"Bu, hiç şeksiz her şekilde “yazan” Bir Adam…"
Bir kavganın göbeğinden mi bakmalı bir adama?
Yoksa bir eleğin teneye düşen gölgesinden mi?
O tenedeki yığıntıdan anlar mısınız kaç fırınlıktır hükmü tanelerin?
Yol boyu iz bırakır mısınız o tanelerden dönüşe yüz bulsun diye seneler?
Yoksa cam kenarı, koridor loşluğu ya da muavin koltuğu değiştirir mi yolculuğun seyrini?
Bunları bilebilmek için “Bir Adam” ın ağır ve yorucu misafirliğine rıza göstermek lazım.
Bazen susmayı karayip hazinelerine denk, bazen bir hecenin dibinde demlenmeyi ganimet bilmek lazım.
Diklenmeyi göze almadan önce yolculuğun seyir defterinden apartılmış fırtınaların çetelesini tutmak lazım. O fırtınalarda boğulmadan önce yeleklerdeki havaya bir daha göz atmak lazım.
Herhangi bir geminin herhangi bir liman soluğunda, kıyıdan serazad bir el dokunuşu mesafesinde de kesişebilir yolunuz.
Bir Adam’dan fazlasına, bir okyanusun damarına, bir mavinin en dumuruna da çarpabilir ruhunuz.
Bir Adam…
Derdi ne?
Hayatın derin kuyusundan ses veren canhıraş bir çabası var, tamam. Biraz eğilseniz ve kuyunun kenarına çömelseniz şöyle usulca, “ben anlamak için çok yoruldum, siz anlattıklarımla yorulmayın diye…” diyen sesini duymanız işten değil.
Her şeyin bir sırası var dünyasında.
Herkesin gözünün uzandığı mesafede yeri.
Her insan bir başka kapı, açıldıkça diğerinin soluğundan izler taşıyan ama kendi soluğunu benzersiz kılan güce yaslanan.
Bu adam hayatı boyunca biri diğerini azaltmayan doğruların peşine düşmüş. Doğruların asla belirsizliğe tahammülü olmayan sert yüzeyleri olması belki bu yüzden. Onlar çoğaldıkça varlıklarına halel getirecek her tâli uğraşın ipini çekmek zor olmamış, ipin canını yakmak pahasına da olsa.
Bir Adam…
Biraz garip bir adam bu. -Bu biraz, sadece aşinalığın verdiği rahatlıktan aslında.- Karşı kıyıdan bakıldığında, gerçeklerin atını kırbaçlamaktan yorulmayan, zaman zaman atları yorduğundan habersiz, ben söylüyorum siz dinleyin kıvamında bir dikleniş tonunda, durmadan anlatan ama anlamın sığ sularında ısrar eden koşuculara tahammülü zül gören Bir Adam…
Kavganın sırtlarında karşılarsanız onu, başka bir fotoğraftır gördüğünüz.
Dedim ya, tenedeki birikintinin her bir hücresi o kavganın son-ucuna yolcu taşır.
Bu hiç şeksiz her şekilde “yazan” Bir Adam…
Kim olduğuna karar vermeden önce tüm kelimeleriyle hemhal olmalısınız. Bu yetmez, ruhunuzun her mevsim dönümünde bir başka ağacın dalından düşmelisiniz toprağa yazdıklarını okurken.
Ya bir okyanus kıyısında hayatı demlerken yakalanmalısınız objektifine ya da bir meselenin kör dibinde kavramları katık ederken zihninizin tembelliğine.
Bazen elindeki spotların döndüğü en kuytu köşenin seyircisi,
Bazen kitapların satırlarına koca koca fasılalar verdiren derin darbelerin takipçisi,
Bazen meselelerin içini dışına çıkartan sert ünsüzlerin baş döndüren- kimi zaman saç yolduran- uyumunun gönülsüz neferi,
Bazen öğütülmüş bir tek kelimenin kovalayıcısı,
Bazen aynasından yansıyan o kısacık zamana razı,
Bazen aynanızın aynası olmasına tahammülkâr,
Bazen itirazlarınızın çarptığı duvar kadar sağlam
Olmalısınız…
Eğer geçen zamana on saniyelik sus payları vermeye varsa yüreğiniz ve biraz da niyetsiz bir anlama çabanız okuduklarınızdan, orada bir yerlerde yazan, sorgulayan, sorgulatan, arabesk salınışların silkeleyicisi ‘Bir Adam’ var.
Yaşlanan, yaşlandıkça yaşlılığın bütün emarelerine elek olan ‘Bir Adam’.
Ya bir kavganın göbeğinden bakacaksınız bu adama
Ya da eleğin teneye düşen gölgesinden…
Karar sizin…
Cam kenarı… Koridor boşluğu… Muavin koltuğu…
Karar sizin…
Nevra Cihan, Sonsuz Ark, Konuk Yazarlar, 19.12.2012
Nevra Cihan, Sonsuz Ark, Konuk Yazarlar, 19.12.2012