'Vatanı satma' repliği/sloganı normal aktif bir toplum için herhangi bir sinek vızıltısı etkisindedir, toplum etik değerlere ve insanî-evrensel formlara ait nesnel önermeleri kaynak olarak kabul eder; ancak bilinçsiz güdüler retoriğine kapılmış bir toplum için şiddet içeren provokatif bir başlangıç olacak kadar önemli bir etkendir.
Hukukî ve siyâsî terminolojinin herhangi bir yerinde kırıntı düzeyinde de olsa
"vatanı satmak" gibi bir tanım, terim yoktur. Vatana ihanet vardır;
ancak vatana ihanetin içinde vatanı satmak gibi mâlâyani unsurlar
sayılmamıştır. Zira böyle bir eylemin maddî boyutunun olamayacağı açıktır, böyle bir
suçlama için gerekli olan hukuki sınırların belirlenemeyeceği ve terimleşme
sürecinin hiçbir şekilde başlayamayacağı ve tamamlanamayacağı aşikâr olan bir "şey", hukukî ve siyâsî anlamda suç oluşturamaz; kişi ya da kişiler
bu neviden suçlamalarla zan altında bırakılamaz ve suçlanamazlar.
Yani; vatanın satılması mümkün değildir, mümkün olmayanın suç fiili olması da mümkün değildir. Bu sebeple 'vatanı satmak' siyâsî bir dedikodu aracı/terimi olmaktan öteye gidemez. O ancak ve yalnızca teatral ve suflörik bir slogandır.
Teatraldir; kişisel yahut örgütsel husûmetlerin öyküleştirilmesi ve senaryolaştırılması, bu türden kavramlarla realize edilebilmekte ve iki sözcük bir arada kullanılarak 'kolay kullanılabilir' bir oyun repliği hâlinde duygulara ve dolayısıyla hamâsete hizmet edebilmektedir. Provakatif yükseltilebilirliği belirgindir.
Suflöriktir; kulaklara fısıldanır ve kulaktan kulağa hızla yayılır; türdeş diğer kavramlar ve deyimler gibi, söyleyenin anlamını bilmediği, içeriğine dair bir fikrinin bulunmadığı, ancak büyüsüne kolayca kapılıp sürüklenebildiği bir söz dizinidir. 'Vatanı kurtarmak' ikilisiyle aynı kan grubundandır. Kolayca alınıp satılabilmekte ve uzun vadeli beklentiler gözetilerek pazarlanabilmektedir.
Vatanı satmak, eylemsel
yoksunluğa sahipse bu suçlamayla, suçlayan neler kazanabilir?
Düşünelim -ki;
teatral kısım bu kısımdır-;
Oluşturulmak istenen ilk
şey zemindir; vatanın satılması vârid olansa, vatanın satılmasına mâni olmak
gerektir; bu da vatanı kurtarmaktır. Vatanı satan varsa, bir de vatanı kurtaran
olacaktır; olmalıdır. 'Vatanı satmak' zemini sağlam bir yapılanma olasılığına
sahip olmasa da geçici coşku dönemleri oluşmasında ve kitlesel etki gücünün
katlanarak büyümesinde etkilidir. 'Grup olarak gaza gelme' türünden bir yakıcı
ve yıkıcı zemin oluşturmada en önemli faktörlerden bir 'vatan'dır.
Eğer; senaryoyu hazırlar, oynanacak rolleri, diyalogları ve oyuncuları belirler, gerekli düzenekleri kurar, sahnelenen yerleri özenle seçerseniz; kullanacağınız temel suçlayıcı sloganlar birer 'hukukî ve siyâsî terim olmak zorunluluğu'ndan kurtulur ve dilediğiniz kişi ya da kişileri vatanı satmakla suçlayabilir; hatta yargılamadan cezalandırabilirsiniz -linç de buna dahildir-. Gaza gelmiş olan topluluklar da grup psikolojisi ile dilediğiniz sonuçlara ulaşmanızı sağlar.
Fakat; yakın ve uzak
tarihin verdiği donelere göre, oluşturduğunuz zeminde -vatanı satmak
zemini- asla uzun süreli bir başarı grafiği oluşturamazsınız. Heyecan ve hamâset
yalazı geçip gittikten sonra geriye kalan tortular, derin bir sosyolojik
düşünme ve sorgulama zamanını gerekli kılar. Kişisel vicdanların baskı ortamı
dağılır dağılmaz ortaya çıkmasını ve kişileri etkilemesini engelleyemezsiniz.
Kişisel vicdanların dönüp size yönelik suçlamalar oluşturması evresi, çok sık
görülen bir 'sonraki evre'dir. Ve bu kez o suçlamaların birer hukukî ve siyâsî
terim olma özellikleri bulunduğunu da siz fark edeceksiniz. İnsanları aldatıp
suça teşvik ederek çiğnediğiniz yasaların sizi tavsif edeceği 'şey' doğrudan
vatan hainliği olacaktır. Yaptığınız şey, 'Meşru egemenlik organını devirmeye
veya otoritesini yıkmaya, bağlı olduğu devlete karşı savaşmaya veya düşmanla
işbirliği etmeye yönelik eylemleri kapsayan' bir suç türü olacaktır. Bu suç
türü de tarih boyunca birçok hukuk sisteminde tüm suçların en büyüğü olarak
değerlendirilmiş ve en şiddetli biçimlerde cezalandırılmıştır.
Az sonraki zamanda,
kullandığınız zemin, sizin de suçlanabileceğiniz bir süreci hazırlayabilecek ve
bu süreç sonunda bir 'meydan' olarak kullanılabilecektir. Mâlâyani nitelikte
oluşturduğunuz kargaşada vatanı satanları cezalandırmış olmanız, sizi vatanı
satmakla yahut vatan hainliği ile suçlanmaktan kurtaramayacaktır. Senaryonuz sahnede başladığı gibi sahnede son bulacaktır.
Vatanı kurtarmak,
kahraman bir millete hâs ve sürekli tekrarlanabilir bir özellik olarak
tedavülde tutulduğu sürece, vatanın satılması sürecini engellemek ve bu süreci
yöneten unsurları teatral bir altyapı ile temellendirilmiş ayaklanma türü karşı
çıkışlarla saf dışı etmek 'vatanı kurtarmak' demek olacaktır. Vatanın
satılmadığı, böyle bir suç düzleminin oluşmadığı gibi gerekçeler vatanı
kurtarmak dürtüleriyle donanmış toplulukları engelleyemeyecektir.
O halde ayaklanma
türlerinde en sık görülen iç hesaplaşma sürecinde fertlerin fark ettikleri ve
yaşadıkları aldatılmışlık, kullanılmışlık duygusu ortaya çıkan suçtaki kişisel
payın ağırlığını arttıracaktır. Suça iştirak eden, kendilerine biçilen rolleri
sorgusuz-hesapsız oynayan kişiler bu süreci nasıl değerlendireceklerdir?
Düşünelim -ki; suflörik kısım bu kısımdır-;
İnsan doğası birlikte
davranmak ve birlikte iş yapmak alışkanlıklarını süreklileştirmeyi gerektiren
bir yapıdadır. Bu yapının birliktelik (özelde bireysel) kısmı, kuralları,
kanunları, gelenekleri, görenekleri ve esasında dini temel alır. Buna sistem
konsepti denebilir. İşte bu konseptin oluşmasında etkin süreçler vardır. Bu
süreçler, örgün veya yaygın eğitim şeklinde ardışık ve kurumsal faaliyetlerle sürdürülebildiği
gibi, görsel ve işitsel düzenekler kullanılarak da realize edilmektedir.
Bu
süreçler iç içe yaşandığı için ayrıştırılamaz, ayrıştırılamadığı içindir ki insan, bir yetişkin olma serüvenine her türlü etkiye açık bir halde,
masum-temiz bir sayfa olarak başlar. Bu başlangıç etkilenme sürecinde
edindikleriyle toplum kapasitesine artı-eksi değerler yüklemektedir. İnsanın
artı değer özellikleri toplumun döngüsel yapısında olumlu/yapıcı etkiler ve
izler oluştururken, eksi değer özellikleri de olumsuz/yıkıcı etkiler ve izler
bırakmaktadır. Doğal olarak da bireylerin 'özgün kişilik katsayıları' toplumsal
olayların gerçekleşmesinde belirleyicidirler. Bu çerçeveye göre kişiler,
düşünceleri ve davranışları itibariyle çok değerlidir. Bu değere binâen, bir toplum
ya bilinçli eylemler bileşiği ile normal aktiftir ya da bilinçsiz güdüler
retoriğinde dalgalı proaktiftir.
'Vatanı satma'
repliği/sloganı normal aktif bir toplum için herhangi bir sinek vızıltısı
etkisindedir, toplum etik değerlere ve insanî-evrensel formlara ait nesnel
önermeleri kaynak olarak kabul eder; ancak bilinçsiz güdüler retoriğine
kapılmış bir toplum için şiddet içeren provokatif bir başlangıç olacak kadar önemli bir etkendir.
Bilinçsiz güdüler retoriği ise
işitsel ve görsel etkiler dışında herhangi bir kaynak kullanmaz. Yani; insanlar
duydukları ve gördükleriyle eyleme hazır hâle getirilirler. Ve herkes bir
diğerini aynı etki rüzgârıyla etkilemeye çalışır. Bu süreçte belirlenen roller
hızla uygulamaya konulur. Her görev bileşeni, kendi sınır aralığında
karşısındakini baskı altına alarak yayılmacı bir kimlik yansıtır; baskındır,
aşağılayıcıdır, suçlayıcıdır, bölücüdür, kategorize edicidir, etkendir.
Demografik unsurları, demagojik yöntemlerle etkileyen provokatörlerin en çok
kullandıkları yöntemde bu yöntemdir. Ve uygun toplum yapılarında hedefe uygun
büyük başarılar elde edilmiştir.
Duyduklarını ve
gördüklerini bilinçli bir kompozisyonla değerlendiremeyen topluluk üyelerinin
'bir lider' öncülüğünde, çıktıkları yolculukların hiçbiri kalıcı bir
yapılanmaya dönüşmemiştir. Yapmadan önce düşünmek yerine, yaptıktan sonra
düşünmeye alışmış toplulukların/toplumların ödedikleri bedeller de tarihte
özgün yerlerini korumaktadırlar. Tarihten, kullanıldıklarını anlayan insanların,
kendilerinden sonraki nesilleri bu yönde etkiledikleri ve travmadan sonraki
nesillerin daha bilinçli bir eylem dönemi yaşadıklarını müşahâde edebiliriz.
Ödenen bedellerin hemen hemen tümünde toplumların suflörik sloganlarla
eylemlere kalkışmalarının getirdiği kaosların etkili olduğunu da görebiliriz.
'Vatanı satmak'
sloganıyla teatral bir süreci başlatanlar ve yönetenler neler kazanabilirlerse
bu sürece katkıda bulunan ve bir nefer gibi çalışan suflörik kuklaların hepsi,
herkes, her özel-resmi kurum aynı şeyi kazanacaktır. Bu kazanç kaybetmenin ilk
basamaklarını içereceğinden gerçek bir kazanç olmayacaktır. En büyük bedelleri
ise 'fısıltı' kurbanları ödeyecektir. Fısıltılardan etkilenerek yaptıkları
'fısıltılarla bağırmalarına' sebep olacak, evrensel önermelerle düşünen ve
davranan toplum unsurları karşısında kızarmış yüzlerle-yok olmak istercesine-
ortalıkta kalakalacaklardır. Toplumsal dışlanma, onları yiyip bitirecektir.
'Vatanı satmak'la
'vatana ihaneti' aynı kefede tutanlar, vatanlarına verdikleri zararların
boyutları ölçüldüğünde, kendilerini gerçek birer vatan haini kabul etmeseler
bile, toplumların kalıcı hafıza bezlerine/pankartlarına yazılı olan
sıfatlarının 'vatan haini' olmasını engelleyemeyeceklerdir. Ve toplum onları
ezecek ve yok edecektir. Bunu en büyük hızla yapacak olanlar da yine suflörik
sloganlarla kullanılan ve intikam almayı düşünen insanlardır.
Sürecin sonunda
satılan bir vatan olmadığı görülecek ve verilmiş 'mücadele'nin vatanı
kurtarmadığı, aksine iç ve dış tüm olumsuz etkilere karşı savunmasız bıraktığı
ve vatanı kurtarmak hedefinin vatana ihanet realitesine dönüştüğü görülecektir.
Olaylar tüm çıplaklıklarıyla daha önceki deneyimlerde olduğu gibi işitsel ve
görsel düzlemlerde açıkça fark edilecektir. Halk, etkilendiği unsurları değiştirmeyi
pek sevmediği için yeni teatral ve suflörik sloganlarla kendi liderlerini
harcayacaktır.
Seçkin Deniz, 05.05.2008, Sistematik Analizler 63