Doğduğu andan itibaren
zamana paralel olarak annesinin bedeninden geleceğe doğru bir ok gibi fırlayan
insan, sarındığı alışkanlıklarla örer dakikalarını. Anların dokunuşlarına
odaklanmış bütün uzuvlarıyla, ruhunun sınır taşlarını döşer; iyiye ya da kötüye
kanat çırpan tüm başkaldırıları tek tek törpülendiğinde, insan, ağırlıklarıyla
oluşmuş bir bütündür artık. Öğrendikleri, onu alışkanlıklarını doldurduğu
maşrapasından beslenmeye zorlar.
Ağzı açık, sallandıkça içindekini sağa sola sıçratan bir maşrapadan başka bir şey değildir insanın alışkanlıklarının doldurulduğu kap. Saklanamaz, örtülemez içi, dudaklarından, ellerinden, gözlerinden ve dokunuşlarından dökülür insanlardan oluşmuş toprağa. Kulaklarından evirir tüm duyulacakları alışıldık, ihtiyârî tüm alışkanlıklar; her şey, ağırlıklarını bir arada tutmuş olan okun sonsuza yolculuğunu zorlaştırır.
Gözün görmeye
çalıştığı, geriden getirip biriktirdiği örtük histerilerle bezenmiş olan tadı
bilinen alışkanlıklardır. Bir öfke, bir gülüş, bir ses ya da bir kadının, bir
erkeğin kokusundan, iç tokuşturan rayihâsından yola çıkan alışkanlıklar.
Kulakların duymaya çalıştığı çarpık ya da düzenli, didaktik melodiler. Çığlıklar ve bütüncül dokunuşların sesleri… Yalnızlık, dayanılmaz iç çekişler, aşk, patlak duygular, ihanet, bağımlılık, acı; dokundukça haykıran umutların cılız sesleri. Bazen de umut, sevinç, çocuk sayhâları.
Kulakların duymaya çalıştığı çarpık ya da düzenli, didaktik melodiler. Çığlıklar ve bütüncül dokunuşların sesleri… Yalnızlık, dayanılmaz iç çekişler, aşk, patlak duygular, ihanet, bağımlılık, acı; dokundukça haykıran umutların cılız sesleri. Bazen de umut, sevinç, çocuk sayhâları.
Ellerin tutmaya
çalıştığı anne, güven, huzur ve daha da başka aykırı doğrular ya da hüzünlü
geçmiş; hepsi birer alışkanlık özlemine paydaş olan ve soğuyan ve ısınan ve
kaybolan ve dökülen maşrapanın girintilerinde saklı.
Gözlerden, kulaklardan
ve ellerden yüz bulamayan seslerin dokunarak ulaşmak istediği yıkıntı artığı
nefesler. Dokunmak. Gül’ün kadifesinden esinlenerek yürüyen şiirlerin,
şarkıların, babanın gözyaşlarına dokunmak. Alışkanlıkların doğurduğu
çâresizliğin ellerinden kurtulmak ve tutunmak için Allah’a dokunmak
.
Allah’a dokunmak,
alışkanlıklarını doldurduğu maşrapanın içine girememiş bir alışkanlıktır insan
için. Diline doladığı, ama asla zihninin her ânına mukayyet olamadığı için
dâhil edemediği zikrin, duanın ve kurtuluşun tadına alışamamak.
Allah’a dokunmaya
alışmak için devlete dokunmak, devletin gücüne yaslanarak Allah’ı anmaktan
koparacak bir serüvenin dehlizlerinde kaybolmak. Devlet; bir insan, bir imam,
bir put, bir lider ya da bir kadın, bir erkek. Fikrin düzenekleri arasında
yerleştirilmiş, her an infilak edecek olan bir bağımlılıklar zincirinde
kaybolmak…
Maşrapaya Allah’a
dokunmaktan daha zıt daha kötücül alışkanlıklar doldurmak ve her seferinde geriye,
gözlerin, kulakların, ellerin dokunduğu her şeyi, baştan sona, iblisin
ellerinde terk ederek bir mum gibi sönmek…. Sadece maşrapadan ibaret kalmak.
İnsan doğduğu anda bir
ok gibi fırlar hayata. Gördüğü, duyduğu, dokunduğu her şeyi öğrenir; öğrendiği
gördüğüne, duyduğuna ve dokunduğuna yüklenen geçmişten kalan tanımlar ve
alışkanlıklardır. Fırladığı andaki hızı her öğrendiği ile azalır; her azalma,
sıkıştırdığı insan ruhunu ağırlaştırır; her ağırlaşma alışkanlıkların gücünü
arttırır; alışkanlıklardaki her artış insanı Allah’a uzanmaktan uzaklaştırır.
Uzaklaşmaktır hayat; dosdoğru
bir nüve ile doğan insan için. İnsan kalabalığından yayılan alışkanlıklarla
bezenerek saflığından uzaklaşmaktır yaşamak.
Alışkanlıklar
maşrapasında geçirilmiş dakikaların değiştirelemezliğini gördüğünde insan,
bağırır; değişmemişliğin alışkanlıklara yüklenmiş kemiklerinde, kas gibi
sarınmış her ne varsa alıp fırlatmak ister. Yılların dokunduğu ruhu, yere
düşmüş bir ok anlatmaz insana; yorgun yolculuğunun bitmesini bekleyen bir
umutsuz tasvir eder. Umutsuz, çünkü; Allah’a dokunmayı, devlete dokunmak sanan
bir ahmaktır.
Alışkanlıklarına
yapışmış iyi bir insanın, her seferinde maşrapasından dökülenler, ağzından,
gözlerinden, ellerinden sıçrayan bir iyi niyet gösterisini resmeden ayrıntılardır.
Kimi anlarda, maşrapasına bakıp, maşrapasını ters çevirip alışkanlıklarını döktüğünde
insan, pişmanlıklarının içinde yüzen iyilik kırıntılarını aramaktadır
çâresizce. Teselli aramaktadır geçmişte; geleceğe dair bir yüz bakımlığı, bir
ışık, bir nur istemektedir mahşerin karanlığında parıldayacak olan.
Allah’a dokunmak,
Allah’ın emir ve yasaklarına bakan alışkanlıklar üretmektir. Öğrendiğinde
insan, anladığında insan, artık geri dönüşsüz bir zenbile yüklenmiştir; öylece
yürümektedir. Geri dönmek ve her seferinde yeniden fırlamak ve sonsuza dek
iyilik biriktirmek vaadi ile yalvarmaktadır Allah’a, alışkanlıklar maşrapasını
iyilikle doldurmayan insan. Zenbil geri dönmeyecektir artık; maşrapadan yükünü
sürükleyecektir göğe…
Vakitlenmiş duaların
sığınağı namaz, vakitlenmemiş dualardan uzakta ise, insan zihninin en ücra
köşelerinden çıkıp gelen iblisin fısıltılarına kulak vermiştir insan.
Yalnızlık, iblisin fısıltılarına kulak vererek, şah damarından daha yakın olan
Allah’a dokunmak istememektir; insan bunu bilir, çok iyi bilir. Alışkanlıklara
yüklenmiş kemikler isyandan biriktirilmiş kaslara sahiptir ancak… Kaçamaz.
Öyledir. Uzaklaşmaktır
hayat; dosdoğru bir nüve ile doğan insan için. İnsan kalabalığından yayılan
alışkanlıklarla bezenerek saflıktan uzaklaşmaktır yaşamak. Alışkanlıklarla dolu
bir maşrapadır hayat.