"Kilisenin vazettiği bütün değerler, karma bir din anlayışından besleniyordu ve kutsallaştırılarak dokunulmazlaştırılan duvarlarında büyük boşluklar vardı."
Bilgiye ilişkin manipülatif paradigmalar değişiyor. Eğer elektronik iletişimin açtığı güçlü, akışkan, etkileşimli bilgi ağında bulunan ulaşılabilir bilgi türleri, hackerler aracılığı ile farklı manipülasyon teknikleri geliştirilerek engellenmezse, insanlık çok uzun bir geçmişi acımasız bir şekilde tarihin görünmeyen noktalarına gömecek gibi görünüyor. Papa XVI.Benedictus’un istifası, (Vatikan tarafından yayınlanan Annuario Pontificio ,‘Papalık Yıllıkları’na göre XVI. Benedict 265. Papadır) iki bin yıllık kozmopolit bir kültürün sonuna gelindiğini anlatıyor insanlığa.
İstifa’nın Katolik Kiliselerinde kontrol edilemez, hatta soruşturulamaz boyutta yaygınlaşan kilise içi cinsel-eşcinsel tâciz-tecâvüz vakalarının örtbas edilmesi ve bu durumun davalara konu olması ile Vatikan’ın yasadışı kapitalist faaliyetlerle olan çok boyutlu ilişkisi dolayısıyla gerçekleştiği iddiaları, Kardinal Ratzinger’in sağlık sorunlarından kaynaklanan nedenleri önemsizleştiriyor.
Ratzinger’in istifası
çok önemli. Batı-Hıristiyan kültürünün temel eserleri ile birlikte oluşan iki
bin yıllık zihinsel-bilgisel kir her türlü dezenfekte faaliyetlerine,
manipülasyonlara rağmen artık saklanamıyor. ‘Yüksek Hıristiyan Kültürü’ ve ‘Seçkin
Medeniyet Titri’ yerini örtülü gerçeklerin açığa çıkardığı büyük bir çöküş
dönemine ve utanç verici içeriğe terk ediyor.
Kilise, misyoner
yazarlarının yanı sıra, kolonyal kültür kurbanı/hayranı yazarların tasvir
ettiği, parlattığı ve özendirdiği bir büyülü paradigmayı koruyabilecek
kapasitesinin kalmadığını kabul etti. Ahlâk, kilisenin içinde başlayan eşcinsel
ilişkileri antik yunanın ve romanın karanlıklarından çıkarıp yasama organlarında
yasalaştırırken, bir başkasına bütün bunların kötü şeyler olduklarını anlatabilecek
saflığını yitirdi.
Vatikan’ın sekülarist/laisist enerji merkezlerine karşı kullandığı ahlâk kozu, Hıristiyan toplumları ikna edebilmekten uzak. İngiltere Katolik Başpiskoposu Kardinal Keith O'Brie,1980’lerde rahibelere uygunsuz harekette bulunmakla suçlandığı için istifa ederken, rahiplerin evlenebilmeleri gerektiğini söylemekteydi.
2011 Fransız yapımı, yönetmenliğini Dominik Moll’ün yaptığı ‘Şeytanın Yüzü-The Monk-Le Moine’ adlı film, evlilik yasağının rahiplerin ve rahibelerin biyolojik//hormonal ihtiyaçlarına karşı direnişlerini eleştiren bir senaryo ile çekilmiş. Rahatsız edici kurgusu, aykırı tutulmuş cinsellikten üreyen sapkınlıkları ‘Ruhunu şeytana satmak’la eş değer tutan Katolik kültürünü yerden yere vuruyor.
Vatikan’ın sekülarist/laisist enerji merkezlerine karşı kullandığı ahlâk kozu, Hıristiyan toplumları ikna edebilmekten uzak. İngiltere Katolik Başpiskoposu Kardinal Keith O'Brie,1980’lerde rahibelere uygunsuz harekette bulunmakla suçlandığı için istifa ederken, rahiplerin evlenebilmeleri gerektiğini söylemekteydi.
2011 Fransız yapımı, yönetmenliğini Dominik Moll’ün yaptığı ‘Şeytanın Yüzü-The Monk-Le Moine’ adlı film, evlilik yasağının rahiplerin ve rahibelerin biyolojik//hormonal ihtiyaçlarına karşı direnişlerini eleştiren bir senaryo ile çekilmiş. Rahatsız edici kurgusu, aykırı tutulmuş cinsellikten üreyen sapkınlıkları ‘Ruhunu şeytana satmak’la eş değer tutan Katolik kültürünü yerden yere vuruyor.
‘Şeytan’ın Yüzü’,
anlamsız ritüellere boğulmuş, insan ruhunu doyurmayan doktrinlerin sıkıştırdığı
tatminsiz manastır insanının yaşadığı travmaları anlatıyor. Bütün bir hayatı
manastırda geçmiş olan kusursuz bir vaizin güdülerine yenik düşmesiyle başlayan
ve felaketle sona eren bir dram, artık manastır hayatını arzulamayan bir neslin
tanımına gönderme yapıyor. Kilise, medeniyet çıkrığı olarak insanlığa iyi
hiçbir şey vaat etmediğinin de farkında. Tarih yazanlar değiştiği için, batı bu
kirli yükü taşıyacak güce artık sahip değil.
Ruhbanlığın, tarihe
düştüğü utanç verici kayıtlarla birlikte, kirli bilginin insan zihnini ve
dolayısıyla ahlâkını muhafaza etmesinin imkânsız olduğunu, en yüksek temsilcilerinin
istifası ile ilan etmesi, 21. yüzyılda batılı toplumların yeni bir arayış
içerisinde olacağına işaret ediyor. Bu arayış, hem kültürel, hem ahlâkî hem de
dinî bir arayış olacak.
Kilise, Siyonizmin ve
Kabala’nın mimarisini hazırladığı ve inşa ettiği ateizme haklı olarak yenildi.
Kilise’nin çöküşü, batılı değerler üzerine konumlanan medeniyet algısının da
erimesine yol açıyor. Bu çöküş üç yüz yıl önce Müslüman dünyanın yaşadığı
çöküşle tıpatıp aynı. Osmanlı medresesinin, Kabala etkisindeki tekkelere,
dergâhlara karşı yaşadığı hâzin yenilginin şeriat hukuku üzerinde kurduğu
baskı, cinsel sapkınlığın boyutlarının sorgulanmasını engellemişti.
Kabala ikinci zaferini
yaşarken, insanlık ekonomik, psikolojik ve sosyolojik çok ciddi bir bunalımın
eşiğinde. İnsan aklının itirazları dünyanın bütün noktalarına eşit hızla
yayılıyor ve bugünü üreten karanlık geçmişe karşı ortak bir akıl oluşuyor.
Kabala’nın etkilediği ve
ateistleştirdiği Yahudi yazar, filozof ve bilim adamlarının ürettiği bilimsel,
felsefî ve edebî eserler, on birinci yüzyıldan başlayarak,batı dünyasında otokratik
yönetimlerle birlikte çalışan kiliseye karşı ateist bir bilinç üretmişti.
Kilisenin vazettiği bütün değerler, karma bir din anlayışından besleniyordu ve kutsallaştırılarak
dokunulmazlaştırılan duvarlarında büyük boşluklar vardı.
Mitolojik Yunan ve Roma
dinlerinden devşirilen simgeler ve ilkelerle donanmış Hıristiyanlık, insan
aklının haklı itirazlarına cevap vermekte yetersiz kalınca, kabalistik
organizasyonların yönlendirdiği seküler algılar daha özgür bir düşünce alanı
açmıştı ve insanlar kiliselerden uzaklaşarak mutlu olmanın yollarını aramaya
başlamışlardı.
20. yüzyılda ağır rasyonel
saldırılar altında kalan kilise, insan doğasına ve aklına aykırı dayatmalarla
köleleştirdiği insanları koruyamadı; iki dünya savaşına engel olamayarak itibar
kaybetti. Kabala’nın sosyalizm
manivelasıyla devirdiği inanç çarkı, Kilise’nin sorgulanmasını hızlandırdı ve
nihayetinde mahkemeler kiliselerin işlerine ve mensuplarının ilişkilerine
yönelik şikâyetleri izleme cesaretini gösterdi.
Yaşayan mağdurların savaşlar yüzyılının başlangıcından bu yana taşıdıkları cinsel travmaları itiraf etmeleri ile başlayan süreç kilise adına utanç verici bir özgeçmişi Vatikan’ın en tepesine kadar çıkardı. ABD, Kanada, İngiltere, İskoçya gibi Katolikliğin yaygın olduğu ülkelerde ardı ardına geçmişi yarım yüzyıla kadar uzanan skandallar patlak verdi.
Yaşayan mağdurların savaşlar yüzyılının başlangıcından bu yana taşıdıkları cinsel travmaları itiraf etmeleri ile başlayan süreç kilise adına utanç verici bir özgeçmişi Vatikan’ın en tepesine kadar çıkardı. ABD, Kanada, İngiltere, İskoçya gibi Katolikliğin yaygın olduğu ülkelerde ardı ardına geçmişi yarım yüzyıla kadar uzanan skandallar patlak verdi.
Erasmus’un 16. Yüzyılın başında
yazdığı ‘Deliliğe Övgü’, çok ciddi bir kilise ve inanç doktirini eleştirisi
içeriyordu. Bugünden bakıldığında ‘Batı Kültürü’ne ait tek kayda değer
yazar/eser olarak özgün yerini koruyan ikinci bir esere rastlamak güç. Ancak yeterli ilgiyi gördüğü ve kirli bilgiye karşı destek bulduğu söylenemez. Her eleştiri sarmalında, karşıt akımlarla
birbirini üreten düşüncelerin dışında kalmayı başarabilen kilise, artık dayanamadı ve kendi statik
varlığını akışkan bilgi ağına karşı koruyamadı.
Hiçbir papaz artık taciz ettiği kız veya erkek çocuğun karşısında kutsal ya da dokunulmaz değil. Özür dileyebilen ve istifa eden papa örneği, yanılabilirliğin insancıl yanını açığa çıkardığı gibi, yaşadığı ve yaşattığı skandallarla, insanın ürettiği hiçbir kutsalın gerçekten kutsal olmadığını da bütün insanlığa öğretmiş bulunuyor.
Hiçbir papaz artık taciz ettiği kız veya erkek çocuğun karşısında kutsal ya da dokunulmaz değil. Özür dileyebilen ve istifa eden papa örneği, yanılabilirliğin insancıl yanını açığa çıkardığı gibi, yaşadığı ve yaşattığı skandallarla, insanın ürettiği hiçbir kutsalın gerçekten kutsal olmadığını da bütün insanlığa öğretmiş bulunuyor.
Sarhoşların, katillerin,
yağmacıların ve seks düşkünü savaşçıların anlatıcısı Homeros’un İlyada ve
Odysseia’sı ile Dante’nin uydurduğu
mistik/mitolojik ‘İlahi Komedya’sından beslenen Batı, Roma Hukuku’na adapte
olan Kilise’nin kollarında son nefesini verirken beraberinde bütün yazarlarını,
filozoflarını, edebiyatçılarını ve şairlerini de götürmek zorunda kalıyor.
Kilise’nin ilk gece
hakkına karşı insanları korumadığı zamandan bu yana yaşadığı erozyon artık
büyük bir heyelanla, özellikle Vatikan’ı da yerle bir ederek sona erdi. Vatikan’ın
sembolik yapısında sabit bir suç olarak kanıtlanan kirli bilgi tarihin
derinliklerine doğru hızla yol alıyor.
Tolstoy’dan Dostoyevski’ye,
Kafka’dan Freud’a, Nietszche’den Kant’a, Darwin’den Marx’a, Voltaire’den Hugo’ya
kadar eklektik ya da anarşist her akım/düşünce, karşıtı yok olduğu için yok
olmaya mahkûm artık.
Batılı klasikler insan zihnine uyguladıkları kaçışsız dayatmalarla, okuyanlara öğrettikleri her bilgi kırıntısındaki kiri özgül ağırlıkları olarak kütüphanelerde ve müzelerde taşımaya devam edecekler; ancak yazılı ve görsel bu eserlerin ürettiği medeniyet, ahlâksız, dinsiz, bencil, acımasız, değersiz ve mutsuz insanların yaşadığı bir medeniyet olduğu için unutulmayacaklar ve gelecek kuşaklar tarafından acımasızca eleştirilecekler.
Batılı klasikler insan zihnine uyguladıkları kaçışsız dayatmalarla, okuyanlara öğrettikleri her bilgi kırıntısındaki kiri özgül ağırlıkları olarak kütüphanelerde ve müzelerde taşımaya devam edecekler; ancak yazılı ve görsel bu eserlerin ürettiği medeniyet, ahlâksız, dinsiz, bencil, acımasız, değersiz ve mutsuz insanların yaşadığı bir medeniyet olduğu için unutulmayacaklar ve gelecek kuşaklar tarafından acımasızca eleştirilecekler.
Batı medeniyetinin
ürettiği kirli bilgi kendi yokluğuna kendi karanlığını hazırlayarak yuvarlandı.
Müslümanların ürettiği medeniyet çöktüğü tarihten bu yana henüz kendisini yeniden
kurgulayacak bir akla sahip olmamakla birlikte, Kur’an’ın ak dünyasına bakan
taze zihinlerin işlekliği umut yolunun pek de uzak olmadığına inanmayı
sağlıyor.
Hiç kuşkusuz 21. Yüzyıl yok
olan batılı nesillerden sonra, yepyeni çocukların doğduğu, bütün insanlık
geçmişinden çok daha iyi bir yüzyıl olacak. .Üç ayrı tanrının koruyamadığı bir zihni, sınırsız sayıda tanrıdan oluşan sufizmin teolojisi asla koruyamaz. Bunun için Müslüman akılların geleneksel İslâmî algıların ve sufizmin karanlıklarını sorgulaması ve onları da, kilise gibi kirleriyle tarihe gömmesi gerekiyor.