27 Aralık 2012 Perşembe

SA136/MA7: Kavramlar ve Başa Çıkılamaz Çocuklar

"Periferik kırılganlık çatık kaşlarımızın önünde dimdik duruyor; çocuklar, esnetilmiş de olsa kendi içerlek doğalarını korumaya devam ediyorlar."


Arz-talep ilişkisinin yetişkinlere ait derin, geniş ve uzun soluklu bir ilişki olduğu; bu kaçınılmaz ilişkide kavramların, kendi özel tanım aralıklarında, bazen sığ, bazen de çok karmaşık anlam yansımalarını sonsuzca kez ve ardı ardına doğurduğu dikkate alınırsa, bir çocuğun kendisi ve diğerleri için oluşturacağı anlam dünyasının kıyılarında gezinirken, yetişkinlere ait kavramsal problemlerle neler yaşayabileceğini iyi irdelemek gerek.

İyi irdelemek gerek, çünkü; sorunlarımızın kökeninde kavramsal paradokslarımız var; paradokslarımız ve bu paradokslardan keyifle ürettiğimiz çatışmalarımız. Çocukların, yetişkinlere ait her an çatışık, yön ve konum değiştirebilir kavramsal arz ve taleple ilgili bizimkine benzer kaygıları yok; doğaları gereği böyle kaygılarının olması da mümkün değil. Ancak biz, bize ait bu türden kaygıları, onlara ait kılmak için elimizden geleni yapıyor, elimizden gelmeyeni ise başkalarına yaptırıyoruz.

Çocukların doğalarını, onları inanılması güç yöntem ve tekniklerle kavramsal paradokslara yönelterek esnetiyor ve iki tercihli bir dayatmaya mahkûm ediyoruz.

Çocuklar, bizim bütün öğretilerimize sinmiş kavramsal yapılanmayı reddetme fırsatına sahip olmadıklarından, kavramlara yüklediğimiz anlamlara karşı iki zıt tavır takınıyorlar; ya saf dünyalarına ait anlam yansımalarını kullanarak yetişkinlere ait kavramları sıradan, bakımlı, çelik raylarından çıkarıp gizli bir savaş ilan ediyorlar ya da kavramlarımızı bizlerin yaptığı gibi kutsallaştırarak zihinlerine kopyalıyor ve aslında pek de irdelemediğimiz, ama onlara dayattığımız anlam yansımalarını taklit etmeye çalışıyorlar.

Hangi açıdan bakarsak bakalım, başlangıçta ve sonraki her adımda hata yapıyoruz. Doğdukları andan itibaren, kulakları, gözleri, burunları, ağızları ve elleriyle nesnelerle ilişki kuran, nesneleri kendilerine ait bedensel ya da ruhsal tepkilerle tanımlayan çocukların, bize ait kavramlarla ilişki kurmalarına yardım etmediğimiz gibi, onların doğuştan getirdikleri özelliklerine uygun arz/sunum yeterliliğine sahip olmadığımızı da fark etmiyoruz.

Birbirimizle paylaştığımız deneyimlerin dilinde yumrulaşan paradoksal tortularımızdan biri ‘küçükken iyiler, büyüdüklerinde başa çıkılamıyor’ nakaratıdır. Özelde tanısal kopmalar yaşadığımızın en büyük göstergesi olarak da bu nakarat duruyor. Çocuklarımızın ‘başa çıkılamazlık’ zırhına bürünmelerindeki esas nedeni ıskalıyoruz.

Kavramsal kutsallaştırma mağduru çocuklarımızın ‘başa çıkılabilir’ olması, büyürken kavramlarımıza diledikleri anlam yansımalarını yükleyen, yüksek ‘men riski’ taşıyan yaş gruplarını aştıklarında da kutsal anlamlarımıza karşı sürdürdükleri gizli savaşı açığa çıkaran çocuklarımızı ‘başa çıkılamaz’ yapıyor. Sıradan, bakımlı, çelik raylarımızdan çıkarılan kavram dizgemiz çocuklarımızın saf dünyalarında ‘başa çıkılabilir’ küçük bir ayrıntıya/soruna dönüşüyor.

Sonuç, yenilmiş bizlerin aczini taşıyan koca bir çınar gibi duruyor karşımızda; kavramsal paradokslarımızı önemsemeyen ve kendi olağan şüphelerini bize dayatan Adem’le aynı yaşta ‘âsi çocuklar’.

Paradoksal diyorum, sonuçlara; başka bir şey diyemediğim için. Sorun katmanlarımızın en geç yerinde ‘başa çıkılabilir’ çocuklarımızın yetersizliği duruyor. Kutsal kavramlarımızın kutsal anlamlarında bizce, bize göre, dinginlik bulan çocuklarımızı sonraki yaşlarda ‘yetkin yetişkin olarak’ göremediğimizde bir kez daha çarpılıyoruz.

‘Başa çıkılamaz çocuklar’ ile ‘başa çıkılabilir çocuklar’ arasındaki ‘yetkinlik makası’ açıldıkça, kutsallaştırılmış kavramlarımızın ve sınırlarını daralttığımız anlamların amaçladığımız bir ‘tür’ü yetiştirmeye yetmediğini görüyoruz. ‘Başa çıkılabilir çocuklar’ yetişkinliklerinde onlara aşıladığımız paradoksal çatışmalarımızla uyuşuyor, uyumsuzlaşıyor ‘başa çıkılamaz’ oluyorlar.

Periferik kırılganlık çatık kaşlarımızın önünde dimdik duruyor; çocuklar, esnetilmiş de olsa kendi içerlek doğalarını korumaya devam ediyorlar.

Belki de doğru olan ‘başa çıkılamaz çocuklar’ ın, ‘başa çıkılmak’ gibi bir cendereye tabi tutulmaması ya da ‘başa çıkılabilir çocuklar’ üretmeye çalışmamak; kavramlar ve anlamlarla ilişkimizi, çocuğun doğal öğrenme sürecine teslim etme yürekliliğini göstermek; çocuğu arz-talep kaygılarımızla besleyip doğasını esnemeye zorlamamak.

Çok ötelere gitmeye, zirvelerden kar aşırmaya gerek yok; çocukların oyuncakları ile ilişkilerini yönetme gayretlerimiz ile onların oyuncaklara yükledikleri anlamları örtmeyelim yeterli. Oyuncaklar, kavramsal dizge haritalarımızda ileri doğru gelişecek, genişleyecek ve ilişki kurdukları her nesneyi kendi anlam örgülerine eklemleyerek kendi haritalarını oluşturacaklar.

Yani tanı, yetişkinlerin oyuncakların bütünleşik saflığına müdahale etme hastalığı; başkaca bir şey değil.


Mustafa Akdeniz, 29.01.2011

Mustafa Akdeniz Yazıları

Seçkin Deniz Twitter Akışı