13 Eylül 2012 Perşembe

SA61/AS6: Septisizme Çarşaf Dolayan Menfaatperest Düşünce Haini


Canımı en çok sıkan konulardan biri, herhangi bir düşünce eylemcisinin doğal/organik septisist burnuna insanın asla aslını öğrenemeyeceği konuları dayatmak, bu konulara dair soruları sordurmaktır; sormaya zorlamaktır. Yanlış anlaşılmasın, bilimsel septisizme karşı değilim, kesin bilgiye ulaşana dek şüphe etmeyi aklın işleyişinin bir gereği olarak görmekten vazgeçemem.  Ancak şüphe ederken de, şüphecinin zekâya saygı duymasını beklemek en doğal hakkım. 

***
Şüpheci neyi kavrayıp kavrayamayacağını belirleyebilecek bir zekâya sahip olmalıdır, kendi zekâsını aşan konulara dalış takımları olmadan girmemelidir ve girilmesini teşvik etmemelidir. Ben çıkamadım, “hadi buyur sen çık”, diye gencecik şüpheci burunları derin karanlıklara salmamalıdır. Bunu yapıyorsa, onun ruhsal dengesi bozuk bir şaşkın olduğunu söyler ve diğerlerini kışkırtarak, kendisi gibi şaşkınların sayısını taammüden arttırmak ve onların arasında saygın bir yer edinmeye çalışmakla suçlar; onu menfaatperest bir düşünce haini olarak ilan ederim. Bunları söylerken Dogmatizmi savunmuyorum, hatta Dogmatizmin sınırlarını Allah’ın emirlerine/bildirilerine kadar uzatan hastalıklı kafaları da tel’in ediyorum.

***
Budalaların zekâlarına da laf uzatacak değilim. Zekâ değiştirilemez özelliklerden biridir ve Allah vergisidir. Ben budalalığı aklın devşirme yöntemlerle elde ettiği bir sonuç olarak algılıyorum. Bu yüzden insanın katkısının çok olduğu aklı bu tür türbulanslarda suçlamayı seviyorum. Bu kendi aklım olsa bile, fark etmiyor. İnsan budalalığı kendi aklına borçludur; zekâsına değil. İnsan bir şeyle alakalı tefekkürü kendi zekâsıyla yapıp yapamayacağına aklıyla karar veriyor. Zekâ nihayetinde herhangi bir nesneye yöneltilecek soruların farklı ve yeni versiyonlarını üretmeyi; yeni cevaplar konusunda gece gündüz çalışmayı sağlıyor. Ama sorulara başlangıç hareketini sağlayan akıldır.

***
Akıl hangi konularda cevaplarını alabileceği soruları sorması gerektiğini ve aldığı cevaplarla tatmin olup olmayacağını bilir.  Bu yüzden ‘budala’ diyorum, zekâsını bu yollarda zorlayıp dumûra uğratan akıl sahibine. Haksız mıyım? Kendisinin içinden çıkamadığı işin içine kendisini önemsetmek ve kendi saçmalıklarını dinletmek adına başkalarını bu çâresizliğe sürükleyene de hain demem, suçlanmamı gerektirir mi? Gerektirmez. Hatta ona ruh katili demem de gerekebilir; ruhu ölen septisist’in bir insan olma özelliği kalır mı orta yerde? İnsan Hakları Mahkemelerine suç duyurusunda bulunup ruhsal işkence kategorisinde dava açmam daha uygun olabilir.

***
Bir matematik profesörüne, İlham Aliyev’e(Azerbaycan Devlet Başkanı değil) Aşil’in Stadyum  Paradoksu’nu sormuştum. Hani şu antik dönem yatar-düşünürlerin kafa patlattıkları paradoksu:  Aşil, stadyum’da sahanın bir kenarından karşı kenarına gitmek istemektedir. Doğal olarak önce gitmesi gereken yolun yarısını almak zorundadır, yolun yarısını almak için yarı yolun yarısını almak zorundadır, diye diye her yarı mesafenin yarısını gitmek zorunluluğu doğururlar yatar- düşünürler.  Zavallı Aşil bu zorunluluklara uymak derdinden mümkün olduğu kadar küçük adımlar atmalıdır. Atacağı adımların alacağı mesafe gide gide sıfıra yakın olur ve Aşil asla gideceği yere ulaşamaz. Bu ‘paradoks(!)’ u duyduğumda, şaşırmıştım. “Aşil yürüsün gitsin yahu! “ Demiştim.  Ve o yatar-düşünürlerin bu olayı neden bir paradoks olarak pompaladıklarını sorgulamıştım. 

***
Sorgum sonunda o kibirli sosyetenin bu işi boş gezenin boş kalfası teşkilatlanmasında çakallık niyetine tertip ettiklerini anladım. Bunun ne benim zekâmla ilgisi vardı ne de o antik yatar-düşünürlerin zekâsıyla. Bu tamamen bir budalalıktı ve menfaatperest düşünce hainlerinin kendilerini önemsetmek adına kendilerinden sonrakilere bıraktıkları bir belâydı. Taammüden adam öldürmekti.  Kendi koydukları zorunluluklar zincirine bağlı bir sürü zihinsel özürlü köle üretmek istiyorlardı .Onlardan sonra gelenler, işin sebebini bilmediklerinden herhalde bu işte bir iş vardır dediler; onların ürettiği bu tür paradokslar üzerinde kafa patlatıp oldukları yerde deli dana gibi dönüp durdular. 

***
Matematik profesörü İlham Aliyev, onların o dönemde limiti ve limitteki yakınsamayı bilmediklerini ve bu yüzden bunu bir paradoks olarak kabul ettiklerini söyledi.  Ama günümüzün ‘düşünce suçluları’, matematikteki bu gelişmeyi düşüncelerine katmadıkları için bu paradoks üzerinde kafa patlatıp duruyorlar. Hatta işin garip tarafı okullarda limit konusu Aşil’in stadyum paradoksu örneği üzerinden anlatılıyor ve doğal olarak lise mezunlarının çoğu limiti ve yakınsamayı anlamadan mezun oluyorlar; dahası bu işten nefret ediyorlar. Bizde o masum çocukları haksız yere aptallıkla suçluyoruz.

***
Matematik bilmeyen bir filozoftan, bir düşünürden söz etmek mümkün müdür dostlar? Bizde mümkündür, felsefe bölümlerimiz sözeldir ve matematikten fersah fersah uzaktır. Oralardan yetişen felsefe mezunlarımız yahut diğer sözel bilgi alanlarında doktora üstüne doktora yapıp prof olan düşünce eylemcisi adamlarımız matematik bilmezler. Antik çağ mantığı gibi gereksiz gördükleri bir dersi de hasbelkader alır ve geçer not alacak kadar öğrenirler. Arada bir mantık konusunda derinlere dalmak isteyen birileri olsa da, onlar o antik çağ formundaki mantığı olduğu gibi alır, içinde bocalayıp dururlar. Adı üstünde antik çağ mantığıdır diye düşünmezler; o mantık öleli/eskiyeli yüzlerce yıl olmuştur, ama bizimkilerin bundan haberi yoktur.

***
Zavallı Aristoteles bizimkilerin hâlâ kendi ürettiği ilkel önermeler mantığında debelendiğini, çamura saplandığını görseydi, herhalde kahkahalarla gülerdi. O kadar uzağa gitmeden de bizimkilerin haline gülecek adam bulmak kolaydır, batı dünyasında. Düzlem geometri’den uzay geometri’ye geçişi dahi kavrayamayan, aradaki farklardan haberdar olamayan(mesela düzlemde geçerli olan önermeler uzay da geçerli olmayabiliyor, düzlemde aynı doğruya dik olan iki doğru birbirine paralel olmak zorundadır, ama uzayda böyle bir zorunluluk yoktur. Evinizdeki çay-kahve kupalarını astığınız tezgâh üstü dik çubuk ve etrafındaki yatay küçük çubukları düşünün. Kupalarınızı astığınız küçük yatay çubuklar ana doğruya diktirler ama birbirine paralel olmak zorunda değildirler, alın size antik  mantık ile modern mantık arasındaki fark. Alper SELÇUK) düşünür tayfamız, ne göreliliği ne de göreliliğin antik mantık üzerindeki yıkıcı etkisini anlayamadılar. Oysa antik çağ efsanelerine göre bazı akademilere ‘Geometri bilmeyen giremez’ diye tabelalar asılıyordu. Şimdi neden asılı değil o tabelalar? Neden bizim felsefe bölümlerimizde matematik ve geometri yok? Niye felsefeden habersiz felsefe öğretmenlerinin gencecik zihinleri zehirlemelerine izin veriyoruz?

***
Konumuz matematik (geometri) felsefe ilişkisi değildi, ama yaptığımız bu ikisini ayrı düşünemeyenlere neden yetişemediğimizi göstermek açısından iyi bir karşılaştırmaydı. Eleştirimizi akademik kariyer düzenbazlarına yönelttik. Sadece onlar mı yapıyorlar bu densizliği? Hayır; bu yetersiz akademik eğitimi almayıp da kendi el yordamıyla düşünen ve düşündüğünü antik dönem düşünürlerine kadar uzatan beceriksizleri de eleştireceğiz. İddia edebilirsiniz, düşünmek için akademik kariyer yapmaya gerek yoktur. Buna katılırım, hatta desteklerim; hele hele bizim üniversitelerimizdeki iğrenç felsefe eğitimine bakarak, üniversite dışında daha iyi düşünür yetişeceğini iddia edecek kadar ileri gidebilirim. Ama bu çabaların tümünün amatörce olduğunu ve keyif için yapılması gerektiğini(şu anda yaptığım gibi) söyleyecek kadar da dürüstümdür. 

***
Karşı durduğum ve kızdığım nokta amatörlerin üstâd postuna bürünüp ders vermeye kalkmalarıdır. Oradan buradan devşirdikleri alıntı fikirler ve önermelerle ‘doğruluk’ sağlaması yapmaya çalışmaları ve birilerini tâlip kendilerini muallim göstermeleri gibi şark kurnazlığına girerek insanları etkilemeye çalışmalarını kabullenemem. Sistematik Düşünmenin de bir adabı vardır ve bu adâb uzay çağında, uzay geometri ve göreliliğin olduğu yerde antik çağdan düzlem geometriden ve ilkel önermelerden beslenmeye devam edemez. Ederse de bu düpedüz suikasttır ve bu suikastın vizyonu gerilemeye matuftur. Hakiki mürteci diyebileceğimiz tek sınıf da bu sınıftır. Baksanıza bizi antik çağa sürüklemeye çalışıyorlar.

***
Soruların klasik ve modern felsefe ile ilişkisini dikkate sunarken, felsefenin varoluş sebebi olan din’e dair, yaratılışa dair, insana dair soruların keyfiyetine hazırlık yapmış olduk. Canımızı sıkan konu ; “herhangi bir düşünce eylemcisinin doğal/organik septisist burnuna insanın asla aslını öğrenemeyeceği konuları dayatmak, bu konulara dair soruları sordurmak; sormaya zorlamak”tı. Nedir bu konular ve sorular? 

***
Birkaç gün önce bir gazetede bir köşe yazısı okudum, yazının başlığı bile tiksindiriciydi. Konu ise Adem ve Havva’dan sonra üremenin hangi kriterlere göre devam ettiği idi. Binlerce yıl önce Yahudilerin tartışıp durduğu ve çıkar elde etmek uğruna kendi düşüncelerine uysun diye Tevrat ayetlerini değiştirdikleri, sıradan soruların sorulduğu ve cevapların verildiği konu ile ilgili bu kısır tartışma, durduk yere tekrar insanların gündemine taşınmıştı. Belki bu yazıyla bende tekrar gündeme taşıyorum, ancak amacım aynı değil. Bir ihtimal o yazıyı yazanın da amacı bu değildi, ama yazısına koyduğu başlık bile niyetindeki samimiyeti alıp götürmüştü. İşin vehâmetinin farkında bile değildi o şahıs. Kendisine ve başkalarına ne tür zararlar verdiğinin farkında değildi.

***
Yazısının sonunda da bunu açıkça ifâde ediyordu da. Madem sonuç belliydi, neden gündeme taşıdın? Madem harcın değildi bu konuyu irdelemek, neden bu suçu işledin? Madem boyunu ve zekânı aşıyordu bu iş, bu budalalığı -bunu yaptığın için budalasın zaten- neden yaptın? Birileri seni filozof sansın diye mi? Sen yoksa septisizme çarşaf dolayan menfaatperest düşünce haini misin? Hem sen felsefe nedir bilir misin?

***
İnsanların asla kavrayamayacakları bazı evrensel nedenler ve sonuçlar vardır. Kaç kişi Kur’an’da ayetlerle inceden inceye yaratılışı anlatıldığı halde Hz.Adem’in yaratılış aşamalarını kavrayabilir? Kaç kişi Hz.Havva’nın nasıl yaratıldığını bilebilir? Kaç kişi Hz.Adem ve Hz.Havva’dan tüm insanlığın nasıl ve hangi gerekçeler ve nedenlerle üreyebildiğini izah edebilir? Kaç kişi  Hz.Adem ile Hz.Havva’nın neredeki cennetten Dünya’ya gönderildiğini veya gönderilmediğini izah edebilir? Kaç kişi Dünya’daki tüm dillerin ve insan renklerinin farklılığını izah edebilir? Kaç kişi Hz.Nuh Tufanı’nın mahiyetini idrak ve izah edebilir? Yerküredeki binlerce kara canlısı türü ortadayken Hz.Nuh’un gemisinin her canlıdan bir çift alabilmesini kaç kişi kavrayabilir? Kaç kişi Hz.Musa’nın Tur Dağı’nda Allah ile konuşmasını tahayyül edebilir? Kaç kişi cinlerin Hz.Süleyman için her türden saray, tapınak ve heykeller inşa edişini, hayvanlarla konuşmasını anlayabilir, kaç kişi rüzgâra hükmeden bir insanı tasavvur edebilir? Kaç kişi dağlara hükmeden Hz.Davud’u anlayabilir? Kaç kişi ölüleri dirilten, hastaları iyileştiren ve babasız doğan İsa’yı kendi aklıyla anlam düzeyine indirgeyebilir? Kaç kişi Hz. Muhammed’in  isrâ ve miraç (vâki olduğuna dair bir ayet yok) olaylarını tarif ve tavsif edebilir? Kaç kişi Kur’an’ın ve diğer Kutsal kitapların nasıl indirildiğini kavrayabilir? Cevap verelim: Allah’ın elçileri dışında sıfır kişi.

***
Peki ,bunların hepsi birer mucizeyse ve hepsinin İlâhî izahları varsa, sen, ben ve diğerleri hangi edeple bu mucizelere dair fikirler üreteceğiz? Allah, Kur’an’da defalarca tekrarlamıyor mu, uyarmıyor mu, bilginiz, deliliniz olmayan konularda tartışmayın diye? İşte münkirler tartıştıkları, üzerinde kafa patlattıkları halde bu ve benzeri mucizeleri izah edemedikleri için reddediyorlar ya hepsini; anlamıyor musun? Sen yoksa Musa’nın Yahudileri gibi, her şeyi görmek mi istiyorsun? Onlar gibi maymunlara ve domuzlara mı dönüşmek istiyorsun? 

***
Bu soruları sorup durarak deliren Niçeler, Froydlar gibi delirerek ölmek mi istiyorsun? Her şeyi kendi kıt zekân, sınırlı aklın ve sınırlı bilginle izah edeceğini mi sanıyorsun? Neden inkârcı Yahudilerin yaptığı gibi yapıyorsun ki? Yoksa onlar gibi bu tartışmalardan dünyevî fayda mı devşireceksin? 

***
Canımı çok sıkıyorsun, düşünce suçlusu! Ruh kâtili! Sen kendine dilediğini yapabilirsin, bu bizi ilgilendirmez, ama oturduğun postun üstünden in, orayı hak etmiyorsun; zira o postu değerli post zannedip, üzerinde oturup ahkam kesen budala kişiyi postnişin  sananlar var. Onlara zarar veriyorsun. Kendi amatör saçmalıklarını muhkem delillerle desteklenmiş önermeler gibi gazete köşelerinde insanların zihinlerine saçıp duruyorsun. İşte bizi ilgilendiren kısım bu! Sizin gibiler yüzünden insanlar düşünmekten korkuyorlar, delirmekten ürküyorlar. Yaptığınız en büyük kötülük de bu!

***
I.Gazalî- ki; o da kendi çapında haddini bilerek bir şeyler düşünmüştür- antik çağ filozoflarını eleştirirken, çağından sonrasına bir iz bırakmak istiyordu. Antik çağ saçmalıklarına aldırmayın, diyordu. Bunların hepsi tutarsız saçmalıklar. Hepsi Kralların gözüne girmek için uydurulmuş saplantılardı. Basit akıl oyunlarıydı.21. Yüzyıl astronomisinin ulaştığı boyut ortada, ama hâlâ, dünya’yı evrenin merkezi sayan, dünya’nın şekline dair yanlış fikre sahip yatar-düşünürlerin zamana dâir düşüncelerini, doğruymuş gibi kabul etmek budalalıktır. 

***
Zamanı kavrayamayanların zamanı ezeli ve ebedi sanmalarını çok komik bulmuyor musun?  Yer Küre’nin, güneşin yaşını hesaplama becerisine sahip günümüz bilim adamları ölçebildikleri birçokluğun başlangıcına dair kuşku duyabilirler mi? Ama antik çağ yatar-düşünürlerinin derdi belliydi. Zamanı ezelî-ebedî kabul edip, onunla beraber Dünya’yı da ezelî-ebedî kabul etmenin altyapısını hazırlayarak bir Yaratıcıya gerek duyurmayacak ve kıyametin kopmasını gerçek dışı ilan edeceklerdi. Hareket varsa zaman vardı. Hareket yoksa zaman yoktu onlara göre. Hareket ezelî ise zaman da ezelî idi. Zaman yaratılmamıştı güyâ. Şimdi biliyoruz değil mi zamanla ilgili yaratılmışlığı? İbn-i rüşd,  o öldükten çok sonra Yahudilerin antik çağ düşünürlerinden çok daha önce ürettikleri saçmalıkları destek kabul edip I.Gazalî’nin karşısına çıktı. Ve Gazalî’nin tutarsız olduğunu iddia etti. Hal bu ki; I.Gazalî’nin delilsiz hiçbir önermesi yoktu. Kendisinin ise delilden haberi yoktu.

***
Peki, şimdi sen ne yapıyorsun? I.Gazalî gibi bilimsel bir ahlâkla mı kuşanıyorsun, II. Gazali gibi bunalımda mısın, İbn-i rüşd gibi kadim kabala öğretisini mi dikkate alıyorsun? Soruları gündeme taşırken herhalde İslâmî olmayan bir hassâsiyete sahip olacaksan, canımı sıkmamam için bunu bilmem lâzım. Haddini bilip bir budala gibi davranmaktan vazgeçeceksin, değil mi ey kişi? Vazgeçmezsen, senin ruhsal dengesi bozuk bir şaşkın olduğunu söyler ve diğerlerini kışkırtarak, kendin gibi şaşkınların sayısını taammüden arttırmak ve onların arasında saygın bir yer edinmeye çalışmakla suçlar; seni menfaatperest bir düşünce haini bir antik çağ gericisi olarak ilan ederim. Sen bana ne dersen de!


Alper Selçuk, 28.02.2009, Antiseptik Anafor 5


Not: İlgili yazı: Ya maymundan, ya ensest ilişkiden (mi?)
http://yenisafak.com.tr/yazarlar/?i=15440&y=DucaneCundioglu


Seçkin Deniz Twitter Akışı