16 Aralık 2012 Pazar

SA125/PZ9: Evlâdın Hayırlısı

“Halbuki yanlış düşünüyormuşuz; kız da evlattı, erkek de. Hangisinin hayırlı çıkacağını kim bilebilirdi ki? Nice sıra sıra oğlu olan insan tanıdım, açtılar, açıkta kaldılar; öyle gözleri kapıda ölüp gittiler.”


Allah ihlaslı niyetle kafasına iş koyana yardım eder. Bize de etti. Dükkânı açtık; ama iş bununla bitmedi. Yine borç harç. Bina inşaat hâlinde.. Dükkânın tabanını kendim doldurttum; betonu döktük, badanayı yaptık.  Raflarını yaptırmaya bir marangoz getirmiştim. Dünyanın parasını istedi. Baktık olmayacak; gittik malzemeyi kendimiz aldık, rafları çaktık. Eski zaman kim ne bilir lüksü, ne bilir rafın iyisini…

Güzelce boyadık maviye, yağlı boyayla.  Tek başınalık zor. Daraba taktık, dükkânı dükkân yapan darabaydı. En sağlam kepenk buydu. Darabayı indir, asma kilidi vur; çek git. Gerçi o zaman hırsızlık da yoktu Adana’da. Fakat tedbir tedbirdir. İçeriden de  asma kilit takabileceğim bir halka kaynattırmıştım demirciye… Dükkânda yatıp kalkacaktım durumu toparlayana kadar. Her gün köye git gel, mümkün değil. Şimdiki gibi araba yok. Sabah gelir akşam gider, ama o da ‘Bakkal Dükkânı’na uymaz. 

Fakat, kafamda köy yok; tez vakitte bir arsa alıp, iki göz ev yapmayı koymuştum kafaya. Dört çocuk, hanım, anam ne yapacaklar köyde. Haftada bir gidiyorum; ama rahat değilim. Anam da boş durmuyor o ara. Yazıya gidiyor, kazma, pamuk elinden ne gelirse.

Allah, kuluna çok şey gösterir. Geçen sene, büyük kızımın kocası bir tarla almış bizim oturduğumuz köyün ötesindeki bir köyde. Kızım tarlayı görmeye gittiğinde, şaşırmış… Torunum anlatıyor: “Dede, annem tarlayı görünce, “Nenem bu tarlada pamuk toplamıştı. Ben küçüktüm, pamuk toplamaya beni de götür diye ağladım. Nenem de kıyamadı götürdü. Bir direğin altına gölgelik yaptı; ben akşama kadar orada oturdum.” dedi. Öyle kalakaldı annem!” 40 sene sonra torunu, nenesinin işçi olarak çalıştığı tarlanın sahibi olacak deseler, masal gelir insanlara. Allah’a hamd-u senâlar olsun.

At arabasıyla sebzecilik yaparken köylerde, namaz, cami derdim olmazdı. Dükkân bulursam da camiye yakın olsun, beş vaktimi camide kılayım diye dua ederdim. Allah kabul etti. Adana’nın en büyük camisinde 16 sene beş vakti arada kaçırsam da o camide kıldım. Güzel günlerdi.Arsa alıp evi yaptırmadan evvel, zaten her vakti camide kılardım.Evi yaptırdıktan sonra düzenim değişti. Sabah namazından önce çıkardım evden, dolmuşa binerdim; çarşıda bizim durakta iner camiye giderdim. Sabah namazını kılar, dükkânı öyle açardım. İşe giden olur, ekmeği, çayı, şekeri olmaz; açmak lazım erkenden. Fırıncı benden önce gelir; ekmeği çuvalla bırakır giderdi. Kilitli dolaplar çıkmamıştı daha evvel…

Dükkân hazır hale geldi; elde avuçta ne varsa bitti. Mal alacağız, para yok. Oradan buradan, biraz da veresiye derken; dükkânı düzdük yola. Kadir Ağa sağ olsun, o sene kirayı peşin istemedi. Bir sene öyle geçti. Çok sıkıntı çektik. İşler iyiydi şükür.  Köylüler tanıyorlardı. Şehre geldiklerinde, bana muhakkak uğrar, öteberi listesini bırakır giderlerdi. Çuval çuval hazırlar koyardım köşeye. Fasulyesidir, mercimeğidir, şekeridir, çayıdır, deterjanıdır, yağıdır, sabunudur… bir eve ne lâzımsa. Akşama işleir güçleri biterdi şehirde, gelir siparişlerini alır dolmuşlarına biner giderlerdi.

Senesi doldu, bir arsa bulduk tanıdık birinin oturduğu mahallede… Yol yok, yolak yok. Bulgar göçmenleri var birkaç ev; gerisi kiremit ocakları, boş arazi. Bir tanıdık bulmak ne demek. Yaban yerinde nasıl bırakacaksın çoluk çocuğu. Hemen bir oda bir mutfak yapalım dedim. Gidip gelemiyorum. Kumu, çimentoyu, demiri indirdim arsaya, ustaya emanet ettim işi çektim gittim. Gel zaman git zaman, usta çekti geldi; iş bitti dedi. Bir odanın damını beton dökmüş, mutfağın üstüne çinko çekmişti. Şükür, başımızı sokacak kendi evimiz olmuştu.

Bilen bilir; kümes olsun, kendi evin olsun. Köyde Samet Dayı rahmetlik; toprak evini bize verdi diye yemediği azar kalmamıştı. Yabancıydık, eldik. Yalnızdık, sahipsizdik; ama Allah yetimi kolluyor. Allah terbiye ediyor. Ömrüm şahittir buna.

Dünyalar benim olmuştu. İnşaallah oturmak nasip olurdu. Hemen o hafta sonu bir at arabası bulduk; eşya pek yok zaten, yüklendik geldik. Arsa küçüktü ama bir bahçemiz vardı. Etrafını direkle tahtayla çevirmiştim güzelce. Anam konacak yer bulamıyordu sevincinden. Hanım hâkezâ öyle. Çocuklar oradan oraya koşturuyor, “Kimse bize evden çık demeyecek değil mi baba?” diyorlardı. Hiçbiri Zazaca bilmiyordu. Irgat dili diyorlardı Zazaca’ya. Köyde Zaza yoktu ki konuşsunlar; akşama kadar çocuklarla oyundalar, çocuklar da Yörük köylünün çocukları.

Bizim büyük oğlumuz doğduğunda, kızlar çok sevinmişler, şehre taşındığımızda anlattılar, köydeki toprak evde, kızlar gelir pencereden sataşırlarmış. Bizim ikinci sıradaki kız da “Bizim de bir kardeşimiz olsa, siz gelip bize bunları yapamazdınız!” dermiş. Erkek çocuk böyledir işte. Anaya, babaya, kıza, kardeşe sahip çıkacak olan erkek evlattı.

Zaten oğlan doğmayaydı, ne şehre gelir ne de ev alırdım. Öyleydik o zamanlar. Kime kalacaktı ki? Halbuki yanlış düşünüyormuşuz, kız da evlattı, erkek de. Hangisinin hayırlı çıkacağını kim bilebilirdi ki? Nice sıra sıra oğlu olan insan tanıdım, açtılar, açıkta kaldılar; öyle gözleri kapıda ölüp gittiler.

Eski zamanda çevre ayıplardı oğlanı, anasına babasına bakmıyor diye. İtibarı kalmazdı öyle hayırsız evladın. Mecbur, utanma belası bakardı hayırsızı bile. Eline avucuna harçlığını sıkıştırırdı anasının, babasının. Ama şimdi o da yok. Utanma yok; senelerce uğramaz anasına, babasına, artık hangisi sağsa… öyle.

Kız evlat, elin evindedir, kazanç elin oğlundan gelir. İsterse yedirir karısının anasına, babasına; isterse yedirmez. Hayırsız oğulların çokluğu, kızları hayra, merhamete mecbur etti, desem yanlış olmaz. Kızlar baktı ki ana, baba perişan vicdanları elvermedi. Yenilerde kız da erkek de bakıyor ya da bakmıyor ana babaya, ikisi de aynı.

Kız da kendi işinde gücünde olduğu için, kocanın eline bakmadığı için anasına, babasına bakma hakkına sahip oluyor. Sokağa salmıyor yani. Nasıldır hayırlısı bilmiyorum. Erkeği de, kadını da sabahtan akşama kadar işte, dışarıda. Çocuklar, bilgisayarlara, televizyonlara emanet.  Sonra doktor doktor gezdiriyorlar, minnacık çocuklara sürüyle hap yediriyorlar.

Anaları çalıştırmasalar iyiydi. Evin huzuru anaların elindedir; dirliği anaların aklındandır. O huzur, akıl gitti mi evde birlik kalmaz. Ana, evladını da kocasını da sırtında taşır, ama dışarının yükü de üstüne binince haksızlık olur bu.

Kimse evde ihtiyarları da istemiyor ki, evladına baksınlar. Gerçi zaten kimse ihtiyarın aklını beğenmiyor. Kendisini terbiye eden anasının,babasının çocuğunu terbiye etmesine müsaade etmiyor yeni neslin bilmiş evladı. Var bir bozukluk. Hem bu bozukluk bu milletin canını çok yakacak.

Geçmiş zamanın en iyi tarafı çocuğun anasının, nenesinin, dedesinin dizinin dibin de büyümesiydi. Ana-babanın vakti yoktur; ama bizim vaktimiz boldur. Size hazır evlat yetiştirmek için bizi kocatıyor Allah, niye bu nimeti akletmiyorsunuz? O kadar para veriyorsunuz bakıcılara. Akşama kadar ne yaparlar, ne ederler çocuklarınıza? Helal süt emiş kaç tane bakıcı kaldı bu zamanda.

Ömür böyle. Geçip giderken sızlıyor insanın yüreği. Sonunu bildiğin hikâyeye mani olamıyorsun. En çok da o koyuyor adama.

Dükkânı, evi kurduk yoluna… Ömrümüzün en tatlı senelerini o vakitler geçirdik işte. Oğlumuzdan sonra bir kız daha oldu, sonra bir oğlan daha.. Ötesini sonraya anlatayım inşallah, kalın selametle.



Piro Zaza, Sonsuz Ark, 16.12.2012

Seçkin Deniz Twitter Akışı