Bizler Jandarma görünce, polis görünce korkan bir milletiz. Bu bize mahsus bir korkaklık değildir. Zaptiye ile terbiye edilen her millet öyledir. Halbuki jandarmadan, adaletten, hâkimden kaçan suçlunun korkması lazım gelir.
Bizim köyde hakim de, savcı da jandarma idi... Savcı ve muhbir kimi zaman köyün muhtarı idi. O suçlar, jandarma yakalar, dipçikle, falakayla işkence yapardı. Bizim köy sekiz-on köyün nahiyesi idi; okul, cami, dükkanlar ve karakol vardı köyümüzde. Her cuma çınar altında bütün köylerin erkekleri toplanır, çay içer, cuma namazını kılar, alışverişini yapar, köylerine dönerlerdi. Kimi zaman vakitsiz gelip gidemeyenleri evlerimizde ağırlardık.
Köyün ilk gaz ocağını ben almıştım. Bir demlik bir de çaydanlık; beş-altı yüz hanelik köyde kimsede bunlar yoktu. Misafirleri ağırladığım odada gaz ocağında çay demleyip, çay görmemiş olan misafirlerime ikram etmekten büyük keyif alırdım. Zira ocaklar 'Hörtme' dediğimiz balkonda, taştan çamurdan yapılma ocaklardı, külü, tozu derdi sıkıntısı çoktu.
Misafirlerimle yemek yerken büyük lokmalar yapar yerdim. Rahmetlik anam, "Ayıp!" derdi, "Biraz küçük yap lokmalarını!" "Ate!" derdim, "Ben lokmalarımı küçük yaparsam misafir de bana bakarak küçük yapar, ben onlar lokmalarını büyük yapsın diye büyük lokma yapıyorum!" Erzakımız çoktu; babam, amcalarım tez öldüğünden tarlalarımız bölünmemişti; anama ve bacıma yetiyordu, artıyordu. Misafire, yetime, dula, yoksula yetiştiriyorduk. Babamdan kalma huylarımızdı.
Rahmetlik babam, ben hayal meyal hatırlıyorum, kıtlık vakti, sene 44, erzakı biten bir dostuna, evindeki son iki buğday tenekesini verdiğinde, rahmetlik anam, "Biz ne yiyeceğiz?" demişti de, hiç unutmam, babam ters ters bakmıştı.
Güzel günlerdi, fakat yedirmediler, burnumuzdan getirdiler.
Sene 54, bizim köyde aklı eren pek kimse yok, okur yazar yok, seçim olur; muhtar der, mührü şuraya basın, herkes mührü basar gider. Muhtarın sülalesi kalabalık, zulmün bini bin para. Menderes'e bir kaç oy ancak ya çıkar ya çıkmaz. Bizim köy CHP'li diye bilinir; devlet zırnık hizmet yapmaz. Hak hukuk hak getire.. Kan davaları, düşmanlıklar olur, karakoldan bir tek jandarma gelmez. İş kazaya, mahkemeye kaldı mı, kimin rüşveti daha büyükse dava ondan yana çözülür.
Bizim kabile birkaç boydan müteşekkil. Fakat hepimiz daha tıfıl gençleriz. Üç dört tane amcamız var, aklı eren; gerisi çocuk, kadın. Bize hükümdarlık yapan bir kabile vardı; biz yetişene kadar hakkımızı, hukukumuzu keyiflerince harap ettiler. Biz yetişip itiraz edince, kavga çıktı. Mahallemizi, evlerimizi bastılar ellerinde kazmalarla. Karakol, beklerdi, iş bitene kadar gelmezdi. Halbuki köyün tepesindeydi karakol, kuş uçsa görürlerdi, kedi ses etse duyarlardı.
Taşlarla sopalarla saldırdılar, püskürttük, akşam oldu. Herkes evine çekildi.. Gece vakti, bizim evin damından geldiler, tetikteydim, ama yalnızdım. Elime taş aldım, yukarıdan bir karaltı gördüm, taşı fırlattım, ama kafama da taşı yedim. Gözlerim karardı. Oluk oluk kan akmış kafamdan, zor durdurmuşlar; iki gün baygın kalmışım. Halen o yaranın acısını çekiyorum, gözlerim erken bozuldu.
Ölseydik, kör keseye gidecektik; vademiz yetmemiş. Anam ben ayıkana kadar başımda ağlamış . Kimse ne hesap sordu ne doktor getirdi ne de kazaya götürdüler beni. Ne hükümet vardı ne karakol ne de Menderes. Menderes'e zulmettiler, astılar; fakat o ezanın aslı gibi okunmasından başka bir şeyini görmedik Menderes'in. Köy yerinde karakolun, muhtarın zulmünü bitiremedi.
Bizim köyün adı da değiştirildi. Daha evvel de köy isimleri değişmiş ama 40'da İnönü devrinde 8589 numaralı genelgeyle 49'da 5442 numaralı İl Özel İdaresi kanunu ile hükümet köy yerlerinin adını değiştirmeye başlamıştı.Menderes 57'de Ad Değiştirme İhtisas Kurlu kurdurdu ta 78'e kadar köylerin isimleri değişti... Kimse kimseden daha haksever değil hani... Zulüm ya olur ya olmaz; Zulüm vardı.
Hem de ne zulüm. sene 58. Bizim akrabalardan birinin üvey kardeşi, muhtarın sülalesinden. Asker kaçağı, "Yeşil elbiseyi giymem!" diyor, kaçak. Nerede olduğunu kimse bilmiyor. Muhtar, bilse bilse bizim kabile bilir diyor, adam kendi akrabası... bizden birinin ana bir üvey kardeşi.. Tuttular, bizi karakola aldılar, sordular, bilmiyoruz, dedik. Dipçikler yetmedi, yatırdılar falakaya bizim kabilenin tüm erkeklerini... sabaha kadar. Sabah bıraktılar bizi.. bir onbaşının elinde esirdik, karakol komutanı oydu. Fakat imkanım olsa o onbaşıya neler yapmazdım. Bizim suçumuz neydi?
Ayaklarım mosmordu, şişti; anam ağlaya ağlaya yağ sürdü, sardı. Vakit geçti. İşi ucundan kavramıştım, daha askere bile gitmemiştim. Fakat ne o vakit ne başka vakit devlete isyan etmedim, muhtar karakol komutanını dolduruyordu, o da bize zulmediyordu. Anladım ki; köyümde bana hayat yok.
Bu millet yeni yeni kendisine zulmeden polisi jandarmayı şikayet etmeyi öğrendi. O vakitlerde kimi kime şikayet edeceksin. Her yerde rüşvet. Adamı olan haksız da olsa haklı... Allah bu millete bir daha o günleri göstermesin, merhamet etsin. Çok çekti bu millet. Zazası, Kürdü, Türkü, Lazı, Çerkezi, Gürcüsü, Arabı... Bu dökülen kanların hepsinde geçmiş vakitlerin hepsinin payı var.
Şükür ki; torunlarım hakkını, hukukunu biliyor; kulağını haksız yere çeken, kafasına vuran muallimine de, keyfî muamele yapan polise de jandarmaya da "Buna hakkın yok!" diyebiliyor.
Piro Zaza, Sonsuz Ark, 05.09.2012