"Hesaplaşma bitmiş, ‘Şeytan’ın Gözleri’ ışığa çıkarılmıştı."
Aydınlık
beyazında sakince bakıyordu genç adam. Gözlerindeki öfke kıvılcımları geçmişin
gözeneklerindeki karanlık uçları tırmalıyor; uzun saçlı kahkahaların, kısa,
bıyıksız dostlukların doğduğu ilk zamanlarda, kucaktan kucağa uzayan
seslerindeki arsızlığı sorguluyordu.
Sesi
doygun ve parıltılıydı. Doygun farkındalığın kabuğundan çıkmış delikanlılığı,
özgür bırakılmış dudaklarından ağır tonlu darbelerle, acımasızca çıkıyordu. Beyaz
perdeler titriyor, sahneler kaçışıyor, ışıklar yanıyor ve saklandıkları
karanlıktan insanları sinsice dikizleyen gözler suçüstü yakalanıyordu.
İçinde
binlerce kötülük barındıran karanlık gözler, domuz yağı konmuş kandil gibi
parlıyorlardı. Suskun hainlerin sustuğu yerde kükrüyordu genç adamın sesi.
Korkutucuydu.
“Gözlerinde
gördüm seni. Kötülüğün tohumlarını serptiğin yerde. Yeryüzü dağınıktı, adamlar
ölüyordu boy boy. Kadınlar ve çocuklar, savaşların ruhlarında açtığı çukurlarda
açlıktan kıvranıyorlardı; koca yerine çorba, baba yerine ekmek dileniyorlardı…
Ama sen, savaşlardan kaçan, saklanan, süslenen, karaborsacılık yapan, sömüren,
insanları kışkırtan, birbirine düşüren, kadından kadına koşan, altın
biriktiren, maskelerin ardında şarap dolu kahkahalar atan ataların gibi
saklanıyordun!”
Aydınlık
beyazındaki öfke gittikçe büyüyordu.
“Ölülerin
sana kurban edildiklerini biliyordun. Atalarının intikam sağanağı yağıyordu.
Kadına susamış savaş kaçkını beyzadeleri, boyalı dudaklarına rastık çeken
hanendeleri takmıştın peşine. Kurt sürüsü gibi dalıyordunuz aç kovuklarına
zihinlerin. Perdeli at arabalarında, sayfiye yerlerinde kışkırtıyordun kadını
erkeğe, erkeği kadına. Evlilik pençedir, diyordun, özgür olmalısın. Özgürce
dolaşmalısın ötekilerin kucağında. Kadının tenine aç erkeğin burnuna güzel
kadın kokusu sürüyordun makyajlarla donanmış. Sana bakıyorlardı, senin
oynattığın kadınlara, boyadığın, soyduğun, süslediğin kadınların bacaklarına;
yağ sürdüğün parlak göğüslerine. Onları izlerken dağılıyordu intikam
çığlıkların. Sevincinden zıplıyordu atalarının ruhu, ruhunun hâz sandıklarında.
Senin ellerinden günah doğuruyorlardı düşmanların, günah sağıyorlardı ruhlarına!”
Doygun
farkındalık sakinleşiyordu sonra.
“Gözlerindeki
parıltıyı görüyorum. Gözlerinde biriktirdiğin şehvetin, kinin, hırsın,
intikamın bütün tatları çırılçıplaktı. Nasıl büyük bir zevkle bakıyordun
kışkırttığın adamların ve kadınların gözlerindeki o aç, o vahşi çığlıklarına?
Gözlerindeki, iblisin çocuklarına ait şarkı değil miydi? Sen çalmıyor muydun
ruhlarını, bedenlerini birbirine ikram ederken? İblisin gözlerinden görünen
gözleri, yoksul kadınların bacaklarının arasına sürüklemiyor muydu bütün kirli
ruhları? İyiliğin bütün kollarını kırıp pazarlarda parlak kötülüklerini
satmıyor muydun? İyiye ve kötüye giydirdiğin domuz postunun üstünde tattırdığın
şarabın, dansın, koltukaltları görünen kadınların bacaklarının ötesinde hangi
kıskançlığı damla damla eriteceğini bilmiyor muydun? Biliyordun ve bunun daima
böyle olması için elinden geleni yapıyordun. Güçlüydün, önünde engel yoktu,
güçsüz kadınların ve erkeklerin ar duygusu, çocukların masumiyeti dışında.
Başardın da, biliyorum.”
Gözlerle
hesaplaşması sürüyordu genç adamın.
“Fıldır
fıldır dönecekken oldukları yerde donakalan gözlerindeki ışıltıyı çok iyi
tanıyorum. Gözlerindedir insan, ne kadar da saklansa biliyorum. Gözlerine
biriktirdiğin şeytanî sevinçleri tek tek çözüyorum. Kaçamazsın, kaçamayacaksın.
İnsanları kışkırtmak için yaptığın her şey, kadınların, erkeklerin içindeki
hayvanı uyandırdı. Onlar birbirlerine hayvanlardan daha iğrenç yaklaştıklarında
sen binlerce yıllık intikamın çığlıklarıyla mest oluyordun. Parlak ışıkların
altında, pürüzsüz beyaz perdelerde, kalın kırmızı kadife perdeli sahnelerde
zihinlerine ilmik atarken iblisin ellerinden, karanlıklardan seni izleyenlerin
gözleri birbirinin kirindeydi, birbirinin fikrinde. Azdırdığın ellerin
gezindiği yerlerde ölüyordu iyilik, binlerce ahlak dalı kırılıyordu sessizce.
Ard arda kuruyordu her seferinde çocukluğun sırtındaki saflığın yaprakları.
Senin ördüğün ağda, en arsız dokunuşlar çağırıyordu insanları. Dine, aileye,
ahlaka iblisten naklettiğin küfürleri tatlandıra tatlandıra yediriyordun
insanlara.”
İnsanlar
hazırdı kışkırtılmaya, biliyordu. Gözlerine dokunamayan iradenin yürüdüğü
yollardaki dikenleri yumuşatıp ipekler seriyor olsa da kötülük, durmalıydı
insanlar; yürümemeliydiler aldanıp. Fakat, herkesin hırsız olduğu yerde hırsız
olmamak ötelerden gelmiş tertemiz haberlerle mümkündü. Ötelerden gelen ses
susturulmuşken, iyiliği ayıklamakta zorlanacaklardı insanlar.
“Gözlerindeki
karanlık ışığı görüyorum. Adem’in sırtına yüklenmiş aydınlık beyazına sürülmüş
tek kara leke o. Seni anlatacağım insanlara. Gözlerindeki ışık, karanlık da
olsa parlayamayacak. Sen, şeytanın kiraladığı gözlerinle sonsuza dek
yalvaracaksın. Kurbanın olsa da gönüllü birileri, senin soyundan türemiş olan
iblislerin kökü kuruyacak. Göreceksin, yavaş yavaş azalacak gözlerindeki
şeytanî hâz. Kör olacak Şeytan’ın sendeki
gözleri!”
Hesaplaşma
bitmiş, ‘Şeytan’ın Gözleri’ ışığa çıkarılmıştı. Genç adam sustu; içindeki
kararmış eskileri attı. Yeni bir nefes aldı. Bir nefes daha aldı sonra. Gözlerindeki
öfke nefes nefes azaldı. Aydınlık beyazına baktı. Geçmiş zaman silindi. Gözlerinde bembeyaz bir
ışıkla umuda doğru koşmaya başladı…
Mustafa Ege - Çar, 20/02/2013 -
21:15/ İz Etki Ekinoksları 16