"Türkiye, 100 yıllık bir ayrışma sürecini sona erdirmek üzere."
Liberallerin sıklıkla sertleşerek totaliter bir tonda çıkmaya başlayan seslerine ek olarak, sosyalistlerin sürgit bir deformasyonla salt ulusalcı bir sıkılaşma ürünü olan sesleri sistematik bir dar alan oluşturunca, Türkiye’nin sorunları tipik milliyetçi kilitlenmelerle, tahrik sınırını aşan anlık tepkilerle fokurdayıp duran bir deney tüpüne doldurulmuş oldu.
Kasım 2002’den beri kesintisiz iktidar sorumluluğu taşıyan Adalet ve Kalkınma Partisi’nin neo-liberal çizgileri kalınlaşan politik söylemi, zaman zaman ‘Irkçı Milliyetçilik’ temelinde siyaset yapmayı amaçlayan Milliyetçi Hareket Partisi ile Barış ve Demokrasi Partisi’nin söylemlerindeki dalgalı seyre de ayak uydurmakta sakınca görmüyor. Hükümet Kürtler’in hak arayışına iliştirilen terör sorununa çözüm bulmak adına kendisini diyaloğa zorunlu hissettiği için yalpalıyor ve güven kaybediyor.
Anamuhalefet Partisi olan Cumhuriyet Halk Partisi’nin devletin ana iskeletini
oluşturan 100 yıllık bir geleneği temsil ettiğini biliyoruz. Çözümden daha çok,
çözümün kendi tekelinde üretilmesi gereken sıradan bir tercih olduğunu düşünen
CHP aklı, sorunun asıl doğurganı olarak, toplumu germekten vazgeçmiyor.
10 yıllık yerel ve genel seçim süreçlerinin siyaset sahnesinde oluşturduğu stratejik sarsıntıların, gölgelerdeki etkin gücü CHP’yi ve MHP’yi seks skandallları zinciriyle yeniden dizayn etmeye zorladığını gördük; CHP’yi ve lideriyle birlikte yönetim kadrosunu değiştiren seks skandalları, MHP’de sadece alt yönetim kadrosunun değişmesini sağladı. Türkiye Siyaseti’ndeki aktörlerin yaşadığı ahlakî sefalet, ruhsal deformasyona aşama aşama alıştırılmış bir topluma bile ağır gelmişti.
2010 baharı ve yazı Ergenekon ve Balyoz yargılamalarının paralel olarak seyrettiği bir yıldı. Bu yargılamalarla eş zamanlı olarak PKK Terör Örgütü’nün terör faaliyetleri daha yaygın bir çerçevede ve kısa aralıklarla kanlı saldırılarla artmaya başladı. Siyaset alanının yansıttığı kalitesi düşük profil, terör stratejisini bir koz olarak kullanan çevrelerce anında kaos panayırına döndürüldü. Muhalefet partilerini seks skandallarıyla kontrol ettiğini kanıtlayan gölgelerdeki güç, teröristleri acımasız eylemlere yönlendiren güçten farklı değildi. Amaç diyalog sürecine zorla sokulan İktidar Partisi’ni yıpratmak ve Ergenekon-Balyoz yargılamalarının seyrine müdahale etmekti.
Medya’daki liberal/sol teorisyenlerin sert söylemlerle eleştirdiği KCK operasyonlarının, terörü dağlardan kentlere indirmekte ısrarlı olanların stratejilerine ağır darbeler indirdiğini ve göçlerle doldurulan banliyölerde terör örgütünce kurtarılmış bölgeler oluşturulmasını engellediğini, kentlerde azalan terör eylemlerinden izleyebiliyoruz.
Milli İstihbarat Teşkilatı’nın, Oslo Görüşmeleri’nin sonuçlarından biri olarak, PKK’nın kent yapılanması olarak tanımlanan KCK’nın Türkiye’nin her yerinde örgütlenmesini sağladığını iddia eden çevrelerin –özellikle 2002 sonrası PKK’nın hedefi hâline gelen Gülen Cemaati’nin- sert eleştirileri, MİT Müsteşarının sorgulanmasına ve muhtemelen tutuklanmasına yönelik hukukî sürecin başlatılmasına dayanak oluşturmuş göründü.
KCK yapılanmasında siyasî altyapı oluşturmak için yerel düzeyde siyaset okulları açılması ve bu okullarda bazı akademisyenlerin seminerlere/derslere katılmaları sonucu tutuklanmaları, liberal-sol tepkilerle birlikte ulusalcı grupların Hükümet karşıtı kampanyalar düzenlenmesine yol açtı. İktidar Partisi, Gülen Cemaati’nin KCK karşıtı duruşu ile Liberal-Sol-Ulusalcı ittifakın tutuklamalara karşı verdiği sert tepkiler arasında askıda kaldı.
MİT Müsteşarı’nın Başbakan’ı temsil ettiği ve sorgulamanın Başbakanı ve terör sorununa diyalog yoluyla çözüm arayan politik tercihlerini hedef aldığı anlaşılınca, KCK tutuklamaları arttı ve Gülen Cemaati ile İktidar Partisi’nin diyalogcu yaklaşımını destekleyen medya mensupları arasında büyük bir çatışma başladı. 2010 yılında başlayan bu çatışma hâli hükümetin yalpalamasına ve terör sorununa daha sert tedbirlerle çözüm aramasına neden oldu.
MİT Müsteşarı yasal değişiklikle yargının tarassutundan kurtarıldı ve Oslo Görüşmeleri’nin İngiltere tarafından basına sızdırılması ile diyalog süreci sona erdi. BDP Genel Başkanı Demirtaş’ın diyaloğun sona ermesinin bu sızdırmanın sonucu olduğunu söylemesi, terör saldırılarını açıklamıyordu. Diyalog, Demokratik Açılım ve Dağdan İnme Projesi, Habur’dan gövde gösterisi ile yurda giriş yapan terör örgütü üyelerinin sabotajları ile kesintiye uğrasa da İktidar Partisi’nin ısrarlı duruşuyla devam etti. Ancak dağ kadrosunun kentlerdeki organizasyonlarda görev almaya başlaması, büyükşehirlerde organize edilen eylemlerin halkı tedhişle sindirmeye yönelik/ kaos temelli olması KCK operasyonlarının artmasını gerektirdi ve hemen her gün asker ve polis karakollarına yapılan saldırılarla sürekli kayıp verilmesi, hükümeti, TSK ve Emniyet Genel Müdürlüğü işbirliği ile 2012 yılı baharında geniş çaplı kırsal alan taramasına zorladı.
Terör Örgütü liderinin, kendisini liderliğe sürükleyen gölgelerdeki gücün etkisi ile siyasal süreci zorlaması ve terör sorununun kendisinin serbest bırakılması ile çözülmesinin mümkün olacağını iddia etmesi – ki, BDP Lideri Demirtaş 08. 10. 2012 günü bunu açıkça dillendirdi- Başbakan Erdoğan’ın gerekirse Oslo Süreci’nin yeniden başlatılabileceğine ve Terör Örgütü lideri ile görüşülebileceğine dair söyleminin yanlış anlaşıldığını gösteriyordu.
Oysa, Oslo Süreci’nin kesintiye uğraması ile birbirlerine düşen Gülen Cemaati yazarları ile İktidar Partisi’ni KCK tutuklamaları sebebiyle eleştiren muhafazakar demokrat kesimin yazarları arasında gerilim daha da tırmanıyor ve hakaretlere varan bir sertleşme yaşanıyordu. İktidar Partisi bu gerilimin sürmesini istemiyordu ve operasyonlar aralıksız sürüyordu. Operasyonların sürüyor olmasını eleştirenlerin, diyalog umutlarını sürdürmeleri için sadece açık kapı bırakmıştı Başbakan, söz vermemişti. Çözümün terör tarafının tutumlarına bağlı olarak hat değiştireceğini vurgulamıştı. Yeni bir kaosu göze almamakta kararlıydı.
Oslo Süreci, bütün kentlerin banliyölerinde 12 yaşındaki gençleri KCK terörünün kucağında büyümeye bırakmıştı. BDP-PKK Ekseni, Arap Baharları’nı maske olarak kullanmayı düşünerek Şemdinli’de ele geçirilip bayrak dikilecek sembolik bir kazanım uğruna yüzlerce militanını kurban vermeyi göze almıştı. BDP-PKK Ekseni, İktidar Partisi’ni aldatmış ve diyalog sürerken kanlı saldırıların sürmesini sağlamış, görüşme masasında silahları tehdit olarak kullanmıştı. BDP’li vekiller terörün silahlı gücü olmadan hiçbir kazanım elde edemeyeceklerini savunuyorlardı.
Rus ve ABD-Alman yapımı füzelerle, roketlerle katliam yapan PKK militanları, BDP’ye görüşme masasında askerî bir güç kazandırıyorlardı ve bu kirli ilişki siyaset olarak tanımlanıyordu. CHP Tunceli Milletvekili Aygün’ün PKK’lılarca kaçırılması, BDP’li vekillerin kameralar karşısında PKK teröristleriyle kucaklaşması, Oslo Süreci’nin terör örgütünce terörü kentlere yaymak ve bu anlamda görüşmelerdeki uzlaşmaya bağlı olarak hükümeti hareketsiz bırakmak amacıyla başlatıldığını kanıtlamıştı. BDP-PKK, Oslo Görüşmelerini bir güç ölçümü olarak algılamış, terör örgütü ile görüşme cesareti gösteren hükümeti aciz durumda bırakmak istemişti.
Yüzlerce teröristin cesetlerinin gömülmesine yetişmekte zorlanan BDP’li vekiller, yeniden diyalog çağrısı yapmaya başladıklarında, hem yurt içinde hem de yurt dışında bütün kredilerini tüketmiş durumdaydılar ve artık ciddiye alınmayacaklardı. Başbakan Erdoğan'ın terör saldırılarının en kanlı dönemlerinde, PKK’ya destek veren batılı ülkelerden bahsederek onları deşifre etmeye niyetlenmesi ile birlikte ABD, AB ve Rusya terör örgütüne verdikleri desteği azaltmaya başladılar.
ROJ TV yayını durduruldu, Fransız Hükümeti dahil birçok AB ülkesi terörist avına çıktı, parasal kaynaklar kesilmeye başlandı ve İktidar Partisi’nn emriyle kolluk kuvvetleri Diyarbakır’da büyük çaplı operasyonlarla uyuşturucu merkezlerini dağıttılar. Terör örgütü amansız bir baskı altındaydı ve BDP’li vekillerin dokunulmazlıkları meclise taşınacaktı. Başbakan Erdoğan 10 yıllık çözümcü perspektifinin diyalog yoluyla süremeyeceğini anlamış ve bu gerçeği yerli-yabancı herkese de anlatmıştı.
Günün sonunda PKK ile bir daha diyalog süreci olmasının imkansız olduğunu görüyoruz. Ve BDP’nin siyaset yapmaktan daha farklı bir şey yaptığını taraflı tarafsız herkes kabullenmek zorunda kaldı; BDP kendisine oy veren Kürtleri değil, PKK’lı teröristleri temsil ediyor, belediye başkanlıklarında hizmet değil örgüte altyapı hazırlıyordu.
Son fotoğrafta, BDP tabanı tarafından sorgulanıyor ve artık yayılmacı gücünü kaybetmiş bulunuyor.
Matematiksel zorunluluk problemdeki verilerin, çözüm için yeterli olup olmadığını denetlemeyi önerir; ancak bundan önce problemin tam olarak hangi olayı temsilen tartışma masasına getirildiğini ve verilerin gerçek bir olayı temsil edip etmediğini sorgular. Türkiye, Ak Parti'nin 10 yıllık vizyonu ve direnci ile, Kürt Sorunu ile karmaşıklaştırılmış terör sorununu ayrıştırarak daha parlak ve keskin bir gözlem ve analiz alanı oluşturmayı başardı.
Sorun şu ki; İktidar Partisi’nin vekilleri ve devlet personeli ile aldığı çözümcü yol, akademik çalışmalarla yeterince desteklenmedi. Kürtlerin BDP-PKK Eksenli yaklaşımlara neden oy verdiği rasyonel sorgulamalar eşliğinde analiz edilmedi. Kuşkusuz silahlı tehdidin seçmenleri baskı altında tuttuğu doğru; ancak bu diğer verileri açıklamaya yetmez.
Cumhuriyet öncesi İTC temelli ayrışmaların ürettiği sorunların 1960 sonrası arttığı, 1980 sonrası özel uygulamalarla planlı bir şekilde tırmandırıldığı ve Müslüman Kürtlerin isyana zorlandıkları gerçeğini unutmamak gerekir.
Terör Örgütü lideri, bir NATO Projesi olarak PKK’yı kurduğunda ilk amacı, Sovyet yanlısı solcu Kürt örgütlerini dağlardan temizlemek ve Kürtlerin ayrıştırılması için steril bir alan oluşturmaktı. Daha sonra 12 Eylül darbecilerinin dağlara personel hazırlamak için yaptığı işkenceler, kurguyu Türkiye’nin daimi bir tehditle meşgul edilmesi fikrine hizmet ettirdi.
Kürtlerin ve Zazaların gasbedilen haklarla asimilasyona tabi tutulmaları, SSCB’nin yıkılması, örgüt liderinin yeni bir hedef belirlemesine neden oldu. İran, Irak, Suriye ve Türkiye’deki Kürtlere ortak bir devlet kurulacağı vaadi ile kanal değiştirtti. Zorlama bir liderdi. Liderlik özellikleri yoktu; Kürtlerin severek ve isteyerek destekledikleri biri değildi. Öldürerek, tehdit ederek yol aldı. Küçük bir grup tarafından, sadece çıkarlarına hizmet etmeye devam etsin diye destekleniyor görüntüsü veriliyor. PKK eski örgüt liderini umursamıyor, militanlar yaşlandılar; gelecek korkusu yüzünden varlık problemi yaşıyorlar. Örgüt yeni eleman bulmakta zorlanıyor.
Terör örgütü lideri serbest bırakıldığında ülkenin hızla bir intikam savaşına, yani iç savaşa sürükleneceği ve devletinin kontrolünün ortadan kalkacağı, ergenekon-balyoz organizatörlerinin büyük bir şevkle bekledikleri kaos günlerinin başlayacağı , bugüne kadar halk adına elde edilen kazanımların sona ereceği BDP-PKK Ekseni’nce çok iyi biliniyor ve bu teklif bu yüzden bugün açıkça yapılıyor.
Adalet ve Kalkınma Partisi lideri Erdoğan, terör sorununu bitirmek üzere olduğunun farkında iken yeni bir diyalog süreci başlatmak ya da örgüt liderini serbest bırakmak gibi bir hataya düşmeyecek kadar tecrübe edindi. Son terörist, yok olmayana kadar da gözyaşı dökmemeye kararlı. Erdoğan, gerekirse, terör bittiğinde ölü teröristlerin anneleriyle oturup ağlayabilecek bir öz güvene de sahip.
30 Eylül 2012’deki 4. Kongresine bir süre önce Türkiye’yi tehdit eden Barzani’yi de davet eden Erdoğan, terör sorununu Kürtlerden uzaklaştırmak için çok hassas ilişkiler kurulduğunu da hem yerel hem de global aktörlere duyurdu. PKK, Kuzey Irak’taki terör üslerini artık özgürce kullanamayacak.
Türkiye, 100 yıllık bir ayrışma sürecini sona erdirmek üzere. Bununla birlikte terör sorunundan ayrılan Kürt Sorunu’nun oluşturduğu travmaların tesbiti ve travma etkilerinin absorbe edilmesi için sosyolojik araştırmalar ve rehabilitasyon süreçleri eksiksiz ve acilen planlanmalı ve uygulanmalıdır. Gülen Cemaati de enerjisini daha rasyonel ve tepki toplamayacak alanlarda kullanmaya devam etmelidir.
Adil Çelik, Sonsuz Ark, 09. 10. 2012
10 yıllık yerel ve genel seçim süreçlerinin siyaset sahnesinde oluşturduğu stratejik sarsıntıların, gölgelerdeki etkin gücü CHP’yi ve MHP’yi seks skandallları zinciriyle yeniden dizayn etmeye zorladığını gördük; CHP’yi ve lideriyle birlikte yönetim kadrosunu değiştiren seks skandalları, MHP’de sadece alt yönetim kadrosunun değişmesini sağladı. Türkiye Siyaseti’ndeki aktörlerin yaşadığı ahlakî sefalet, ruhsal deformasyona aşama aşama alıştırılmış bir topluma bile ağır gelmişti.
2010 baharı ve yazı Ergenekon ve Balyoz yargılamalarının paralel olarak seyrettiği bir yıldı. Bu yargılamalarla eş zamanlı olarak PKK Terör Örgütü’nün terör faaliyetleri daha yaygın bir çerçevede ve kısa aralıklarla kanlı saldırılarla artmaya başladı. Siyaset alanının yansıttığı kalitesi düşük profil, terör stratejisini bir koz olarak kullanan çevrelerce anında kaos panayırına döndürüldü. Muhalefet partilerini seks skandallarıyla kontrol ettiğini kanıtlayan gölgelerdeki güç, teröristleri acımasız eylemlere yönlendiren güçten farklı değildi. Amaç diyalog sürecine zorla sokulan İktidar Partisi’ni yıpratmak ve Ergenekon-Balyoz yargılamalarının seyrine müdahale etmekti.
Medya’daki liberal/sol teorisyenlerin sert söylemlerle eleştirdiği KCK operasyonlarının, terörü dağlardan kentlere indirmekte ısrarlı olanların stratejilerine ağır darbeler indirdiğini ve göçlerle doldurulan banliyölerde terör örgütünce kurtarılmış bölgeler oluşturulmasını engellediğini, kentlerde azalan terör eylemlerinden izleyebiliyoruz.
Milli İstihbarat Teşkilatı’nın, Oslo Görüşmeleri’nin sonuçlarından biri olarak, PKK’nın kent yapılanması olarak tanımlanan KCK’nın Türkiye’nin her yerinde örgütlenmesini sağladığını iddia eden çevrelerin –özellikle 2002 sonrası PKK’nın hedefi hâline gelen Gülen Cemaati’nin- sert eleştirileri, MİT Müsteşarının sorgulanmasına ve muhtemelen tutuklanmasına yönelik hukukî sürecin başlatılmasına dayanak oluşturmuş göründü.
KCK yapılanmasında siyasî altyapı oluşturmak için yerel düzeyde siyaset okulları açılması ve bu okullarda bazı akademisyenlerin seminerlere/derslere katılmaları sonucu tutuklanmaları, liberal-sol tepkilerle birlikte ulusalcı grupların Hükümet karşıtı kampanyalar düzenlenmesine yol açtı. İktidar Partisi, Gülen Cemaati’nin KCK karşıtı duruşu ile Liberal-Sol-Ulusalcı ittifakın tutuklamalara karşı verdiği sert tepkiler arasında askıda kaldı.
MİT Müsteşarı’nın Başbakan’ı temsil ettiği ve sorgulamanın Başbakanı ve terör sorununa diyalog yoluyla çözüm arayan politik tercihlerini hedef aldığı anlaşılınca, KCK tutuklamaları arttı ve Gülen Cemaati ile İktidar Partisi’nin diyalogcu yaklaşımını destekleyen medya mensupları arasında büyük bir çatışma başladı. 2010 yılında başlayan bu çatışma hâli hükümetin yalpalamasına ve terör sorununa daha sert tedbirlerle çözüm aramasına neden oldu.
MİT Müsteşarı yasal değişiklikle yargının tarassutundan kurtarıldı ve Oslo Görüşmeleri’nin İngiltere tarafından basına sızdırılması ile diyalog süreci sona erdi. BDP Genel Başkanı Demirtaş’ın diyaloğun sona ermesinin bu sızdırmanın sonucu olduğunu söylemesi, terör saldırılarını açıklamıyordu. Diyalog, Demokratik Açılım ve Dağdan İnme Projesi, Habur’dan gövde gösterisi ile yurda giriş yapan terör örgütü üyelerinin sabotajları ile kesintiye uğrasa da İktidar Partisi’nin ısrarlı duruşuyla devam etti. Ancak dağ kadrosunun kentlerdeki organizasyonlarda görev almaya başlaması, büyükşehirlerde organize edilen eylemlerin halkı tedhişle sindirmeye yönelik/ kaos temelli olması KCK operasyonlarının artmasını gerektirdi ve hemen her gün asker ve polis karakollarına yapılan saldırılarla sürekli kayıp verilmesi, hükümeti, TSK ve Emniyet Genel Müdürlüğü işbirliği ile 2012 yılı baharında geniş çaplı kırsal alan taramasına zorladı.
Terör Örgütü liderinin, kendisini liderliğe sürükleyen gölgelerdeki gücün etkisi ile siyasal süreci zorlaması ve terör sorununun kendisinin serbest bırakılması ile çözülmesinin mümkün olacağını iddia etmesi – ki, BDP Lideri Demirtaş 08. 10. 2012 günü bunu açıkça dillendirdi- Başbakan Erdoğan’ın gerekirse Oslo Süreci’nin yeniden başlatılabileceğine ve Terör Örgütü lideri ile görüşülebileceğine dair söyleminin yanlış anlaşıldığını gösteriyordu.
Oysa, Oslo Süreci’nin kesintiye uğraması ile birbirlerine düşen Gülen Cemaati yazarları ile İktidar Partisi’ni KCK tutuklamaları sebebiyle eleştiren muhafazakar demokrat kesimin yazarları arasında gerilim daha da tırmanıyor ve hakaretlere varan bir sertleşme yaşanıyordu. İktidar Partisi bu gerilimin sürmesini istemiyordu ve operasyonlar aralıksız sürüyordu. Operasyonların sürüyor olmasını eleştirenlerin, diyalog umutlarını sürdürmeleri için sadece açık kapı bırakmıştı Başbakan, söz vermemişti. Çözümün terör tarafının tutumlarına bağlı olarak hat değiştireceğini vurgulamıştı. Yeni bir kaosu göze almamakta kararlıydı.
Oslo Süreci, bütün kentlerin banliyölerinde 12 yaşındaki gençleri KCK terörünün kucağında büyümeye bırakmıştı. BDP-PKK Ekseni, Arap Baharları’nı maske olarak kullanmayı düşünerek Şemdinli’de ele geçirilip bayrak dikilecek sembolik bir kazanım uğruna yüzlerce militanını kurban vermeyi göze almıştı. BDP-PKK Ekseni, İktidar Partisi’ni aldatmış ve diyalog sürerken kanlı saldırıların sürmesini sağlamış, görüşme masasında silahları tehdit olarak kullanmıştı. BDP’li vekiller terörün silahlı gücü olmadan hiçbir kazanım elde edemeyeceklerini savunuyorlardı.
Rus ve ABD-Alman yapımı füzelerle, roketlerle katliam yapan PKK militanları, BDP’ye görüşme masasında askerî bir güç kazandırıyorlardı ve bu kirli ilişki siyaset olarak tanımlanıyordu. CHP Tunceli Milletvekili Aygün’ün PKK’lılarca kaçırılması, BDP’li vekillerin kameralar karşısında PKK teröristleriyle kucaklaşması, Oslo Süreci’nin terör örgütünce terörü kentlere yaymak ve bu anlamda görüşmelerdeki uzlaşmaya bağlı olarak hükümeti hareketsiz bırakmak amacıyla başlatıldığını kanıtlamıştı. BDP-PKK, Oslo Görüşmelerini bir güç ölçümü olarak algılamış, terör örgütü ile görüşme cesareti gösteren hükümeti aciz durumda bırakmak istemişti.
Yüzlerce teröristin cesetlerinin gömülmesine yetişmekte zorlanan BDP’li vekiller, yeniden diyalog çağrısı yapmaya başladıklarında, hem yurt içinde hem de yurt dışında bütün kredilerini tüketmiş durumdaydılar ve artık ciddiye alınmayacaklardı. Başbakan Erdoğan'ın terör saldırılarının en kanlı dönemlerinde, PKK’ya destek veren batılı ülkelerden bahsederek onları deşifre etmeye niyetlenmesi ile birlikte ABD, AB ve Rusya terör örgütüne verdikleri desteği azaltmaya başladılar.
ROJ TV yayını durduruldu, Fransız Hükümeti dahil birçok AB ülkesi terörist avına çıktı, parasal kaynaklar kesilmeye başlandı ve İktidar Partisi’nn emriyle kolluk kuvvetleri Diyarbakır’da büyük çaplı operasyonlarla uyuşturucu merkezlerini dağıttılar. Terör örgütü amansız bir baskı altındaydı ve BDP’li vekillerin dokunulmazlıkları meclise taşınacaktı. Başbakan Erdoğan 10 yıllık çözümcü perspektifinin diyalog yoluyla süremeyeceğini anlamış ve bu gerçeği yerli-yabancı herkese de anlatmıştı.
Günün sonunda PKK ile bir daha diyalog süreci olmasının imkansız olduğunu görüyoruz. Ve BDP’nin siyaset yapmaktan daha farklı bir şey yaptığını taraflı tarafsız herkes kabullenmek zorunda kaldı; BDP kendisine oy veren Kürtleri değil, PKK’lı teröristleri temsil ediyor, belediye başkanlıklarında hizmet değil örgüte altyapı hazırlıyordu.
Son fotoğrafta, BDP tabanı tarafından sorgulanıyor ve artık yayılmacı gücünü kaybetmiş bulunuyor.
Matematiksel zorunluluk problemdeki verilerin, çözüm için yeterli olup olmadığını denetlemeyi önerir; ancak bundan önce problemin tam olarak hangi olayı temsilen tartışma masasına getirildiğini ve verilerin gerçek bir olayı temsil edip etmediğini sorgular. Türkiye, Ak Parti'nin 10 yıllık vizyonu ve direnci ile, Kürt Sorunu ile karmaşıklaştırılmış terör sorununu ayrıştırarak daha parlak ve keskin bir gözlem ve analiz alanı oluşturmayı başardı.
Sorun şu ki; İktidar Partisi’nin vekilleri ve devlet personeli ile aldığı çözümcü yol, akademik çalışmalarla yeterince desteklenmedi. Kürtlerin BDP-PKK Eksenli yaklaşımlara neden oy verdiği rasyonel sorgulamalar eşliğinde analiz edilmedi. Kuşkusuz silahlı tehdidin seçmenleri baskı altında tuttuğu doğru; ancak bu diğer verileri açıklamaya yetmez.
Cumhuriyet öncesi İTC temelli ayrışmaların ürettiği sorunların 1960 sonrası arttığı, 1980 sonrası özel uygulamalarla planlı bir şekilde tırmandırıldığı ve Müslüman Kürtlerin isyana zorlandıkları gerçeğini unutmamak gerekir.
Terör Örgütü lideri, bir NATO Projesi olarak PKK’yı kurduğunda ilk amacı, Sovyet yanlısı solcu Kürt örgütlerini dağlardan temizlemek ve Kürtlerin ayrıştırılması için steril bir alan oluşturmaktı. Daha sonra 12 Eylül darbecilerinin dağlara personel hazırlamak için yaptığı işkenceler, kurguyu Türkiye’nin daimi bir tehditle meşgul edilmesi fikrine hizmet ettirdi.
Kürtlerin ve Zazaların gasbedilen haklarla asimilasyona tabi tutulmaları, SSCB’nin yıkılması, örgüt liderinin yeni bir hedef belirlemesine neden oldu. İran, Irak, Suriye ve Türkiye’deki Kürtlere ortak bir devlet kurulacağı vaadi ile kanal değiştirtti. Zorlama bir liderdi. Liderlik özellikleri yoktu; Kürtlerin severek ve isteyerek destekledikleri biri değildi. Öldürerek, tehdit ederek yol aldı. Küçük bir grup tarafından, sadece çıkarlarına hizmet etmeye devam etsin diye destekleniyor görüntüsü veriliyor. PKK eski örgüt liderini umursamıyor, militanlar yaşlandılar; gelecek korkusu yüzünden varlık problemi yaşıyorlar. Örgüt yeni eleman bulmakta zorlanıyor.
Terör örgütü lideri serbest bırakıldığında ülkenin hızla bir intikam savaşına, yani iç savaşa sürükleneceği ve devletinin kontrolünün ortadan kalkacağı, ergenekon-balyoz organizatörlerinin büyük bir şevkle bekledikleri kaos günlerinin başlayacağı , bugüne kadar halk adına elde edilen kazanımların sona ereceği BDP-PKK Ekseni’nce çok iyi biliniyor ve bu teklif bu yüzden bugün açıkça yapılıyor.
Adalet ve Kalkınma Partisi lideri Erdoğan, terör sorununu bitirmek üzere olduğunun farkında iken yeni bir diyalog süreci başlatmak ya da örgüt liderini serbest bırakmak gibi bir hataya düşmeyecek kadar tecrübe edindi. Son terörist, yok olmayana kadar da gözyaşı dökmemeye kararlı. Erdoğan, gerekirse, terör bittiğinde ölü teröristlerin anneleriyle oturup ağlayabilecek bir öz güvene de sahip.
30 Eylül 2012’deki 4. Kongresine bir süre önce Türkiye’yi tehdit eden Barzani’yi de davet eden Erdoğan, terör sorununu Kürtlerden uzaklaştırmak için çok hassas ilişkiler kurulduğunu da hem yerel hem de global aktörlere duyurdu. PKK, Kuzey Irak’taki terör üslerini artık özgürce kullanamayacak.
Türkiye, 100 yıllık bir ayrışma sürecini sona erdirmek üzere. Bununla birlikte terör sorunundan ayrılan Kürt Sorunu’nun oluşturduğu travmaların tesbiti ve travma etkilerinin absorbe edilmesi için sosyolojik araştırmalar ve rehabilitasyon süreçleri eksiksiz ve acilen planlanmalı ve uygulanmalıdır. Gülen Cemaati de enerjisini daha rasyonel ve tepki toplamayacak alanlarda kullanmaya devam etmelidir.
Adil Çelik, Sonsuz Ark, 09. 10. 2012