29 Eylül 2012 Cumartesi

SA68/MEY6: Gavur'dan Farkımızı da Söylemeli Çağan Irmak

"Bardağın yarısını dolu görenlere optimist yani iyimser, yarısını boş görenlere pesimist yani kötümser diyenler artık şoka girmeliydi.  Bardak yarı su yarı hava ile dopdoluydu ve artık bardağın içeriğine göre pesimist ya da iyimser olarak sınıflandırılanlar rahat bir nefes alacaklardı."


Anneler ve babalar ne kadar büyük bir yük altında ömür tükettiklerini biliyorlar mı acaba? Bugünlerde sık sık bunu düşünüyorum. Yükün farkında olsalar, dünya, daha güzel şeylere şahitlik edecek gibi geliyor bana. Talim ve terbiye ailenin çocuğuna verebileceği en büyük hediyedir.

Çağan Irmak'ın dedesinin gerçek hayat hikayesinden senaryolaştırıp çektiği filmi izledik az evvel. Dedemin İnsanları. Garip bir akış içinde sıcak, sahici ve biraz da soğuk. Göçmen soğuğu bu. Çocukken biz de hissettik. Rakı masaları bize hep uzak göründü. Gerçek hayat hikayelerinin, diyalogların, ilişkilerin insanı derinden çeken tarafı var; hayâli karakterlere benzemeyen her bir karakter insanı alıp çekiyor kendine; tanıdık geldiği için. Tanıdık geldiği için, gözlerimizi günden geriye çekip ıslatıyor.


Göçmenlerin biraz ecnebî kokan üstten bakışlarını, konu komşudan uzak duruşlarını hep yadırgadık. Haksız da değildik; bize yaklaşmazlardı, gözleri uzak bakardı. Belki de geriye giderdi akılları; gerideki zamanda tutuklu kalmışlardı. Bize benzemek istemezlerdi. Câmilerde göçmenlere pek az rastlardık; kadınları daha serbest giyinirdi. Göçmen kızlarıyla gönül bağı kurarak evlenenlere de artık ecnebîleşmiş gözüyle bakardık. Kültür çatışmasının tam resmiydi bu.


Rakı masalarının, bira kaçamaklarının arasına sıkışmış terbiye, belki de göçmenleri meskun oldukları Girit'te, Rodos'da, Rumeli'de ecnebîleşmekten kurtarmıştı; müslüman tutmuştu. Şimdiki müslümanlar ne kadar müslümansa onlar da o kadar müslüman kalmıştı. Hepimiz kendi memleketimizde büyük bir kültür emperyalizmine mahkûm olmuştuk ve terbiye eski zamanlara çekip gitmişti.


Mehmet Dedesinin manifatura dükkanında çıraklara verdiği terbiye ne kadar haktandı ne kadar çok eski. Kumaş bir kaç parmak uzun kesilecek, tartılan şeyler hep biraz ağır gelecek. Ki; hak geçmeye. Ne güzel. Lâkin, Rakı'ya ve İntihar'a açılan kapı, hırsızlık ve dürüstlük karşıtlığında yer edinmeye gayret ederken, çocuk nasıl ders alır bunu öğrenmek lazım, öğretmek lazım Çağan Irmak'a. Bütün çocukların izlemesi lazım gelen bu filmi, hiçbir çocuğun izlemesini istemiyorum ben şimdi. Rakı ve İntihar için.

Bira markasının reklamını çocuklarımın gözlerine sokmasını affedemem Çağan'ın. Günaha girmiş; günahın tohumlarını ekmiş, filmi güzelce izleyen güzel çocukların zihnine... Gavur'dan farkımızı da söylemeli Çağan Irmak, 'Gavur' diye suçlandığı günlere inat. Müslüman'ın farkını anlatmalı ya da filmin sonunda dostlukla barıştırdığı Türklerle Rumları, aslında  rakıyla birleştirdiğini gördüğümüzü görmeli...

Artık Müslümanlıkla da barışması lazım geldiğini anlamalı Çağan. Dedesi'nin hak ve adalet anlayışının köklerini tanımalı, dedesini de aşmalı. Hani, mübadelede gemi beklerken abdest alanları, namaz kılanları çekmiş ya... işte öyle; bir an önce barışmalı Çağan Irmak Müslümanlarla, Müslümanlıkla. Onun anlattığı güzel şeyler Müslüman'ın hasletleridir, Dedesini intihara sürükleyenlerinki de Müslüman olmayanların.

Çağan'ın Huzur Sokağını ya da daha iyisini çekebilecekken çekmemesine kızıyorum. Bu memleketin sorunlarını dar pencerelerden bakarak, çocuklara göçmen camlarını taşlatarak çözemez. Daha derine inmeli, solculuğun ruhuna sinmiş ötekileştirmenin, ötekileştirerek yok saymanın çocuklarına vereceği en büyük kötücül terbiye olduğunu bilmeli.

Filmin sonuna doğru evimizin annesi yemeğin hazır olduğunu söylediğinde, söylenip duruyordum. Film, bir film ne kadar çok şey yapıyordu insanlara, ne kadar çok şey öğretiyordu. İntiharı kayıp olarak anlatsa, denize gönderdiği şişelerin sırrını rakı masasında anlattırmasa dedesine, bira markasından finansman almasa, daha iyi olmaz mıydı?

Yemek yerken film aklımızdaydı çocuklarla... Bardaklar unutulmuştu. Bardak istedim bizim büyük delikanlıdan. Birazdan su içmek için uzandığımda bardağın boş olduğunu gördüm. Bardakları masaya ben ya da hanım koyardık; sonra da doldururduk... Nöbet büyük oğlumuza geçmişti son zamanlarda.

"Bardak içilir mi Hanım? dedim, "Ne içeceğiz?" Hanım gülümseyerek baktı. "Bardak boş!" Büyük ağa, güldü: "Bardak boş değil ki? dedi, "Hava var!" Ben de "Hava içmeyeceğim, oğlum; su içeceğim, bardakta su yok!" dedim. Sular dolduruldu, afiyetle içtik. Yemekten kalkarken, "Bardak hiçbir zaman boş olmaz!" diyordum.


Balkona çıkarken ," Nasıl?" dedi büyük ağa... "Su olmazsa hava olur!" Aslında yüzlerce yıllık bir paradoksu da çözümlemiş oluyorduk. Bardağın yarısını dolu görenlere optimist yani iyimser, yarısını boş görenlere pesimist yani kötümser diyenler artık şoka girmeliydi.  Bardak yarı su yarı hava ile dopdoluydu ve artık bardağın içeriğine göre pesimist ya da iyimser olarak sınıflandırılanlar rahat bir nefes alacaklardı.

"Boşluk yoktur, oğlum; boşluğun da bir enerjisi olduğu kanıtlandı. Boş görünse bile bilmediğimiz bir yapısı vardır boşluğun." dedim . İyimserliğin ya da kötümserliğin görünenlere göre belirlenmemesi gerektiğini çocuklarımıza öğretebilirdik. Allah'a umut bağlayanların olduğu yerde kötümserlik olmazdı, olamazdı.



Mustafa Eyyüboğlu, YirmiDokuz Eylül İkiBinOnİki - Onsekiz
Mustafa Eyyüboğlu Yazıları

Seçkin Deniz Twitter Akışı