İnsanlar sürekli aldandılar; sarsılıp ayrıldılar, sapa yollarda kayboldular. Akıllarını kullandıklarını sandılar; acılar içinde kıvrandılar. Akıllarından yoruldular, akıldan uzağa kaçtılar. Bilmiyorlardı; zannediyorlardı. Zanları onları İblis’in ebediyet ağacına sürükledi. İnsanlardan bazıları bazılarına itibar ettiler, diğerleri sonradan gelenler bu itibâra hürmet edip geçmişi yücelttiler; atalarının dinini icat ettiler. Bazıları ise yüceltilmiş her insanı akılsızların akılsızlığında eritti. İman edenler, iman ettiklerini söyleyen akılsızlar sebebiyle akılsız olarak tahkir edildiler. İnsan ‘gassal önünde bir meyyit’ değildi.
***
Süregelen insanlık tarihi boyunca öğütleyici/öğretici akıl yürütme (tez-antitez-sentez) ve öğütleyici/öğretici akıldışılık (mistik hâller, keşifler, ilhâm) birer özgün yöntem ve yol olarak insanları iki şeyden-kendilerinden birine zorladılar. Kitaplar yazdılar, meseller ürettiler. Sohbet halkaları, tedrisat çemberlerine döndü. Kalktılar şehir şehir, belde belde gezdiler. İnsanlara öğütler verdiler.
***
İlk yöntem/yol insanları ferdî sorumluluklarını yüklenmeleri gerektiğine inandırdı; fiillerin, iyiye veya kötüye götüren unsurların insanın irâdî cetvellerinden pay aldığını söyledi, onları her şeyin insanın varlığıyla var olduğuna, diğer şeylerin ehemmiyetsiz olduğuna dair bir döngüye esir etti. Birinciler, akıllarını kullanarak ulaştıkları son noktada, insanın son bulmasıyla her şeyin son bulacağını söyleyerek, kendilerinden başka hiçbir güç tanımadılar ve her şeyden kendilerini sorumlu tuttular. Fakat bu sorumlulukları onlar ölünce bitiyordu.
“Derler ki: “Hayat ancak dünya hayatımızdır. Artık biz bir daha diriltilecek de değiliz.” En’am 29
“Hayat, bu dünya hayatından ibarettir. Ölürüz ve yaşarız. Biz tekrar diriltilecek değiliz.” Muminun 37
“Dediler ki: “Dünya hayatımızdan başka hayat yoktur. Ölürüz ve yaşarız. Bizi ancak zaman yok eder.” Bu hususta onların bir bilgisi yoktur. Onlar sadece zanda bulunuyorlar.” Câsiye 24
“Şüphesiz bize kavuşacağını ummayan ve dünya hayatına razı olup onunla yetinerek tatmin olan kimseler ile âyetlerimizden gafil olanlar var ya; işte onların kazanmakta oldukları günahlar yüzünden, varacakları yer ateştir.” Yûnus 7,8
***
İkinci yöntem/yol insanları kainâtta devinen her şeye akıllarının ermeyeceğine, insanın bu devinimde bir hiç olduğuna inandırdı; fiillerin, iyiye veya kötüye götüren unsurların insanî değil ilâhî cetvellerden pay aldığını söyledi, onları kader denen içinden çıkılmaza mahkûm etti. İkinciler birer yaratılmış olarak, sorumlulukların tümünü perçemlerini elinde tutan güce yükleyerek sorumsuzluğu seçtiler. Fakat bu sorumsuzluk her şeyi yaratan mutlak güçle birleşmeyi gerektiriyordu. Aksi hâlde, Kâdir-î Mutlak, onları fiillerinden sorumlu tutacaktı.
“Vay o kimselere ki, elleriyle Kitab’ı yazarlar, sonra da onu az bir karşılığa değişmek için, “Bu, Allah’ın katındandır” derler. Vay ellerinin yazdıklarından ötürü onların hâline! Vay kazandıklarından dolayı onların hâline!” Bakara 79
“Öyle bir günden sakının ki, o gün hepiniz Allah’a döndürülüp götürüleceksiniz. Sonra herkese kazandığı amellerin karşılığı verilecek ve onlara asla haksızlık yapılmayacaktır.” Bakara 181
***
Oysa hakîkat her iki yolda da değildi..
***
Peki, hakîkat neredeydi?
***
Hakîkat ancak, muhakkak ve sadece Kur’an’daydı. Kur’an ne mistikler gibi insanı sorumsuz görüyordu ne de salt akılcılar gibi sorumlulukların ölümle son bulduğunu söylüyordu. Kur’an her fiil sahibinin fiillerinden doğacak olan mükafâtın ve cezânın hem ölümden önce hem de ölümden sonra hardal zerresince mahsup edileceğini açıkça izhar ediyordu.
“Dünya hayatında da ahirette de onlara müjde vardır. Allah'ın sözlerinde asla değişme yoktur. İşte bu, büyük kurtuluşun kendisidir.” Yunus 64
“Böylece Allah dünya hayatında onlara zilleti tattırdı. Elbette ki ahiret azabı daha büyüktür. Keşke bilselerdi!” Zümer 26
***
Her varlığın perçemini elinde bulunduran Allah, her varlığa hükmeden Mutlak Güç olduğunu ve aynı zamanda iyi ve kötü ile sınanan insanın fiiilerinde hür olduğunu ve bu hürriyete binaen hesaba çekileceğini söylüyordu. Kaderi ihdas edip, insandaki iradi sorumluluğu kadere yükleyen mistiklere ise çarpıcı hakîkati inkâr edemeyecekleri bir açıklıkla beyan ediyordu.
“Allah, bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar. Onun kazandığı iyilik kendi yararına, kötülük de kendi zararınadır. “Ey Rabbimiz! Unutur, ya da yanılırsak bizi sorumlu tutma! Ey Rabbimiz! Bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme! Bizi affet, bizi bağışla, bize acı! Sen bizim Mevlâmızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et.” Bakara 286
***
Salt akılcıların ve mistiklerin öğütlerine karşı, insana asla yanılmayacağı ölçüler veriyordu Allah. Hiçbir şekilde yanılgıya düşmeyeceği esas cetveli hiçbir şüphe içermeyecek şekilde tek tek ve her seferinde defalarca örnekler vererek insana hakîkati öğretiyordu. Öğütlerin en güzelini, akıl sahiplerinin dikkatine indirmişti. Aklı, hakîkatle kullanılabilir olduğu vakit insanı kurtuluşa götüren bir sistem olarak bahşetmişti.
“Bu Kur’an, âyetlerini düşünsünler ve akıl sahipleri öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır.” Sâd 29
***
Ârâf 169, Hûd 51, Yusuf 109, Muminun 80, Kasas 60, Enâm 32, Yunus 16, Enbiya 67, Saffât 138 ayetlerinde : “Hâlâ akletmeyecek misiniz?” diye soruyordu, sorumlu tuttuğu/tutacağı insana. Sorumluluklarını ölümle sınırlayan materyalist filozofların öğütleyici/öğretici akıl yürütmelerini(didaktik diyalektik), sorumluluklarından kader, fena ve bekâ kurgularıyla aklın uzağına kaçıp kurtulacaklarını sanan sufîlerin ve diğer mistiklerin ve akıldışı/akılüstü cezbe şehvetlerini (didaktik antidiyalektik) sarsılan insanın uzağına itiyordu. Lût sesleniyordu kavmine:
“İçinizde hiç aklı başında bir adam yok mu?” Hûd 78
***
Musa şu koşulla başlıyordu Firavun’a:
“Eğer aklederseniz…” Şuarâ 28
***
Sonra Lût kavminin başına gelenlerden aklederek öğüt alınsın diye, buyuruyordu Allah:
“Andolsun biz, aklını kullanacak bir kavm için o memleketten ibret alınacak apaçık bir delil bıraktık.” Ankebût 35
***
Korku ve ümitle doğa olaylarından ders almamız gerektiğini öğütlüyordu:
“Şüphesiz bunda aklını kullanan bir toplum için elbette ibretler vardır.” Rûm 24
***
Kölelerle efendilerin, sorumlularla sorumsuzların, didaktik diyalektikçilerle didaktik anti diyalektikçilerin kavgalarında bir tek ölçü bırakıyordu Allah:
”İşte biz ayetlerimizi, aklını kullanacak bir kavim için böylece açıklıyoruz.” Rûm 28
***
Hep akleden kavimlerin öğüt alacağı ayetlerden bahsediyordu:
“Akleden bir kavim için ayetler...” Câsiye 5, Râd 4
***
Ve buyuruyordu Allah, yaşadıkları hallerin aklın almayacağı şeyler olduğunu söyleyip insanları kendilerini izlemeye mecbur bırakanları saf dışında tutarak, onları pis, murdar kılacağını bildirerek:
“O, akıllarını kullanmayanları murdar (inkarcı) kılar.” Yûnus 100
***
Şeytan’ın, ilk kıyasçı, ilk mantık yürütmeci olduğunu iddia edip mantık yürütmeyi, akletmeyi yasaklayanlar oluyordu. Fakat Allah, insanlara Şeytan’a karşı neden akıllarını kullanmadıklarını soruyordu:
“Andolsun, o sizden pek çok nesli saptırmıştı. Hiç akletmiyor muydunuz?” Yâsîn 62
***
Sarsılan ve ayrılan insanı tekrar birleştiriyor ve hakîki ayrımın nasıl olduğunu anlatıyordu ayetler:
"De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri bunları hakkıyla düşünür.” Zümer 9
***
Birincilerin ve ikincilerin öğütlerini, Kur’an ile hükümsüz kılan kâinâtın en büyük müjdesi de daima oradaydı:
"Sözü dinleyip de onun en güzeline uyanlar var ya, işte onlar Allah’ın hidayete erdirdiği kimselerdir. İşte onlar akıl sahiplerinin ta kendileridir." Zümer 18
***
Kâinâtın en büyük azabı da:
“Şüphesiz, yeryüzünde yürüyen canlıların Allah katında en kötüsü, akıllarını kullanmayan (gerçeği görmeyen) sağırlar, dilsizlerdir.” Enfâl 22
***
Dünya hayatından başka bir şey istemeyen didaktik diyalektikçiler ile fenâ ve mevcudâtın birliği ile Kâdir-î Mutlak'a dâhil olduklarını söyleyenlerin zikredilmesini isteyen didaktik anti diyalektikçilere karşı ne yapılması gerektiğini de emrediyor Allah:
“Öyle ise bizim zikrimizden yüz çeviren ve dünya hayatından başka bir şey istemeyen kimselerden yüz çevir.” Necm 29
Alper Selçuk, 18.09.2010, Antiseptik Anafor 28
Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
- Seçkin Deniz
- Mustafa Tamer
- Arif Şahin
- Eyüp Kaan
- Ahmet Faruk
- Cemal Çalık
- Şahin Torun
- Naif Karabatak
- Ata Atun
- Tamer Güner
- Mustafa Ege
- Yaşlı Bilge
- Ahmet Haydar
- Alper Selçuk
- Faruk Tamer
- Doğa Toprak
- Khorto Bâri
- Mustafa Eyyüboğlu
- Âkil Ağazâde
- Hakkı Aslan
- Mustafa Ekici
- Biz Kimiz?
- Yıllık Sonsuz Ark Yayın Raporları
- Sonsuz Ark Manifestosu
26 Ocak 2013 Cumartesi
SA162/AS17: Didaktik Diyalektik ve Didaktik Anti Diyalektik; Sorumluluğa Karşı Sorumsuzluk ve Allah
Labels:
Allah
,
Alper Selçuk
,
Antiseptik Anafor
,
Din
,
Fikir
,
Sonsuz Ark