“Adil yargılamanın
gerçekleştirilmesinden sorumlu olanlar daha neyi beklemektedirler? İnsanların
daha fazla eziyet görmelerini mi?”
Türkiye,
25 Ocak 2013 Cuma akşamı 24TV’de, Başbakan Erdoğan’ın aşağıdaki sözleri sona
erdiğinde büyük bir şaşkınlık içindeydi. Türkiye’nin demokrasi mücadelesinde
risk alarak kalemleriyle, sözleriyle hayatlarını ortaya koyanlar, darbe ve
terör örgütü soruşturmalarına karşı çıkarak ‘eski’ ayrıcalıklı konumlarını
sürdürmek için bu tür illegal yapılarla gizli organik bağ kuranlar, yakın-uzak
herkes neler olduğunu anlamaya çalışıyordu.
CHP ve
MHP listelerinden meclise gönderilmek istenen asker-sivil sanıklarla muhalefet,
darbe ve terörle iktidardan alaşağı edilmek istenen iktidar, hiçbir şeyin gizli
kalmadığı açık çatışma sonrası halkın çoğunluğunun demokrasi lehine tutum
alması sonrasında bugüne geldiler.
Baykal tarafından muhtemel bir darbe sonrası Menderes gibi bir sonla açıkça tehdit edilen, suikastlerle, kapatma davalarıyla sürekli saldırıya uğrayan ve cumhurbaşkanlığı engellen Başbakan Erdoğan, bütün geçmişi unutmuş gibi, darbecilerin 2007’den beri sık sık tekrarlanan ve yargılaması süren terör örgütünün psikolojik harekât ürünü olduğu açıkça anlaşılan söylemlerinin aynısını dillendirmekteydi:
“İçeride
400'e yakın emekli-muvazzaf subay var, bunları ağırlıklı kısmı tutuklu ve bu
arada da yine mağdur veya şüpheli şeklinde çağrılanlar oluyor. Bir de bir ajan
meselesi çıktı. Bana göre bunların örgüt kurmaktan, örgüt elemanı olmaktan
içeride olması çok ağır... Öyle bir şey varsa, delilleri kesinse ver hükmünü
bitir, ama yoksa yüzlerce subayı hele hele Genelkurmay Başkanını bu şekilde içeride
tutarsan, bu yanlıştır. Bu ordu içinde moral bozukluğuna neden oluyor. Bu
yenilir yutulur bir şey değil. İster istemez altta şüpheli sıfatıyla 232 kişi
çağrılınca üstte de kuvvet komutanlarımız "Biz mücadele verirken, ben bu
komutanları nasıl göndereceğim?" diyor. Amacım yargıyı yargılamak değil,
ama doğru adımlar atmak lazım. Bunların içinde karacısı var, denizcisi var.
Terörle mücadele etmek için onlara ihtiyacımız var, ama oralara gönderilecek
subayımız kalmadı.”
Başbakan’ın
sözleri, ertesi gün darbe yanlısı medya tarafından “Biz dememiş miydik?”
başlıklarıyla onandı. Balyoz adıyla anılan davadan mahkûm olanların yakınları
Başbakan’a destek verilmesi gerektiğini söylediler. Balyoz Darbe Planı, bu
sözlerin sahibi Başbakan Erdoğan’a karşı yapılmıştı.
Başbakan’ın
bu türden şaşırtıcı sözleri yeni değildi. 6 Ocak 2012’de ‘İnternet Andıcı Soruşturması’
kapsamında tutuklanan 26. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ için, 5 Ağustos 2012’da
“Başbuğ paşamızın döneminde de biz çalışmalarımızı gayet başarılı şekilde
yürüttük." demiş; yine 9 Mayıs 2012’de, İtalya dönüşü Esenboğa
Havalimanı’nda, “1. dalga, 2. dalga, 3. dalga, 4. dalga filan... Bunlar
toplumun huzurunu da doğrusu kaçırıyor. Bundan bizler de ciddi manada
rahatsızız. Atılması gereken adımlar atılır, biter geçer. Ama bu dalgalar böyle
arka arkaya geldikçe kusura bakmasınlar, bu dalgalarda bu ülke boğulur. Bu
kadar bu iş bence uzatılmamalı.”diyerek sonraki dalgalar için yargılanan
illegal örgütlenmelerini mağduru durumundaki iktidarın fikrini deklare etmişti.
Başbakan’ın
Mayıs 2012’den beri takındığı bu tutum anlaşılır olmaktan uzaktı. 28 Şubat
soruşturmasının kendisine uzanacağı söylentilerine karşılık 9. Cumhurbaşkanı Demirel,
geçmişi unutmak gerektiğinden bahsediyor; 10. Cumhurbaşkanı Sezer’in de
Danıştay Cinayeti sonrası tutumu dolayısıyla soruşturmalara dâhil edileceği
söylentileri dilden dile dolaşıyordu. İş adamları ve medya patronlarının da dâhil
edileceği hissedilen dalgalar, başbakanın bu söylemi sonrasında hissedilme
boyundan uzaklaştılar. Detayları bilinmeyen bir strateji geliştirildiği anlaşılıyordu.
Başbakan’ı
anlamak, Başbakan’ın bildiklerini bilmemekten dolayı zorlaşsa da, geçmişe doğru
yapabileceğimiz serinkanlı bir analiz, bizi stratejiyi anlama yolunda
rahatlatabilir. Ancak dikkatli bir bakış Başbakan’ın, tutukluluğu süren 26. Genelkurmay
Başkanı İlker Başbuğ’un, tutukluluğundan duyduğu rahatsızlığın farkına
varabilir. 2004’te Başbakanı icraatları dolayısıyla sorgulayan Kuvvet
Komutanlarının sözcülüğünü yapmış olsa da Başbuğ, Balyoz ve Ergenekon
soruşturmalarının sürmesi için gerekli olan işbirliğini sonuna kadar
sergilemekten kaçınmamıştı. Başbuğ’un tutuklanmasına kadar giden sürecin
detayları, yargılanan terör örgütü üyelerince bir intikam hamlesinin varlığına
işaret ediyordu.
Başbakan’ın son konuşmasının detaylarına inmeden önce, genel hatlarıyla İktidarı hedef alan illegal yapılanmaların yargıdaki algılanış biçimine bakmakta yarar var.
Başbakan’ın son konuşmasının detaylarına inmeden önce, genel hatlarıyla İktidarı hedef alan illegal yapılanmaların yargıdaki algılanış biçimine bakmakta yarar var.
Türkiye’nin olağandışı yönetsel sorunlar
yaşadığı uzun bir devir sona ererken, temeli 1952’de NATO’nun ülkeye girişi ile
atılan ve CHP’nin siyasî kol olarak destek verdiği illegal yapılanmaların ürettiği
sorunlar TSK’nın temel direnç noktalarını zayıflatmış; subayların emir-komuta
zincirini -sıralı âmirlerin sorumluluklarını ortadan kaldırmamakla birlikte-
etkisizleştirmiş ve böylece disiplin akışı zedelenerek TSK her türlü zararlı
etkiye açık duruma getirilmiştir. 1960 darbesi, 1971 tedhişi, 1980 darbesi,
1997 tedhişi ve nihayetinde 2002-2003 Balyoz Darbe Planı’na kadar geçen sürede
TSK, ülkenin güvenliğine karşı, yönetsel zaaflar üretenlerin kaldıracı olarak
kullanılmıştır.(1)
Başbakan’a ve partisine karşı yargılaması
süren en geniş kapsamlı dava olan Ergenekon Davası en önemli davadır. Zaman
zaman değişik adlarla anılan, ancak 2007 sonrası 13 farklı iddianame (2) ile yargıya konu olan ‘Ergenekon’ adlı illegal
yapılanma 1952’den günümüze kadar süren her türlü tedhiş ve çatışmayı TSK
üzerinden normalleştiren ve özellikle Türk Silahlı Kuvvetleri mensubu subayları
her türlü şantaj ve baskı aracıyla kontrol altına almaya çalışan bir
yapılanmadır.
Güçlü
veriler ışığında hazırlanan iddianame de konuyla ilgili paragraf şu şekildedir:
“Yapılan soruşturma sonucu, Ergenekon Terör Örgütü’nün Türk Ceza Kanununda
belirtilen ve Terör suçu olarak kabul edilen suçlardan Türk Ceza Kanununun;
312, 313, 314 ve 315. maddelerindeki suçları işlediklerine dair yeterli delil
elde edilmiştir. "Ergenekon" isimli yapılanmanın görünüşte devletin
yeniden yapılandırılarak iktidara ulaşmak şeklinde özetlenebilecek bir amaca
sahip olduğu, dokümanlarda görülmekle birlikte;
“Yapılanmanın,
amacına ulaşabilmek için "naylon terör guruları oluşturularak, terör
dünyasına yön verilmesi", " ülke çıkarları ve mevcut rejim ilkelerine
aykırı ideolojilere sahip siyasilerin engellenebilmesi için "suikast"
inde kullanılabileceğine ilişkin bilgi " , "kişisel çıkarlar adına
siyasete yönelmiş ve hedefe ulaşabilmek adına her şeyi mubah sayabilen
siyasilerin engellenebilmesi için; geriye kalan tek yolun suikast"
olduğuna ilişkin saptama, içte ve dışta ortak ve benzer idealler doğrultusunda
faaliyet gösteren, ulusal ve uluslar arası, legal ve illegal örgütler ile
işbirliğine yönelmenin kaçınılmaz bir zorunluluk" olduğuna ilişkin bilgi
ve "karşı istihbarat örgütlerine geçen, yakalanan veya operasyon amacına
aykırı hareket eden herhangi bir ajanı öldürmeyi" kabul eden anlayış göz
önüne alındığında; "Ergenekon" yapılanmasının amaçlarına ulaşabilmek
için salt demokratik ve yasal stratejilere yönelmeyeceği, nihai hedefinin
"iktidar olmak" ile birlikte bu hedefine yasal olmayan yöntemlerle
ulaşmayı planladığı görülmektedir.”(3)
22 Eylül
2012’de tamamlanan ilk aşama yargılama sonucunda Balyoz Darbe Planı’nın tüm
sorumluları cezalandırıldılar. Cezalandırılma sebepleri Mart 2003 ayında 1.
Ordu Komutanlığı'nda dönemin Türkiye Cumhuriyeti hükûmetini devirmek için askerî
darbe planı hazırlamaktı.(4), (5)
İçeriği
ve ülkeye verdiği zarar açısından Ergenekon ve Balyoz Davalarının dış simetriği niteliğinde olan ve bu iki davadan aslında pek
de bağımsız olmayan Askeri casusluk ve şantaj davası, devletin güvenliğine
ilişkin belgeleri sızdırmak suçlamasıyla İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nde
devam ediyor, sanıkların,
"Haberleşmenin gizliliğini ihlal, kişiler
arasındaki konuşmaların dinlenmesi ve kayda alınması, özel hayatın gizliliğini
ihlal, kişisel verilerin kaydedilmesi, verileri hukuka aykırı olarak verme veya
ele geçirme, suç işlemek amacıyla örgüt kurmak, yönetmek, örgüte üye olmak ve
örgüte yardım ve yataklık etmek, devletin güvenliğine, iç ve dış yararlarına ilişkin
belgeleri yok etmek, devletin güvenliğine ilişkin belgeleri temin etmek,
siyasal veya askeri casusluk" suçlarından cezalandırılması isteniyor.(6)
Başbakan’ın
anlaşılması güç sözlerini üreten davalar, 28 Şubat Soruşturması hariç, yargı
tarafından genel olarak bu hatlarla algılanıyor. Başbakan’ın son bir yıl
içindeki tutumunun değişmesini gerektiren neden sadece Başbuğ’un tutuklanması
değil. Önceki yıl, Genelkurmay Başkanı Koşaner ve Jandarma Genel Komutanı dışında
diğer kuvvet komutanlarının yürütülen soruşturmalara tepki olarak istifa
etmeleri, gelinen noktada TSK’nın kurumsal olarak aşırı yıprandığının da
göstergesi olarak algılandı. Balyoz Darbe Planı Davasında âmir-memur ayrımının
yapılmadan verilen cezaların doğurduğu genel rahatsızlık, süren davalarda da
mağdur subayların olabileceği endişesini de taşıyordu.
Hükümet,
Yargı’nın anlaşılmaz, tahmin edilemez bazı davranışlarını aşmak için,
Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet komutanlarının yüce divanda yargılanmalarını
mümkün kılan düzenlemeleri hızla kanunlaştırmış; ancak illegal yapılanmalara
karşı siyasi iktidara destek veren Genelkurmay Başkanı’nın tutuklanmasını
engelleyememişti. Büyükanıt’ın da tutuklanması için yapılan yayınlar, sonuç
vermemiş olmasına karşın, Büyükanıt’tan sonraki Genel Kurmay Başkanı İlker
Başbuğ tutuklanmıştı. Yargılanan terör örgütü üyelerinin stratejik aklı,
iktidarla işbirliği yapmakla suçladıkları Büyükanıt ve Başbuğ’u tutuklatmayı hedefliyordu.
Yayınlar bu yöndeydi.
Başbuğ, 06.01.2012
tarihinde tutuklandı. Hükümet aleyhine
kara propaganda yapmak amacıyla Genelkurmay tarafından kurulduğu öne sürülen
internet sitelerine ilişkin internet andıcı soruşturması kapsamında ‘şüpheli’
sıfatıyla ifade vermek üzere Beşiktaş’taki İstanbul Adliyesi’nde soruşturmayı
yürüten özel yetkili İstanbul Cumhuriyet Savcısı tarafından ifadesi alınan Başbuğ, TCK'nın 314/1. maddesi gereğince "örgüt
yöneticiliği" ve 312/1. maddesi gereğince de "cebir ve şiddet
kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini
yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs" suçlarından
tutuklanması istemiyle İstanbul Nöbetçi 12. Ağır Ceza Mahkemesine sevk
edildikten sonra tutuklandı.(7)
Başbuğ’un
tutuklanması, Başbakan’la yaptığı işbirliğinin cezalandırılması anlamına
geliyordu. Mesai arkadaşı Tümgeneral Hıfzı Çubuklu'nun ifadesine bağlı olarak mahkeme Başbuğ hakkında suç duyurusunda
bulunmuştu. İrtica Eylem Planı’ndaki ıslak imzası tarihe geçen Albay Dursun
Çiçek, basına asıl sorumluların dışarıda olduğunu söylüyordu. Başbuğ’un
tutuklanma süreci aşağıdaki şekildeydi.
İstanbul
13. Ağır Ceza Mahkemesi, "İrtica ile Mücadele Eylem Planı" davasının,
30 Aralık 2011 tarihli duruşmasında, sanıkların savunmalarıyla ilgili
beyanlarda ve belgelerde adı geçen eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral
İlker Başbuğ hakkında gereğinin takdir ve ifası için özel yetkili İstanbul
Cumhuriyet Başsavcıvekilliğine yazı yazılmasına karar vermişti.
Mahkemece
yazılan yazı üzerine İstanbul Cumhuriyet Savcısı Cihan Kansız tarafından,
Başbuğ hakkında soruşturma başlatılmış ve önceki gün tebligat gönderilmişti. Altında
Albay Dursun Çiçek’in ıslak imzasının bulunduğu öne sürülen ‘İrtica ile
Mücadele Eylem Planı’ belgesinin orijinalini yollayan meçhul subayın gönderdiği
ikinci ihbar mektubu ile 2009’da başlatılan soruşturmada, Başbuğ’un ismi sık
sık gündeme gelmişti.
Soruşturmaya ilişkin iddianamede, Tümgeneral Hıfzı Çubuklu, emekli Orgeneral Hasan Iğsız’ın da arasında bulunduğu 22 kişi Ergenekon yöneticisi veya üyesi olmakla suçlanmıştı. Soruşturma aşamasında hakkında hiçbir işlem yapılamayan Başbuğ için iddianamede de herhangi bir değerlendirme yapılmamıştı.
Soruşturmaya ilişkin iddianamede, Tümgeneral Hıfzı Çubuklu, emekli Orgeneral Hasan Iğsız’ın da arasında bulunduğu 22 kişi Ergenekon yöneticisi veya üyesi olmakla suçlanmıştı. Soruşturma aşamasında hakkında hiçbir işlem yapılamayan Başbuğ için iddianamede de herhangi bir değerlendirme yapılmamıştı.
Yargılamanın
başlamasının ardından ifade veren sanıklar, İnternet Andıcı’nın, dönemin
Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ tarafından da onaylandığını
söylemiş, belgelerdeki komutana arz cümlesine dikkat çekmişti.
İnternet
Andıcı ile birleştirilen İrtica ile Mücadele Eylem Planı davasının
sanıklarından Albay Dursun Çiçek ise İnternet Andıcı iddianamesinde yer alan
ifadesinde, andıç için emekli Orgeneral Hasan Iğsız’dan onay alındığını, ancak
eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ’a arz edilmediğini söylemişti.
Sanıklardan
Yüzbaşı Murat Uslukılıç, savcılık ifadesinde andıcın dönemin Genelkurmay 2’nci
Başkanı Hasan Iğsız’a sunulduğunu, Iğsız’ın da ‘Komutana arz’ notu yazdığını
ifade etmişti. Davanın sanıklarından Tümgeneral Hıfzı Çubuklu da savcılık ifadesinde
andıcın doğru olduğunu kabul ederek parafın kendisine ait olduğunu, parafın
yanındaki tarihin 16 Şubat 2009’u gösterdiğini, bu belgenin 1 Nisan 2009’da da
İkinci Başkan parafıyla Genelkurmay Başkanı’na arz olunduğunu söylemişti.
Davanın görüldüğü İstanbul 13’üncü Ağır Ceza Mahkemesi ise Başbuğ hakkındaki
iddiaların araştırılması için 30 Aralık 2011’de savcılığa suç duyurusunda
bulunmuştu. (8)
Başbuğ’un
yargılanan sanıklarla aynı kategoride bulunmaktan rahatsız olduğu, söylemleri
ve duruşmalara mazeretsiz olarak katılmaması ile anlaşılıyordu. Terör örgütünün
stratejisi amacına ulaşmıştı. Başbuğ İktidarla uyumlu çalıştığı için cezalandırılmıştı.
Ancak sabırla ve nezaketle duruşunu muhafaza etmeye çalıştı Başbuğ.
06.01.2013 tarihinde Hürriyet gazetesinde yayınlanan mektupta kendisi ve arkadaşlarına isnat edilen "terör örgütü" suçunu, "utanç verici" olarak niteledi; dili çok sertti.
Başbuğ, "Bu iddialar devlete yöneltilmiş ağır ithamlardır" diyordu ve hakkındaki suçlamalara cevap veriyordu: “Dünyanın hiçbir ülkesinde hem ülkenin Silahlı Kuvvetlerinin Komutanı hem de bir silahlı terör örgütünün yöneticisi olan Genelkurmay Başkanı görülmemiştir. Ancak, bu utanç verici ayıp 6 Ocak 2012 günü Türkiye'de yaşanmıştır. Türkiye'nin 26. Genelkurmay Başkanı terör örgütü kurmak ve yönetmek suçlamasıyla tutuklanmıştır. Türk Ordusuna komuta etmiş birisinin, arkadaşlarıyla birlikte, "terör örgütü kurmak ve yönetmek" suçlanmasının utanç verici ağırlığını, Türk Milleti adına yargılama yetkisine sahip yargı erki daha ne kadar taşımaya devam edecektir? Yargı erkinin yetkili ve sorumlu makamları bu ciddi durumu sorgulamayacaklar mıdır? 26. Genelkurmay Başkanı, aynı zamanda cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etmekle de suçlanmaktadır. Bu suçlama bir anlamda, 8 yıldır birlikte çalışılan siyasi iktidarı ve kendisini Kara Kuvvetleri Komutanlığına ve Genelkurmay Başkanlığı'na getiren Hükümeti ortadan kaldırmaya yöneliktir. Darbe ortamını oluşturmak amacıyla psikolojik harekat faaliyetlerinde bulunulması iddialarına karşılık, Genelkurmay Başkanlığı görevine başlar başlamaz, psikolojik harekat faaliyetlerinde kullanacağı, Bilgi Destek Dairesinin lağvedilmesi direktifini vermiştir. Bir terör örgütünün istekleri ve yönlendirmesi doğrultusunda internet yoluyla kara propaganda yapıldığı iddiası ortadadır. Ancak, ortada kara propagandanın yapılacağı internet siteleri yoktur. Çünkü, görev döneminden önce açılmış ve işletilmiş olan siteler kapatılmış; İnternet Andıcı ile açılması planlanan siteler ise aktif hale getirilmemiş, yani açılmamıştır. Gerçek böyle iken, bu gerçeği bile bile, Ağustos 2008-Ağustos 2010 döneminde, internet üzerinden kara propaganda yapıldığını söylemek, en hafif deyimi ile utanmazlıktır. İddia edilen İrtica ile Mücadele Eylem Planının basında yer alması üzerine, hiç tereddüt etmeden hemen Askeri Savcılığa adli soruşturma açılması emrini vermiştir. Askeri Savcılık soruşturma kapsamında o gün ilgili bilgisayarlara el koymuş, imajlarını almıştır. Bundan sonra iki ilginç durum yaşanmıştır. Birincisi, ilgili Özel Yetkili Mahkeme iki yıl süren bir incelemede Askeri Savcılığın el koyduğu bu bilgisayar imajlarını kullanmıştır. İkincisi ise, inceleme sonunda Ön Rapora da yansıdığı şekilde 2008-2010 Ağustos arasındaki dönemde suç unsuru teşkil edecek bir hususa da ulaşılamamıştır.”
06.01.2013 tarihinde Hürriyet gazetesinde yayınlanan mektupta kendisi ve arkadaşlarına isnat edilen "terör örgütü" suçunu, "utanç verici" olarak niteledi; dili çok sertti.
Başbuğ, "Bu iddialar devlete yöneltilmiş ağır ithamlardır" diyordu ve hakkındaki suçlamalara cevap veriyordu: “Dünyanın hiçbir ülkesinde hem ülkenin Silahlı Kuvvetlerinin Komutanı hem de bir silahlı terör örgütünün yöneticisi olan Genelkurmay Başkanı görülmemiştir. Ancak, bu utanç verici ayıp 6 Ocak 2012 günü Türkiye'de yaşanmıştır. Türkiye'nin 26. Genelkurmay Başkanı terör örgütü kurmak ve yönetmek suçlamasıyla tutuklanmıştır. Türk Ordusuna komuta etmiş birisinin, arkadaşlarıyla birlikte, "terör örgütü kurmak ve yönetmek" suçlanmasının utanç verici ağırlığını, Türk Milleti adına yargılama yetkisine sahip yargı erki daha ne kadar taşımaya devam edecektir? Yargı erkinin yetkili ve sorumlu makamları bu ciddi durumu sorgulamayacaklar mıdır? 26. Genelkurmay Başkanı, aynı zamanda cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etmekle de suçlanmaktadır. Bu suçlama bir anlamda, 8 yıldır birlikte çalışılan siyasi iktidarı ve kendisini Kara Kuvvetleri Komutanlığına ve Genelkurmay Başkanlığı'na getiren Hükümeti ortadan kaldırmaya yöneliktir. Darbe ortamını oluşturmak amacıyla psikolojik harekat faaliyetlerinde bulunulması iddialarına karşılık, Genelkurmay Başkanlığı görevine başlar başlamaz, psikolojik harekat faaliyetlerinde kullanacağı, Bilgi Destek Dairesinin lağvedilmesi direktifini vermiştir. Bir terör örgütünün istekleri ve yönlendirmesi doğrultusunda internet yoluyla kara propaganda yapıldığı iddiası ortadadır. Ancak, ortada kara propagandanın yapılacağı internet siteleri yoktur. Çünkü, görev döneminden önce açılmış ve işletilmiş olan siteler kapatılmış; İnternet Andıcı ile açılması planlanan siteler ise aktif hale getirilmemiş, yani açılmamıştır. Gerçek böyle iken, bu gerçeği bile bile, Ağustos 2008-Ağustos 2010 döneminde, internet üzerinden kara propaganda yapıldığını söylemek, en hafif deyimi ile utanmazlıktır. İddia edilen İrtica ile Mücadele Eylem Planının basında yer alması üzerine, hiç tereddüt etmeden hemen Askeri Savcılığa adli soruşturma açılması emrini vermiştir. Askeri Savcılık soruşturma kapsamında o gün ilgili bilgisayarlara el koymuş, imajlarını almıştır. Bundan sonra iki ilginç durum yaşanmıştır. Birincisi, ilgili Özel Yetkili Mahkeme iki yıl süren bir incelemede Askeri Savcılığın el koyduğu bu bilgisayar imajlarını kullanmıştır. İkincisi ise, inceleme sonunda Ön Rapora da yansıdığı şekilde 2008-2010 Ağustos arasındaki dönemde suç unsuru teşkil edecek bir hususa da ulaşılamamıştır.”
Başbuğ,
mektubunun detaylarında siyasi iktidarla birlikte yürüttüğü çalışmalar ve
demokrasi konulu, darbe karşıtı söylemlerini hatırlatıyor ve Başbakan’ın
kendisi için söylediği, "Başbuğ paşamızın döneminde de biz çalışmalarımızı
gayet başarılı şekilde yürüttük." cümlesini işbirliğinin delili olarak
kullanıyordu. Kendisi ve arkadaşları diyerek girdiği savunma alanından,
kendisine dair bir savunma kurgusu çıkardığı anlaşılıyordu Başbuğ’un; terör
örgütünün intikam aklından kurtulmak istiyordu:
“Sayın
Başbakanın bu sözlerine karşılık, iddia makamının Hükümetin görevini yapmasına
engellemeye teşebbüs edildiğini ileri sürmesi ve bu iddianın da kabul görmesi
ne büyük bir çelişkidir? İddia makamı ve Mahkeme halen bulunduğu noktada
durmaya ısrar edecek midir? Sayın Başbakan, tanıklığı talep edilen bir kişi
olmasının dışında, iddialara göre mağdur durumda bulunan Hükümetin de başıdır.
Dolayısıyla, Mahkeme "bu sözler bizleri bağlamaz" deme lüksüne sahip
değildir. Silivri'de bugüne kadar yaşananlara bakılınca, burada adil
yargılamaların yapıldığını ve bu yargılamalardan da adil sonuçlar
çıkabileceğini söylemek mümkün değildir.”
Başbuğ,
bir yıldır tutuklu kalmasını hazmedemiyor, bundan sorumlu tuttuğu yargıyı ağır
ithamlarla sarstıktan sonra Başbakan’a sesleniyordu:
“Adil
yargılamanın gerçekleştirilmesinden sorumlu olanlar daha neyi beklemektedirler?
İnsanların daha fazla eziyet görmelerini mi?”
Başbakan’ı
anlamak, süre giden ayrıntıların içinden bakınca kolaylaşıyor. Başbakan
demokrasi mücadelesinde kendisine destek veren Başbuğ’un ve benzer konumdaki
subayların haksız bedel ödemesini istemiyor. Büyükanıt’la Dolmabahçe’de ne
görüştüğü terör örgütünce merak edilen Başbakan’ın Başbuğ’la neler görüşmüş
olabileceğini kimse tahmin edemiyor.
Başbakan’ın
son konuşmasındaki diğer ayrıntılar ise, konunun sosu konumunda. TSK’nın süren yargılamalardan dolayı tam
zamanlı çalışamayan subay sıkıntısı olabilir; ancak son iki yılda terörle
mücadelede alınan sonuçlar, yargılanan subayların görevde olduğu zamanlardan
çok daha olumlu.
TSK
Personel Kanunu madde 49’a göre - (Değişik madde: 28/06/1978 - 2159/2 md.) General
ve Amiral miktarları aşağıdaki esaslara göre saptanır. Barışta, Türk Silahlı
Kuvvetlerinde general - amiral kadroları (b) bendinde gösterilen rütbe
miktarlarına ait kontenjanları aşmamak, görev ve hizmet ile kadro ve teşkilat
ihtiyaçları da dikkate alınmak suretiyle Genelkurmay Başkanlığınca Barışta
Silahlı Kuvvetlerdeki general ve amiral miktarlarına ait rütbe kontenjanları saptanır.
Buna göre general ve amiral kontenjanları şöyledir: 169 KKK, 47 DKK,
58 HKK ve 27 JGK’da olmak üzere toplam 301 general ve amiral. (9)
Tutuklu
subaylar arasında biri orgeneral olmak üzere toplam 33 general yer alıyor. 1
orgeneral, 2 korgeneral , 2 koramiral , 9 tümgeneral , 4 tümamiral , 9
tuğgeneral , 6 tuğamiral , 165 albay , 33 yarbay , 19 binbaşı, 9 yüzbaşı, 3
üsteğmen, 1 teğmen olmak üzere toplam 263 muvazzaf subay tutuklu bulunuyor.
Son YAŞ
kararlarından sonra TSK’da 353 general ve amiral bulunuyor. Mevcut sayı 49. Maddeye
göre barış zamanındaki general ve amiral sayısından 52 fazla. 353 general ve
amiral’in 33’ü tutuklu ise de, görevde olan 320 general ve amiral sayısı
kontenjanın üstünde bir sayı. Bunun terörle mücadelede zaaf oluşturmadığı açık.
Deniz Kuvvetleri terörle mücadelede aktif olan birlikler içermiyor. Başbakan,
Askerî Casusluk davasında şantajla mağdur olan personelinin de aktif bir
şekilde görev yapamamasından rahatsız. Donanma Komutanı’nın emekliliğini
istemesi sonrası, söz konusu dava da müşteki olarak yer alması da bunun bir
kanıtı olarak değerlendirilebilir.
Başbakan isterse, TSK Personel Kanunu’nda terfilere ilişkin düzenlemeler yaparak eksik olan albay rütbesindeki subay sayısını arttırabileceğini çok iyi biliyor. 1967 tarihli TSK personel kanunu modern ordunun gereklerini karşılamaktan çok uzak. Başbakan, her zaman yaptığı gibi, yapmak istediği değişikliklerin işaretini vermiş görünüyor. Son konuşmanın ayrıntıları ve esası bu şekilde irdelendiğinde Başbakan’ı anlamak kolaylaşıyor.
Başbakan isterse, TSK Personel Kanunu’nda terfilere ilişkin düzenlemeler yaparak eksik olan albay rütbesindeki subay sayısını arttırabileceğini çok iyi biliyor. 1967 tarihli TSK personel kanunu modern ordunun gereklerini karşılamaktan çok uzak. Başbakan, her zaman yaptığı gibi, yapmak istediği değişikliklerin işaretini vermiş görünüyor. Son konuşmanın ayrıntıları ve esası bu şekilde irdelendiğinde Başbakan’ı anlamak kolaylaşıyor.
Adil Çelik, Sonsuz Ark, 28.01.2013
Alıntılar:
(1)
http://www.tbmm.gov.tr/sirasayi/donem24/yil01/ss376_Cilt1.pdf
(2) http://tr.wikisource.org/wiki/Ergenekon_iddianamesi
(3) http://tr.wikisource.org/wiki/1._Ergenekon_%C4%B0ddianamesi/B%C3%96L%C3%9CM_II_ERGENEKON_TER%C3%96R_%C3%96RG%C3%9CT%C3%9C
(4) http://tr.wikipedia.org/wiki/Balyoz_(darbe_plan%C4%B1)
(2) http://tr.wikisource.org/wiki/Ergenekon_iddianamesi
(3) http://tr.wikisource.org/wiki/1._Ergenekon_%C4%B0ddianamesi/B%C3%96L%C3%9CM_II_ERGENEKON_TER%C3%96R_%C3%96RG%C3%9CT%C3%9C
(4) http://tr.wikipedia.org/wiki/Balyoz_(darbe_plan%C4%B1)
(8)
http://www.cnnturk.com/2012/guncel/01/05/basbug.tutuklanma.talebiyle.mahkemede/643478.0/index.html