30 Kasım 2012 Cuma

SA112/AS12: Peygamberî/ Kutsî Hadisler ve Truva Atları

Kur’an sana yetmez mi? Allah’a kul olmak sana yetmez mi? Aşk senin neyine, fenâ-bekâ, gavslık senin neyine? Derdin ne? Allah’a kul olmak kibrine mi dokunuyor?”


Gerisingeri giden zamanın tozlara bulanmış parçacıklarından birinde sıklıkla parıldayıp zihnime göndermeler yapan bir sebepten, minik bir sohbetten sonra hâfızâma artakalanlarla gireceğim sözün özüne…

***
Mustafa, yirmi iki yıllık eski bir dostum. Çok uzun bir aradan sonra sahibi olduğu küçük kırtasiye dükkânında onu ziyaret etmiştim. Çay eşliğinde yaptığımız kısa bir sohbetten sonra, ayrılırken, sohbetimize kulak misafiri olan eşinin “İzninizle, size bir şey sormak istiyorum” diyerek beni durdurmasıyla kaldı, sıklıkla parıldayan o sebep zihnimde. Durmuş ve: “Estağfurullah, buyurun”, demiştim. “Sohbetinizi dinledim ve daha önce de Mustafa bahsetmişti sizden”, demişti ve devam etmişti, “Merak ediyorum, neden başkalarıyla değil de Müslümanlarla uğraşıyorsunuz?”


SA111/PZ8: Çukurova’nın Bereketli Toprakları’ndan Esnaflığa

"İşinin hakkını vereceksin. Bu memlekette zaten bu meziyet azaldığı için sefalette uzun boylu kaldık."

"Esnaflık dürüstlük ister, temizlik ister. Köy yeridir, evde karı-kız kısmı bulunur, kimsenin evinin içine gözün kaymayacak; namuslu adam olmak ister. Kadın mutfağa bırakıver der, gider. İtimat etmiştir sana evin erkeği..."

Rençberlik güzeldir; ne yersen iştahınla yersin. Kilo derdin olmaz, kanın aktığı için hastalık, huzursuzluk yanına uğramaz. Belin yorgunluktan da olsa ağrımaz. Hastalık, tembellikten, yatmaktan gelir. Rençberin genci yaşlısı da olmaz. Köydeki ihtiyarların şehirdeki ihtiyarlar kadar hastalığı yoktur; doktor bilmezler. Yedikleri içtikleri bellidir. Sütü inekten, keçiden içerler; yumurtayı, eti dağın toprağın kucağında beslenen havyandan yerler; bostanın sebzesi ahır gübresinden, sudan alır gıdasını; ağaç meyvesini dumansız verir.

27 Kasım 2012 Salı

SA110/ME11: Kirli Çorba/ Tam Olarak; Sadece, Öylece…

"Niye kurulmuş ayetlerden mahkemeler Kur’an’da? Niye kınanmış zâniler? Niye tahdit edilmiş zâni?"


Bir şeyler oluyor. Kötü bir şeyler. Kötü fiilleri yontuyorlar. Yontup yumuşatıyorlar. Yumuşattıktan sonra da insanların şuurlarının altına yediriyorlar. İnsanlar en hazmedilmeyecek kötü fiilleri bu yolla, yavaş yavaş hazmediyorlar. Sonra bu fiillerle meşgul olanları yadırgamamaya başlıyorlar. Sırası gelince de kendileri yadırganmayacaklar. Topluca herkes kendi çocuğuna iyi-kötü fiiller arasındaki ayrımı silinmiş bir miras bırakacak.

Ahlâk gayreti, itile kakıla utanılacak bir muhafazakârlık tipi oluyor. Muhafaza eden geri kafalı. Muhafaza eden gelişememiş, ilkel beyinli. Cahilliğin muhafazası ile ahlakın muhafazası nasılda aynı tekneye konup yüzdürülüyor. Laiklik adı altında, en diptekilerin her türlü fiili muhafaza ediliyor. Dindârlık adı altında yapılan her türlü muhafaza eylemi, kirli hurafelerle doldurulup duvara asılıyor. Muhafaza edenlerle muhafaza edenleri yerenler aynı göğün altında aynı çorba leğenine kaşık sallayabiliyorlar. Bu kirli çorbadan herkes kendi kaşığının alabildiği kadar alıp içiyor.

26 Kasım 2012 Pazartesi

SA109/MEY10: Demokrasi Eğitimi ve Okulda İbadet

"Hiçbir kanunla yasaklanmamış olmasına rağmen okullarda ve öğrenci yurtlarında ibadet edilebilecek mekânlar yok hâlâ. Aksine bir hüküm olmadıkça, idareler ibadet yeri açma yetkisine sahipler, ama bunu yapacak cesarette idarecilerimiz yok. Laiklik bu hakların eksiksiz olarak verildiği bir sistemi gerektirdiği halde karşıt uygulamalar laiklik diye dayatılıyor. Ne tuhaf!"


Bugün biraz ürktüm, biraz da sevindim. Yaz güneşlerine nispet edercesine bunaltıcıydı Ekim güneşi. Ceket sırtımda, kravat boğazımda; terledim. Bir umut sıçradı aklıma: AB uyum paketlerinde öğretmenler için serbest kıyafet başlığı var mı acaba? Gerçi serbest hükmünü duyduğumuzda serbestin derecesini nasıl ayarlayacağız bilemiyorum; ama şu sıkıcı büro kıyafetleri artık değişmeli.

25 Kasım 2012 Pazar

SA108/SD17: Tarikat-Cemaat Cenderesinde Kul Psikolojisi

“O, kullarının üstünde yegane kudret ve tasarruf sahibidir...” -En’am 61-


"Diğer kitapları tahrif edip temel dinî hükümleri değiştiren ve temel mesajı bulanıklaştırıp anlaşılmaz kılan güçlerin insan ve iradesi üzerinde diledikleri baskıyı kurup arzu ettikleri bireysel ve toplumsal değişimi sağlamayı amaç edindikleri aşikârdır. Bireyi değiştirmek, toplumu değiştirmeye başlamanın ilk adımıdır."

İnsan iradesi üzerinde tahakküm kuran belli başlı güçler vardır. Biz bunları içten dışa doğru incelersek nefsi, aklı, iblisi, aileyi, dâhil olunan küçük grupları- cemaatler, tarikatler, dernekler- toplumu, idarî ve kanunî zorunlulukları ve hepsinin temel çerçevesini oluşturan dinî emirleri ve din dışı postulatları sıralayabiliriz. Saydığımız her bir güç özel bir güçtür. Her bir gücün bireyin özgür iradesi üzerinde kuşatıcı ve baskı kurucu özelliği vardır. İnsana şah damarından daha yakın olan en büyük gücü, Allah’ı, bu baskı gruplarından ayrı tutarak incelememizi sıraladığımız gruplarda sürdüreceğiz.

19 Kasım 2012 Pazartesi

SA107/KhB7: Harf Harf Uzanıyor Göğe Çocuk

(Halepli çocuk gözleriyle dokunurken dudaklarına parmaklarının)
(Dokunuyordu parmakları susmuş dudaklarına insanların)

(…)

Seslenir  ses  
          seslenir göğe...
(…)
Harflerden mi seslenir ses?                                          
                       harfler mi seslerden?
seslenir mi harf harf çocuk?                        
                             seslenir mi göğe?
cennetin dudaklarından…

SA106/KY1-CÇ2: Yasak Meyve



"Uyku sorunu olanlar mıdır soruları yığınların önüne getirip koyanlar? Değilse yığınlarla alıp veremedikleri nedir?"

İnsana, arkaik dönemden bu yana kendine bir takım sorular sorması telkin edilir. Ve sorulması telkin olunan soruların insan için asl olan olduğu vurgusu yapılarak bulunulur mezkur edimde.


“Ben neyim? Kendimi içinde bulduğum ve adına varlık dediğim bu oluşta ne arıyorum?” gibi. Belki bu ve benzeri sorular çoğunluğun hiç de kendine yöneltmediği, yöneltmeyi aklının ucundan bile geçirmediği sorulardır. Nihayetinde kişinin huzurunu kaçıran sorulardır bu ve benzeri sorular.

18 Kasım 2012 Pazar

SA105/IE5: İdam, İdamlık İçin Adalettir

"İdam, ıssızlıktır; idamsız yaşayanların içinde."


Soğuk, buzdan öte bir sözcük. Son nefesin farkında olanın ensesinden girip boğazından çıkan bir ürperti. Derin, kaygan ve ıssız bir karanlığı çağıran bilinmeze değil yolculuk; bilinene ve ebediyyen çözülene… Ebediyyen çözülmüş bir düğümün karanlıklarına çağıran bir ıssızlık. İdam, ıssızlıktır; idamsız yaşayanların içinde.

İdamsız katiller, idamsız tecavüzcüler, idamsız soykırımlar; idamsız tüm her şey, rengiyle, cesediyle cezalandırılmamış ruhların bayramı mıdır hep? Cezalandırılmamış ruhlar, cezanın ruhtan çekip gittiğini mi sanıyorlar? İdamsız cezalar, hangi ruhun cezasını ebediyyen susturabilir ki?

17 Kasım 2012 Cumartesi

SA104/ÂA9: İsrail ‘Bulut Sütunu’(*) ile Cehennemin Kapılarını Açtı

Suikastçı Katillerin Ülkesi; Korkak, Vahşi, Terörist İsrail.


Terörist İsrail hükümeti, savunmasız Filistinli askerî yetkilileri, sivilleri ve çocukları katletmek için derin bir ahlaksızlıkla Mistik/Antik Yahudi motifleri kullanmaya devam ediyor.  ‘Bulut Sütun’u tamlaması Tevrat’tan, bir mucizeden alıntılanmış ahlaksızca bir manipülasyon ve siyonizmin Filistinliler karşısındaki tarihi utancını, aşağılık duygusunu, korkaklığını ortadan kaldırmaya yönelik bilinç boşaltımı. 

Tahrip gücü düşük füzeleri dışında hiçbir savunma ya da saldırı aracına sahip olmayan tecrit altındaki Gazze’ye savaş gemileri, savaş uçakları ve kara  birlikleri ile havadan, denizden ve karadan saldıran İsrail’in bu utanç verici, insanlık dışı saldırısına ’Bulut Sütunu’ adını vermesi önceki ahlaksız katliamlarına verdikleri adlar gibi; fundamentalist İsrail devletinin Tevratı çıkarlarına alet ettiğini ve aslında dinsiz bir saldırıyı dinî temellere oturtmaya çalıştığını kanıtlıyor. Siyonist dinsizler bu tür adlandırmaların tüm Yahudileri sorumluluk altına itmeye yaradığını çok iyi biliyorlar. Ve bütün Yahudileri ayrımsız bir şekilde küresel eleştiri havuzuna itiyorlar.

14 Kasım 2012 Çarşamba

SA103/AS11: Leganés'te Mavi Marmara Anıtı


Leganés'te Mavi Marmara Anıtı

“Dinle, Katolik İspanya’nın Katolik Kraliçesi! Dinle, İsabella! Onurlu bazı çocukların diz çöküyorlar önlerinde Filistinli çocukların.”

Cladius’un Satılmış Lejyonerleri, Castilla Kraliçesi’nin Tövbekâr Çocukları

Sesime yankı istiyorum. Sesimin yankılanmasını istiyorum. Tarih'in önünde sesime ses katılsın istiyorum.

***
“Dinle Cladius, dinle Neron, dinle Vespasianus, dinle Titus, dinle Hadrianus; dinleyin putperest Roma’nın putperest İmparatorları! Kılıçlarınız ve gürzlerinizle yok ettiğiniz, sürdüğünüz neslin çocukları, bin dokuz yüz yıl sonra ülkelerine geri döndüler. Şimdi, onlar, sizin onları yok ettiğiniz, sürdüğünüz gibi öldürüyorlar, sürüyorlar Filistinlileri. Filistinliler putperest değiller, ama sizin yaptıklarınızın bedelini ödüyorlar. Dinleyin putperest Roma’nın putperest İmparatorları! Bugünkü lejyonerleriniz, Medici dölleri, putlarınızın bazı torunları, şimdi size de ihanet ediyorlar.”

***
“Dinle, İsabella, dinle Katolik Kastilya’nın Katolik Kraliçesi!

13 Kasım 2012 Salı

SA102/DT7: ‘Sıfır Numara Traş’tan Geldik Hippi Traşına

"Bana alıştılar gittiğim her yerde. Saçlarıma, kıyafetlerime… Eğer katkım olduysa benden sonrakilere bu anlamda, çok memnun olurum."


İlkokulda saçlarımın nasıl kesildiğini çok iyi hatırlıyorum. Üç numara. Daha kısası, arızalı mekanik berber makinesi kafamı pamuk tarlasına çevirmişse, berberin  makinenin özrünü kapatmak için sıfır dedikleri şekilde kestiği zaman mümkün oluyordu. Tabi bu da kafa derimin net bir şekilde görünmesi, yani yarı dazlak olmam demekti.

Elektrikli makine yoktu ve biz çocuklar makasla traş olmazdık; başka türlüsünü de bilmezdik. Berbere gittikten sonra kafamız hep üşürdü ve ben berbere gitmeyi hiç sevmezdim.

11 Kasım 2012 Pazar

SA101/FT5: Tanzimat Serkeşliğinin Sonu, Yeniden İnşâ Sürecinin Başlangıcı

"Vahşi, vicdansız, nobran ve cahil ‘İttihat-Terakki Nesli’ bu projenin ürünü olarak Türkiye’nin sonraki bir yüzyılını, toplumunu ve insanlarını planladı. Bu planlamanın temeli de ‘İslâm Düşmanlığı’ idi ve asıl organizatörler ‘Mason Locaları’ydı, çünkü Tanzimat ve Meşrutiyet dönemi bürokratlarının, matbuat erbabının tamamına yakını masondu."


Türkiye’de devlet, tanzimat ile birlikte haddini aşarak yönetici erkin çerçevesini çizdiği insan ve toplum tipini oluşturmaya çalıştı. Tanzimat öncesi, etkin ve güçlü bir imparatorluk olarak -çağdaşı ve eşdeğeri imparatorlukların aksine- genel olarak halkına din, dil, ırk ve mezhep dayatmasında bulunmayan, insanlarını müreffeh bir toplumla ve özgür düşünce ile yaşatamasa bile onlara ‘tasarlanmış’ bir hayat biçimi dayatmayan, onların özel hayatlarına saygı duyan bir devlet varken, tanzimat sonrası bu devlet ceberrut bir devlet hâline geldi; insanların yatak odalarına girerek kadın ve erkek arasındaki korunmalı alanı mahvetti.

SA100/SD16: Teatral ve Suflörik Slogan: Vatanı Satmak

'Vatanı satma' repliği/sloganı normal aktif bir toplum için herhangi bir sinek vızıltısı etkisindedir, toplum etik değerlere ve insanî-evrensel formlara ait nesnel önermeleri kaynak olarak kabul eder; ancak bilinçsiz güdüler retoriğine kapılmış bir toplum için şiddet içeren provokatif bir başlangıç olacak kadar önemli bir etkendir. 


Hukukî ve siyâsî terminolojinin herhangi bir yerinde kırıntı düzeyinde de olsa "vatanı satmak" gibi bir tanım, terim yoktur. Vatana ihanet vardır; ancak vatana ihanetin içinde vatanı satmak gibi mâlâyani unsurlar sayılmamıştır. Zira böyle bir eylemin maddî boyutunun olamayacağı açıktır, böyle bir suçlama için gerekli olan hukuki sınırların belirlenemeyeceği ve terimleşme sürecinin hiçbir şekilde başlayamayacağı ve tamamlanamayacağı aşikâr olan bir "şey", hukukî ve siyâsî anlamda suç oluşturamaz; kişi ya da kişiler bu neviden suçlamalarla zan altında bırakılamaz ve suçlanamazlar. 

Yani; vatanın satılması mümkün değildir, mümkün olmayanın suç fiili olması da mümkün değildir. Bu sebeple 'vatanı satmak' siyâsî bir dedikodu aracı/terimi olmaktan öteye gidemez. O ancak ve yalnızca teatral ve suflörik bir slogandır.

10 Kasım 2012 Cumartesi

SA99/ME10: Beş Çıngıraklı Yılan

"Beşi de aynı, beşinin de bakışları aynı. Beşi de korkusuz duruyorlar; yedi iklimin, yedi ceddin tohumlarından büyümüş insanların içinde. Beşinin de dini yok."


Gördüm onları. Beşini de. Karanlık bir yerde karanlık gözlerle bakışıyorlardı. Arada bir etrafı kolaçan ediyor ve harflerini özene bezene siyaha boyuyorlardı. Beşi de birbirini iyi tanıyordu; sol yanından akmışlardı insanların. Sol yanlarından bakmamışlardı hiç. Sol yanlarında dinlenmiş bir kalp aranmadan; dudaklarından beyaz bir nefes salmadan yaşamışlardı şimdiye dek.

Şimdi… onları görüyorum; onları duyuyorum. Alev alev gözlerinden fışkırıyor simsiyah harfler.  Dağınık saçlarına değmemiş ahlak tarağı. Büzüşmüş zihinlerinden fırlayanlar birer makine ürünü gibi; tıpkı. Parlak, yalazlı, içinden dışına çıkmış bir cerahatle saklı kelimeleri doğuruyorlar. Alışkınlar karanlık doğurmaya; doğum sancısı çekmiyorlar. İplik iplik akmıyor serinliğe doğru düşünceleri.

9 Kasım 2012 Cuma

SA98/MEY9: Darbecilerin Kılık-Kıyafet Yönetmeliği Ne Zaman Değiştirilecek?


ağdaş yobazların kanunsuz baskılarını ciddiye almamanın vakti gelmedi mi?"

Uzay yürüyüşüne çıkmış olan astronotların o sonsuzmuş gibi görünen boşlukta neler hissettiğini bilmek isterdim. Çevrenin, insanların etkilerinden çok uzakta olmak, insanı daha mı özgür yapar? Özgürlük, baskılardan uzakta olmak mı demektir? Dünya’ya dönünce büyük bir rahatlamayla oh çekerler miydi?


Bu soruları düşünürler mi, bilemiyorum, ama düşünmeleri ve cevaplarını gelip bize anlatmaları ne kadar iyi olurdu. Dünya’nın atmosferin baskısına, yerin çekimine alışkın olanlar için, uzayda dünyevî alışkanlıklarla hareket edememek özgürlük sayılamazdı. Baskılar olmayınca özgürlüğün de bir manası kalmıyordu. Gerçekle yüz yüze kalınınca yaşanacak kadar cesaret de gerektirirdi özgürlük.

6 Kasım 2012 Salı

SA97/AS10: Şiir’e Yergi; Büyü, Leylâ ve Kibir

Artık tüm dinler aşk dininin ayakları altındadır. Bütün kurbanlar tek bir ağızdan - tekbir getirir gibi- inletirler evreni: “Tanrıça Leyla’nın önünde eğilin!”


Şiir’in büyüsü var. Dünyalar güzeli büyücü bir kadının büyüsü gibi bir büyü bu. İblis’in güzel kadın kılığında tütsüler eşliğinde irad ettiği büyü gibi durur, aldanmışlığın zihni hoş eden köşelerinde ve dahi göklerinde. Aldatır adamı; hem de mahvederek aldatır. Okurken, yazarken, düşündürürken, hayal kurdururken aldatır; aldanmayı isteterek aldatır. "

5 Kasım 2012 Pazartesi

SA96/MB5: ‘Arınmış Bilgi’nin Eşsiz/Tek Kaynağı


İnsan-Bilgi-Eser döngüsünde insan faktörünün öz/fıtrî olarak hiç değişmediği ve değişmeyeceği gerçeği, materyalist müdahalelere rağmen, bilhassa her materyalist müdahaleyi, kendiliğindenciliği, bilimin her an güncellenen, kuşkusu sıfıra yakınsayan bilgi birikimi ile bilgisizlik çukuruna gömen sürekliliğine tutunarak  ileri sürebilecek bir algı bütünlüğüne sahip olan 21. yüzyıl insanında kesin bir kanaat olarak yerleşmiş olacak.

Artık parlak bir ekrana parmaklarıyla dokunarak, sesiyle komut vererek ya da sadece düşünerek binlerce yıllık geçmişte yapmayı hayal ettiği çok şeyi yapabilen insan, failsiz bir fiilin mümkün olmadığını; tasarımcısız, yapıcısız bir eserden bahsetmenin ancak akıl dışı bir kurgu ile mümkün olabileceğini görüyor, aldatılmaktan çok uzakta görünüyor.

4 Kasım 2012 Pazar

SA95/PZ7: Esas Yalnızlığı Herkes Bilmez



Karlı, tipili bir kış günü sabah gün ağarırken çıktık köyden.  Kar günlerdir yağıyor, neredeyse adam boyu. İnek, eşek, öküz, keçiler ahırda; anahtarı halama bıraktık ve kundaktaki kızım için bir battaniye aldık evden o kadar. Anam, hanım ve kızım; dördümüz “Bismillah” dedik çıktık köyden. Yiyeceğimiz ekmek o kadardı köyde.  

Evi yaptırırken, anlamıştım bu evde oturamayacağımı. Seferberlikten dönmeyen Dedem Ali’nin dedesinden kalma evdi; üstümüze yıkılmasın diye borç harç yaptırmıştık. Öylece bıraktık, arkamıza bile bakmadan.

3 Kasım 2012 Cumartesi

SA94/ME9: Dünsüz Değiliz, A Cancağızım!

"Dünsüz değiliz, a cancağızım! Dün’e ait hiçbir söz Dün’le beraber gitmedi, gidemez. Dün’se Dün; gitmemiş bir yere. Biz Dün’ün sözleriyiz. Dilimizdekiler Dün’ün sözleri."


“Dün’ün sözlerine Dün’den söz söyleyenlerin bizi Dünsüzleştirmelerine, yokuz! Yalan söylemesinler, a cancağızım! Yeni sözler söyleyebilmek için bize Dünler lâzım.”


Dün gitti, diyorlar. Dün, bir yere gider mi? Giderse nereye gider? Dünün çocukları yok mu? Torunları, tası, tarağı, toprağı. Hepsini toplayıp da mı gitmiş? Düne ait ne varsa, söz, töz, öz Dün’le beraber gitmiş, ha? Kollarını sallaya sallaya, kendi dününün gittiği yere gitmiş. Neresi orası? Mezarlık mı? Dünler mezarlığı mı? Dünlerin mezarlıkları da varmış; gitsek bir Fâtiha okusak?

Fâtihâ’nın yüzü suyu hürmetine Dün’ün günahlarına mağfiret olunur mu ki? Dün’ün adı ne? Fâtihâ’yı hangi Dün’ün ruhuna bağışlayacağız? Dünler karıştı, karıştı dünler, evet. Tüm Dünler’e, adlarını bilmediğimiz tüm Dünler’e gönderelim toptan. Yağmur gibi yağsın Fâtihâ’dan doğan rahmet. Her bir Dün’ün günâhlarına. Her bir Dün’ün kendisinden önceki Dün’den gelen günâhlarına.

2 Kasım 2012 Cuma

SA93/MEY8: Aptal Baba


Beş yaşındaki çocuk kızgın bakışlarıyla desteklediği öfkesiyle babasına sesleniyordu: “Aptal baba!”


Baba, şaşkınlıkla çocuğa baktı. Ne olmuştu? Bu güzel çocuk kendisine neden “Aptal baba” diyordu? Ona gülümseyerek: “Ne oldu oğlum?” diye sordu. Çocuk: “Hani parka götürecektin?” Baba, çocuğa böyle bir söz verdiğini hatırlamıyordu. “Ama ben seni parka götüreceğime dair söz vermedim ki?” diye cevap verdi. Çocuk tüm hırçınlığına rağmen masum dudaklarını kıvırarak: “Ama annem, yemeğini yersen, baban seni parka götürecek, demişti.” Dedi. Fakat Baba’nın böyle bir sözleşmeden haberi yoktu. Çocuğu yanına çağırdı, başını okşadı ve ona:” Demek ki; annen bana söylemeyi unutmuş, oğlum” dedi ve ekledi:” büyüklere aptal denmez.”

1 Kasım 2012 Perşembe

SA92/AÇ4: Dışa Bağımlılık; İç Politik Kurguların Değişmeyen Karakteri

"Türkiye iç politik kurguların dışa bağımlı karakterini terk etmelidir."


Britanya Krallığı’na ait medya organlarının -BBC, The Guardian, The Economist, Financal Times, vd.-, Almanya Cumhuriyeti’ne ait medya organları -Die Velt, DW, Der Spiegel, vd.- ile ortak yayınlarına Amerika Birleşik Devletlerinin  medya organları -CNN, WSJ, NYT, vd.- destek vermeye devam ediyor. Konu; Türkiye ve Kürtler, Sünniler ve Aleviler, İslamcılar ve Laikler. Tipik bir ayrıştırma operasyonu.

Türkiye’nin Osmanlı Devleti’nden devraldığı kötü bir miras var. Coğrafi konumu gereği, dünyanın çıkar çatışmalarının merkezinde olan Türkiye’nin iç politika sorunlarının hemen hiçbirisi iç politika konusu olarak tasvir edilemez.

SA91/ÂA8: Selçuklu Bin Yılında Merkel'e Ultimatom: ‘Son Tarih 2023’

“Erdoğan, 94 yıl sonra tarihin kırıldığı yerden ve tarihten tarihi yeniden başlatıyor”


Erdoğan, 30 Ekim 2012 ‘de Türkiye'nin yurt dışındaki en büyük misyon binası olan yeni Berlin Büyükelçiliği binasını hizmete açtı. 30 Ekim, özel seçilmiş bir tarih gibi görünüyor. Osmanlı’nın imparatorluk iflasının tescil edildiği ve vatan topraklarının, stratejik liman ve işletmelerin işgal edilmesine anlaşmayla izin verildiği, tarihin en aşağılayıcı silah bırakma anlaşmalarından biri olan Mondros Mütarekesi de 30 Ekim 1918’de imzalanmıştı.

Büyükelçilik binası Osmanlı'dan kalan arsaya Selçuklu mimarisi tarzında yapılmış…
1071’den 2071’e uzanan Selçuklu bin yılı, motiflerden algılara ‘Doğu ile Batı’yı Birleştiren Türkiye’ temasıyla yumuşak bir geçiş yapmış görünse de, Erdoğan’ın 29 Ekim 2004’de Campidoglio Sarayı’nın Orazi Curiazi  salonunda Papa X. İnnocent’in heykelinin himayesinde Avrupa Anayasası anlaşmasını imzalamış olmasının acısını da içeren bin yıldı. Erdoğan’ın geri dönüşü, göğü gittikçe kararan Avrupa’yı sarsacak kadar güçlü görünüyor. 

Seçkin Deniz Twitter Akışı