5 Nisan 2013 Cuma

SA222/RK6: Çürüyen Ekonomik Sarmal ve İlkel Zamanlara Dönüş

“Aile kavramı bencilliklerle deforme edildiğinden, sosyolojik ve ekonomik ölüm kaçınılmaz bir son olarak ABD’nin ve Avrupa ülkelerinin karşısında duruyor.”


Dünya ekonomisini yönetenlerin, 19. ve 20. yüzyıllardaki kıtlık/güvenlik/savaş gibi tehdit algılarının planlanmasına müdahale ederek kıskaç teorileri ile devletleri faizle borçlanmaya zorlaması, ekonomi (iktisat) tanımını değiştirdi. Ekonomi, yeryüzündeki yeterli kaynakları egemen güçlerin kontrolünde tutabilmek için ‘kıt kaynakların yönetimi’ olarak tanımlandı. Minyatür bir devlet modeli olan bir evin varlığını sürdürmesi için gerekli olan enstrümanları yönetmek demek olan ekonomi, dar alanlı, yönetici elitin taleplerini ve çıkarlarını öne çıkaran bir yapı olarak tanzim edildi.

İnsanlık tarihi boyunca üretim (ekme, biçme), tüketim (yeme, içme, giyinme, barınma, ısınma), tasarruf (biriktirme) ve yatırım (mülkiyet) gibi dört çekirdek olguyla yetinebilen insan, ticaret, dağıtım, ithalat ve ihracat gibi kavramları kendi doğal akışında tedrici olarak içselleştirdikten sonra sistematik olarak işgücünü, sermayeyi, doğal kaynakları kullandı;  üretim, ticaret ile dağıtımda rol alan ekonomik kuruluşlarla mal ve hizmetlerin tüketimini arttırarak ekonomiyi genişletti.

20. yüzyılın tümünde ve 21. yüzyılın başlangıcına kadar geçen sürede ekonomi, teknolojik inovasyon, tarih ve sosyal organizasyon ile coğrafya, doğal kaynaklar, gelir ve ekoloji gibi ana faktörlerin birleşmesiyle de devasa bir ilişkiler ağına dönüştü. Bugün, tabana inildikçe azalan, tabandan uzaklaşıldıkça artan gelir grafiği, bu devasa ilişkiler ağının sömürü merkezli yapısından kaynaklanmaktadır. Faiz de sömürü merkezli bu yapıyı süreklileştiren ana enstrümandır.

Faize endeksli ekonomik sistemler, 2008 krizine dek, sıra dışı bir refah düzeni ile ABD‘yi ve Avrupa ülkelerini gelişmiş ülkeler düzeyinde tuttu. Gelişmiş ülkelerin ‘kıtlık’ tanımlı ekonomi ile sorunları yoktu. Tanımı yapabilme güçleri, onları bu tanımın dışında tutuyordu. Doğal olarak gelişmiş ülkelerin dışında kalan ülkeler, ‘kıtlık’ tanımlı ekonominin doğrudan muhatapları olmak zorundaydılar.

Dünyanın bütün ekonomik değerlerini satın alabilen dolar, sterlin, mark, frank ve sonradan euro, dar gelirli ülkelerin hayat damarlarına vurulan birer pranga gibi faizden sonraki sömürü araçları oldular. Gelişmiş silahlara sahip devletlerin, özgürlük arayışları karşısında ürettikleri dehşet, darbeleri ve orantısız güç savaşlarını süreklileştirdi. Silahlı güce dayalı ekonomik refah, aşırı tüketim alışkanlıklarının bir üst sınırı bulunmadığından kendi içinde tıkanmaya başladı.

Dünyanın geri kalanını sömüren ABD’li ve Avrupalı şirketler daha fazla kâr hırsıyla üretim merkezlerini ucuz işgücüne sahip Çin, Hindistan ve Bangladeş gibi ülkelere taşıdıktan çok kısa bir süre sonra, ABD ve Avrupa ülkeleri üretimden gelen güçlerini kaybettiler.  İşsizlikle başlayan tıkanıklık, Kıtlık tanımlı ekonomiyi içeriye taşıdı. Kıt kaynakların yönetilmesi gibi yepyeni bir sorunla karşılaşan gelişmiş ülkeler, sahip oldukları ekonomik tröstlerin acımasız kurallarına boyun eğdiler. Özel sektör, devletlerin sosyal yönlerini hırpaladı ve faiz sarmalı ile nefesiz kalan batılı ekonomiler ve ilgili kuruluşlar güven kaybettiler ya da iflas ettiler.

İnsanlık binlerce yıl sonra üretim (ekme, biçme), tüketim (yeme, içme, giyinme, barınma, ısınma), tasarruf (biriktirme) ve yatırım (mülkiyet) dört çekirdek ekonomik kavramla yeniden sınırlandı. ABD ve AB gibi gelişmiş ülkelerde artan işsizlik, sosyal güvenlik sisteminde yaşanan finansal sorunlarla daha da derinleşti. Emekliler, zorunlu ihtiyaçlarını giderecek gelirden yoksun kaldılar; çalışacak durumdaki iş gücü, rekabet koşullarına yenilen gelişmiş ekonomilerin tasarruf tedbirlerine kurban edildi. ABD ve AB ülkeleri yaşadıkları ekonomik travmaları atlatabilmek için, küreselleşmenin sonunu hızlandırdılar ve ulusallaşma stratejileri geliştirmeye başladılar.

Ulusallaşma katı kurallarla inşa edilmek istendi. Göreli olarak küçük ekonomiler kaldıraç olarak kullanılmak üzere deney alanına dönüştürüldü. İzlanda, Yunanistan, Güney Kıbrıs ve benzeri ekonomiler vahşi dengeler gözetilerek ateşte ısıtıldı ve birdenbire soğutularak bu ülkelerde yaşayan halk açlığa terk edildi. İspanya, Portekiz ve İtalya gibi büyük ekonomiler stres üretme kapasiteleri dikkate alınarak korundu.

Artan işsizlik göçmenler üzerinde kurulan baskıları arttırdı. Fransa, Almanya, Yunanistan ve demokratik alışkanlıkları insan hakları üzerine bina edilmiş görünen İsveç, Norveç, Finlandiya, Danimarka gibi kuzey ülkelerinde aşırı ırkçılık devletlerin desteği ile tırmandırıldı. Özellikle Almanya  ve Fransa’da göçmenlerin yakılan evleri, dehşet üretmek ve oluşan atmosferle birlikte göçmenleri tedirgin ederek kaçmalarını sağlamaya yönelikti.

Göçmenler gettolarda yaşamaya zorlandı. Yaşlı Alman kadınlar sokaklarda karşılaştıkları göçmen çocuklarını ailelerinin yanında kollarından tutup yerlere fırlattılar. Alman mahkemeleri ‘sünnet’ gibi dinî uygulamaları ‘yaralama suçu’ olarak tanımlayarak yasakladı. Fransa, Müslüman kadınların giyimleri üzerinden üretilen yasakları genişletti. Avrupalılar aç kaldıklarında vahşileşiyorlar ve iki yüz yıldır sömürdükleri insanları acımasızca aşağılıyor ve kovmaya çalışıyorlardı.

Amerikan Merkez Bankası FED’in, Avrupa Merkez Bankası olan ECB’nin uyguladığı sıfır faiz politikasına büyük ekonomik sarsıntılar geçiren, ancak Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ın aksine AB ve Almanya için deney tüpü olmayı reddeden Macaristan Merkez Bankası da dâhil olduğunda gelişmiş ülkelerin tutundukları yeni dal netleşti; sıfır faiz, üretimi, tasarrufu ve yatırımı güçlendirecek böylelikle zorunlu tüketim sorunları çözülecekti; refah başka bir bahara ertelenmişti. Amerikalılar ve Avrupalılar, kendilerine ait faize ve sömürüye dayalı kapitalist sistem araçlarını reddederek ayakta kalabileceklerinin farkına varmışlardı.

ABD ve Avrupa ülkelerinde yönetici elitin yaşadığı etik sorunlar (yolsuzluk, haksız kazanç, rüşvet) gelişmemiş ülkelerdeki kadar yaygınlaşmamış da olsa, çöken kapitalist sistemde hırsızların olmaması mümkün değildi. Batı bütün kurumları ile önceliklerini tek tek yitirmişti ve ilkel güdülerinin esiri olmuştu.

Örneklik değeri düşen gelişmiş ülkelerin öğrenecekleri yeni şeyler var; tasarruf ve sosyal paylaşım olarak tasadduk. Aşırı tüketim çılgınlığının dünyaya ikram ettiği vahşet, dizginlenmiş olarak insanlığın hizmetinde; fakat Batılılar ödeyecekleri bedelle meşgul olduklarından yapabilecekleri fazla bir şey yok. Aile kavramı bencilliklerle deforme edildiğinden, sosyolojik ve ekonomik ölüm kaçınılmaz bir son olarak ABD’nin ve Avrupa ülkelerinin karşısında duruyor.

Ragıp Kefeci, Sonsuz Ark, 04.04.2013
Ragıp Kefeci Yazıları

Seçkin Deniz Twitter Akışı