"Sular vahşi Batılılar için, yani ABD ve AB için çekiliyor ve şişkin balıklar, karıncaların, yani Afrikalıların midesini doldurmak için ölecekler."
Geri dönüşü olmayan bu sonucun açık göstergeleri Amerika Birleşik Devletleri’nde var. Amerikalılar kölelerinin renginde olan birini başkan yaptıklarında, ‘siyahların emrinde çalışan beyazları’ tarihe kazıyarak beyazların zihnine not düşürdüler; zaten çok daha önceden siyah patronlar beyaz işçi çalıştırmaya başlamışlardı.
Amerika’da başlayan bu süreç Avrupa’ya da sirayet edecek. Avrupa siyahların yönettiği, patron olduğu bir kıta olduğunda, beyazlar dedelerinin kendilerine miras bıraktığı sefaleti sonuna kadar hissedecekler.
Independent’e göre “Cin gibi Başbakan” Erdoğan tarihî bir dönemeçte, 2008’den beri dizlerinin üstünde sürünen batılıların geleceğini somutlaştırıyordu:
“Sular yükseldikçe, balıklar karıncaları yer. Sular çekilince de karıncalar balıkları. Kimse bugünkü gücüne ve üstünlüğüne güvenmemesin, zira kimin kimi yiyeceğinin suyun akışına bağlıdır.”
Sular vahşi Batılılar için, yani ABD ve AB için çekiliyor ve şişkin balıklar, karıncaların, yani Afrikalıların midesini doldurmak için ölecekler.
Doğanın akış renginde bu ton çok sık görülen bir ton. Mısırlılar, Persler, Yunanlılar, Romalılar, Osmanlılar, Almanlar, Ruslar, İngilizler, Fransızlar ve Amerikalılar imparatorluklarını bu tonun baskısına göre kaybettiler. Bugün son üçlü, kendilerinden önceki imparatorlukların artıklarının yaşadığı sefaleti yaşamaya mahkum; başka seçenekleri yok. Zalimler kaybetmeye mahkumdurlar.
Başbakan Erdoğan Gabon, Nijer ve Senegali kapsayan Afrika gezisinde, arka bahçesini gezerek vahşi batının karşısına dikildi. Batı Türkiye’nin arka bahçesinde; Körfez’de, Arabistan’da, Yemen’de, Irak’ta, Suriye’de, Lübnan’da, Ürdün’de, Filistin’de, Mısır’da ve Kuzey Afrika’da katliamlar yaparken ve Türkiye’yi kendi katliamlarına ortak kılmaya çalışırken, Erdoğan Batının bağımsızlık verse de sömürmekten vazgeçmediği Afrika ülkelerinden Fransa’ya sert tokatlar atmayı tercih etti.
7 Ocak’ta Gabon’da Afrikalıları kışkırttı: “Şundan hiç şüphem yok. Zamanı geldiğinde tarih, Afrika’nın elmaslarını, altınlarını, yer altı zenginliklerini, hatta doymayıp Afrika’nın insanlarını alıp, geride kalanları yoksulluğa terk edenlere hesabını mutlaka ama mutlaka soracaktır!”
9 Ocak’ta Fransa’nın bütün
sanayisini besleyen nükleer santrallerin hammaddesi olan uranyumun kaynağı Nijer’de:
“Türkiye olarak biz gözü petrolde, altında, elmasta olmayan ama özgürlük
mücadelesine güç veren bir ülke olarak dayanışma içinde olacağız!'' diyordu.
Fransa buna cevap verdi. Aynı gün, 9 Ocak'ta Paris'teki Kürt Enformasyon Bürosu'nda 3 PKK’lı kadın bir suikastle öldürüldü. Türkiye, PKK ile görüşüyordu ve karşılıklı onamayla barış görüşmeleri başlamıştı. Fransa barışla ilgili gelişmeleri sabote ederek hükümetle PKK’yı barış masasından kaldırmayı planlamıştı.
Fransız basını, cinayetlerin ardından, PKK kurucusu kadın için, “Öldürülen kadınlardan birini tanıyorum, düzenli olarak görüşüyorduk” şeklindeki sözleri üzerine, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande’a yaptığı “Paris’te öldürülen PKK’lı ile ne görüştüğünü açıkla” çağrısına geniş yer vermişti. Bu diplomatik bir skandaldı ve NATO müttefiki iki ülkeden biri, diğerinin aleyhine her ikisinin terörist olarak kabul ettiği bir örgütün temsilcisi ile görüşüyordu. Savaş İlanı’na kadar gidebilecek bir süreci tetikleyecek kadar güçlü bir sebepti bu.
‘Savaş Sebebi’ sayılabilecek bu durum, aslında Mitterand-Sarkozy çizgisinden beri süregelen bir Devlet Politikasının sonuçlarından biri idi. Temeli, 1919 Paris Konferansı’nda atılan ve o günden beri süren bir kirli ilişkiyi sosyalist Hollande, ancak itiraf edebilmişti. Osmanlı tebaası olan Kürtleri kışkırtmak, 1945’ten sonr abu görevi ABD'ye devretseler de, Fransa’nın ve İngiltere’nin temel hedeflerinden biriydi sadece.
Fransa buna cevap verdi. Aynı gün, 9 Ocak'ta Paris'teki Kürt Enformasyon Bürosu'nda 3 PKK’lı kadın bir suikastle öldürüldü. Türkiye, PKK ile görüşüyordu ve karşılıklı onamayla barış görüşmeleri başlamıştı. Fransa barışla ilgili gelişmeleri sabote ederek hükümetle PKK’yı barış masasından kaldırmayı planlamıştı.
Fransız basını, cinayetlerin ardından, PKK kurucusu kadın için, “Öldürülen kadınlardan birini tanıyorum, düzenli olarak görüşüyorduk” şeklindeki sözleri üzerine, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande’a yaptığı “Paris’te öldürülen PKK’lı ile ne görüştüğünü açıkla” çağrısına geniş yer vermişti. Bu diplomatik bir skandaldı ve NATO müttefiki iki ülkeden biri, diğerinin aleyhine her ikisinin terörist olarak kabul ettiği bir örgütün temsilcisi ile görüşüyordu. Savaş İlanı’na kadar gidebilecek bir süreci tetikleyecek kadar güçlü bir sebepti bu.
‘Savaş Sebebi’ sayılabilecek bu durum, aslında Mitterand-Sarkozy çizgisinden beri süregelen bir Devlet Politikasının sonuçlarından biri idi. Temeli, 1919 Paris Konferansı’nda atılan ve o günden beri süren bir kirli ilişkiyi sosyalist Hollande, ancak itiraf edebilmişti. Osmanlı tebaası olan Kürtleri kışkırtmak, 1945’ten sonr abu görevi ABD'ye devretseler de, Fransa’nın ve İngiltere’nin temel hedeflerinden biriydi sadece.
Senegal’deki Goree Adası’na giden, adada 1776’da yapılan ve köle ticaretinde
kullanılan evi gezen Erdoğan, evin önünde Fransa’nın gönderdiği ve köleliği
simgeleyen en önemli anıtlardan biri olan heykel için 10 Ocak’ta Senegalli
yetkililere, “Bunu Fransa’ya geri göndermek lazım” diyordu, Fransızları evlerine
göndermeyi kasteden bir serinkanlılıkla. Fransanın açık savaş ilanına daha
sert bir tonda karşılık vermişti.
Ve Erdoğan, diplomatik bir perdelemeyle de Afrika gezisinde son noktayı, “Afrika’ya yönelik politikamız; hastalıklarla mücadele, tarımsal gelişme, sulama, enerji, eğitim ve düzenli insani yardımlarımızı da içeren bütüncül bir stratejiye dayanıyor…” diyerek koymuş ve Afrika’da 31 adet Türkiye büyükelçiliği bulunduğunu birkaç ay içinde bu rakamın 34’e çıkacağını açıklamıştı.
Ve Erdoğan, diplomatik bir perdelemeyle de Afrika gezisinde son noktayı, “Afrika’ya yönelik politikamız; hastalıklarla mücadele, tarımsal gelişme, sulama, enerji, eğitim ve düzenli insani yardımlarımızı da içeren bütüncül bir stratejiye dayanıyor…” diyerek koymuş ve Afrika’da 31 adet Türkiye büyükelçiliği bulunduğunu birkaç ay içinde bu rakamın 34’e çıkacağını açıklamıştı.
Sarkozy ve Cameron’ın, cehenneme çevirdikten sonra Erdoğan’dan hemen önce büyük
bir aç gözlülükle petrol sahalarını kapmak için Libya’ya koşuşturdukları gibi,
Hollande, Başbakan Erdoğan’a cevap olarak, Fransız uçaklarını Mali’nin kuzeyindeki
özgürlükçüleri bomba yağmuruyla öldürmeye göndermişti.
Fransa’nın Mali katliamını kendisine hediye ettiğinin farkında olarak Erdoğan, Dışişleri Bakanı Davutoğlu aracılığıyla Fransa’nın vahşetine diplomatik bir cevap gönderdi: “Mali’de tek taraflı müdahalelere karşıyız. Çalışmalar BM çatısı altında olmalı. İİT Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu’ndan şubattaki toplantının gündeminin Mali olmasını rica ettim.”
Fransa’nın Mali katliamını kendisine hediye ettiğinin farkında olarak Erdoğan, Dışişleri Bakanı Davutoğlu aracılığıyla Fransa’nın vahşetine diplomatik bir cevap gönderdi: “Mali’de tek taraflı müdahalelere karşıyız. Çalışmalar BM çatısı altında olmalı. İİT Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu’ndan şubattaki toplantının gündeminin Mali olmasını rica ettim.”
Mali’de olanlar dünyanın ilgisini şimdilik pek çekmiyor. Çekmesi için daha
çok enformasyon yapılmalı. Türkiye, Arakan’da yaptığı gibi Mali’deki katliamı
da sürekli gündeme taşımak zorunda.
Doktorasını, Paris Üniversitesi’nde, ‘Mali Cumhuriyeti Medreseleri’ üzerine yapan ve uzun yıllar Mali’de yaşayan Prof. Dr. Ahmet Kavas, Star Gazetesi’ne verdiği mülakatta, bugünkü çatışmanın sebebini, Mali’yi 70 yıl yöneten Fransa’nın, 1960’ta ülkeden ayrılırken çizdiği her an patlayacak yapay haritalara bağlıyor ve ekliyor: “Asıl sorun Mali’nin yer altı zenginlikleri. Fransa bu bölgede gittikçe güçlenen Çin’den korktu!”
Ve Dünyanın pek de haberdar olmadığı bir kara tarihi ve Fransa’nın ve Batı’nın Afrika’daki haçlı seferini (Crusade) şöyle anlatıyor:
Doktorasını, Paris Üniversitesi’nde, ‘Mali Cumhuriyeti Medreseleri’ üzerine yapan ve uzun yıllar Mali’de yaşayan Prof. Dr. Ahmet Kavas, Star Gazetesi’ne verdiği mülakatta, bugünkü çatışmanın sebebini, Mali’yi 70 yıl yöneten Fransa’nın, 1960’ta ülkeden ayrılırken çizdiği her an patlayacak yapay haritalara bağlıyor ve ekliyor: “Asıl sorun Mali’nin yer altı zenginlikleri. Fransa bu bölgede gittikçe güçlenen Çin’den korktu!”
Ve Dünyanın pek de haberdar olmadığı bir kara tarihi ve Fransa’nın ve Batı’nın Afrika’daki haçlı seferini (Crusade) şöyle anlatıyor:
“Mali, tarihi itibarıyla Afrika’nın en köklü geleneğine sahip, tarihinde
çok önemli medeniyetleri, şahsiyetleri barındıran bir ülke. Bugün, çok fakir ve
geri bir duruma düştü. Bunun da tek müsebbibi, Fransa.
Fransa, 70 yıl boyunca
sömürge politikasıyla Mali’yi, dünyaya kapattı. Alimlerini etkisizleştirerek,
entelektüel birikimi sildi. Ülkede ilk üniversite 2000 yılında açıldı.
İslamiyet’i, insanların 1000 yıllık dili olan Arapça’nın öğretilmesini
yasakladı. Tuaregler, Malililerle ortak tarihi olan bir millet değil. Fransa,
buradaki coğrafyayı 70 yılda değiştirip, kendileri gittikten sonra her an
patlayabilecek bir harita oluşturdu. Tuaregler, Sahra Çölü’nde, kendi
coğrafyalarında yaşarken, suni haritalarla, Mali’ye tabii kılındı. Mali’nin
kuzeyi, Türkiye kadar bir coğrafyaya sahip ve üzerinde sadece 500 bin civarında
Tuareg olduğu söyleniyor. Mali nüfusu ise 15 milyon. Mali dünyanın en fakir
ülkesi ama dünyadaki en zengin madenlerin de bulunduğu ülke: Altın, elmas,
uranyum, doğalgaz...
Bu zenginlikleri en iyi bilenler de Malililer değil. Mali
konusunda çok uluslu şirketlerin ciddi çalışmaları var. Çinliler, Amerikalılar,
Fransızlar, Kanadalılar, Güney Afrikalı altın tüccarları... Ayrıca, modern
tarım yapıldığında, dünyanın birçok ihtiyacını giderecek kadar verimli
toprakları da var Mali’nin. Fransa, Çin’in Mali’de artan etkinliğini görüyor.
Fransa, Mali’nin sadece siyaseten değil, zenginlikleriyle de elinden kaçtığını
hissediyordu. Belki, altın ve elmas alışverişi yapılıyordur. Tuareglerin bir
kısmı Kaddafi’nin özel birliklerindeydi. Ama dönerken, çöl şartları nedeniyle o
kadar silahı yanlarında götürmeleri mümkün değil. Ülkenin güneyi ya da kuzeyi,
geçici ya da kalıcı barış kazanabilir; ancak kaynaklarının kullanım çok uluslu
şirketlere geçmiş olacak. Mali, bir 100 yılı daha, onların alanı olacak. Mali’deki
bu grupların İslam ile özdeşleştirilmesi yanlış. Bunlar direnişçi, isyankar,
sertlik yanlısı gruplar.
Diğer yandan, Batı, Azavat’ı laik olarak görüyor oysa kişisel
anlamda tanıdığım için söylüyorum onlar da son derece dindar insanlar. Kuzey’in Güney’i tamamen kontrol altına
alacağı, buraya İslami bir devlet dayatabileceği varsayımı imkansız. Bunlar
yıllardır Batı’nın kullandığı kavramlar.
Ayrıca, Güney’deki insanları da Tuaregler, Kuzey’dekilerden daha dindar
insanlar. Mali İslam Yüksek Konseyi Başkanı Mahmut Dicko’yu, şahsen tanırım.
Geçen sene bir sohbetimizde, Ensaruddin’i kuran, İyad için, “O, benim
cemaatimdi. Bu kişinin, bizim üzerimizde bir İslam bilgisi yok. Benim arkamda
namaz kılan, bana Şeriat ilan edemez” dedi.” diyor .
Kavas, birleşik Haçlı Güçlerini ve bu güçlerin zorladığı müttefik Afrika
ülkelerini saydığında Erdoğan’ın Afrika gezisinin perde arkası herkes için netleşiyor:
“Mali’nin kuzeyini elinde tutan militanlara karşı Fransa ve İngiltere
operasyonel düzeyde katılıyor. Fransa, ilk
bombardımanın ardından yaklaşık 2500 askeri ile Mali’deki militanlarla çatışma
halinde. Batı Afrika Ülkeleri Güçleri ( ECOWAS): Nijerya, Senegal, Togo, Gana,
Nijer ve Gine de Mali devletine asker gönderme sözü verdi ve şu an 3300 askerin
ülkeye gönderildiği belirtildi. İngiltere asker göndermedi ancak Paris’e yardım
için lojistik uçak desteği sağladı. ABD, Fransa’ya lojistik destek, insansız
hava aracı ve uçak yardımı veriyor. Belçika ve Almanya askerî lojistik desteğin
yanı sıra ‘insani yardımları’ sürdüreceklerini açıkladılar.”
Fransa Çin’den mi korkuyor, Türkiye’den mi? Ya da her ikisinden mi? Çin
açık bir güç görünse de, Afrika’da kalıcı bir sirkülasyon oluşturacak
kabiliyetlere sahip değil. Fransa’nın ve bütün batının korktuğu tek güç sadece Türkiye.
09 Ocak 2013 tarihli İngiliz Independent gazetesinden İan Birrell yaptığı analizde, Erdoğan'ın 300 işadamı ile Afrika turuna çıktığına dikkat çekerek, "Batı, fazla uzun bir süredir Afrika'nın gerçek doğasına kör. Şimdi de geride bırakılma riski ile karşı karşıyayız “ diyor ve ‘Dev heyetin, dünyanın en büyük 20 ekonomisinden biri olan Türkiye'nin son yıllarda nasıl küresel bir oyuncu haline geldiğine’ vurgu yapıyordu.
ABD’nin 'Küresel Eğilimler 2030: Alternatif Dünyalar' Raporundaki Füzyon olasılığı (ABD, Avrupa ve Çin'in, birlikte hareket ederek güney Asya'daki ihtilaflara müdahale etmesi ve ateşkes sağlaması, bunun yanında, AB, Çin ve Avrupa'nın ikili ilişkilerinde büyük pozitif değişimlere öncülük ederek birlikte işbirliği yapacak başka alanlar da bulması ve daha geniş kapsamlı olarak da küresel problemlerle başa çıkmada dünya genelinde işbirliğine öncülük etmeleri) düşüyor ve Motorların aksaması seçeneği (Devletler arası geniş çaplı ihtilaflar ve ABD ve AB'nin içe dönerek küresel liderlikle ilgilenmemesi) gerçekleşiyor.
09 Ocak 2013 tarihli İngiliz Independent gazetesinden İan Birrell yaptığı analizde, Erdoğan'ın 300 işadamı ile Afrika turuna çıktığına dikkat çekerek, "Batı, fazla uzun bir süredir Afrika'nın gerçek doğasına kör. Şimdi de geride bırakılma riski ile karşı karşıyayız “ diyor ve ‘Dev heyetin, dünyanın en büyük 20 ekonomisinden biri olan Türkiye'nin son yıllarda nasıl küresel bir oyuncu haline geldiğine’ vurgu yapıyordu.
ABD’nin 'Küresel Eğilimler 2030: Alternatif Dünyalar' Raporundaki Füzyon olasılığı (ABD, Avrupa ve Çin'in, birlikte hareket ederek güney Asya'daki ihtilaflara müdahale etmesi ve ateşkes sağlaması, bunun yanında, AB, Çin ve Avrupa'nın ikili ilişkilerinde büyük pozitif değişimlere öncülük ederek birlikte işbirliği yapacak başka alanlar da bulması ve daha geniş kapsamlı olarak da küresel problemlerle başa çıkmada dünya genelinde işbirliğine öncülük etmeleri) düşüyor ve Motorların aksaması seçeneği (Devletler arası geniş çaplı ihtilaflar ve ABD ve AB'nin içe dönerek küresel liderlikle ilgilenmemesi) gerçekleşiyor.
Erdoğan’ın gezisi Senegal ve Nijer’in tutumunu etkilediğinde, en azından bu
iki devlet Mali’deki katliamcılara asker desteği vermekten vazgeçtiklerini ilan
edecekler. Bu uzak bir ihtimal değil; ancak zaman alacağı açık.
18 Ocak 2013 Cuma günü, Şii Başbakan Maliki’nin İran ve müttefiği Amerika’nın
kuklası olarak Türkiye’ye karşı küstahça tutumları ile Sünni Araplara ve Kürtlere uyguladığı
ayrıştırıcı politikalara karşı Şii ve Sünni Iraklılar aynı camilerde ‘Cuma Namazı’
kıldılar. Ramadi, Felluce, Samarra ve Musul şehrinde kılınan cuma namazında
okunan hutbelerde, eylem ve gösterilerin mezhepçilikten uzak olduğu, belirli
bir kesimin taleplerinden ibaret olmadığı belirtildi ve Irak'ta tüm mazlumların
haklarının talep edildi.
Tekbirlerin getirildiği gösterilerde, ''İslam'ın ve Irak'ın emrindeyiz'', ''Irak'ın birlik ve bütünlüğüne evet'', ''İran dışarı, Irak özgür kalacaktır'', ''Mezhepçiliğe hayır'' sloganları atıldı. Gösterilerde, Mısır'ın devrik lideri Hüsnü Mübarek'e atfen, ''Mübarek göstericilere, 'sokak çocukları', Maliki de gösterilere, 'kokuşmuş' dedi. İkisi de bir madalyonun iki ayrı yüzü'', ''Mezhepçiliğe hayır'', ''Maliki, beklemeden istifa et'', ''Halk, hükümetin istifasını istiyor'', ''Ey Maliki, Musul halkı tehdidinden korkmaz'' ifadelerinin yazılı olduğu afiş ve dövizler taşındı.
Mali’deki özgürlükçülere saldıran Haçlı İttifakı, 2001’de Afganistan’a ve Pakistan’a tecavüz ettikten hemen sonra 2003’te Irak’a saldırdıklarında Başkan Bush, demokrasi götüreceğini vaat ettiği Irak’a sıradan, basit çapulcu bir ‘Haçlı Seferi ‘düzenlediğini ağzından kaçırmış ve bu harekatı Crusade, yani Haçlı Seferi olarak tanımlamıştı. Crusade, gaf denerek tevil edilse de doğruydu bu. Mali’de, olan da aynıydı. Silahlı bir soygun gerçekleştiriliyordu.
Irak, 10 yılık bir ölüm koridorundan çıkmaya hazırlanırken kendi baharını yaşayacak gibi görünüyor. Bu baharın içine ne İran ne de ABD dâhil olabilecek. İran ve ABD istenmeyen ülkeler haline geldiğinde İran’ın da Haçlı seferlerinin bir parçası olduğu anlaşılacak. Suriye’de iki yıldır süren ve 60 bin insanın katledilmesine neden olan süreç gizli olanları kristalize etmişti, ancak gelinen noktada, tepeden, sadece Müslüman ülkelerde değil hrıstiyan olmayan tüm ülkelerde Haçlı Karşıtı ‘Anti-Crusade’ bir zihinsel gücün cesamet bulduğu görülüyor.
Türkiye’nin Kuzey Irak’la kurduğu petrol ve doğalgaz temelli enerji ilişkisi, ABD’nin çıkarlarını zedelemiş ve ABD buna karşı olduğunu açıklamıştı. Türkiye’yi İran’la ve Suriye ile savaştırarak, Türkiye’nin Araplarla ve bütün Müslüman ülkelerle kurduğu sıcak ilişkileri baltalamaya çalışan ‘Siyonist Crusade’’ye karşı, çok ciddi küresel tepkiler doğuyor.
Küresel dönüşüm kendi kaçınılmaz gergefini örerek gerçekleşiyor. Dünya daha kötü bir yer olmayacak; ancak kötülerin ölürken de öldürdüğünü en büyük ‘Anti-Crusade’ olan Erdoğan’ın asla unutmaması; Batılıların en büyük kâbusu olan Selahaddin Eyyübi'yi ve Osmanlı'yı politik dilinin en parlak renkleri arasında sayarken de çok daha fazla 'cin' olması gerekiyor. Cennetin Krallığı'nda Eyyubî'nin karşısında halkını yok olmaktan kurtaran zeki bir Balian vardı. Erdoğan'ın karşısında kim olacak?
Tekbirlerin getirildiği gösterilerde, ''İslam'ın ve Irak'ın emrindeyiz'', ''Irak'ın birlik ve bütünlüğüne evet'', ''İran dışarı, Irak özgür kalacaktır'', ''Mezhepçiliğe hayır'' sloganları atıldı. Gösterilerde, Mısır'ın devrik lideri Hüsnü Mübarek'e atfen, ''Mübarek göstericilere, 'sokak çocukları', Maliki de gösterilere, 'kokuşmuş' dedi. İkisi de bir madalyonun iki ayrı yüzü'', ''Mezhepçiliğe hayır'', ''Maliki, beklemeden istifa et'', ''Halk, hükümetin istifasını istiyor'', ''Ey Maliki, Musul halkı tehdidinden korkmaz'' ifadelerinin yazılı olduğu afiş ve dövizler taşındı.
Mali’deki özgürlükçülere saldıran Haçlı İttifakı, 2001’de Afganistan’a ve Pakistan’a tecavüz ettikten hemen sonra 2003’te Irak’a saldırdıklarında Başkan Bush, demokrasi götüreceğini vaat ettiği Irak’a sıradan, basit çapulcu bir ‘Haçlı Seferi ‘düzenlediğini ağzından kaçırmış ve bu harekatı Crusade, yani Haçlı Seferi olarak tanımlamıştı. Crusade, gaf denerek tevil edilse de doğruydu bu. Mali’de, olan da aynıydı. Silahlı bir soygun gerçekleştiriliyordu.
Irak, 10 yılık bir ölüm koridorundan çıkmaya hazırlanırken kendi baharını yaşayacak gibi görünüyor. Bu baharın içine ne İran ne de ABD dâhil olabilecek. İran ve ABD istenmeyen ülkeler haline geldiğinde İran’ın da Haçlı seferlerinin bir parçası olduğu anlaşılacak. Suriye’de iki yıldır süren ve 60 bin insanın katledilmesine neden olan süreç gizli olanları kristalize etmişti, ancak gelinen noktada, tepeden, sadece Müslüman ülkelerde değil hrıstiyan olmayan tüm ülkelerde Haçlı Karşıtı ‘Anti-Crusade’ bir zihinsel gücün cesamet bulduğu görülüyor.
Türkiye’nin Kuzey Irak’la kurduğu petrol ve doğalgaz temelli enerji ilişkisi, ABD’nin çıkarlarını zedelemiş ve ABD buna karşı olduğunu açıklamıştı. Türkiye’yi İran’la ve Suriye ile savaştırarak, Türkiye’nin Araplarla ve bütün Müslüman ülkelerle kurduğu sıcak ilişkileri baltalamaya çalışan ‘Siyonist Crusade’’ye karşı, çok ciddi küresel tepkiler doğuyor.
Küresel dönüşüm kendi kaçınılmaz gergefini örerek gerçekleşiyor. Dünya daha kötü bir yer olmayacak; ancak kötülerin ölürken de öldürdüğünü en büyük ‘Anti-Crusade’ olan Erdoğan’ın asla unutmaması; Batılıların en büyük kâbusu olan Selahaddin Eyyübi'yi ve Osmanlı'yı politik dilinin en parlak renkleri arasında sayarken de çok daha fazla 'cin' olması gerekiyor. Cennetin Krallığı'nda Eyyubî'nin karşısında halkını yok olmaktan kurtaran zeki bir Balian vardı. Erdoğan'ın karşısında kim olacak?
Âkil Ağazâde, Sonsuz
Ark, 20.01.2013