"Bu yazı, fedâkâr öğretmenlere adanmıştır."
Okulun adını duymuştu, ancak henüz yerini bile bilmiyordu. Yaptığı araştırmalar sonucunda öğrencileriyle en iyi iletişimi kurabileceğini düşündüğü Anadolu lisesini tercih etmiş ve Anadolu liselerine öğretmen seçme sınavında aldığı puanla, birinci sıradan tercih ettiği okula yerleşmişti. Şimdi okulun bahçesindeydi. Haziran sıcağı tüm haşmetiyle tepesinde yer tutmuştu, fakat okul bahçesine alelusul döşenmiş asfaltın kavurucu buharlarından korunacak bir gölge çarpmıyordu gözüne. “Bahçesi güzel değil”, demişlerdi; önemsememişti.
Okul binasının karmaşık mimarisi, sanat anlayışını tırmalamıştı; yine önemsemedi. Okul Müdürünün odasını ararken karşısına okul hizmetlilerinden olduğu belli olan biri çıktı. Müdür okulda yoktu; hizmetlinin yönlendirmesiyle Müdür Başyardımcısının odasına girdi. Selam verdi ve kendisini tanıttı. Başyardımcı yüzüne baktı ve ona: “Seni niye gönderdiler?” diye sordu.
‘Sen’ le başlayan bu diyalog ve ses tonundaki çirkin yansıma on üç yıllık öğretmenin önemsememeye alışkın sinir uçlarına fazla gelmişti. “Açık göstermişsiniz, tercih ettim ve atamam yapıldı; isterseniz gideyim!” dedi sertçe. Başyardımcı kendine geldi ve ezik bir ses tonuyla:” Ya yok”, dedi,” Zaten branşta fazlalığımız var, kusura bakma!” Öğretmen gerilmiş sesini muhafaza ederek:” Sınav puanına göre atama yapıldı ve ben okulunuzu tercih ettim, eğer fazlalık var idiyse, bu fazlalığı beyan eden sizsiniz, sorumlu da sizsiniz, beni gönderenler değil!” dedi.
Başyardımcı, eli ayağına dolaşmış bir halde evrakları taradı, internet sayfasından kontrol etti; açık beyan etmiş olduklarını fark etti ve :”Kusura bakma”,dedi, “Bir yanlışlık olmuş”. Öğretmen yine önemsemedi, biliyordu ki; norm kadro gereği hizmet puanı düşük olan bir öğretmen okuldan gönderilecekti. Gönderilecek olan öğretmen adına üzüldü ise de, artık yapılacak bir şey yoktu. Uyanıklık ters tepmişti; norm kadro fazlası öğretmen oluşmasın diye yüksek gösterdikleri ders saati sayısı, onlara istemedikleri yeni bir öğretmen kazandırmış; puanı düşük eski bir öğretmeni yerinden etmişti.
Başlangıçtaki bu hava sonraki günlerde de devam etti. İstenmeyen öğretmendi; gelmiş, bir başka öğretmeni yerinden etmişti. Gelir gelmez yerleşik düzende bir sarsıntı oluşturmuştı. Norm kadro fazlası konumuna düşen öğretmen başka bir okula kaydırılana kadar, öğretmenlerin neredeyse tamamı ona doğru dürüst 'hoş geldin' bile dememişlerdi. Ortalık dedikodu ile kaynıyordu ve hedef yeni gelen matematik öğretmeni idi; güyâ bıktırılacak ve kaçırtılacaktı. Önemsemedi.
Biraz sonra okula sınavla gelmiş tek öğretmen olduğunu öğrenecekti. Kan-ter içinde bir sınav sonucunda seçilerek yerleşmiş bulunan öğrencilerin, seçme sınavı ile okula gelme hakkı kazanmış olan tek öğretmenlerinin kendisi olduğunu öğrendiğinde gülümsedi; üstelik uzmandı da. Tepkilerin sebeplerini anlamaya başlamıştı, sonraki günlerde de bu kanaati kesinleşti. Alışkındı; yine önemsemedi.
Öğretmenler odasının fakir ve zavallı tefrişatına yadırgar bir şekilde baktığı günlerden bir gün, kendisini tutamadı ve:” Bu oda bize yakışmıyor arkadaşlar”, dedi,” Her birimiz belli bir miktar katkıda bulunup odayı yenileyelim mi?” Okulda henüz yeniydi ve üstüne vazife olmayan bir şeye bulaşmıştı.
Bir süre sonra çeşitli ters tepkiler aldı, her seferinde kendisine medeni bir şekilde “Hoş geldin” bile denmediğini vurgulayarak, meslektaşlarının hassas noktalarına dokundu. İki ay sonra, maaş promosyonları ile oda yenilendi ve modern bir görünüme kavuştu; kapıları kırık, kilitleri sökük dolaplar, her tarafı sefalet kokan masa ve sandalyeler gitmiş, uzay üssünü andırır mobilyalarla, tabana yapılan ahşap parke odayı zevkli bir dinlenme salonuna dönüştürmüştü. Sonuç aldığı için keyif aldı, fakat yine önemsemedi.
Ders programını aldığında, kendisine Matematik-Fen bölümünün mevcut iki adet son sınıfının yanında bir de Türkçe-Matematik bölümündeki tek on birinci sınıfın matematik derslerinin verildiğini fark etti. Zamanla öğrenecekti; Matematik-Fen sınıfları diğer matematik öğretmenleri arasında kavga nedeni olmuş, Okul Müdürü de kendisi hakkında ”Yapabilir mi?” araştırması yaparak kavga nedeni olan sınıfları kendisine vermişti. Dersler başladıktan sonra ilk fizibilite çalışması sonucunda son sınıfların altyapılarını gördüğünde içi cız etti, kavgaya neden olacak bir şey yoktu. Önemsemedi.
Döküntü kıyafetleri ve nezaketsiz dilleri ile lüks otomobillere binen bazı meslektaşlarına karşı hiçbir negatif tutum içerisinde olmadı. Derslerin başladığı gün yanına gelen branştaşı öğretmenin neredeyse fısıltıyla kendisine seslendiğini duydu: ”11 TM sınıfından iş çıkmaz, üç beş kişi var derse ilgi gösteren; geçen yıl ben girmiştim derslerine.”
Şaşırdı ve ona: “Neden?” diye sordu, “Bunlar sınavı kazanıp bu okula gelmediler mi? Neden iş çıkmaz bu öğrencilerden?” Branştaşı burun kıvırdı ve umursamaz bir tavırla: ”Ders dinlemiyorlar, çalışmıyorlar ve konuşuyorlar” diye kendince açıklama yaptı. Öğretmene kızgınca baktı ve onun yanından ayrıldı.
Neredeyse öfkeyle 11 TM sınıfına girdiğinde, öğrencilerin bir kısmı yerlerinde oturuyor, diğer bir kısmı da ayakta dolaşıyordu; sınıf gürültülüydü. Onu görünce durup baktılar, umursamaz bir bakışla sıralarına geçtiler ve oturdular; bir kısmı ayaktaydı. “Ayağa kalkmak istemeyen kalkmasın!” dedi sert bir ses tonuyla ve öğretmen masasına oturdu.
Otuz kişilik sınıf şimdi tamamen ayaktaydı ve çıt çıkmıyordu. Öğretmen masasından kalktı ve tahtanın önünde durdu. “Merhaba!”,dedi; hep bir ağızdan “Sağol!” diye bağırdı öğrenciler. Sert ses tonuyla : ”Siz, size merhaba diyen birine sağ ol mu dersiniz?” diye sordu, “Siz asker değilsiniz ve burası kışla değil!”
Tekrar “Merhaba”, dedi. Bu kez tüm sınıf “Merhaba”, diye karşılık verdi. Gülümsedi ve bu kez öğretmen koltuğuna oturarak mevcut kontrolü yaptı. Sınıf defterini imzaladı ve ayağa kalktı.
“Hepiniz sınavla geldiniz değil mi buraya?” diye sordu. “Evet!” dediler. “Peki, neden sizden bahsederken 'iş çıkmaz' diyorlar?” Sınıf derin bir sessizliğe büründü. Kabullenmişler ve kendilerinden vazgeçmişlerdi.
Uzun süre konuştu, sorular sordu, onları dinledi, kendisinin de kendileri gibi bu okula sınavla geldiğini söyledi ve 45 dakikalık dersin sonuna doğru: “İki yılımız var, sizden iş çıkacak ve 30 kişilik bu sınıftan 30 kişi üniversite sınavını kazanacak!” dedi, “Bunun için bana söz veriyor musunuz?” Söz verdiler.
İçinde bir tane bile matematik sorusu bulunmayan 'Matematik Dersi Değerlendirme Testi ve Matematik Dersi Değerlendirme Formu' hazırladı, uyguladı. Öğrencilerinin psikolojik hazır bulunuşluluk düzeylerini ölçtü, başarısızlığın pedagojik nedenlerini tespit etti ve bir strateji belirledi. Okulda Matematik Araştırma Grubu kuracağını duyurduğunda branşdaşı öğretmenler bile şaşırdılar, bu stratejisinin bir parçasıydı.
Öğrencileri ile arasında ‘Not Engeli’ olmadığını söylemişti; ancak bunu kanıtlaması gerekiyordu. 11 TM sınıfında kaşına ve dudağına piercing takmış uzun saçlı bir öğrencisini uyurken gördü, aslında sürekli uyuyordu, onu uyandırdı, piercingi çıkarmasını istedi.
Öğrencisi, piercingden hoşlandığını ve çıkarmak istemediğini söyledi. Ona, “Ben çıkarmanı istiyorum.” Dedi. Öğrenci teneffüste çıkarmak istediğini söyleyince, izin verdi. Sonraki ders piercing yerinde duruyordu. Tekrar çıkarmasını istedi, öğrenci “Teneffüste çıkarırım”, diye cevap verince, “Hayır, şimdi burada çıkaracaksın!” dedi ve çıkarttırdı.
Bir sonraki derste piercing yoktu, ama piercing için açılan delik kapanmasın diye minik plastik borular yerleştirmişti. Ona:” Seninle bir pazarlık yapalım, sen piercingi ve o plastikleri toptan çıkar ben senin sözlü notuna 100 vereyim?” diye bir teklifte bulundu.
Öğrenci inanmaz bakışlarla: ”Verir misiniz, Hocam?” diye bağırdı. Öğretmen not defterini çıkardı, pilot kalemi öğrencinin eline verdi: ”Al kendin yaz!” dedi ve ekledi: “İki şartım daha var; derste uyumayacaksın ve dersi dinleyeceksin, başka bir şey istemiyorum?”
Bütün öğrenciler şaşkınlıkla onun kendi eliyle not defterine yazdığı 100’ü izlediler. Direnç kırılmış ve güven sağlanmıştı. Derste uyuklayan başka bir öğrenci, aynı şartların kendisi için geçerli olup olmadığını sordu, öğretmen ona da aynı şeyleri yaptı.
Dersler ilerledikçe, öğrencilerin işlem becerilerinin düştüğü acınılasıca durumu gizli bir öfkeyle izledi, ona göre gencecik bu insanlar harcanmıştı. İlk sınav sonuçlarını aldığında, yaşadığı üzüntü ona yeni bir çözüm buldurdu; sözlerini tutmakta zorlanan öğrencileri hırslandırmak ve onlara amaç kazandırmak için sınavdan aldıkları notlara göre onları A, B, C şeklinde başarı gruplarına ayırdı, her sınav sonucunda grubunu yükselten öğrencilerin istikrarlı olmaları durumunda sözlü notlarının 100 olacağını, aksi halde sınav notlarıyla yetinmek zorunda kalacaklarını söyledi.
Dersteki sohbet-gevezelik alışkanlıklarını kaybeden bazı öğrenciler ayrımcılık yaptığını söyleyerek ona itiraz ettiler. Onlara, sınavla bu okula gelerek zaten ayrılmış olduklarını ve üniversite sınavı sonuçlarına göre tekrar ayrılacaklarını hatırlattı. Üniversite sonuçlarına göre ayrıma tabi tutulmanın telafisinin güç olacağını, bu ayrıma ancak şimdiden başlayarak yaşayacakları değişimle diledikleri şekilde yön verebileceklerini söyledi.
Söylene söylene gruplara ayrıldılar, ancak sonraki dersler daha sessiz ve daha verimli geçmeye başladı. İlgisiz öğrenciler de ilgi göstermeye başladılar. Bir süre sonra onları değerlendirmek istedi. Her birini tek tek analiz etti ve her birine yakışacak mesleği söyledi. Hukuk, uluslar arası ilişkiler, psikoloji vs.
Talebi olan öğrencileri okul genelinde kurulan Matematik Araştırma Grubuna adapte etti ve dönem boyunca aynı tempoyla çalıştı, bazen ödev verdi, bazen vermedi; konu testleri ile ilgilerini diri tuttu. Başlangıçta konu testlerini sınıfta birlikte çözdüler ve test çözme tekniklerini öğreterek korkularını yenmelerini sağladı.
Dönem sonunda notlarının ortalamasının bir fazlasını vererek onlara sürpriz yaptı. İkinci dönem daha verimli geçti ve öğrencilerin yüzde doksanı bir hedef belirleme rahatlığı içine girdiler. Piercingsiz ve diğer öğrenci ise sözlerini tuttular; her sınav sonucunda notlarını yükselttiler. Başlangıçta not tutma zorunluluğu getirmemiş olmasına rağmen onlar da not tutmaya başladılar. O yıl öyle sona erdi.
12. Sınıf olduklarında sınıfı tekrar ona verildi. Yeni yılda, gruplandırma sistemini gerek kalmadığı için kaldırmıştı. Dersin verimi standartların üstündeydi. Bunu o sınıfa yeni girmeye başlayan diğer öğretmenler de fark ettiler; Matematik dersinin kazandırdığı disiplin onların diğer derslerini de olumlu etkilemişti.
11.sınıfta elinde soru, başarılı öğrencilerin peşinden koşan piercingsiz delikanlı ile diğer uyuyan delikanlı 12.sınıfta başarılı öğrencilerin soru çözdürmek için peşlerinden koştukları öğrenciler haline geldiler. Sınavlarda alınan üç tane 100’ün ikisi onlarındı.
Sınıfın genel durumu da iyiydi. ÖSS sınavı sonuçları bu iyiliği tarafsız gözlerle gördürecekti. ÖSS sonuçlarına göre 27 öğrenciden 24’ü (Başka okula giden 3 kişi sınıf mevcudunu 27’ye düşürmüştü), Fen-Matematik bölümü öğrencilerinin başarı oranlarını katlayarak, başta ODTÜ olmak üzere Türkiye’nin kaliteli üniversitelerine yerleşmişlerdi. Piercingsiz delikanlı İstanbul Üniversitesi, İktisat fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslar arası İlişkiler bölümünü, uykucu öğrenci ise Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk fakültesini kazanmıştı.
İlgili müdür yardımcısı kazananların tablosunu hazırlarken yanına gelen matematik öğretmenini gördü. Ona hüzünle baktı ve sitemle: “Tam masaya yumruğunu vuracakken çekip gidiyorsun ya, FM bölümlerinde bile böyle bir başarı yok, TM’de Türkiye standartlarının üstünde bu başarı!” dedi. Tayin istemişti ve okuldan ayrılıyordu, gülümsedi: ” Bundan daha iyi yumruk mu olur?” diye cevap verdi.
Kendisini uğurlamaya, Matematik Araştırma Grubu Başkan Yardımcısı olan ve 'ODTÜ İktisadi İdari Bilimler Fakültesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü'nü kazanan öğrencisi gelmişti. Birlikte köfte yediler; geçmiş iki yılı andılar.
Ayrılık saati geldiğinde ODTÜ’lü delikanlının gözleri dolmuştu: ”Sizi unutmayacağım, Hocam!” dedi. Öğretmen gülümsedi ve önemsemediği birçok şeye karşılık önemsediği bu güzelliğin tadını çıkararak okula veda etti. Biliyordu bu kendisinin eseriydi.
Mustafa Eyyüboğlu, Sekiz Nisan İkiBinOn-Dört
Mustafa Eyyüboğlu Yazıları