26 Şubat 2013 Salı

SA189/PZ12: “Silin O Hâinin Adını!”

"Beş sene akan kanı bir gecede durduracakken durdurmayan, darbe yapana kadar bekleyen bir ordu komutanı bu adam. Bu adam isteseydi bir tek genç ölmezdi bu memlekette."
Ömür bitmemişse kimse kimsenin canını alamaz. O saat gelince ne bir saat ileri ne de geri alınabilir, buyuruyor Allah. Amennâ. Ömrümüz varmış demek ki. Bizden bir sokak ötedeki bakkalı vurduklarında, aklıma çoluk çocuk gelmişti. Kimseleri kalmayacaktı Allah’tan başka. Kardeş yok, amca yok, dayı yok. Anam, hanım hadi neyse de en büyüğü on dört yaşında, en küçüğü yeni doğmuş kızımız, yedi çocuk meydanda kalacaktı. Büyük oğlumuz daha 8 yaşında. Ölümden korkumuz yok ama…

Sabah, çaycı söylemişti. Fukaranın horantası da vardı bizim gibi. Tek suçu esnaf olmaktı. Herkes gibi, yoksulluk çekmemekti. Solcular Bakkal’a kapitalizmin adamı derlerdi, sevmezlerdi.  Sağcıların adam vurduğunu görmemiştik o vakte kadar. Yine solcular vurdu sandık.


Halbuki, bakkal dediğin ne ki. Yediği, içtiği bir tablacının yediğinden farklı değildi. Hepimiz gecekonduda oturuyorduk. Ağalarla, atadan zengin olanların dışında gecekondu hepimizin başını soktuğu sıcak bir yuva demekti.

Değil Adana, Türkiye’nin hepsi yoksuldu, gecekonduda oturuyordu. Hepimizin sokakları çamurdu, hepimizin kunduraları tabanından ıslanarak çürürdü ayağımızda. Tahta sandıklarda boyacılar çok çalıştıkları için evlerini geçindirebilirlerdi. Ayakkabı kıymetliydi, boyatıp boyatıp giyiyorduk. En zenginimizin, en bakkalımızın iki ayakkabısı vardı. Kışlık yazlık bilmezdik. Birini bayramlık, misafirlik giyerdik ötekini de her gün.

Şimdi zengin oldu memleket, herkesin yazlık-kışlık beş altı ayakkabısı var.  Ki köşkerler, boyacılar azaldı, kala kala tek tük üç-dört işi, bıçak bileyiciliği, ayakkabı boyacılığı, deri kıyafet tamiri, demlik çaydanlık tamiri gibi işleri bir arada yapan dükkanlar var. Her birinden bir ev geçinen mesleklerden dördü ancak bir ev geçindiriyordu. Yoksul meslekleriydi bunlar, yoksulluk azaldıkça nesli tükenen meslekler…

Fakat dördü de bir arada olsa buraya yine yoksullar gidiyordu. Demek yoksulluk devam ediyor. Memleketi idare edenler bunu akıllarından çıkarmasın. Yoksul kadınlar, yaşları geçkinse kendileri, değilse çocukları pazaryerlerinin akşamını gözlüyorlar, kimse görmeden, belediye gelip süpürmeden artıklardan aş çıkarmak için bekliyorlar.

Yarısı sağlam domatesler, lahana yaprakları, biberler, patlıcanlar, meyveler… hep öyle yarısı sağlamsa gözleri ışıldayıp topluyorlar onları, çöplerin içinden. Götürüp yıkayıp kesip aş yapıp yiyorlar. Yüreği cızırdayan kalmışsa görüp duruyorlardır herhalde, benim yüreğim elvermiyor bu zenginliğin içinde onları öyle görmek. İki tane adam tutup bakacak onlara belediye, kollayacak gözleyecek, belediye olmadı devlet, devlet gibi olacak; arayacak bulacak yoksulu.

İki kızı bir oğlu varmış aklımda kaldığı kadarıyla öldürdükleri bakkalın. Bizim dükkânın olduğu mahal, sağcıların elinde. Üstte, Basri Bey oturur, oğlu Adnan cevval on sekizinde, çıkar girer her yere, babası perişan, ne zaman başına iş alacak diye titrer durur. 12 Eylül darbesinden sonra idamla yargılandı, beraat etti gerçi. Sordum Adnan’a, “Bakkalı kim vurdu, sağcılar mı solcular mı?” Adnan kafasını eğdi, “Solcuların içinde oturuyormuş, solcuymuş!” dedi.

Anladım ki, fukaranın günahı bakkal olmak da değilmiş, solcuların içinde oturmakmış. Sordun mu sağcı mısın solcu musun diye? Nerede? Nasılsa orada oturup sağ kalmışsa, demek solcudur. Bakkal sağcı olsa ne olur solcu olsa ne olur, be hey Allah’tan korkmazlar? Sağcılar vurmuştu adamı. Sabah erkek vakitte. Darabayı kaldırır kaldırmaz, sırtını dönükken yaklaşmışlar arkasından kafasına sıkmışlardı. Zaten başımıza ne gelse ya sabahın erken saatinde ya da akşamın karanlığında gelirdi. Tekin olmayan saatlerdi onlar.

Bizim mahallede öyle fazla sağcı solcu davası yok, olsa da hepimiz uzaktan akraba ya da köylüyüz. Fakat birkaç sokak ötesi sağcı, onun tam zıddı taraf solcu. Karşı komşumuz Emin Ağa’nın yetişkin oğulları vardı. Onlar birahanelere girip çıkarlardı. Onlardan bir tanesi, Recep fabrikada çalışırdı, ayağı aksaktı. Sessiz, sakin bir delikanlıydı. Solcuymuş, hiç bilmezdik, fakat adımı listeye koyduklarında Recep geldi, anlattı. Çarşı da Adnan, mahallede Recep, ölüm listesinden adımı sildirmişler. Bu adamın sağla solla alakası yok diye. Tabi çok sonradan haberini alıyorum. Darbeden çok sonra.

O zaman çıktı bu laf. Taraf olmazsan bertaraf olursun diye. Ne gençler heder oldu sağla solla. Kabul etmeyenin kafasına sıktılar, kabul edenin de eline silah verdiler, adam vurdurttular. Bir akşam yatsıya gideyim dedim, bir Pazar günü. Asfalt derdik çamur olmayan yola. Asfalta çıkar, orada biraz yürür camiye giderdik. Baktım birkaç genç sardılar etrafımı. Mahallenin tam o noktasının sağı, camiden yana kalan kısmı sağcı, solu solcu. O vakte kadar hiçbir solcu yolumu kesmemişti. Karanlıkta gelir karanlıkta giderdik işe.

Solcular parka giyerdi, bıyıkları üst dudaklarından aşağı sarkardı. Sağcıların ise bıyıkları sağdan soldan aşağı sarkardı, dudakları kapatmazdı, parka giymezlerdi. Bu gençlerin parkası yoktu, bıyıkları da sağdan soldan aşağı doğru sarkıyordu. Ellerinde silah vardı. Türkeşçiler derlerdi onlara o zaman, kimse ülkücü nedir bilmezdi, o sonradan çıktı.

Bana “Amca eve git!” dediler. “Camiye gidiyorum!” dedim, “ Hadi solcular cami düşmanı, peki size ne oluyor da gelip insanların camiye gitmelerine mani oluyorsunuz?” Biraz kararsız kaldılar, sonra içlerinden biri, “Amca solcular bir şey yaparlar diye bekliyoruz burada, sen yine de eve git!” dedi. “Siz de elinize silah aldıysanız sizin de onlardan farkınız yok. Ben camiye gideceğim!” dedim. Yürüdüm geçtim yanlarından, fakat beni durdurmadılar.

Rahmetlik anam, ben akşam eve dönene kadar asfalta kadar gelir orada bazen yalnız bazen de bizim sekiz yaşındaki oğlumuzu yanına alır gelir orada beni beklerlerdi. Her akşam fukara anam öylece beklerdi, ya oğlum gelecek ya da kara haberi. Bakkalı ona söylemedim. Bilseydi, aç kalmaya razı gelirdi, beni göndermezdi dükkâna.

Tabi o aralar sıkıntımız ev. Sığmıyoruz bir oda bir mutfağa Dokuz nüfus nereye sığacak. Neyse ustayı bulduk anlaştık. İki üstü çinko kaplı mutfağın üstünü beton yapacağız, iki de oda ekleyeceğiz. Durumumuz fena değil. Evi çattık yaptık derken iki sene geçti.  Ev oldu üç oda bir mutfak. Oldu gözümüzde bir saray. Yeni odalardan birini misafir odası, diğerini mutfak yaptık, eski mutfağı yatak odası. Saray dedik, ama hepi topu sekiz metre cephe, on iki metre uzunluk, etti doksan altı metrekare. O sevinci ancak yaşayan bilir.

Tabi o aralar gelen giden çok. Ekmek parası diye yola düşüp ta memleketten Adana’ya gelenlerin otele, lokantaya verecekleri paraları yok, başka tanıdık ev de yok Adana’da. Dükkâna gelirler, akşama kadar iş bulamazlarsa beraberce eve gelirdik. Yedirir, içirir, banyo yaptırır, çamaşırlarını yıkatırdım. Sabah da beraberce dükkâna giderdik.

Yolcuya, yoksula, muhtaca el uzatmayacaksın da kime uzatacaksın? Sana muhtaç olmayan sana niye gelsin? Sana gelmişse gönlünü hoş edeceksin, incitmeyeceksin. Yüzüne vurmayacaksın. Misafirin kalbi bardak gibidir, ekşi surat gördü mü, sessizce göçer içi.

Gelen giden çok olurdu dükkâna. Ağalar gelir, sucu, patosçu, aşçı, yamak, çoban isterlerdi. Dükkânın sağı solu, bazen sıra sıra dolardı iş bekleyenlerle. İşe işçi, işçiye iş bulur gönderirdik.  Çaycı, elinde çay tepsisiyle öteden “Çaaay!” diye bağırırdı. El ederdim, gelir orada kim varsa çayını verir giderdi. Cumartesi hesap günüydü. Üç yüz-dört yüz marka çay çekerdi haftada. Allah kabul etsin.

Bunu parasını bankalarda biriktirenler duysun diye anlatıyorum, yoksa demek yakışmaz bize. Yedirin muhtaca, paranız eksilmez. Benim ki eksilmedi, arttı gün be gün. Kenan Evren 80’de elli bin lira mecburî vergi alana kadar. Belimi o vergi büktü. Vatan dedik, dirlik dedik diye devletin belimize vurduğu vergi, evimizi ocağımızı yıktı. Komünistin yapamayacağını devlet yaptı bize.


Allah, zâlimin yaptığını ne dünyada yanına kor ne de ahrette. Öyle doksan küsur yaşında bütün dünyaya rezil eder. Canını almaz, hastane köşelerinde süründürür; mahkemelerde o suçlarının hesabını verir. Kafasına sıkacaktı hani, savcılar soruşturma açarlarsa. Niye sıkmadı kafasına o korkak Kenan Evren? Hâlâ her yerde adı var. Her yerde siliyorlar adını okullardan, caddelerden, ama Adana’da duruyor Kenan Evren Caddesi. (Seçkin Deniz'in notu:  Kenan Evren Caddesi'nin adı, 2018 yılında Şehitler Bulvarı olarak değiştirilmiştir.)

Beş sene akan kanı bir gecede durduracakken durdurmayan, darbe yapana kadar bekleyen bir ordu komutanı bu adam. Bu adam isteseydi bir tek genç ölmezdi bu memlekette. Utanmıyor musunuz hâlâ o hainin adından? Silin onun adını her yerden. Bize hürmetiniz olsun, ölülerinize hürmetiniz olsun. Ancak o zaman kalıbınızı dik tutabilirsiniz.



 Piro Zaza, Sonsuz Ark, 26.02.2013

Seçkin Deniz Twitter Akışı