Global Currency Wars; US Monetary War Against The World or Future White Switzerland; Turkey*
Mavi gezegenimizin uzaydan çekilen fotoğrafları ve imitatif video görüntüleri, insan ve diğer canlıların fiziksel hareketleri, sözleri, davranışları ve ilişkileri ile örülmüş görünür-görünmez agresif-regresif-pasif ağların hiçbiri ile ilgili detaylar içermez. Maksimal kadrajla bakıldığında aslında her şey güzel görünür; savaş meydanlarında can alan savaşçılar bile yeterli bir yükseklikten alınan görüntülerde, tarlada çalışan işçiler ya da futbol sahasında skor yapmaya çalışan futbolcular gibi hareketli nesneleri anımsatırlar. Ancak; mavi gezegene yaklaşıldıkça detaylar kaba hatları ile belirginleşerek ilişkili oldukları sistemleri görünür hale getirirler. Görsel hız arttıkça kaba detayların görünürlükleri doğru orantılı olarak artar; kadrajı taşıyan mekanizma mavi gezegenin herhangi bir yerine konuşlandırıldığında görülebilir şeyler sınırlanır ve kadraj, daha dar alandaki detaylara odaklanır; sistemlerin diğer sistemlerle ilişkileri gözlemlenemez olur.Küresel Kur Savaşları konseptinde süren yüksek dozlu tartışmaların gittikçe sıklaşan stratejik hamlelerle her gün ivme arttırdığını ve bu ivmenin denge görünümü altında yaşlı küremize yeni dayatmalar, yeni var/yok olma savaşları hediye ettiğini ve çocuklarımızın -yaşamalarına asla tahammül edemeyeceğimiz- acımasız bir stabilizasyona mahkûm edildiğini görmek zorundayız. Hatta bu stabilizasyon 1929 ekonomik bunalımının ürettiği II. Dünya Savaşı gibi kahredici bir savaşı da gerektirecek ilkelere sahip görünmektedir.
Stratejik planlamalar, hareketli kadrajların netleştirdiği genel ve özel sistemlerin tümünü değerlendiren çoklu bakış açılarına sahip olmalıdır. Mavi gezegen, bugün stratejik planlamaların kapsayıcı özelliklerinin azalmasına bağlı olarak büyük bir tehdit altında. Görülebilir uzaklıktan net bir şekilde anlaşılıyor olmasına rağmen, egemen ülkeler bencilce yaklaşımları ile -bu tehdidi umursamaz görünmekle birlikte- bu tehditle gerçekleşecek olan büyük kanlı savaşlara karşı da gereken hazırlıkları organize etmeye çalışıyorlar.
Çok uluslu görünen şirketlerin Küreselleşme ile başlayan yeni sömürü harekâtının gelişmekte olan ülkeler lehine yenilgi ile sonuçlanması, Amerikan Mortgage sisteminin çökmesine bağlı olarak diğer finansal ağların kopup dağılması olarak adlandırıldı. Oysa gerçek bu değildi. Amerikan Mortgage sistemi, Amerikalıların büyük bütçe açıklarına bağlı olarak bozulan ödemeler dengesinin kurbanıydı. Sıradan Amerikalılar azalan gelirleri ile sistemin sürmesine hizmet edemediler ve Amerikan Ekonomisi çöktü. Büyük Bankalar ve Finansman şirketleri üretilen sanal ağların birer kurbanı olarak yaşayamaz hâle geldiler; aslında 90’lı yıllarda başlayan derin ekonomik kriz kontrol edilemediği için sistem bütünüyle çökmüştü.
Soğuk savaş dengelerini dönüştürmeyi amaçlayan, soğuk savaş konseptine uygun sanayi ürünlerinin ihracına gerekçeler hazırlamak amacıyla organize edilen I.Körfez Savaşı’nın bedeli, Arabistan yarımadasının tüm sakinlerine ödetildikten kısa bir süre sonra, Amerikalıların ve Müttefiklerin Ekonomisi yeniden canlanmıştı. Amerikan, Fransız, İngiliz, Alman, İtalyan ve İspanyol Savunma/Savaş Sanayii ihraç ülkeleri olarak belirledikleri petrol ülkelerini 2001 yılına kadar sömürmeye devam ettiler. Irak Diktatörü’ne karşı oluşturulan güvenlik kalkanı, aşırı silahlanma ile destekleniyor ve petrodolarlar Müttefiklerin ekonomilerini finanse etmeye devam ediyorlardı.
2000’li yılların başlangıcında kopan Küreselleşme Kasırgası, büyük sermayeli şirketlerin daha düşük maliyet/daha yüksek kâr denklemindeki parametreleri değiştirmelerini gerektirdi. Çin, Hindistan ve Güney Kore bu denklemin parametre ülkeleri olarak, kapitalizmin yeni sömürü alanları oldular ve çokuluslu şirketler özellikle Çin’de kurdukları fabrikalarda ürettikleri ürünleri Dünya ülkelerine pazarlayarak büyük kârlar elde ettiler. 2008’e kadar süren ve sıradan insanları pek de rahatsız etmeyen, aksine onların hayat standartlarını yükselten, konfor katsayısını arttıran bu çark, kendisini ve sistemi taşıyamaz hâle geldi.
Çin’e ve Hindistan’a taşınan sanayi üretimi, Batılı ülkelerin üretim gücünü zayıflattı; aşırı refahın getirdiği bireysel ve toplumsal genleşme, kaliteli işgücü ve eğitimli nüfus üzerinde olumsuz bir baskı kurdu. Sanayi işletmeleri, ihraç ürünlerini tedarikçi ülkeler Çin ve Hindistan‘dan temin ederek kendi ekonomilerinin soğumasına/durmasına neden oldular. Amerikalılar ve Avrupalılar daralan silah pazarına alternatif olarak otomotiv ve uçak sanayii’ni lokomotif güç olarak desteklediler. Dolar, ekonomik değerinden çok daha fazlasını satın aldı. 1 Ocak 2002’de Avrupa’nın birleşmesi olgunlaştı ve Euro alternatif para birimi olarak Dünya Finans merkezlerinde yeni bir değişken olarak yerini aldı.
Euro’nun Dolar ve Sterlin yörüngesindeki ekonomi marketlerine girmesi, para politikalarında küresel sıkıntılar doğurdu. Dolar ve Sterlin emisyonunun hareket alanı daraldı, Amerikan Merkez Bankası (FED) ve İngiliz Merkez Bankası (BOE) klasik stratejilerini değiştirmek zorunda kaldılar. Ve Küresel Kur Savaşları başladı. Bundan önce savaş veya savaşlar yoktu; Dolar ve Sterlin bütün ülkelerin en değerli üretim çıktılarının en güçlü değişim araçları idiler… IMF, bu araçların koordine merkezi idi.
2001 Eylül saldırısı, Küreselleşmenin getirdiği sorunları çözmek üzere kurgulanan bir trajediydi ve aynı zamanda eski ticaret anlayışının artık değiştiğini ilan eden stratejik bir hamleydi. Euro’nun dört ay sonra Küresel Kur Rekabetine gireceğinin farkında olan ABD ve İngiltere’nin kendi emisyon alanlarını kontrol etmek gibi bir sıkıntıları vardı. Henüz küreselleşmenin ağır sonuçları ile karşılaşmayan Avrupa, değersiz kağıtla kan ve emek satın alan ABD ve İngiltere için ciddi bir rakipti.
ABD ve İngiltere’den oluşan ikili ittifak (ek olarak Kanada), en büyük ithal kalemleri olan enerjiyi kontrol etmek ve yeni stratejik yer altı kaynaklarına paylaşımsız bir alanda sahip olmak, küresel hegemonyalarını sürdürmek ve en önemlisi Dolar’ın ve Sterlin’in gücünü koruyarak, enerjiyi kontrol ederek Avrupa’yı birleşik bir Euro ile de olsa enerji alanında saf dışında tutmak ve kendilerine bağlı bırakmak gibi reel politik stratejiler uyguladılar.
ABD ve İngiltere’nin baskıları sonucunda uygulanan ambargo ile 13 yıl yeraltında tüketilmeden korunan petrol ve doğalgaz (rezervlerin Suudi Arabistan’a eşdeğer olduğu 2009 yılında kanıtlandı,Seçkin Deniz), Saddam Hüseyin’in anlaşılması güç onursal gösterileri sonucunda, Fransız, Alman ve Rus şirketler tarafından çıkarılmak ve ihraç edilmek üzere pazarlandığında, ABD ve İngiltere’nin temel stratejileri karşı hamle ile rahatsız ediliyordu. G.W. Bush açıkça tehdit ettiği halde Saddam Hüseyin petrol ihracatını ve ilgili anlaşmaları Euro ile yapacağını duyurdu. 2003 Irak İşgali, yani II. Körfez Savaşı, Alman, Fransız ve Rus devlet aktörlerinin, hatta Papa II. Jean Paul’un şiddetli karşı çıkışlarına rağmen başlatıldı. Papa’da Avrupa’nın geleceği ile ilgili özgün rüyâlar peşindeydi; AB Anayasasına Hıristiyanlığı monte etmeye ve Avrupa’yı Ortaçağ’daki kadar olmasa da Kilise’nin otoritesine boyun eğdirmeye kararlıydı.
Afganistan’la başlayan işgal stratejik para savaşlarının ilk adımıydı. II. Körfez Savaşı, Küresel Para Savaşları’nın kanla desteklendiği ilk modern savaştı; ancak son olmayacaktı. Afrika Ülkeleri’nin Küresel Güç Merkezleri’ne boyun eğmeyen petrol ülkeleri (Sudan, Somali,vb) kana boğuluyor; Kuzey ve Güney Kore sürekli kışkırtılıyor; Japon-Çin düşmanlığı körükleniyor; Pakistan-Hindistan arasındaki soğuk savaş ısıtılıyor; Gürcistan, Güney Osetya ile test ediliyor; İsrail’in, İran’a karşı tehditleri destekleniyor ve Türkiye terör örgütleri(PKK, Ergenekon, vb), Kıbrıs ve Ermeni meseleleri ile zayıf düşürülüyor ve böylece Mavi Gezegen uzaydan alınan görüntüler eşliğinde yeni bir stabilizasyon için kurban ediliyordu.
ABD merkezli 2008 Ekonomik Krizi, 90’lı yıllardan beri süren ABD-Avrupa Kota Savaşlarında yeni bir aşamaydı. Karşı analizlere rağmen bu kriz ABD ekonomistlerinin finansal 2001 Eylül’ü idi. Simetrik oldukları kadar da ardışık olan bu iki krizin ilkinde yeni stabilizasyonun küresel altyapısı hazırlandı; ikincisinde eski finansve türev piyasaların oluşturduğu travmatik bağımlılıklar temizlendi. Dolar, sırtındaki negatif yükleri azalttı; Küresel Kur Dengeleri’nde Avrupa’ya karşı kaybettiği avantajları sağalttı; bununla birlikte Dolar’a endeksli tüm AB merkezli finansal ilişkileri yok etti. 2010’da, Euro zayıf düşürülüp yoğun bakıma alındığında Dolar’ın ve Sterlin’in zaferi daha da netleşti; 2008 Ekonomik Krizi’nin ilk kurbanı Euro olmuştu.
Avrupa’dan İzlanda, İrlanda, Yunanistan, Portekiz, İspanya ve İtalya, borçlu oldukları Alman, Fransız ve İngiliz Bankalarını kendileriyle birlikte dibe çektiler. Fransa ve Almanya, Almanya’nın nasyonel genlerini parlatan bir dirençle ABD’nin ve İngiltere’nin bütün baskılarına direndiler; ulusal simgeleri olan otomotiv sanayilerine-birliğin ilkelerinin aksine- devlet desteği vererek batmalarına engel oldular. Ulusal korumacılık, AB geneline yayıldı ve AB Liderleri toplamda 925 milyar Euro’luk bir istikrar fonu oluşturmak zorunda kaldılar, Avrupa’nın teknokratları güven kaybetmişti, ancak Euro dağılmaktan son anda kurtarılmış, yoğun bakım ünitesinde hayatta tutulmuştu.
'Küresel Para Savaşları’ında Avrupa ve Euro devre dışı bırakılırken ellerinde yaklaşık olarak ayrı ayrı 2-3 trilyon dolar artı para bulunduran Çin ve Japonya henüz yenilmiş değillerdi. Japon Başbakanları ardı ardına ekonomik durgunluğun kurbanı olarak istifa ediyor; Japonlar ekonomik kaygılardan dolayı ülkelerini terk etmeyi planlıyorlardı. Çin ise 2001 yılından beri uyguladığı Düşük Değerli Yuan Politikaları’nı değiştirmesi için ABD tarafından taciz ediliyordu. ABD büyük dış ticaret açığı yaşadığı bu iki ülkeye karşı acımasızdı. Wall Street analizcileri Çine’ ateş püskürüyorlardı. Japonya’nın ihracatı durmuş, bu zengin ülke elindeki fazla ile ne yapacağını şaşırmış durumdaydı.
ABD, 2007 ve 2008 yıllarını Dolar’ın değerini düşürerek değerlendirmişti. Hatta bu politika 2003’de Irak’ın işgali ile birlikte uygulamaya konmuştu. Petrol fiyatları tarihi rekorlar kırarak petrol şirketlerini ve petrol ihraç eden ülkeleri, dolayısıyla ABD ve İngiltere Ekonomileri’ni finanse ettiler; Avrupa’nın ve diğer gelişmekte olan enerji bağımlısı ülkelerin ellerindeki dolarları emdiler. ABD’nin üstün yetenekli ekonomistleri ellerinde trilyonlarca dolar bulunduran Çin ve Japonya’yı petrol ve doğalgaz kartlarıyla çaresiz durumda bırakmayı amaçlamışlardı.
Japonya, yaşadığı yalnızlığı hiç kimseyle tartışamadı; ellerindeki dolarla bono satın alarak Amerikan Hazinesini fonlamaktan başka bir çıkış yolu bulamadı. Ocak 2011’de ABD Savunma Bakanı Gates Çin’le adalar üzerinden gerginleşen Japonya’ya, eskimiş uçaklarının yerine modern F-35 uçaklarını satın almasını tavsiye edecekti. Gates'in çağrısı, Çin'in hayalet uçak prototipi J-20'nin ilk test uçuşunun ardından gelmişti. Japonya'nın hava filosunda F-4 tipi eski model savaş uçakları olduğuna dikkat çeken Gates, Tokyo için Lockheed Martin şirketinin F-35 modeli hayalet uçağının uygun bir seçenek olabileceğini ima etmişti. (Japonya, daha önce dünyada şu anda faal olan tek hayalet uçak olan ve yine Lockheed şirketinin ürettiği Amerikan F-22 Raptor uçağını satın almak istemişti. Daha gelişmiş ve pahalı olan F-22'nin ihracatına ABD Kongresi izin vermediği için Tokyo'nun girişimi yanıt bulamamıştı. Savunma uzmanları F-35 Lightning II'nin radardan kaçınma yeteneğinin F-22'ye göre daha zayıf olduğunu ifade ediyor.) (1)Fakat Çin öyle değildi.
Savaş alanı iki strateji uzmanının hamleleri ve attıkları naralarla inliyordu. ABD, Dünya’ya karşı başlattığı Para Savaşları’nda ayakta kalan tek rakibi ile savaşıyordu; Çin’le. Çin Mao’nun Çin’i değildi. Parayı tanıyan ve kullanmasını öğrenen Çinliler, Çin’i Enflasyonla tanıştırıyordu. Mao’nun ilkelerini çiğneyerek kapitalizme kapılarını açan Çin, kapitalizmin yaydığı en büyük teknik, sosyolojik ve psikolojik araca yeniliyordu. Çin, tüketim alışkanlıkları değişen, gelişen ve isteyen yeni nesil Çinlilerle başa çıkmanın yollarını arıyordu. Amerika, ellerini ovuşturarak Çinli işçilerin sosyal haklarından bahsediyor, Çinli kadınların dramlarını küresel ağlarda teşhir ediyor; etnik ayrımcılığı kışkırtarak Çin iç savaşına kurbanlar besliyordu. Aynı zamanda Şangay İşbirliği Örgütü’ne dahil olan Kırgızistan’da iç savaş başlatıyor; Çin-Rus anlaşmazlıklarını kışkırtıyor; Kuzey-Güney Kore arasında top mermileri patlatıyor; Çin’in enerji hatlarına mayın döşüyor ve Çin’i kuşatıyordu. Sarı nehir’deki ceset sayısı her gün artıyordu.(2)
Çin direniyor, parasının değerini yükseltmiyordu. FED paramparçaydı. Bir bomba daha patlatıyordu Amerika; Haziran 2011’e kadar 600 milyar dolar para salınacaktı piyasaya. Bu para işsiz Amerikalılara iş ve istihdam sağlamayacaktı; balon bombalar şeklinde tüm sıcak para akıntısı yüksek ekonomilere girecek ve o ekonomileri altüst ederek 2008’de başlatılan Ekonomik Krizin tabanını genişletecek ve kendi yaşayacağı dipleri gözden kaçıracaktı.
Çin de karşı hamleler peşindeydi. Ellerindeki dolarları ABD, İngiltere Fransa ve İsrail’in oyun alanı olan Afrika ülkelerinin tüm altyapı projelerine finansman desteği olarak dağıtıyor ve nihayetinde Euro’nun çöküşünün kendisi için sağlıklı olmayacağını düşünerek; Dolar’ın komaya soktuğu Euro’yu desteklemek amacıyla İspanya ve Portekiz’in devlet tahvillerine yatırım yapıyordu. Çin Borç içinde yüzen ve kemer sıkan İngiltere’yi de yeni ilişkiler ağına dâhil ediyordu. Çin'in başbakan yardımcısı Li KeQiang ile İngiltere Başbakanı David Cameron, Çin ile İngiltere arasındaki ticari bağları görüşmek üzere bir 10 Ocak 2011’da Londra’da araya geleceklerdi.(3)
Ve filmin sonunda Çin Devlet Başkanı ABD’yi ziyaretinde bir müjde götürecekti; Yuan’ın değerlenmesi için gerekli olan adımlar atılacaktı. Çin Halk Cumhuriyeti Merkez Bankası Dolar kurunu 6.60 Yuan olarak belirliyordu. Bu oran Yuan için rekor bir değer kazancı anlamına gelmekteydi. Yeni kur Hu Jin Tao’nun Washington temaslarının birkaç gün öncesinde belirlendi ve geziye damgasını vuracak konulardan biri oldu. Kararın ABD’nin baskısı ile alındığı çok belliydi; Çin Dışişleri Bakanlığı: “Yuan’ı yeniden değerlendirme Amerika Birleşik Devletleri ve Çin arasındaki ticaret dengesizliğini çözemez. Amerika Birleşik Devletleri de bunun farkındadır ve ilişkilerimiz karşılıklı kazanç esasına dayanmalıdır.”Derken gerçekten canı çok sıkkındı; yenilgiyi hazmedemediğini saklayamıyordu. Amerikan Hazinesi ise yapılan değişikliği yeterli bulmamıştı, yapılan açıklamada‘Yuan’ın halen değerinin altında işlem gördüğü’ belirtilerek Çin’den parasının gerçek değerini bulmasına izin vermesi istendi. Yuan’ın düşük değerden işlem görmesi Çin için ihracatta büyük avantaj sağlıyordu. (13.01.2011) (4)
Küresel Savaş ABD’nin attığı nükleer etkili 600 milyarlık bomba ile finans piyasalarında yeni Hiroşimalar oluşturuyordu. Yeni küresel konsept yeni stabilizasyonla düzenlenecek gibi görünüyordu; ancak kan durmayacaktı.
İsrail, Küresel kapitalizmin dip organizatör yardımcısı ve tetikçisi olarak çalışıyordu. Fakat yine de Davos’ ta yaşadığı travmayı atlatamıyor; Türkiye’nin öncülüğünde kesintisiz süren küresel baskı ile yalnızlaştırılmak zorunda kalıyordu. Lehman Brothers’in gayr-i meşru yollarla İsrail’e transfer ettiği 400 milyar dolar kriz uzadıkça eriyor, İsrail savaş ekonomisine yatırım yapan ülkelerle yakın mesafelerde istihdam pozisyonları oluşturuyordu.
'Küresel Para Savaşları’nın en önemli yanıltıcı hedef ülkesi İran’dı. İran’la gergin tutulan ilişkilerle; Rusya ve Çin gibi iki dev ülke manipüle edilebilecekleri alanlara çekildiler; tehdit edildiler. İran kartı, Rus-Çin enerji işbirliğinde ortak bir hareket alanı oluştururken, ABD’nin baskısı ile 2010 Haziran’ında Karar alan BM Güvenlik Konseyi, tehdit ve şantajlarla boyun eğdirilmiş olan iki daimi üyenin, Çin ve Rusya’nın zırhlarında büyük yarıklar oluşturmuştu. İran, yanıltıcı hedefti; 2010 Aralık ayı’nda, İran’la ticaretini hiç aksatmayan küresel ölçekli Amerikan Şirketlerinden bahsedecekti. Rus-İran ilişkileri, ambargo kararıyla zarar görmüş olsa da, Çin, İran ile enerji alanındaki işbirliğini azaltmaya niyetli değildi.
İran, Venezuella ile birlikte enerjinin para birimini Euro ile değiştirmişti, ancak, Çin, İran’ın kendisiyle ticaretinde Euro kullanmasını istemiyordu. ABD ve Çin, bu hususta anlaşmışlar, Çin’in elinde bulunan atıl Dolar istifi, İran’la yapılacak ticarete bağlı olarak eriyecek ve Dolar tekrar küresel piyasada değişim aracı olarak önemini koruyacaktı. Savaş dışı seçenekler işte bunlardı. İran’la savaş son seçenekti ve gerekirse bu seçeneğe başvurulacaktı. İşgal edilen Irak’tan sonra İran gibi dev petrol ve doğal gaz yataklarına sahip bir başka ülke yoktu. Suudi Arabistan ve Arap yarımadasının diğer enerji deposu ülkeleri zaten kontrol altındaydı. İran’ın kontrolü ile ABD ve müttefiklerinin yöneteceği petrol rezervleri %70’lere, doğalgaz rezervleri ise %50’lere yaklaşacak ve Dolar’ın egemenliği sürecekti. İran’ın nükleer enerji konusu, tamamen perde olarak kullanılıyordu.
Amerika elinde 42 milyar dolar dış ticaret fazlası bulunan Güney Kore’yi unutmamıştı. Güney Kore, Dünya Ticaret Örgütü'nün en büyük ihracat hacmine sahip olan 70 ülkeyi kapsayan istatistiklerinde, 2010 yılının ilk on ayı için 1. sırasında Çin, 2.sırasında ABD ve 3. sırasında Almanya yer aldığı listenin 7.sırasındaydı. Kuzey Kore’den fırlatıldığı iddia edilen top mermileri ile Kore Yarımadası kaynayan cadı kazanına dönüştürülmüş ve Güney Kore, Aralık 2010’da ABD ile tarihinin en büyük serbest ticaret anlaşmasını yapmak zorunda kalmıştı; yapılan anlaşmalar Güney Kore’yi Amerikan ekonomisinin destekçisi hâline getirecekti. İki müttefik ülke serbest ticaret anlaşmasını 30 Haziran 2007 tarihinde imzalamışlardı, ancak anlaşmanın onaylanması iki ülkedeki yönetim değişikliği, küresel finansal kriz ve ABD'nin, Güney Kore'den ABD üretimi otomobil ile sığır eti ithalatına uyguladığı kısıtlamaları yumuşatması talepleri yüzünden gecikmişti .
Güney Kore, Kuzey Kore şantajına ancak 3.5 yıl dayanabildi ve nihayet boyun eğdi. ABD’ye boyun eğmek zorunda kalan Çin, Kuzey Kore kartının Amerika tarafından elinden alınmasına ses çıkarmamıştı.
Anlaşma sonrası Güney Koreli yetkililer patlamamak için kendilerini zor tutuyorlardı. Anlaşmanın tüm maddeleri, Kuzey-Güney Çatışmasını engellemek veya körüklemekle ilgili net tehditler ve şantajlarla doluydu. Obama ise mutluluktan uçuyordu. Güney Kore ile yoğun görüşmeler sonucu varılan serbest ticaret anlaşmasını 'bir dönüm noktası' olarak değerlendiren Obama, ''Serbest ticaret anlaşması Güney Kore'ye ihracatımızı 11 milyar dolar kadar artıracak ve en az 70 bin Amerikalıya iş olanağı sağlayacak. ABD'li otomobil ve kamyon üreticileri Güney Kore pazarına daha fazla girecek'', diyordu.(5)
Anlaşmanın ayrıntıları şöyleydi. ABD-Güney Kore Serbest Ticaret Anlaşması, ABD'nin Kanada ve Meksika ile 1994 yılında yaptığı Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması'ndan (NAFTA) bu yana yapılan en büyük anlaşma olma özelliği taşıyordu. Güney Kore'nin ABD'den sığır eti ithalatıyla ilgili konuların geçmediği anlaşma, Güney Kore'nin ABD'nin sanayi ve tüketim mallarına uyguladığı yüksek oranlı gümrük vergilerini beş yıl içinde ortadan kaldırmayı amaçlamaktaydı.
...
ABD Uluslararası Ticaret Komisyonu'na göre bu vergilerin kaldırılması, ABD mallarının ihracatını en az 10 milyar dolar artıracak. Ayrıca Güney Kore'nin 560 milyar dolarlık dev hizmetler piyasasını ABD'li şirketlere açan anlaşmadan, en fazla karlı çıkanlardan birinin ABD otomotiv sektörü olacağı belirtildi. Anlaşmayla, ABD, Güney Kore otomobillerine uyguladığı yüzde 2,5 oranındaki gümrük vergisini beş yıl içinde ortadan kaldıracak ve Güney Kore ise ABD otomobillerine koyduğu yüzde 8 gümrük vergisini hemen yüzde 4'e indirecek ve bu vergiyi dört yıldan sonra tamamen uygulamadan kaldıracaktı. ABD, kamyonet ithalatına uyguladığı yüzde 25 oranındaki gümrük vergisini sekiz yıl daha uygulayacak, daha sonra aşamalı olarak kaldıracağı gümrük vergisini onuncu yılda tamamıyla sonlandıracak. Güney Kore'nin ise ABD'den ithal ettiği kamyonetlere uyguladığı yüzde 10 gümrük vergisini derhal kaldırması gerekecek.Ayrıca her bir ABD'li otomotiv üreticisi, ABD güvenlik standartlarını karşıladığı sürece her yıl Güney Kore'ye 25 bin araç ihraç edecek. Güney Kore'nin bu yıl ABD'deki otomobil satışlarının, 500 bini Güney Kore'den ihraç ve 450 bini ABD'deki Güney Kore otomotiv şirketlerine ait fabrikalarda olmak üzere 950 bin olması bekleniyordu. ABD'de 2009’da Güney Kore otomobillerinin satışı 449 bin 403 olurken, ABD'li üreticilerin Güney Kore'deki otomobil satışları ise sadece 6 bin 140 olmuştu. ABD ve Güney Kore arasında 2008 yılında 84,7 milyar dolar olan ticaret hacmi, 2009’da 66,7 milyar dolara gerilemişti.(6)
Hindistan sorun değildi. Kasım 2009’da ABD Başkanı Barack Obama ve Hindistan Başbakanı Manmohan Singh, ekonomi, nükleer, güvenlik ve çevre gibi konularda birlikte çalışma kararı almışlardı ve ‘birlikte’ çalışıyorlardı.(7)
Ve Türkiye. 14 Aralık 2010’da Kapitalizmin su satıcıları Türkiye’nin 16 Aralık 2010’da yapacağı faiz indirimini tartışıyorlardı. Financial Times gazetesi, "İç talebinin hızlı arttığı bir dönemde faizleri düşürmek çok riskli bir stratejidir", "Ciddi politika hatası riski arttıkça lira zayıflayabilir", "Merkez Bankası, siyasi bağımsızlık itibarını riske sokuyor gibi", "Seçimler öncesi faiz indirimi piyasalarca popülist eylem olarak yorumlanabilir" gibi görüşler pompalıyor; Türkiye'nin faiz oranlarının düşürülmesi olasılığını da değerlendiren ABD'nin borsa ve iş dünyası gazetesi Wall Street Journal ise, analistlere dayanarak, büyüyen cari açığı "kilit bir risk kaynağı"olarak nitelerken "Siyaset, bankanın karar mekanizmasını etkiliyor" yönündeki kuşkulara işaret ediyor , "Türkiye'nin merkez bankası Perşembe günü faiz oranlarını yarım puan indirebilir. Böyle bir adım da, muhtemelen Türk lirası için aşağı yönlü baskı oluşturur ve enflasyon baskılarını körükler" yorumunu yapıyordu.
Merkez Bankası Başkan Yardımcısı Erdem Başçı'nun sunumunun "piyasalar için bir sürpriz" oluşturduğunu kaydeden gazeteye konuşan Royal Bank of Scotland'ın yükselen piyasalar analisti Timothy Ask da, sunumun, "Türkiye'nin "yabancı para gücü' yaşayabileceği hissiyatı olan yükselen piyasalardan biri olmadığını kanıtladığı" nı söylüyor; WSJ, Barklays Bankası'nın son raporuna dayanarak Türkiye'de bu yılda cari açığın sadece yüzde 14'ünün uzun vadeli finansman ile karşılandığına, yüzde 70'inin ise kısa vadeli spekülatif dış akımlarla finanse edildiğine dikkat çekiyordu. Garanti Yatırım'dan Gizem Öztok, "Merkez Bankası'nın faizleri düşürerek yatırım akımlarının vadelerini değiştirmeye başarıp başarmayacağının belli olmadığını" söylüyor, "Merkez Bankası da, bu önlemlerin sonuç verip vermediğini bilmiyor çünkü daha önce hiç denenmedi." şeklinde yeni stratejik hamlelerin varlığına işaret ediyordu.(8)
Amerikalı ve İngiliz ekonomi analistlerini endişelendiren neydi? Merkez bankası borçlanma faizini düşürmüş, borç verme faizini de yükseltmişti. Telaşın sebebi basitti; TCMB, eski alışkanlıklara son verecek politikalar üretiyor; Türkiye’nin sıcak para akımıyla hastalanmasına ve zayıf düşürülmesine, daha doğrusu kontrol altında tutulmasına engel oluyordu. 16 Aralık 2010’da Merkez Bankası Para Politikası Kurulu, gecelik borçlanma faiz oranlarını yüzde 1,75'ten yüzde 1,50'ye düşürürken, borç verme faiz oranını ise yüzde 8,75'ten yüzde 9 düzeyine yükseltmişti.(9)
Oysa bir ay sonra ECB Yönetim Konseyi marjinal kredi tesis ve mevduat tesise ana refinansman işlemleri ve faiz oranları üzerinde faiz oranı% 1,00, 1,75 ve% 0,25% 'de değişmeden kalacağını ilan edecekti. (13 Ocak 2011) Hâl-i hazırdaki TCMB faizleri bile oldukça yüksekti.(10)
2008 yılında da faizlerin düşürülmesi ‘kumar oynanıyor’ olarak tanımlanıyordu. Haziran 2008’de borçlanma faizi 16.75’e, fonlama faizi 20.25’e yükseltilmişti. Kasım 2008’de Merkez Bankası Para Politikası Kurulu borçlanma faizini yüzde 16.75’ten 16.25’e, fonlama faizini yüzde 19.75’ten 18.75’e çekmişti ve aynı finansal tetikçiler aynı uyarılarda bulunmuşlardı.
The Wall Street Journal tarafından yayınlanan bir analizde IMF ile anlaşma öncesi Merkez Bankası`nın faiz indirme kararını verdiğine dikkat çekilerek, `Türkiye, riskli olarak nitelendirilen bir adım ile faiz oranlarını indirdi` denilmiş; kararın IMF ile stand-by anlaşmasının sonuçlandırılması öncesi alındığına dikkat çekilirken IMF ile anlaşmanın, kararın geri alınması gerektirebileceği yorumuna da yer verilmiş; RBC Capital Markets`in kıdemli analisti Paul Biszko, faiz kararı için `Bu çok riskli bir adım` derken Daiwa Securities`den analist Chris Scicluna da, karar öncesi tüm beklentilerin faizlerin indirilmeyeceği yolunda olduğuna dikkat çekerek `Faiz indirim açık bir kumar’ ifadesini kullanmıştı.
Wall Street Journal ‘Merkez Bankası`nın, hızlı bir biçimde yavaşlayan ekonomik büyümeyi teşvik etmek amacıyla faiz oranlarını indirdiğini belirterek, bu adımın, ülkenin yabancı yatırımlara çok dayanması ve para biriminde meydana gelen düşüş nedeniyle yatırımcılar için sürpriz olduğunu’ yazıyordu, (ANKA, 20.11.2008) ama Türkiye 2009’da krizi yoğun bir şekilde hissederek %4,7 daralmış (2009 yılı GSYH değeri cari fiyatlarla yüzde 0,4'lük artışla 953 milyar 974 milyon lira, sabit fiyatlarla yüzde 4,7'lik azalışla 97 milyar 88 milyon lira oldu), ancak IMF ile anlaşmayarak beklenen tüm projeksiyonları altüst edecek ve aldığı tedbirlerle 2010 da % 6-8 aralığında büyüme hızına kavuşacaktı.
Buradaki temel farka dikkat çekmek gerek. 2002’de itibaren borç alma ve borç verme faizini neredeyse sabit bir hızla ama azalan oranlarda kontrol eden Merkez Bankası’nın totalde elde ettiği politik başarı açıktı.(11)
Kasım 2008’de Merkez Bankası Para Politikası Kurulu borçlanma faizini yüzde 16.75’ten 16.25’e, fonlama faizini yüzde 19.75’ten 18.75’e çekiyordu. Ancak iki yıl sonra ki oranlar arasında çok büyük farklar vardı. Aralık 2010’da gecelik borçlanma faiz oranlarını yüzde 1,75'ten yüzde 1,50'ye düşürürken, borç verme faiz oranını ise yüzde 8,75'ten yüzde 9 düzeyine yükseltmişti. 16.25’ten, 1.50’ye düşen borçlanma faizi, küresel soygunun sona erdiğini, ermese de artık etkisizleştiğini gösteriyordu. Ve en önemlisi Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz’ın yaptığı açıklamadaki farkındalık düzeyinin yüksekliği, daha doğrusu Küresel Kur Savaşları’ında Türkiye’nin aldığı proaktif pozisyon gözle görülebilir bir cesaretle ortaya konuyordu. Açıklama 600 Milyar Dolarlık FED bombardımanı, 925 Milyar Euro’luk Avrupa istikrar Fonu seline karşı Türkiye’nin kuşandığı zırhın nedenlerini, yani yeni konjonktürün temel özelliklerini de Anadolu Aslanları İşadamları Derneği (ASKON) tarafından İstanbul'da düzenlenen ''Finansal Yönetim Zaviyesinden Türkiye Ekonomisi 2011'' konulu toplantıda yaptığı konuşmada, uyguladıkları para politikasını şöyle açıklıyordu:
''Güvenilir ve dinamik yükselen piyasa ekonomilerine yoğun sermaye akışı olacak, oluyor. Bu ekonomilerde aşırı ısınma, aşırı borçlanma ve varlık balonları oluşması ihtimali var ve bunun sonucu olarak da cari açığın finansal istikrarı tehdit edecek düzeylere ulaşması ihtimali...”
Türkiye, Küresel Para Savaşları’nda yapılan stratejik hamleleri iyi okuyordu. Güney Kore’nin yaşadığı politik ve ekonomik sıkışmadan kendisini uzakta tutacaktı. Merkez Bankası Para Politikası Kurulu 16 Aralık 2010’da yaptığı açıklamada, ‘daha düşük bir politika faizi, daha geniş bir faiz koridoru ve daha yüksek zorunlu karşılık oranlarının uygun bir bileşim olacağı’ değerlendirmesinde bulunmuş; ayrıca, finansal istikrarı desteklemek amacıyla, Türk lirası cinsinden mevduatın vadesinin uzamasını teşvik edecek şekilde zorunlu karşılık oranlarının vadelere göre farklılaştırılmasının ve daha önce zorunlu karşılığa tabi olmayan bazı yükümlülük kalemlerinin zorunlu karşılık kapsamına alınmasının faydalı olacağını’ değerlendirmişti. Kurul alınan kararların fiyat istikrarı ve finansal istikrar üzerindeki etkileri yakından izleyecek, gerektiğinde ilave tedbirler devreye sokacaktı.
Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz, özel sektörün döviz pozisyonunun dengeli bir seyir izlemesiyle, döviz geliri olmayan kişi ve kurumların döviz cinsi borçlanmamasının finansal istikrara katkıda bulunduğunu belirterek, ''Dolayısıyla bizim sizlere tavsiyemiz, vatandaşlara tavsiyemiz, ihracatınız yoksa, döviz geliriniz yoksa Türk Lirası ile işlem yapın, Türk Lirası ile borçlanın, Türk Lirası ile ev alın, Türk Lirası ile otomobil alın, Türk Lirası ile yatırım yapın, Türk Lirası ile işlem yapın'' diyor, bugün itibariyle Türkiye'de hane halkının borçluluk oranının yüzde 16'lar civarında olduğunu, kriz öncesi yüzde 12'li seviyelerden buraya geldiğini, aynı oranın Doğu Avrupa ülkelerinde yüzde 30'ların biraz üzerinde, AB'de, özellikle Avro bölgesinde yüzde 60'ların, ABD'de yüzde 80'lerin üzerinde olduğunu söylüyordu. (13.1.2011) (12)
Merkez Bankasının Türkiye'de finansal istikrardan sorumlu kurumlardan birisi olduğunu ifade eden Yılmaz, Bankanın gözetim ve denetimden sorumlu diğer kurumlardan farklı olarak, finansal istikrara makro açıdan baktığını söylerken Görsel Kadrajı gerçek uzaklığa monte ettiğini ve gerektiğinde bu kadrajı hareketli alanlara taşıyarak otonomik bir serbestiyle politikalar belirleyeceğini de kanıtlıyordu.
Türkiye, İran, Çin, Rusya, Suriye ve komşu ülkelerin çoğu ile ikili ticarette Türk Lirası ve Muhatap ülkenin para birimini kullanmak üzere anlaşmıştı. Türk Hükümeti câri açığın Türk Ekonomisi’nin yumuşak karnı olmasını istemiyordu.
Türkiye FED ve ECM’nin para bombardımanına karşı korunaklı alanlar inşa ederek, Küresel Ekonomik Kriz manipülasyonundan uzakta kalmayı başarmıştı ve bundan sonra da uzakta kalmanın yollarını arayacaktı. Silah ithalatına ayıracak tek doları yoktu; İnsansız Hava Aracı ve Savaş Uçağı Projeleri, Piyade Tüfekleri tasarımı ve imalatı adım adım gerçekleşiyor; Nükleer enerji alanındaki arayışları sürüyordu. Son NATO salvosuyla Füze Kalkanı Projesi sarmalından ince taktiklerle sıyrılmıştı ve Füze Kalkanı projesinin maliyetinin omuzlarına yüklenmesine karşı çıkmıştı.
Her şeye rağmen ABD için zafer çok uzaktaydı. Amerika’nın finans politikalarına 20 yıl yön veren eski ABD Merkez Bankası (FED) Başkanı Alan Greenspan,'politikacıların ülkenin borçlarını azaltmak için hızla gerekli önlemleri almaması halinde, Amerika’da bir borç krizi yaşanabileceği' uyarısında bulunuyordu. Politikacıların borçları azaltmak için yapacakları şeyler açıktı; Amerikan Savunma Sanayii’nin Dolar’ı ABD’ye geri çekmesi gerekiyordu. Bununda tek yolu vardı; Kan akışını hızlandırmak ve Silahlanmayı arttırmak.
İran kartı ile körfez ülkelerine 123 milyar dolarlık jet, füze, radar satmışlardı. Ortadoğu ülkelerinin İran’ın nükleer programının yanı sıra, İsrail’in İran’a yönelik olası bir tek taraflı saldırısı sonrası, Tahran’ın kendilerine misilleme yapmasından da endişe duyduğunu belirten FT, Suudi Arabistan’ın 67,78 milyar dolarla ilk sırada yer aldığın, Riyad yönetiminin, ABD ile tarihinin en büyük silah alım anlaşmasını yaptığını, Umman’ın 12,34 milyar, Kuveyt’in 7,11 milyar ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin 35,64 milyar dolarlık silah anlaşmaları imzaladıklarını ya da imzalamak üzere olduklarını kaydediyordu. FT, silah anlaşmalarının, jet, füze, radar gibi alımları içerdiğini ve dört yılı kapsayacak bu siparişlerin Amerikan silah sektörüne katkısının büyük olacağını bildirerek, en büyük payın Boeing şirketine gideceğini belirtmişti. Habere göre, Suudi Arabistan 85 yeni F15 jeti, Umman 18 yeni F16 jeti ve Kuveyt 39 yeni F18 jeti alacaktı.(13)
NATO, NAMMO’ ya (North Atlantic Monetary &Military Organization) dönüşerek Küresel Para Savaşları’nda ekonomik faaliyetlerin savunma paktı olacaktı. 19-20 Kasım 2010’da Portekiz’in Başkenti Lizbon’da, Devlet ve Hükümet Başkanları’nın katılımıyla gerçekleşen NATO Zirvesi Toplantıları’nda imzalanan anlaşmanın 13. Maddesi,‘NATO ülkelerinin refahına bağlı uluslararası ticaret, enerji güvenliği ve hayati iletişim, ulaşım ve transit yolların korunması, kriz veya bozulmalara karşı direnç kazanması, enerji ihtiyaçları için, yabancı enerji tedarik ve dağıtım şebekelerine bağımlı hale gelmesine karşılık alacağı tedbirlerin NATO faaliyetlerinin planlanmasını etkileme potansiyeline sahip olduğunu’ deklare ediyordu. (14)
Mavi Gezegen, 2001 Eylül’ünden beri ‘Şer Ekseni Ülkeleri’ olarak tabir edilen Irak, İran ve Kuzey Kore üzerinden ürettiği politikalarla ‘Küresel Para Savaşları Hâkimi Ünvanı’ nı korumaya çalışan Amerika Birleşik Devletleri’nin oyun alanı olmaktan kurtulamasa da, yeni dönemde altyapısını yine ABD’nin hazırladığı Kanlı Savaşlar’dan kaçamayacak gibi görünüyor. Küresel hareketliliği hareketli kadrajlarla izleyen ve paniğe kapılmayarak dış politik mülahazalarını ‘Eksen Kayması’, ‘AB’den Dışlanma’ gibi polarizasyon oluşturucu politikalardan etkilenmeyen bir Türkiye, güçlenmeye ve dostları için güvenlik alanları oluşturmaya devam edecek; çocuklarını yeni stabilizasyon risklerinden uzakta tutacak; ABD, AB, Rusya ve Çin için‘Geleceğin Beyaz İsviçre’si’ olacaktır. Türk Hükümetleri ve Merkez Bankası yöneticileri eylemlerinin sağlığı açısından kadrajlarının görsel hızını her gerektiğinde değiştirecek ve net görüntü mesafelerini koruyarak en küçük detaylardan mikro planlara, makro planlara kadar her an Küresel Kur Savaşları’nı izlemeye devam edeceklerdir.
Seçkin Deniz,16.01.2011, Sistematik Analizler 124
(*) Küresel Kur Savaşları; ABD’nin Dünya’ya Karşı Sürdürdüğü Para Savaşı ya da Geleceğin Beyaz İsviçre’si; Türkiye
Not: NATO artık askeri değil ekonomik bir örgüt... ABD bu yüzden Başbakan Erdoğan'ın Şangay Beşlisi'ne girmekle ilgili açıklamasına NATO üyesi olduğunu hatırlatarak cevap verdi... Seçkin Deniz, 01.02.2013
Alıntılar:
(1) http://www.sabah.com.tr/Dunya/2011/01/13/tokyoya_cine_karsi_f35_ucagi_al...
(2) http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2010/11/101124_china_body_fishing.s...
(3) http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2011/01/110110_chinauk.shtml
(4) http://tr.euronews.net/2011/01/13/cin-den-yuan-a-ince-ayar/
(5) http://www.sabah.com.tr/Ekonomi/2010/12/17/turk_ekonomisi_ayristi
(6) http://www.aa.com.tr/tr/abd-guney-kore-arasinda-tarihi-anlasma-2.html
(7) http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=919975&title=abd-hindistanla-ek...
(8) http://www.usasabah.com/Ekonomi/2010/12/14/faiz_indirimi_tartisma_yaratt...
(9) http://www.sabah.com.tr/Ekonomi/2010/12/16/ppkdan_faiz_indirimi
(10) http://www.tradingeconomics.com/Economics/Interest-Rate.aspx?Symbol=EUR
(11) http://www.tcmb.gov.tr/yeni/evds/pgm/faiz/gecelik.htm
(12) http://www.bugun.com.tr/haber-detay/138064-merkez-bankasi-kredileri-fren...
(13) http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetay&Date=21.9.2010...
(14) http://www.nato.int/cps/en/natolive/official_texts_68580.htm
Okumalar:
http://www.diplomatikgozlem.com/haber_oku.asp?id=85