Tercihli Başlık:
‘Teşnelik Komplikasyonları veya Bir Yere Kapağı Atmak’
II.Bayezid döneminden başlatırım ben teşnelik komplikasyonlarını; dilerseniz Adem ile Havva’nın ölümsüzlüğe teşne halleriyle yasak meyveyi yemesine de uzatabilirsiniz hikâyeyi. Ama o zaman iş daha da büyüyecek; insan denen varlığın özüne doğru yolculuk yapmak zorunda kalacak, mevzûmuzdan uzaklaşacaksınız. Bize bu düşünce zamanında lâzım olan Dünya’da yaşayan insan’ın teşne hallerinden üreyen komplikasyonlar değil şimdilik; Türkiye’de yaşayan insanların teşnelik komplikasyonları. Neden II.Bayezid? Onun bu komplikasyonlardaki günahı ne? (Fâtih’in Hurufî sevgisi ayrı bir meseledir). Bir değil birden çok günahı var bu hususta Bayezid-i Sânî’nin.
***
İlk günahı siyâsî basiretsizliği. Tarih’in anlattıklarına göre, kim bilir hangi sebeplerle -fısıltılara göre sûfî geleneklerin ve sûfîlerin etkisi ile II.Bayezid savaş için çekimser kalmıştır- Şia’nın tâ Trabzona kadar elini, ayağını uzatmasına seyirci kalmasına tahammül edemeyen oğlu I.Selim’in iktidarı elde etme düşüncesi (İktidara teşne olması) ile Osmanlı geleneklerine aykırı bir çerçevede babasına isyan etmesi ve onunla savaşmasıdır. Netice-i itibarla ondan sonra her bir şehzâde saltanatı elde etme hırsına daha fazla kanıp, kandırılıp her vakitte devletin temellerini çürütmüştür.
***
İkinci günahı ise, devletin ilmiye sınıfına daha çok sûfî nefesi kuvvetli olanları seçip ataması, daha doğrusu medreselerdeki yeterlilik sınavlarının hilâfına sûfî referanslarla taltif ve tayin hakkını kullanmasıdır. O’nun bu tarafgir tutumları hakikî anlamda ilim tahsil eden ulemâ’yı makam ve mevkii’den uzakta tutmuş, ilmiyye ve daha sonra kalemiyye sınıfında muktedir olmaya teşne ulemâ ve vüzerâ takımı oluşmuştur.
***
Üçüncü günahı, Endülüs’ten tardedilen Yahudilere kucak açıp – bu refleksinde de sûfilerin dahli olduğu fısıldanır- onları Devlet-i Âliye’nin her yerine, bilhassa sarayın derinliklerine dâhil etmesidir. Bu vakitten sonra, Ermenilerle birlikte saray Müslüman tebaa’nın uzakta tutulduğu bir mekân olmuş, avâm’dan sayılan Müslüman halkın bu türden iştahları bastırılmış ve gayr-i müslimlere öncelik verilerek bu tabakalardan Osmanlı Sosyetesi oluşturulmuştur.
***
Bayezid-i Sâni’nin günahları gittikçe büyümüş, medrese ve devlet idaresi çürümüş, ortalık yerde hukuk ve ahlâk diye bir şey kalmamış, bu topraklarda yaşayan Müslüman insanların öğrenmeye, değerlenmeye ve adalete olan teşne halleri serpilip gelişmiştir. Bu günkü makam’a, mevkii’ye ve diğer şeylere olan susuzluk komplikasyonları işte bu yüzden II.Bayezid döneminden başlamıştır benim kitabımda. Bir yerlere kapağı atmak kayda değer bir hedef olmuşsa, bunun en büyük günahı o Veli(!) Padişahındır.
***
Uzunca bir vakitten sonra nesepsiz ve kalitesiz adamlardan müteşekkil İngilizci, Rusçu, Alamancı ve Fransızcı vüzera ile sahte ulemâ takımı ihtirâslarını bileye bileye Osmanlı’yı çökertip yerlerini İttihât Terakkîlilere terk etmişler; İttihat Terakkî mensûbu muhterisler iktidar olma teşneliğine âşinâ oldukları üzere, uzun süre avâm’dan sayılan ordu mensupları ile kalemiyye sınıflarını zirveye taşımışlar; ondan sonra da olan olmuştur. Bu berbat aralıkta Batı’ya karşı gelişmiş bulunan aşağılık kompleksleri, bozuk ulemâ’dan ve mektepli subaylardan devşirilme/reddedilme müsvedde-mukallid aydın tipini ortaya çıkarmış; kıytırık iki kelâm ve çetecilik ile yüzlerce yıllık muktedir olma teşneliği ansızın ve hoyratça tatmin edilmiştir. Lâkin bu hastalık, tohumlarını ektiği o dönemden sonra daha hızlı ve acımasız bir şekilde bu topraklarda yaşayan hemen her insana sirâyet etmiştir.
***
Dönme ve masonlarca idare ve sevk edilen İttihat Terakkî, ince ve kalın hamleleri ile önce Arapları dışlamış, onları - kendi kıt anlayışları nisbetince- her türlü ilim, siyâset ve idâre mekanizmalarından uzakta tutarak ırkçılık tohumlarını ekmiş; böylece Arap için teşnelik edebiyatına dümen hazırlanmıştır -Araplar hâlen kendi vatanlarında İttihat Terakkî’nin damarlarına zerk ettiği aşağılık kompeksi zehriyle yaşamaya devam ettiklerinden bu acılarla yoğurulmaktan kendilerini uzaklaştıramamışlardır-. Bilâhare sâfiyâne(!) Müslüman ittifak ile Cumhuriyet kurulmuş; hemen akabinde muhteris teşneciler ile yepyeni bir tabaka icat edilmiştir. Yeni tabaka, Rus, Fransız, İngiliz ve Alman aristokrasi sınıfları taklit edilerek icat edildiğinden, vatanın her türlü makam, mevkii ve memuriyetleri bu tabaka arasında bölüşülmüş, bu tabakanın teşne olduğu her bir kompleks hızlı icrâ faaliyetleri ile tahakkuk ettirilmiş; avâm olarak kalan halkın her bir adamlık sınıfına teşne kalacağı yeni bir dönem başlatılmıştır.
***
Ne var ki; kısa bir zaman sonra Müslümanlık müşterek payda olmaktan çıkarılmış, Türklük ve dinsizlik öne çıkarılarak kıyımcı bir anlayışla vatanın sınırları içerisinde sert bir mücadele başlatılmıştır. Herhangi bir adam etnik kimliğinden dolayı bir kere aşağılanmış, ardından Müslüman olduğundan dolayı ikinci kere paylanmıştır. Etnik kimliğinden değil de Müslüman olduğundan dolayı kıyıma uğrayan diğer adam ise, sadece bir kere mekân-ı devlet ile makâm-ı devletten tardedilmekle kendisini avutur olmuştur.
***
Adam önce etnik kimliğine yapılan saldırılarla savunma refleksleri peydahlamış, artakalan enerjisi ile de en fazla güdük bir ilmî pastaya ulaşabilmiştir. Biraz daha gayret ve ırkını inkâr ile memuriyetler kazanmış, içindeki adam yerine konmaya teşne fukarayı yerlerde sürükleye sürükleye rezil etmiştir. Bir yerlere kapağı attıktan sonra da kendisine benzer olanları aşağılamış, onları itip kakarak adam yerine konmanın tadını çıkarmıştır. Zaten evvelinde Müslüman olduğundan, kapağı attığı yerde Müslümanlığından bahis olunmasın diye en rakıcısından daha rakıcı olmayı marifet bilmiş, balolarda fink atar olmaktan canı çıkmıştır. Bu adamdan daha başka adamlar da çıkmışlardır devlet meydanına. Ne ırklarını ne de Müslümanlıklarını pazarlık payının içine dâhil etmişler, bu aslanlıklarının bedelini de kanları ve canları ile ödemişlerdir. Ağızlarından emdikleri burunlarından getirilmiş; kendilerine benzemeye teşne olanların ağzına ölüm tadı sürülmüştür.
***
O diğer adam ise, Türk olduğundan memnun, Müslüman olduğundan müzdârip hâle getirilerek devlet tahtının basamaklarından -her hamlesinde aşağılara- yuvarlanmış kendi vatanında, kendi devletinde garip kalmış olmanın ağıtlarını yazarak halk arasında pâye edinmeye çalışmıştır. O da savunma reflekslerine ömrünü harcamış, yedinde ve neslinde devlete teşne bir mâhluk icat etmiştir.
***
Bütün bunlardan sonra şunlar olmuştur, bu memlekette yaşayan insanların ruhlarında: yarım adam kılığında adamlardan müteşekkil bu toplum birlikte iş yapma ve saygı duyma reflekslerini yitirmiştir. Müslüman vatandaş, aşağılanmaktan bıkmış, aşağılanmaya karşılık yeni refleksler geliştirmiş, bunun için neredeyse ömrünün tamamını heder etmiştir. Bu çabası onu daraltmış, köreltmiş ne edebî ne de fikrî bir kavaid inşa edememiş, gerisin geri ait olduğu alt tabakaya itilmiştir. O toplumdan o adam Türk olmayan bir etnisiteden olduğu üzere hedef tahtasında nişangâh olarak kullanılmış, ezilmiş, dışlanmış sonra da benzer daraltıcı refleksler geliştirmiş ve kaybolup gitmiştir. Adam mesela Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı entelektüel; o da aşağılanagelmiş bir ülkeye ait olmaktan kaynaklanan refleksler geliştirmiş o da körelmiş, özgüvenini yitirmiştir.. Yani; yerelden küresele her bir aidiyet aşağılanma unsuru olarak telakki edilmiş, Dünya sathına adam gibi adamlar ihraç edilememiştir. Entelektüel düzeyi düşük tarafgirlik bu türden adamları alıp yeni bir cemaatleşme bulvarında giydirmiş ve onları sık sık kullanarak alt tabaka uzunca süre kontrol edilmiştir.
***
Açık- alenî hakikât budur: Bizim toplumumuz her bir rütbeye aç bırakılmıştır. Bir diploma ile bir yere kapağı atmak, tabaka atlamak diye bilinse de öyle değildir; olmamıştır. Rütbelerden başka her bir mevkute aynı paşazâdeler tarafından neşredildiği içindir ki; gazete, dergi ve diğer göze, kulağa hitabeden neşriyat o tabakadan adamların ellerinde şekillenmiştir. Müslüman Türk vatandaşlar ile Müslüman olduğu hâlde Türk etnik kimliği taşımamış olan Türkiye vatandaşı olan kişiler bu güç pazarına girememişlerdir. Hâliyle de cemiyetin ruhunu ve ideallerini çatıp derenlerden olmak gücüne teşne yeni nesiller üremiştir.
***
Yeni devirde eline fırsat geçiren her bir itilmiş/kakılmış evlâdı olan adam, mevkutelerin, resmi koridorların tezgâhlarında yer edinmek telâşından önünü bile göremez hâle gelmiştir. Doktor olmuştur, öğretmen olmuştur, profesör olmuştur, hukukçu olmuştur, vâli olmuştur, vekil olmuştur, bakan olmuştur, general olmuştur ama bilir(ler) ki; yetersizdir, umumî beşer kıstaslarına göre iyi yetişmemiştir. Yetersiz değilse bile her bir kişi ve kurum tarafından böyle addedilmekten kurtulamamıştır. Geride kalan her bir kişi içindeki açlığa ve susuzluğa dayanamamakta ve yerine itirâz etmektedir. Belki haklıdır, belki değildir; onun umurunda olan kendisidir.
***
Merkez kişi olarak lanse edilenlerin zayıflığına karşı duyulan güvensizlikten kaynaklanan bir teşnelik de var. En iyi diye satılanın en iyi olmadığını görende vücûd bulan bu teşne hâl, yine her bir kişiyi köreltmekte ve lâyık ile müstehâk olan yerinde saymaya devam etmektedir.
***
Bu hastalık sirâyet ettiği hızla ilerlemekteyse de bir çâremiz var. Bu çâre bizi bu hâle mahkûm eden Beyazid sûfîliği değildir. Bayezid’den önce bize çağ değiştirten samimiyet ve temiz imândır. Bundan sonra öncelikle parasal kaygıların en aza inmesi gerek, ayrıca aşağılanmaların sona ermesi. Modernite ve gelenek arasında kalakalmış geçmiş dönem sosyolojik süreçleri, sosyolojik süreçler de psikolojik süreçleri etkilemiş acaip uzun asırlar heder edilmiştir. Bundan sonra kaçışı yoktur; yeni kitaplarda ruha dair kavaid tesis edilecek, hâkikate Kur’an ile meşgul olarak talepkâr olunacak, iyileştirilen psikolojik süreçler de sosyolojik süreçleri reforme edecekler. Başka bir hâl çâresi olmayacaktır. Zira teşnelik komplikasyonları bir yerlere kapak atmakla tedavi edilecek değillerdir.
Alper Selçuk, 14.10. 2009, Antiseptik Anafor 18