Alt tabaka, ahlaksız ve hırsızdı; yoksul kadınlar fahişeydi.
Kilisede,
kilisenin o seküler haşmetinde geçmişindeki ‘hırsız’ damgasının utancıyla
evlatlık edindiği kızdan ve zengin damadından kaçan yaşlı Jean Valjean son
nefesini verirken tipik melodram havası kokuyordu. Sefillerde 'Kurtuluş'u
kilisede resmeden Victor Hugo öyle ölmemişti ama…
22 Mayıs 1885’te 83 yaşında ölürken "Tanrı'ya inanıyorum, ahirete inanıyorum; fakat hiçbir kilise papazını başımda istemiyorum. Beni seven bütün dünya insanlarının gönülden dualarını bekliyorum. Bu benim için kâfidir."diyecekti; o bir deist ve aynı zamanda bir masondu.
Victor Hugo’nun en ünlü romanı Sefiller’in, tiyatro ve müzikle ilgisine gönderme yaparcasına müzikal tiyatro-opera gamında başarıyla uyarlanan bir film Les Misérables. V. Hugo, baştan sona yoksulları suçlayan, onların aç gözlülüğünü, bencilliğini anlatarak, onları bütün olumsuzlukların sorumlusu gibi gösteren bir roman; müzikal olarak tasarlanmış film de bu temaya uygun bir anlatı dili kullanmış.
Jean Valjean’ın zorunda kalarak, aç kalan ablasının çocuklarına ekmek temin etmek için başvurduğu hırsızlığı, romanın/filmin sonuna kadar bir utanç sarmalı olarak, aslında gereksiz ve saçma bir ısrarla, taşıyıp durması, bu aşağılayıcı anlatı dilinin varlığını netleştiriyor.
Victor
Hugo’nun bir kralcı bir subay çocuğu olarak elde ettiği seçkin hayat ve bu
hayatın sürmesi için edinmesi gereken kralcı ve kiliseci bakış, önceki
eserlerinde olduğu gibi Sefillerde de mevcut. Ancak Sefiller, yazım sürecinde
geçen 17 yılı, krala, imparatora olumsuz bakmaya başlayan ve tek kurtuluş
olarak kiliseyi gören bir yazarın eseri olarak duruyor.
Les
Misérables, herkes kötü olsa bile, kötülüğe//kötülere karşı kilisenin, açları
doyuran, suçluları bağışlayan, koruyan ve kollayan maskesini tanıtan bir
propaganda filmi aynı zamanda. Tabi Hugo, ömrünün son demlerinde nasıl
kralcılıktan vazgeçip cumhuriyetçi olmuşsa, aynı şekilde kiliseden vazgeçip,
Kilise karşıtı bir deist olarak değişmiştir. Bu perspektiften bakıldığında
Victor Hugo’nun Sefiller’le elde etmek istediği bütün sonuçları yaşarken
reddettiğini görüyoruz. Sefiller başarısız bir sosyal proje olarak ortada kalmış
gibi görünüyor ve onu ilk terk eden de, sanki ben terk ettim siz de terk edin
dermiş gibi sürekli fikir değiştiren yazarı Victor Hugo.
Hugo’nun
kralcılıktan cumhuriyetçiliğe, katoliklikten deizme geçişi baştan tasarlanan
bir strateji gibi duruyor. 1789 Mason Darbesi’nden sonra Fransa’ya hâkim olan
masonik organizma böyle bir tasarım üretmiş gibi görünüyor. Voltaire ve ekibi
kralı devirmişlerdi, Hugo ve ekibi kiliseyi etkisizleştirecekti.
Filmde/romanda
kralcı subay Javert’e yüklenen kralcı baskı, gerek yazarın subay çocuğu olması
gerekse, krala karşı duygularının netleşmemiş olması dolayısıyla çok yüzeysel
işlenmiş. Görevini yaptığına inanan bir subayın vicdanıyla sıkıştığı yerde
intiharı seçmesi, yazarın da doğrudan kralı suçlamak yerine eleştiri oklarını
yoksul halka çevirmesi kararsız bir olguyla dopdolu olduğunu anlatıyor bu
başyapıtın. Krala/İmparatora karşı başlatılan sokak isyanlarında isyancı bir
çocuğa ateş ederek onu öldüren askeri, görev aşkıyla donatan bir romantizmle
karşılaşmak ve aynı romantizmi küçük bir kız çocuğunun sorumluluğunu alarak,
ömür boyu kaçmak ve yine zorunda kalarak isyancılara katılmakla tamamlayan sorumsuz
bir yapıt.
Fransa
Cumhurbaşkanı Nicola Sarkozy kendisinin elini sıkmak isteyen bir çiftçiye
"Defol sefil herif" derken, Victor Hugo ile aynı yerden bakıyordu.
Alt tabaka, ahlaksız ve hırsızdı; yoksul kadınlar fahişeydi. Tabi Sarkozy’nin,
Hugo’nun metresleri hangi sınıfa giriyordu, sormak gereksizdi. Hugo, isyana bir soylunun torununu lider seçerek sefillerin lider sorunsalını da bu felsefeyle çözmüştü.
Victor Hugo, romanlarında, oyunlarında ve şiirlerinde Kilise işleyerek büyük bir ün sağlamıştı kendisine. 1802'de Fransa'da doğan, 1824 yılında Fransız romantiklerin yayın organı olan La Muse Française dergisini kuran Hugo, 1831'de 29 yaşında iken Notre Dame de Paris (Paris'in Notredame Kilisesi) adlı romanını yayımladı; 10 yıl sonra, 1841 yılında Fransız Akademisi'ne, 1848 Devrimleri'nden sonra parlamento üyeliğine seçildi. 3. Napoleon'un hükümet darbesini engellemeye çalıştı, başaramayınca 1851 yılında Belçika'ya kaçmak zorunda kaldı. Ateşli bir demokrasi ve cumhuriyet yanlısı olarak imparatorluk rejimini eleştiren yapıtlar yazdı. 1855-1870 arasını küçük bir İngiliz adası olan Guernsey'de geçirdi. 1862 yılında 17 yılda yazdığı Les Misérables (Sefiller) yayımlandı. Dante’nin kovulduğu Floransa’ya onurla dönmek için yazdığı İlahi Komedyasına benzer bir beklentiyle yazılmıştı Sefiller. Kralcıydı; yoksulları suçluyordu. Yoksulların düşünemeyeceklerini ve soylular olmadan sefillikten kurtulamayacağını anlatıyordu.
Hugo 1866'da Les Travailleurs de la Mer (Deniz İşçileri) ve aynı yıl L'Homme qui Rit (Gülen Adam) gibi romanlarını yayımladı. Fransa'da Cumhuriyet yeniden kurulunca Paris'e döndü. Ulusal Meclise seçildi. Artık Fransa'nın en gözde kişilerinden biriydi. Paris Komünü'nün ezilmesinden sonra komüncülerin bağışlanması için çok uğraştıysa da sonuç alamadı. Giderek siyasal ve toplumsal yaşamdan elini eteğini çekti.
Victor Hugo, romanlarında, oyunlarında ve şiirlerinde Kilise işleyerek büyük bir ün sağlamıştı kendisine. 1802'de Fransa'da doğan, 1824 yılında Fransız romantiklerin yayın organı olan La Muse Française dergisini kuran Hugo, 1831'de 29 yaşında iken Notre Dame de Paris (Paris'in Notredame Kilisesi) adlı romanını yayımladı; 10 yıl sonra, 1841 yılında Fransız Akademisi'ne, 1848 Devrimleri'nden sonra parlamento üyeliğine seçildi. 3. Napoleon'un hükümet darbesini engellemeye çalıştı, başaramayınca 1851 yılında Belçika'ya kaçmak zorunda kaldı. Ateşli bir demokrasi ve cumhuriyet yanlısı olarak imparatorluk rejimini eleştiren yapıtlar yazdı. 1855-1870 arasını küçük bir İngiliz adası olan Guernsey'de geçirdi. 1862 yılında 17 yılda yazdığı Les Misérables (Sefiller) yayımlandı. Dante’nin kovulduğu Floransa’ya onurla dönmek için yazdığı İlahi Komedyasına benzer bir beklentiyle yazılmıştı Sefiller. Kralcıydı; yoksulları suçluyordu. Yoksulların düşünemeyeceklerini ve soylular olmadan sefillikten kurtulamayacağını anlatıyordu.
Hugo 1866'da Les Travailleurs de la Mer (Deniz İşçileri) ve aynı yıl L'Homme qui Rit (Gülen Adam) gibi romanlarını yayımladı. Fransa'da Cumhuriyet yeniden kurulunca Paris'e döndü. Ulusal Meclise seçildi. Artık Fransa'nın en gözde kişilerinden biriydi. Paris Komünü'nün ezilmesinden sonra komüncülerin bağışlanması için çok uğraştıysa da sonuç alamadı. Giderek siyasal ve toplumsal yaşamdan elini eteğini çekti.
Sefillerin
kaç adet basıldığını merak eden Victor Hugo, yayımcısına sadece “?” işareti
olan bir mektup göndermiş, karşılığında da “!” cevabını içeren mektup almıştı.
Sefiller’i
kitaptan okuyanlar, filmde de aynı içeriği bulmaktan kuşkulanmamalılar.
Kahramanlar bu kez teatral bir dille, müzikal tadında konuşuyorlar. Başlangıçta
yadırganan, uzun ilk sekanstan sonra alışılan dil filmin ana kurgusu işlenirken
normal diyalog ayarlarına dönüyor olsa da, filmin öyküye olumsuz katkısı yok.
Aksine filmde Hugo’nun yoksulları suçladığını net bir şekilde aktaran bir sinematografi
var denebilir. Ancak nedense İngilizce diyaloglar sırıtmış görünüyordu,
Fransızların filmini Hollywood’un çekiyor olması, birazdan daha fazla tuhaftı.
Fransız sinemasının ölümü mü masonik organizasyonun yeni bir uyku modeli mi
anlamak güç.
Fransa’nın
yeniden karmaşaya, yoksulluğa gömüldüğü 21.yüzyılda Sefiller, ciddi bir tahfif
de içeriyor; Fransız kültürünün yüksek katlardan aşağılara yuvarlandığını başka
bir şekilde anlatamazdı Universal’e yaptırdıkları bu filmle, İngilizler.
İngilizlerin, Fransızlara karşı Robin Hood’la başlayan bir karşıt taban
oluşturma çabasını fark etmek güç değildi.
Filmi izlemek
ya da kitabı okumak istemeyenler için özet:
“Jean Valjean
ekmek çaldığı için beş yıl kürek cezasına çarptırılmış, birkaç kez kaçmaya
kalkıştığı için cezası ağırlaşmış, on dokuz yıl hapiste kalmıştır. Çok kuvvetli
bir insan olan Jean Valjean, hapiste iyi duygularını kaybetmiş gibidir.
Hapisten çıkınca, mahkûm olduğunu gösteren belge yüzünden herkes ona kötü
davranır. Bir piskopos onu evine alır, o ise evden gümüş takımları çalar, fakat
yakalanır. Piskopos şikayetçi olmaz, üstelik ona iki de gümüş şamdan hediye
eder; onlardan elde edeceği parayı namuslu adam olma yolunda harcamasını ister.
Son olay, Jean Valjean’ın yaşamında bir dönüm noktası olur. Madeleine adıyla iş
hayatına atılır, zengin olur, belediye başkanı seçilir. Fantin adında düşmüş,
fakat ruhça temiz bir kadını polis şefi Javert’in elinden kurtarır. Javert,
birdenbire ortaya çıkan ve kısa sürede zengin olan ve herkesin “Baba” dediği
Madeleine’in kim olduğunu merak eder. Madeleine, aranmakta olan Jean Valjean
diye başka birisinin yakalandığını öğrenince, kendi yerine suçsuz birinin
küreğe mahkûm edilmesine gönlü razı olmaz, polis şefi Javaert’e teslim olur. Jean
Valjean, zindandan yine kaçar. Bu kez Fantine’in kızı Cossette’i büyütüp
yetiştirmek ister. Javert, yine peşindedir. Jean Valjean bir manastıra
saklanır, Fauchelevent adı ile yaşar. Cossette büyümüştür. Üniversite öğrencisi
Marius ile aralarında bir aşk doğar. Jean Valjean, Marius’u daima korur.
İhtilal başlamış, Marius, Cumhuriyetçilerin safında yer almıştır.
Cumhuriyetçilerce daha önce esir alınan Javert idam edilecektir. Bu işi Jean
Valjean alır ve o, Javert’in kaçmasına göz yumar. Marius çatışmada yaralanır.
Ona Javert yardım eder. Jean Valjean teslim olmak için geri döner, ancak Javert’i
bulamaz. Javert, minnettarlık duygusuyla, görevini yapmadığı için Seine nehrine
atlayarak kendi kendisini cezalandırmıştır. Marius ile Cosette evlenirler. Çok
yaşlanmış olan Jean Valjean ölür; başucunda piskoposun kendisine hediye ettiği
şamdanlar yanmaktadır.”
Oyuncuların
teatral kapasitelerinin sınandığı Tom Hooper’in yönettiği, Alain Boublil, Claude-Michel Schönberg’in
senaryosunu yazdığı Les Misérables, sinema sanatına teatral kokuyla bakmanın
mümkün olduğunu da kanıtlamış görünüyor. Hugh Jackman’ın başrolde oynadığı filmde
Russel Crowe bir alt rolde durmayı seçmiş. Anne Hathaway, iyi bir dram oyuncusu olabileceğini göstermiş.
Russel Crowe, son Robin Hood filminde
olduğu gibi yine masonik altyapısı olan bir filmde. Görüntüler ve sinema
işçiliği bir sanat yapıtına uyacak kalitede. Filmin eklektik bir sinema yapıtı
olmadığını söyleyerek bitirelim.
İyi seyirler.
Ahmet Haydar, Sonsuz Ark, 28. 03.
2013, Sinema Notları 7
Vicot Hugo İzlekleri:
Les
Misérables İzlekleri (Film):
2-http://www.imdb.com/title/tt1707386/fullcredits?ref_=tt_ov_st_sm#cast 3-http://www.beyazperde.com/filmler/film-190788/
Les
Misérables İzlekleri (Kitap):