"Serçenin kanadında uzaklaşan kırılganlık, zehrini akıtmış kalbin esrik bir rüyaya yatışı, daha az ünlem, uç uç renklerin doğaya hükmedişine şahitlik ve insanın soluğuna ferahlık veren sıradanlık…"
Yazmak fiilini gerekli kılan ne? Pervazdaki serçenin titreyen kanatlarından kaleme uzanan o sessizlik ânı…. Tevile muhtaç bir rüyanın günü sarsan iç bunaltısı… Elinizdeki zap aletinin işe yaramaz oynaklığı ve bir türlü hitama ermeyen solucan kıvraklığı dünyanın…
Eskittiğinizi zannettiğiniz bir hikâye ve belki yeniden olamayacak kadarına sunduğunuz son bir armağan… Bir gül yaprağının yerçekimine aşkla bağlanışı ve bunu fırsata çeviren faydacılığı insanın…
Ve evet aşk… Ve dahası dost… Birinden diğerine tali yollar edinen kalemin eğilip bükülüşü, doğrusu kelimelerin terfi edişi ki gerdan kırışı…
“Hadi
yaz”
Bir
günün kendini sıradanlıkla boğan ayrıntılarında yakalanmazsa o tek ân, nasıl
yazar ki insan? Öfkeyle
karılmış kelimeler bir parça hüzünle yıkanmaz ise kalemin dili kamaşır,
huzursuzlanır kalp. Ne çok gönlü kırık kelimenin söyleyecek ne de önemli şeyi
var.
Dünya, diye başlayacak biri ve ardından insanlık tarihinin her bir köşesinden bir manzara tasviri ve yokluğa serenatlar, varlığın çöküş hikayeleri ve ve dar ağaçları ve vazgeçmeyiş kırılan dalın onarımsızlığından…
Dünya, diye başlayacak biri ve ardından insanlık tarihinin her bir köşesinden bir manzara tasviri ve yokluğa serenatlar, varlığın çöküş hikayeleri ve ve dar ağaçları ve vazgeçmeyiş kırılan dalın onarımsızlığından…
Yazmak
fiilini anlam sunağında yıkayacak ellere gıpta etmek lazım şüphesiz. Tek bir hayat, bir fani isim ve uçucu bir
madde gibi yaşamak. Koca bir ömür avuntumuzun her bir hatırası, yıpranan
fotoğraflarda, gittikçe anlatımı daha da cılızlaşan hatıralarda kalacak.
Mürekkep aşkına hayata kaydı düşülmüş mektuplar da romantikliğimizin son kaleleriydi, bir tek tuşun gadrine kurban ettiklerimiz var artık. Bu çaresizlikle ne kadar korunabilir ki kelimelerimizin hevesi?
Bir
sağanak hâli, bir buhran zalimliği, yeri doldurulamaz bir hasret önceliği,
dilde vefasını yitirmiş kucak kucak kelime ve o “tek ân” içinde olup biten
harikuladelik, yazmak…
Veyahut…
Bencilliği
insanın, yeniden hayata koyuluş serüveni… Serçenin kanadında uzaklaşan
kırılganlık, zehrini akıtmış kalbin esrik bir rüyaya yatışı, daha az ünlem, uç
uç renklerin doğaya hükmedişine şahitlik
ve insanın soluğuna ferahlık veren sıradanlık…
“Hadi
yaz”
Bir
sonrakine kadar yakasından düş dünyanın sarsaklığından ve kalabalığa karış.
Belki sondur soluğundaki balta izi.
Nevra Cihan, Sonsuz Ark, Konuk Yazarlar, 11.01.2013
Nevra Cihan, Sonsuz Ark, Konuk Yazarlar, 11.01.2013