"Cumhuriyet’in ilk yüzyılında hiçbir şekilde fikri sorulmamış bir toplumun ideolojik tüm saldırılara karşılık, sistematik olarak koruduğu, ancak yıpranmasına engel olamadığı birey, aile ve toplum yapısına yönelik yeni taleplerde bulunuyor olması umut verici."
“Toplumsal
talepler nasıl oluşur?” Sosyolojinin bu soruya doğrudan verebileceği bir cevabı
yok.. Çünkü; sosyoloji(1), kendi tanım sisteminde bu sorunun cevabını aramayı
düşünmez. Bu soruya cevap bulmak sosyolojiyi bir bilim dalı olarak üretenlerin amacına
aykırıdır. Sosyolojinin varlık sebebi toplumsal taleplerin oluşumunu irdelemek
değil, toplumsal talepleri oluşturmak ve yönlendirmektir.
Sosyologlar, dar
bilimsel çerçevelerde üretilen şemalar doğrultusunda, sınırları daraltılmış ve yönlendirilmiş,
anketler, soru formları, görüşmeler, uzaktan ya da katılımcı gözlem, istatistik
araştırması, değerlendirme araştırması ve test, anket, belge tabanlı
değerlendirme gibi araçlarla topluma ve bireylere bakarlar. Toplumun
taleplerine bakış da çözümcü değil tespitçi ve kategorileştiricidir, daha açık
bir ifadeyle tasarlanmış spekülasyonlarla manipüle edicidir.
Toplumsal
onayı olmayan ideologların şemalarla kısıtladıkları insan ve toplum tipleri,
sosyolojiye talimat veren güç merkezlerinin dizayn ettiği yapıda olmak
zorundadırlar.
Amerika
Birleşik Devletleri’nin kuruluşundan sonra, doğuya doğru ilerleyen bilimsel
perspektif, toplumların muhafaza ettiği değerleri eritmeyi ve eriyen değerlerin
yerine kademeli olarak karşıt değerleri ikame etmeyi ilke edinmiştir. İki yüz
yıl sonra bugün ABD, aile, evlilik, cinsellik ve ahlak gibi toplumsal
taleplerin direnmeyi tercih ettiği konularda tamamen karşıt değerlerle donanmış
bireylerden ve toplumlardan oluşmaktadır. Ondan önce var olan perspektif
türleri, toplum yapılarını ve bireylerin taleplerini değiştirmek için bilimi
araç olarak kullanmayı düşünmemişlerdir.
Sosyoloji, bilimin
ilkelerine aykırı olarak bir bilim dalı formasyonunda takdim edildikten hemen
sonra, ideologların, siyaset mekanizmalarını da kullanarak nasıl bir toplum
tasarladıklarını anlattı. Digital çağ dediğimiz 21.yüzyılda da bu
görevini azalan etkisi ile birlikte devam ettirmeye çalışıyor.
Aynı
yolculukta kazanılacağı belli olan kazanım(!)lardan biri de eşcinsel
evliliklerde evlatlık alma hakkı. Çocuk masumiyetinin kendi doğal akışında
yolunu bulmasına engel olma hedefi açıkça görülebiliyor. Sosyolojinin
ideologları evlilik kurumunun geleneksel yapısını bozunmaya uğratırken,
bireysel özgürlüklerin evlilikle engellenmesinin önüne geçen stratejik adımlar
atarak dinleri öcülerken, eşcinsellerin evlilik gibi geleneksel bir kurumla neden
ödüllendirildiklerini sorgulamıyor.
ABD’de bazı eyaletlerde marihuana (esrar) kullanımı yapılan referandumlarla(3) yasal serbestlik ödülünü alıyor, böylece yasal olmayan ve insan sağlığına aykırı talepler “Yasallaştır” (legalize it!) akımı ile yaygınlaştırılmaya devam ediliyor. Sosyoloji, ahlak sorunu ile ilgili kaygıları olmadığı için, hukuk normlarını esneten, değiştiren müdahalelerin ideolojik, siyasî ve ekonomik nedenlerini de sorgulamıyor.
ABD’de bazı eyaletlerde marihuana (esrar) kullanımı yapılan referandumlarla(3) yasal serbestlik ödülünü alıyor, böylece yasal olmayan ve insan sağlığına aykırı talepler “Yasallaştır” (legalize it!) akımı ile yaygınlaştırılmaya devam ediliyor. Sosyoloji, ahlak sorunu ile ilgili kaygıları olmadığı için, hukuk normlarını esneten, değiştiren müdahalelerin ideolojik, siyasî ve ekonomik nedenlerini de sorgulamıyor.
Digital çağ, ideologların etki ve organizasyon
alanı olan sosyolojinin kurbanı bireylerden oluşan toplumların artık kontrol
edilemez ve yönlendirilemez oluşunu destekleyen doğal bir sirkülasyon alanı
açıyor. İnternet ve diğer bireysel iletişim araçları, bireylerin toplumları
etkileyen baskı gruplarına karşı yeni ve bağımsız taleplerle kuşanmalarına
yardım ediyor. İnternetin getirdiği riskler, kazandırdığı farkındalık
düzeyinden çok daha az ve paylaşılan bilgi, baskı gruplarının ve özellikle
sosyolojinin ve psikolojinin kontrolünden çıkıyor. İnsanların ve oluşturdukları
toplumların özgürleşmesini hızlandırıyor. İnsanlar, iyilik kırıntılarının peşinden
gidebilecekleri açık alanlar bulabiliyorlar.
Tarihte
yaşamış olan Türkiye toplumları geleneksel olarak ‘Talep Yetersizliği’ ile
donanmış toplumlardır; ancak buna karşılık Türkiye, talep etmeyi öğrenen
bireylerin arttığı bir ülke. ABD’deki akışın aksine, olgunlaşmamış bir ‘Yasallaştır!’
akımı var. Cumhuriyet’in ilk yüzyılında hiçbir şekilde fikri sorulmamış bir
toplumun ideolojik tüm saldırılara karşılık, sistematik olarak koruduğu, ancak
yıpranmasına engel olamadığı birey, aile ve toplum yapısına yönelik yeni
taleplerde bulunuyor olması umut verici.
Talep
yetersizliği, devleti tanrısal kodlarla algılayan tüm toplumların ortak
özelliği iken, Türkiye özelinde insanlar hâlen, demokrasinin getirdiği
kazanımlarla taleplerini doğrudan değil, seçtikleri siyasi partiler aracılığı
ile yine devlet tarafından sunulan bir imkan olarak algılamayı tercih
ediyorlar.
Yazık ki; daha temel, daha evrensel hukuk ilkelerine uygun bir devlet yapısı, ibadet etme ve inancının gerektirdiği gibi giyinme özgürlüğü, hukuksuz uygulamaları sorgulama, hayat standartlarını olumsuz etkileyen hukuk normlarını değiştirme gibi talepler, ekonomik taleplerden daha önde değil.
‘Talep Yetersizliği’ demokratik değişim serisinin en büyük sıkıntısı olarak görülebilir.
Türkiye’de
yaşayan insanlar, toplumsal taleplerin nasıl oluştuğu konusunda sosyolojinin
hiçbir yardımını da talep etmiyorlar; çünkü sosyolojiye sarınmış ideolojik müdahalelerden ya da bilimsel
perspektif giydirilmiş ideolojik sapmalardan büyük dersler çıkarmış
görünüyorlar. Tüketimle ilgili taleplerinin yönlendirildiğini öğrenmekte
gecikseler de gelişmiş ülkelerin kendilerinden farklı olmadıklarını biliyorlar
ve ilginç bir şekilde dayatmalara, kültürel dokusuyla uyuşmayan ideolojik
formlara karşı sessizce direniyorlar. Bundan dolayıdır ki; gelişmiş ülkelerde
yasallaştırılan inorganik dönüşümlere karşı da tepkisiz kalmayı tercih
ediyorlar.
Türkiye
değişiyor ve sosyologların pasif direnişine rağmen istemeyi öğreniyor. Ekonomik olarak gelişmiş batılı ülkeler ahlak dışı talepleri tek tek yasallaştırırken Türkiye, benzer ahlak dışı taleplerin yaygınlaşmasına karşı toplumsal talep yetersizliğini aşmaya çalışıyor.
Adil Çelik, Sonsuz Ark, 15.02.2013