"Uyku sorunu olanlar mıdır soruları yığınların önüne getirip koyanlar? Değilse yığınlarla alıp veremedikleri nedir?"
İnsana, arkaik dönemden bu yana kendine bir takım sorular sorması telkin edilir. Ve sorulması telkin olunan soruların insan için asl olan olduğu vurgusu yapılarak bulunulur mezkur edimde.
“Ben
neyim? Kendimi içinde bulduğum ve adına varlık dediğim bu oluşta ne arıyorum?”
gibi. Belki bu ve benzeri sorular çoğunluğun hiç de kendine yöneltmediği,
yöneltmeyi aklının ucundan bile geçirmediği sorulardır. Nihayetinde kişinin
huzurunu kaçıran sorulardır bu ve benzeri sorular.
Çoğunluk huzur içindedir. Yaşamlarını sürdürdükleri uzamı “cennet” olarak algıladıkları içindir ki kendini ve kendi olmayanı sorgulama gereksinimi duymaz. Bu “cennet” kimi noksanlıklarına karşın “olması gereken”dir. Olması gerekenin en uç noktasıdır. Hatta hali hazırda olanın “tek olan” olduğundan kuşku duymazlar. Zaman zaman gözlenen kimi kusurların “biricik olan” yaşadıkları uzamdan değil, kendi davranışlarından, tavırlarından kaynaklandığı inancındadırlar. Ve bu noksanlıkların düzeltilebileceği yargısı bu inançlarında içkindir. Böylece yaşadıkları, varlıklarını sürdürdükleri süreklilikte “ Ben neyim? Bu hal neyin nesi?” soruları ister istemez inançlarına karşı bir saldırı olarak algılanır ve huzurları kaçar.
Çoğunluk
huzurunun kaçırılmasından hazzetmez. Bu “cennet”ten kovuluş anlamına gelir.
Yine de soruların muhatabı olmaktan kurtulamaz.
Soruların
muhatabı olanlardan çok soranları irdelemek istiyoruz. Niçin “huzur bozan!”
olmayı göze alarak çıkarlar yığınların karşısına? Ve dilerler insanın kendini sorgulayan
olmasını? Aykırı olmak mıdır murat? Yığınlar
gibi “ buradayım! Varım! Bağımı bahçemi düzenlemek, pazarda malımı sergilemek,
güneşin batmasını gözlemek ya da doğmasını beklemekten başka bir şey bilmem.
Sabah olsa da kalksak, akşam olsa da yatsak!” diyerek gün tüketmek yerine, kimi
zaman ölümü bile göze alıp şehirlerin meydanlarında “Dur! Bu yol çıkmaz sokak! Sen
nesin? Aynada gördüğün nedir?” demenin anlamı nedir?
Kendine
kendisini problem almayanları problem alan kılmakla neyi elde edeceklerdir?
Neyi elde etmeyi ummuşlardır? Neyi umarlar?
Uyku
sorunu olanlar mıdır soruları yığınların önüne getirip koyanlar? Değilse
yığınlarla alıp-veremedikleri nedir? Bencilliğin bir örneği olma olasılığı var
mıdır? Görkemli bir örnek hem de! Ben uyuyamıyorum, öyleyse başkaları da
uyumasın! Demek mi istemektedirler? Uyku kundakçılığına soyunmuş olmalarının
altında yatan bu bencillik midir?
Kendilerinin
kendilerinde sorun oluşu mudur onları sormaya itekleyen? Hem kendileri hem
kendilerini içinde buldukları bu evren, kendilerinde bir sorun olduğu için mi
nefes tüketircesine bağırmayı seçerler? Ve bu yüzden mi bazen küsüp yığınlara,
yalnızlığı, sükûtu seçerler?
Çoğu
zaman salt sormakla da kalmazlar. Sorularının sezdirdiği ‘şeyi’ dolaysız
sererler göz önüne; böyle sürdürürsen var oluşunu var olmanın gereğini yerine
getirmemiş olursun! Hiç var olmamış gibi olursun! Bu çıkarımla dikilirler
karşısına yığınların.
Yığınların buna genellikle Nasreddin Hoca’nın hayretengiz tepkisiyle karşılık verdiğini görürüz: “Düşeceğimi bildin; ne zaman öleceğimi de bilirsin!” Bu durumda seçmiştir bir çoğu yalnızlığı, sükûtu “huzur bozucu”ların. Kişi kendinin aykırılığından hareketle bütün bir türünün de aykırılığı çıkarımında bulunabilir mi? Bulunduğu için midir bu haykırış?
Yığınların buna genellikle Nasreddin Hoca’nın hayretengiz tepkisiyle karşılık verdiğini görürüz: “Düşeceğimi bildin; ne zaman öleceğimi de bilirsin!” Bu durumda seçmiştir bir çoğu yalnızlığı, sükûtu “huzur bozucu”ların. Kişi kendinin aykırılığından hareketle bütün bir türünün de aykırılığı çıkarımında bulunabilir mi? Bulunduğu için midir bu haykırış?
Hem sözü
edilen aykırılığın anlamı nedir? Kuşkusuz kadim zamanlardan bu yana bulunduğu
varlık içinde insanın “aykırı” olduğu şu ya da bu kavramla dillendirilmiş,
tanıtlamaya çalışılmıştır, “hali hazırdaki düzen” savunucularınca “huzur
bozucu” olarak tesmiye edilenler tarafından. Her bir
“tek insan” insanın duyduğu bir anlık bir “boşlukta olma duygusu”nun,
anlamlandıramadığı ya da tam bir açıklığa kavuşturamadığı “öteye/ötelere
özlem”in aksülamelidir midir “aykırı oluş” çıkarsaması? Ve bu çıkarsamanın zorunlu
bir sonucu mudur yığınların karşısına “huzur bozan” olarak çıkmak?
Bizce
lanetlenmiş iblis tarafından uyutulan ve sahiplenilen, onun sahte cennetindeki
Adem’i iblisin hazzetmediği ve yasakladığı “sorgu ağacı”nın meyvesinden yemeye
çağrıdır. Adem’in soyunun düşmanından bu evrende, bu varlıkta, bu var oluşta
intikam alma girişimidir, yığınların karşısına dikilip kendini sorgulayan kılma
çabası. Murat ne bencillik ne de başkaca bir şeydir.
Cemal Çalık, Sonsuz Ark, Konuk Yazarlar, 19.11.2012
Cemal Çalık, Sonsuz Ark, Konuk Yazarlar, 19.11.2012