektiğini düşünmek ve İbrahim'in itirazlarının her çocuk fıtratında aynen yer bulacağını unutmamak gerekir. Fırat'ı berekete dönüştürmek, Kur'an ile beslenen toplumsal bir yapıyı inşâ etmekle mümkün olacaktır çünkü.
Her çocuk, hikayelerle büyür; -bu hikayeler ister dinle alakalı ister diğer kültür yapılarıyla alakalı olsun- çocuk bunları dinledikten sonra sürekli tartar, ölçer, biçer ve kafasında bir yere istifler. Bir ebeveyn ne kadar aydın, iyi yetişmiş olursa olsun birikimlerini, inançlarını çocuğun fıtratına uygun olarak aktarmaya çalıştığı sürece başarılı olabilir. Eğer ileteceği bilginin içeriği, iletilme biçimi çocuğun fıtratına, aklına uygun değilse çatışmalar başlar ve berekete dönüşecek olan çocuk bir çöl hâline gelir. O çöl yeni bir bereket fırsatını bulana kadar da felaket üretmeye devam eder.
Müslüman toplumlar Kur'an'ın Hanif Dini'ne inandıklarını sanıyorlar. 14 asır boyunca da öyle sandılar. Fakat, çoğu, okuryazar değildi ve hiç sormadılar," İnandıklarımız Kur'an'daki Din'le ne kadar aynı?" diyerek. Fıtrata aykırı davrandılar. Dinlerini hikayelerle öğrendiler, hikayelerle öğrettiler. Akla ve fıtrata uymayan, hakikate muhalif ayrıntılar, öğretme biçimleri hep isyankâr nesiller üretti.
Medreselerdeki falakalar, uzun sopalar, çekilen kulaklar, atılan tokatlar fıtrata aykırıydı, akla aykırıydı. Yetişkinler çocukların sorularını, itirazlarını onları sindirerek, korkutarak ve döverek kulak arkasına attılar.
Hepimiz biliyoruz; zorla Kur'an okutulamaz, zorla namaz kıldırılamaz, zorla peygamber sevdirilemez. Allah'ın emri zorla değildir çünkü; akılladır, duyguyladır. İmam Hatip Liseleri'nde meslek dersleri olarak tasnif edilen Kur'an, Hadis, Tefsir, Fıkıh derslerinde meslek öğretmenlerinin çoğunun uyguladığı şiddet, gençleri Öğretmenlerinin temsil ettiği dinden daima soğutmuştur. Öğrenciler, tedris ettikleri Kur'an'dan hakikati öğrenmemiş olsalar 'Din Düşmanı' da olabilecek bir potansiyele ulaştırılmış olacaklardı. Hâlen birçok İmam hatip Lisesi Mezunu yetişkinin namaz kılmayla, Kur'an okumayla ilişkili sorunları var.
İlköğretim okullarımızda ve liselerimizde Din Kültürü ve Ahlak Dersi öğretmenlerinin de yetiştikleri eğitim sisteminde öğrendikleri bilgiyi iletme biçimlerini çoğunlukla aynen devam ettirdiklerini gözlemiyoruz hepimiz. İlköğretimi ve Lise'yi bitiren çocuklarımızda İslam'a karşı bir sempatinin bile gelişmemiş olması başka türlü izah edilemezdi ki. Bu kusur sadece öğretmenlerindi.
4+4+4 olarak yeni kısımlara ayrılan 12 yıllık mecburî eğitim-öğretim sürecinin ikinci ve üçüncü 4'lük kısmında Kur'an-ı Kerim ve Siyer -Peygamberimizin Hayatı- Dersleri seçmeli ders olarak kondu. 2012-2013 Eğitim-Öğretim Yılı itibarı ile bu dersler seçilecek... Çok güzel bir gelişme bu, Allah emeği geçenlerden razı olsun. Fakat, çocuklarımızı bereketli bir akıl ömrüne sahip kılmamız için bu derslere girecek olan öğretmenlere büyük vazifeler düşüyor. Geleneksel yöntemlerden ve hikayelerden uzak dursunlar; çcocuklarımızın zihinlerini çölleştirmesinler, bereketlendirsinler. Aksi hâlde büyük bir vebalin altına girecekler. İşleri kolay değil; ama kolay iş de yok zaten.
Dünya'nın bütün müslümanları için önemli olan bir sürece girmiş bulunuyor ülkemiz. Dindar nesil yetiştirelim, evet; ama bu din hanif bir din olsun, Kur'an'ın dini olsun, hikayelerin masalların, efsanelerin dini olmasın.
Mustafa Eyyüboğlu, YirmiSekiz Ağustos İkiBinOnİki - Onaltı
Mustafa Eyyüboğlu Yazıları