“Tadı damağımı yakıyor
o vakitlerin. Ruhum daralıyor yine.”
Halk neticelere bakar.
İşi var mı, canı emniyette mi, çoluk çocuğunun rızkını temin ederken arkasını
kollayan bir devlet emniyeti var mı, dinini-imanını muhafaza edebiliyor, emir
ve nehiyleri mahiyetiyle, lâyıkı ile yerine getirebiliyor mu, neslini şerden
uzakta tutabiliyor mu? 80 darbesi geldiğinde hiçbirimiz bu suallerin cevabını
iç ferahlığı ile veremiyorduk; anlattım, hiçbirimiz emniyette değildik. Asker,
devletin yapması gerekeni beş sene gecikerek yaptı, her gün akan kan durdu.
12 Mart 1971’i gördüm, 27 Mayıs 1960’ı yaşadım; 12 Eylül 1980 sabahı dükkâna gitmek için çıkarken önümü kesen askeri gördüğümde içim hem ferahladı hem de kasvet çöreklendi kafama. Eve döndüm; radyoyu açtım. Marşlar çalıyordu. Bu işte hayır yoktu; biliyordum.
Kenan Evren, kudretli
generaldi. Vatan topraklarında asayişi temin etmişti. Madem öyle, sıkıyönetim
vardı zaten, sıkıyönetim olan yerlerde her gün kan dökülüyordu. Niye
durdurmadın? Bu asker kışlasından çıkmak için niye bu kadar bekledi. Arka sokaktaki
bakkal niye öldü?
Bir vakit sonra,
parasız pulsuz gezen, veresiye mal verdiğim astsubayların altında sıfır
renoları gördüğümde eyvah demiştim, devlet battı. Kenan Evren, bütün esnafın
canını yaktı, işini batırdı koyduğu vergiyle. 50 bin lira vergi yazdı her küçük
esnafa. Bize de düştü bu vazife. Vazife diyordum, devlet istemiş biz de vereceğiz.
Ama elde avuçta 50 bin lira yok.
Birkaç bakkal, darabayı çekti, kapattı gitti. Onlara kızdım hatta, vergi vermemek için dükkan mı kapatılır? İşlerimiz çok da kötü değildi. İki sene evvel 48 bin liraya iki oda eklemiştik, bizim bir oda bir mutfak evimize… İki sene de devlet için çalışırız demiştim amma… iş öyle olmadı.
Birkaç bakkal, darabayı çekti, kapattı gitti. Onlara kızdım hatta, vergi vermemek için dükkan mı kapatılır? İşlerimiz çok da kötü değildi. İki sene evvel 48 bin liraya iki oda eklemiştik, bizim bir oda bir mutfak evimize… İki sene de devlet için çalışırız demiştim amma… iş öyle olmadı.
Bir albayı Belediye
Başkanı yaptı sıkıyönetim. 29 Eylül 1980'de 6. Kolordu Kurmay Başkanı Kurmay Albay Nuri Korkmaz Adana Belediye Başkanı oldu. Bu albayın solcu olduğunu sonradan öğrendik, emekli olduktan sonra da Demokratik Sol Parti
Kurucu Üyesi Parti Genel Sekreteri ve TBMM XVII. Dönem Adana Milletvekili yaptılar.
Acaba hangi subay hangi cenahtaydı? Allah bilir, ama albay bizim dükkanın ekmek
teknesine öyle bir tekme vurdu ki…
Yüreğir ve Seyhan
Ovalarının tüm köyleri, bizim dükkânın bulunduğu tek semte gelir; alışverişlerini
yapar giderlerdi. Haftada bir şehre gelen köy dolmuşları, sabahın erken
saatlerinde bizim dükkânın karşısına park ederlerdi. Köylüler, bana alışveriş
listesini bırakır, sonra çarşıya dağılırlar, ihtiyaçlarını giderirlerdi. Akşama
da gelir çuvallara koyduğum şekeri, çayı, mercimeği, pirinci alır giderlerdi.
Bizim can damarımız köylülerdi. Parası olan verir; olmayan ya buğday ya da pamuk
hasadına bırakırdı. Neredeyse altı ay.
Albay, köy
arabalarının Kalekapısı’na girişini yasakladı. Ne kadar esnaf varsa o semtte
felç oldu. 50 bin liralık vergiyi borçlanmışız, nasıl ödeyeceğiz; kara kara
düşünmeye başladık. Koca koca toptancılar batmamak için, köylere servis
çıkardılar; biz yerimizde saydık, gide kala komşu evlere ekmek, deterjan, sana
yağı satmakla geçinmeye çalıştık; olmadı. Bir daha boynumuzu doğrultamadık.
Bizim büyük oğlumuz,
memleketteki ata yadigarı bağı, bahçeyi, tarlayı sat, bir toptancı dükkanı aç, dedi
Abidinpaşa caddesinde… Aklıma yattı, ama kıyamadım kaç asırlık ata yâdigarı
topraklara. Satamadım. Gün geçtikçe geriye doğru gidiyorduk; zaten dört-beş
sene ya dayandık ya dayanamadık; darabayı indirdik.
Kenan Evren evladımızın rızkına da darbe indirmişti. Sonradan çoğu toptancı küçüldü, battı gitti. Hani Adana derler ya; herkese, her gelene kucak açan bereketli memleket, işte o Adana o günden beri rahat yüzü görmedi. Bugün de büyük bir köy gibi, devletin yetim, sahipsiz çocuğu hâlâ.
Kenan Evren evladımızın rızkına da darbe indirmişti. Sonradan çoğu toptancı küçüldü, battı gitti. Hani Adana derler ya; herkese, her gelene kucak açan bereketli memleket, işte o Adana o günden beri rahat yüzü görmedi. Bugün de büyük bir köy gibi, devletin yetim, sahipsiz çocuğu hâlâ.
Allah, rızkı alır da
verir de. O dükkân kimlere vesile olmadı ki… harçlığı, işi olmayan, evinde
ekmeği, yağı kalmayan kimin derdine derman olmadı ki? Köyden gelen yoksulun ilk
durağıydı. Tanıdık ağalara gönderirdim geleni; sucu, aşçı, patosçu, hergeleci
diye. Geçmiş zaman. Menemen yapardım, bazen bulgur küçük tüpte. Ufacık tavadan
yetişen doyururdu karnını.
Varlıktan darlığa
düşmek zordur; elim alışmış harcamaya… Dükkân parasız bırakmaz adamı; ama işte
rızık kesilince tıkanıp kalıyor insan. Büyük kızımızı gelin etmiştik darbeden
bir ay evvel. Allah ardından bir kız daha verdi bize. 10 nüfus var evde benle
beraber. Dükkân kirasını ödemekte zorlanınca, mahalleye taşıdım ekmek teknemizi.
On beş senenin acısı, tatlısı geldi geçti gözlerimin önünden; yas gibiydi o günler. Evin bir odasına taktık darabayı. Bir vakit de öyle idare ettik. Fakat, çok zordu o seneler. Allah, düşmanımın o raddeye düşmesine mâni olsun, diye dua ederim.
On beş senenin acısı, tatlısı geldi geçti gözlerimin önünden; yas gibiydi o günler. Evin bir odasına taktık darabayı. Bir vakit de öyle idare ettik. Fakat, çok zordu o seneler. Allah, düşmanımın o raddeye düşmesine mâni olsun, diye dua ederim.
95’e kadar emekli
etmediler bizi… Bağ-kur ilk 1971‘de kuruldu. Mecburî kaydolduk. Ne sağlık
hizmeti veriyor ne de emekli ediyor; başlangıçtaki şartları da değiştirdiler,
uzadı bizim emeklilik. Primleri ödeyemiyoruz, çoluk çocuk perişan.
Yeter şimdilik. Tadı
damağımı yakıyor o vakitlerin. Ruhum daralıyor yine. Allah, müsebbib olanlardan
rahmetini esirgesin; çok can yandı ölenden başka, çok aile harâp oldu. Sağ-sol
bitti, Türk-Kürt, terör soktular hemen içimize. . 80 darbesi kanatıyor hâlâ. O Kanın
hesabı bitmez, ama bu terör bittiğinde Kenan Evren ancak o zaman ruhunu teslim
edecek.
Piro Zaza, Sonsuz
Ark, 18.03.2013