“Rakı ve Cuma
Selamlığı aynı ruhta ikamet etmez, etmeyecek!”
‘Uzun Hikaye’nin siyah-beyaz son karesindeki
gözlüklü, kır saçlı gülümseyen adamın gözlerinde donan sevincin sıcaklığı,
ansızın boşluğa düşmüş bir film soğukluğu içirtmişti bana. Her filmin sonuna
düşürülen uzamış, alıştırılmış mutlu sonun bu kez başka bir şekilde, belirsizliğe
savrulmuş bir yumruk gibi her şeyi askıda bırakmasıydı şaşırtıcı, belki de
alışılmadık olan. Sanki bir şaka yapmıştı Osman Sınav, donukluk çözülecek ve yürüyüp
gidecekti uzadıkça uzayan sonrasını isteten hikâye…
Vagon evin
kaybolmuş sofrasına el ele yürüyen yeni kaçakların geleceği muzdarip bir
yolculuğun ilk adımlarını tırmanmalarına alışmıştık şimdiden, ama ya savcı?
‘Şerefsiz’ bir okul müdüründen, ‘Eşkiya’ bir belediye başkanına, oradan da evrilmiş, alışıldık çirkin işleriyle yargı denen karabasanı simgeleyen ‘Kör vicdanlı’ bir savcıya sürüklenen devlet eleştirisinden, sosyalisti sıklıkla, aslî kulvarından sökülüp alınan bir hak arayışına dönüştüren trajikomik bir macera izledik.
Şehirlerin kendisini değersizleştiren karakterinden kaçıp kasabaların kendisine ‘kahraman’ çizgisi üretmekteki kolaylığına sığınan bir ‘Bulgaryalı Ali’ heterodoksisi, her hak arayışının gizli, illegal kimi zaman da legal ancak tatlı öfkelerini herkese empati kurdurarak sürükleyen bir anlatı.
Filmin bu kadar olumlu eleştiri almasının tek nedeni özgül karakter ‘Sosyalist Ali’nin, her durumda umutvar, iyimser ruhuna giydirilmiş iyilik, alışılmadık isyanlarının içine sindirdiği sıcaklık, açıklık ve her an doğan ve yumurcaklanan sevgi ile donanmış profili. Herkesin içinde olanı orasından burasından dürterek değil, bir tek karakterde somutlaştırarak anlatan bir filmin kurgusuna ilişkin eleştirilerin akla gelmesi kolay değil.
‘Uzun Hikâye’nin
kurgusundaki aksaklıkların dönem filmlerindeki ustalığı biraz eksiltiğini,
yönetmeni yorduğunu söyleyebilirim. Senaryonun Mustafa’nın karakteristik özelliklerine
pek odaklanmadığını; dış sesin gelişme bölümünde dağıldığını ve doğal olarak sonuç
bölümünde yok olduğunu; imgeleme kaygısının öne çıkarılarak Mustafa ile sevdiği
kızın ilişkisindeki tektonik kaymaları izleyemediğini, Mustafa’nın ruhsal
izdüşümlerini doğru terkip edemediğini de vurgulamak zorundayım.
Yine senaryonun
‘Rakı Seansları’nı algıların kırılma noktalarına sıkıştırması, filmden
beklediğim organik akışı bozdu. Rakı-Cuma Namazı diyalektiği, Eşkıya Zabıta-
Rakı İçmeyen Cuma Müdavimi ikilemine ironik bir taraftar kazandırma telaşındaydı.
Uzun Hikâye’nin neye hitap ettiğini anlamakta güçlük çekiyor olmam, kadın ve erkek arasındaki derin bağları onarmayı teklif etmesine, adalet duygusunun derinliğine, kesik yatak sahnesine, mekânlardan bağımsızlığa, kolay kurulan dostluklara vurguya ve sonrasında izleyen, öneren, paylaşılamayan acılara, din algısındaki bozukluğun yargılanmasına yabanî kalmama neden değil elbette. Ancak yine de çilingir sofralarında ateist solla buluşan bir neslin cuma namazlarında eşkıya eskisi tiplerle de buluşmuş olması bir vakıa. Bir dönem Türkiye böyleydi ve bu böylelik hâlen sürüyor.
Uzun Hikâye’nin neye hitap ettiğini anlamakta güçlük çekiyor olmam, kadın ve erkek arasındaki derin bağları onarmayı teklif etmesine, adalet duygusunun derinliğine, kesik yatak sahnesine, mekânlardan bağımsızlığa, kolay kurulan dostluklara vurguya ve sonrasında izleyen, öneren, paylaşılamayan acılara, din algısındaki bozukluğun yargılanmasına yabanî kalmama neden değil elbette. Ancak yine de çilingir sofralarında ateist solla buluşan bir neslin cuma namazlarında eşkıya eskisi tiplerle de buluşmuş olması bir vakıa. Bir dönem Türkiye böyleydi ve bu böylelik hâlen sürüyor.
Çelişkiler arasında
kurulan bağ, ansızın kahraman bir pehlivanın dağıtıp düzelteceği bir düzensizlikle
birlikte yürürken, akılda kalan çok güzel enstantaneler de var. Kameranın ısrarla çektiği yüzlerdeki sessizliğin
altında yürüyen bir bilinçaltına sahip bir filmin gücünü yadsımak mümkün değil.
Trenden yalnız inen babasına annesinin nerede olduğunu sordurmayan bitmeyen bir
bekleyişi, uçan balondan yağdırılan gül yapraklarını, her bir kapıya asılmış sebze filelerini…
Mükemmel bir
başlangıcı, dağılan ikinci ve son bölümle yan yana tutamıyorum maalesef. Çağan Irmak’tan
devralınan bir dönem filmi estetiği, araya sıkıştırılan Cuma namazı
retoriğinden başka bir çağrıya kulak asmamaya devam etmiş Osman Sınav’da da…
Osman Sınav ilerlemiyor ve bence başarısız bir yönetmenlikten bahsetmek gerek,
bir de elini senaryoya uzatmak gibi bir hatadan.
Film tekniği ile başlayan ve yavaş yavaş dizi tekniğine dönen çekim gücü Osman Sınav’ın yakasına ödül takmama engel oluyor. Sinema yönetmenlerinin dizi çekmelerine işte bu yüzden karşıyım. İki ayrı ruha sahip gösteri sahnesinden birinde uzmanlaşabiliyor yönetmenler.
Film tekniği ile başlayan ve yavaş yavaş dizi tekniğine dönen çekim gücü Osman Sınav’ın yakasına ödül takmama engel oluyor. Sinema yönetmenlerinin dizi çekmelerine işte bu yüzden karşıyım. İki ayrı ruha sahip gösteri sahnesinden birinde uzmanlaşabiliyor yönetmenler.
Kenan İmirzalıoğlu’nun
mükemmele yakın bir performansla yaşattığı rol, diğer karakterlerin rol
balanslarına fazla baskı yapmaya gerek duyurmamış. Büyümüş Mustafa hariç, her
oyuncu rolünün ortasında yer tutmuş.
Hazırlık
aşaması 10 yıl süren bir filmin sekiz haftada çekilmesi filmin başarısını
olumsuz etkilemiş. Muhtemelen yönetmenin dizi çekim sorunları, filmin ruhunu
çalmış. Gözyaşlarına dokunan her film gibi, kameralarındaki usta hareketlere pinekleyen
gözlerdeki tembellik, kostümler ve reflekslerle eskinin tadını almaya engel
olamıyor.
Ödlek basın
mensuplarından, basın özgürlüğü ve yargı kurumları arasındaki ters fonksiyon
etkisine kadar her tema dokunduğu yeri
yakmış diyerek eleştirimi kesiyorum. Bir sosyal mühendisliğin rakı kokulu
tenhalarından uzakta filmler de çekilecektir belki de gelecekte. Osman Sınav ve
Mustafa Kutlu arkası saklı bir prototipin orkestrasında çalıştıklarını
saklayamıyorlar.
Mustafa Kutlu’nun
kaleminden çıkan hikâye için size iyi seyirler diliyorum. Gözlerinizi geçmişte
unutmayın lütfen; dumanları tüten siyah lokomotifin çocukluğunuza uzanan
vagonlarına da asılmaya kalkmayın.
“Ancak hayat
dediğin nedir ki. Anlaşılmaz bir sır. Kurduğumuz düzen hep Öyle sürüp gidecek
sanırız. Birden ip kopar, ışık söner, her şey darmadağın olur.”
“İnatsın inat…
İnatçı adamın saçı yatmaz!” diyor bir Mustafa Kutlu başka bir köşede. Doğru; Rakı
ve Cuma Selamlığı aynı ruhta ikamet etmez, etmeyecek! Her kasabada çekilen hatıra fotoğrafları da olsa canlanmış örnekler... işkencelerle çözülse de polisler.
Ahmet Haydar, Sonsuz Ark, 10. 03. 2013, Sinema Notları 6
Uzun
Hikâye İzlekleri:
Mustafa
Kutlu İzlekleri: