13 Aralık 2012 Perşembe

SA123/AS13: Geleneğe Başkaldırı/ Geleneksel’in İslâm Manipülasyonu

 İrşâd/Mürşid, Islah, Tefsir, Helal-Haram, Muamelât Kaosu ve Kur’an’ı Arapça Anlamak


"Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır." Kur’an/ Âl-i İmran 104

İslâm, asırlardır kökleri İsrailoğullarına dayanan büyük bir tahribatla karşı karşıyadır. Algıları sahte perdelerle yanıltan ve insanı Allah’ın mesajlarından uzakta tutan ‘Geleneksel İslâm’ Kur’an’daki İslâm’ı manipüle etmek ve geçerliliğini sorgulatmak üzere özelikle tasarlanmıştır.  Bizim asıl sorunumuz irşad ve ıslahı kimlerin yapacağı meselesidir. Kimler yapacak? Elbette şu yoruma sahip olanlar tarafından değil: "Her ne kadar bu iş, ümmetin her ferdine yüklenmiş bir görev ise de, bu âyetten maksad bu işe bakacak bir grubun bulunmasıdır." Ben bu yorumu ise de kısmından sonra terk ediyorum, terk edilmesi gerektiğini düşünüyorum.


***

Hüküm/eylem bildiren ayetlerin fiilleri "çalışırsınız!", "olunuz!" birer emirdir. Biliriz ki; Allah'ın emirleri farzdır. İlim öğrenmek vaciptir diyenler, bunu neden ikinci dereceden vacibe indiriyorlar? Hangi hakla? Hangi yetkiyle? Vâcip niye ihdas edilmiştir? Bu tasnifi yapan Allah değildir. "İkra!" Dosdoğru bir emirdir. Okumayı, öğrenmeyi birey üzerinde net bir hüküm olarak, sorumluluk hükmü olarak tesis eder.

***

Kur'an, Âl-i İmran 104'te de, "Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır." bu grubun sınırlarını kesin bir şekilde belirlememiştir. Bir zümreden bahsediliyor olsaydı, kurtuluş sadece o zümreye has kılınmış olacaktı Nitekim Âl-i İmran 110 bunu tamamlamaktadır. "Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah’a iman edersiniz. Kitap ehli de inansalardı elbette kendileri için hayırlı olurdu. Onlardan iman edenler de var. Ama pek çoğu fasık kimselerdir." Ve 104, ümmeti, bu grup olarak izah etmektedir.

***

Kur'an her ferde hem bireysel hem de toplumsal emirlerle yaşayabileceği bir hayatın sınırlarını çizmiştir. Yani ilim öğrenmek ‘Farz-ı Ayn’dır, ‘Farz-ı Kifâye’ değildir.

***

Temel felsefemiz bu şekilde olmadığı sürece, birileri tebliğ edecek, birileri tebliği bekleyecek. Tebliğci o birilerinin kim olduğu, muhatabın kim olduğu belirsizleşecek; her bir hesap kitap sahibi kendini tebliğci sanacak, diğeri de tebliğci bekleyecek... İrşad ve islah mümkün olmayacak. Şekil 1 A'da görüldüğü gibi.

***

Bugün esas meselemiz nedir? Esas meselemiz Kur'an'ı anlamaktır. Ben biliyorum ki; Türkçeyi veya İngilizceyi kullanarak Kur'anı'ı anlamaya çalışmaktan dolayı sorumlu tutulmayacağım. Elbette Arapça'yı da kullanmak Kur'an'ı anlama işimi kolaylaştıracaktır. Ama kimse bana illâ Arapça bileceksin diye dayatmada bulunamaz.

***

Ben ‘Haram ve Helal’ dışında bir tasnifin Müslümanlara zulüm olduğuna kânîyim. Kafa karışıklığı meselesi, Haram-helal dışında yapılan diğer tasnifler Müslümanı asırlardır zor durumda bırakmıştır; hâlen de bırakmaktadır. Bugün Kur'an'ın özüne matuf anlam bütünlüğünün olmamasının temelinde de felsefî takıntılara uygun tasniflerin vakti zamanında bizzat âlimlerce gerçekleştirilmiş olması vardır.

***

Bunu sorgulamayacak mıyız? Sorgulamayacaksak o zaman, neden düşünüyoruz? Düşünmeyeceksek o zaman Kur'an’la ne işimiz var? Türkçe düşünmek nasıl bir şey? Tamam; kavramları kullanıyorsunuz, ama bu kavramların bütün içerisinde bulunacağı yer neresi? Arapça düşünmek veya İngilizce düşünmek çok ilginç ve acâip bir ayrım.

***

Mesela Edison İngilizce düşünüp ampulü icat etmişse, ben ampulün icadını İngilizce mi düşünmeliyim? Türkçe düşündüğüm zaman bunu anlamayacak mıyım? Kuran bu meseleden çok mu daha fazla soyut? Eğer Arapça düşünmekle mükellefsem, neden Arapça öğrenmek gibi bir emir sarih bir şekilde Kur'an'da mevcut değil. Kabul edelim ki; Arapça düşünmek zorundayız, o halde neden ana dili Arapça olan bir Arap benim Kur'an'dan öğrendiklerimi Arapça düşünerek öğrenmekte zorluk çekiyor? Diyelim ki çektiği bir zorluk yok, o halde Kur'an'ın emirlerini algılayıp uygulamakta Arapça düşünenlerin daha sağlıklı sonuçlara ulaştığını iddia edebilecek misiniz?


***

Kur'an’ın tefsiri Arapça bilen bir bedevi tarafından yapılamaz mı? Tefsir nedir? Tefsir şart koşulmuş standarlarla çevrili kalacaksa, bu tefsirin denetimini kim yapacak? Bir kişi kendi üretimi olan tefsirin Kur'an’ın tefsiri/açıklaması olduğunu iddia etme cüretini neye borçlu? Tek başına bir insan tüm insanlığı kendi tefsirine mahkûm bırakma hakkına sahip midir? Tefsir yapan Kur'an’ı sınırlamış olmuyor mu? Kur'an'ı sınırlamak hangi kulun haddine düşmüş? Tefsir sınırlamak değilse nedir? Tefsir güncel algı kodlarını ve rivayetleri kullanarak Kur'an'dan anlaşılanların ifadesi değil midir?

***

Her şey bir yana, ben naklen gelenleri kullanmadan Kur'an'ı anlama hakkımı kullanamaz mıyım? Yani Hz. İbrahim'in putu ve putçuluğu sorgulaması için hangi dilde düşünmesi gerekliydi? Hz. İbrahim Arapça mı konuşuyordu? Kafa karışıklığı, geleneği sorgulamayanların yaşadığı en büyük sorundur; günceli göremeyen, insanın ihtiyaçlarını anlayamayan bir gelenek. Eğer bu gelenek olmasaydı, bugün farklı bir anlam havuzunda farklı şeylerden bahsediyor olurduk. Lütfen o zaman bütün tercümeleri ortadan kaldıralım.

***

Ayrıca ‘Ameli Taksim’in, bizzat Hz. Peygamber tarafından yapılmadığı ortada... Efâl-i mükellefin'i kimler yapmıştır? Yetkileri nedir? Mekruh nedir? Tenzihen mekruh, tahrimen mekruh nedir? Bir şeyin kerih görülmesi nasıl ‘Helâl’a ya da ‘Haram’a yakın olabilir? Mübah ve Müstehab ayrımının gerekçeleri ne kadar tatmin edici? ‘Helal ve Haram'ın siyah beyaz netliği neden yetmiyordu? İleri sürülen diğer ara renkler genellikle gri bölgeleri doğurmuyor mu? Gri bölgeler karıştırılma fiili için en elverişli bölgeler değil midir? Bu gri bölgeler üzerindeki fetvaların açtığı derin yaralardan dolayı bugün bu konuyu tartışmıyor muyuz? Bu gri bölgelerden menfaat temin edenler ‘âlimler ve ârifler’ değiller midir?

***

İlim diyorsunuz ve diyorlar. İlimi kim tanımlayacak? Eğer ilimden kasıt Arap Dili ve Edebiyatı uzmanı olan birinin ilmiyse bu Kur'an’ı anlamaya yeterli midir? Eğer ilimden kasıt tüm mezhep imamlarının akaide ve muameleta dair ürettiği kalıplar ise, bunlar Kur'an'ı anlamaya yeterli midir? Bu kalıpları bilmeyen eshâb Kur'an'ı anlamamış mıdır? Eshab, Hz.Peygamber ile Kur'an'ı anlamışsa ve anladığı bütünlüğün içinde kendilerinden sonra gelen tasniften bihaberdirler demektir, onların bu tasniften bihaber olmaları onları Kur'an'ı anlama hususunda yetersiz saymamıza neden olabilir mi?

***

Biliyorsunuz ki; ilim sınırlanamaz. Sınırlı bilgisiyle Kur'an'ı tefsir edecek olan birinin tefsiri her çağa göre eksiktir. İnsanı eksik olana mahkûm etmek zulümdür. Ben bu zulme karşı duruyorum. İtirazlara binaen nakledilen;

"Kim (ilmi olmaksızın) Kur’an hakkında kendi reyiyle konuşursa, cehennemdeki yerine hazırlansın.”(Tirmizi) “

Her kim Kur'an-ı Kerim'i kendi şahsi reyiyle tefsir ederse, cehennemdeki yerine hazırlansın"(Sünen-i Tirmizi - İst: 1401 Çağrı Yay. C: 5 Sh: 199 Had. No: 2951.)

“Kim Kur’an hakkında kendi görüşü ile konuşursa isabet de etse hata etmiş olur.” (Ebu Davut)"

cümlelerinin bizzat Hz. Peygamber tarafından sarf edildiğine emin misiniz? Eğer eminseniz, insanın kimin reyi ile Kur'an'ı anlaması gerektiğini söyler misiniz? Her anlama çabası rey ile mümkün olmuyor mu?

***

Bu sözler hakikaten Hadis ise, mevcut ilim sahibi olanlarca hazırlanmış tefsirlerde müfessirlerin kendi reyleri ile tefsir yapmadıklarını iddia edebilir misiniz? Aksi halde mevcut tefsirler de hadise aykırı değiller midir?

***

Elmalı Hamdi Yazır'ın tefsirinden alıntılanan,

"Yukarılarda da açıklandığı üzere ümmet, öne düşen, çeşitli insan gruplarını toplayan, kendilerine uyulan bir topluluk demektir ki, hepsinin önünde de "imam" (önder) bulunur. Cemaat ile (toplu halde) namazlar, bu muntazam ve hayırlı sosyal tertibin görüntüsünü ifade eden gözle görülür şeklidir. Bu şekilde hayra davet ve iyiliği emir, kötülüğü de men edecek bir topluluk ve imamet (önderlik) teşkili müslümanların imandan sonra ilk dinî farîzalarıdır. Bu farizayı (Allah'ın emrini) yerine getirebilen müslümanlardır ki âyetinin açık hükmü gereğince kâmil (tam) kurtuluşa ererler. Yoksa âyetinin mânâsı müşkil ve belki müteazzir (mümkünsüz) olur. Allah'ın vaadi bütünüyle temin edilmez, hayra çağırmak, iyiliği emir, kötülüğe engel olma bütün müslümanlara farz-ı kifayedir. Bu yapılmayınca hiçbir müslüman mesuliyetten kendini kurtaramaz. Fakat her ferde farz-ı ayın değildir. Ümmetin tümünün vazifesidir. Çünkü "sizden" buyurulmuştur. Buradaki in tecrîdî (soyutlayıcı) veya teb'îdî (ayırıcı) olmak üzere iki mânâya ihtimali vardır. Tecridî olduğuna göre her müslüman bununla görevlidir. Teb'îdî olduğuna göre de genelde müslümanların vazifeleri, içlerinden bunu yapacak belli, özel bir topluluk meydana getirmek, onlara yardım ederek ve uyarak o vasıta ile bu görevi yerine getirtmektir. Bunlar tayin ve görevlendirildikten sonra emretmek ve yasaklamak bizzat onlar üzerine farz-ı ayın olur. Ve fakat bunlar görevlerini yerine getirmezlerse, sorumluluk önce bunlara, ikinci olarak herkese teveccüh eder. Tevhid nizamı bozulduğu zaman, ortaya çıkacak şer ve bela da yalnız zalimlere isabet edip kalmaz, herkese bulaşır."


pasajı neredeyse tamamen Elmalı'nın kendi reyine uygun görüşler değil midir? Bu pasajdaki hangi reyin delili ayettir? Bilhassa "Allah'ın vaadi bütünüyle temin edilmez, hayra çağırmak, iyiliği emir, kötülüğe engel olma bütün müslümanlara farz-ı kifayedir"cümlesindeki rey'in delili nedir? Bu rey'e sahip biri, bir müslümanı nasıl ikna edebilir?


***

Hem Kur'an'ı anlamamakla suçlanıyor müslüman hem de anlama çabası elitlerin kabiliyetleri ileri sürülerek baltalanıyor. Karışıklık nerede acaba?


Alper Selçuk, Sonsuz Ark, 13.12.2012, Antiseptik Anafor 60

Seçkin Deniz Twitter Akışı