Heyet-i
Nasîha, Âkil İnsanlar Heyeti, Hükümetin Çözüm Stratejisi, Muhalefet Partilerinin Çatışmacı Dili
“Herkesin
birinci sınıf olduğu bir Türkiye inşa etmenin çabası içerisindeyiz.”
Başbakan Erdoğan
Başbakan Erdoğan
Türkiye, çok
boyutlu bir değişim sürecinden geçiyor. Değişiyor; yaklaşık iki yüz yıllık modernleşme/çağdaşlaşma
ve aynı zamanda ayrışma dönemini büyük bedeller ödeyerek geride bırakıyor.
Tarihte hiçbir toplumda çoğunlukçu bir talebe bağlı olarak sosyolojik değişim
yaşanmadı, Türkiye de bu hususta istisna değil ve diğer ülkelerden görece çok
daha avantajlı bir profil sergiliyor.
İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, Rusya, Çin, Japonya ve ABD birkaç kişiden oluşan komisyonlar tarafından yüksek basınçla kapitalizm, sosyalizm ve ikisiyle birlikte ateizm ile değişime zorlandı. Her zorlama karşı tepkiler alsa da sonuçlar değişmedi ve toplumlar bugün tasarlandıkları biçimde küresel sahnede yer alıyorlar. Yani büyük bir kaosun irrasyonel parçaları olarak büyük bir çöküşün fonksiyonel sonuçlarını bizlere anlatıyorlar.
Türkiye ise
dağılmadan; eksikleriyle erimeden, kendisini onararak geleceğini tasarlıyor.
Uzun ilk aşamadan sonra ikinci aşamaya geçmiş sosyolojik ve kültürel değişim,
üçüncü ve son aşama için olumlu veriler taşıyor. Artan ekonomik gelirle
birlikte, daha özgün daha sorgulayıcı bir toplumsal yapı şekilleniyor.
Türkiye,
kendisini zorlayan iki yüz yıllık zorba devleti ve devleti aracı kılarak
insanların hayat alanını daraltan tarihî karakterleri sorguluyor. Darbeleri
yargılıyor, darbe teşebbüslerini cezalandırıyor. Devleti sadece bir etnik
temele oturtmaya çalışan insanlık dışı politikaları acımasızca eleştiriyor.
Devlet eliyle icra edilen kültürel ve etnik asimilasyona karşı refleksif değil
rasyonel/demokratik tepkiler vererek illegal güç merkezlerini geriletiyor.
Cumhuriyet’in
kuruluşundan önce başlayan ırk temelli ayrışmaların yüz yıllık bedeli, genel
muhasebe hesaplarıyla tespit edilerek, kâr-zarar karşılaştırması yapılıyor.
Devlet böylelikle asimile etmeye çalıştığı Türk dışı etnik bileşenlerini tarihî
bir uzlaşmayla, saygıyla karşılayacak bir olgunluğa ulaşıyor.
Toplumsal
taleplerin %50 lik oy oranı ile 11 yıldır iktidarda olan Adalet ve Kalkınma
Partisi eliyle realize ediliyor olması, kronik elit rahatsızlığını arttırıyor
ve vatandaşların lehine elde edilen her bir kazanım, bu grubun depresif/agresif
tepkiler vermesine neden oluyor. Ancak; toplum sürü tasnifini reddediyor ve
çatışmacı fikirleri tarihin karanlık odalarına gömmeye kararlı görünüyor.
Cumhuriyetin
ilk elitlerinin ürettiği asimilasyon politikalarının, sonraki dönemde yine
elitlerce 12 Eylül 1980 darbesi ile sistematik biçimde terör üretecek şiddette
daha da sertleştirilmesi, yoksulluğun artması, eğitimin kalitesizleşmesi,
dillerin yasaklanması, dinî özgürlüklerin kısıtlanması gibi sonuçlar üretti. CHP
Genel Başkanı Kılıçdaroğlu Nisan 2013’te, “12 Eylül PKK'yı güçlendiren bir olaydır.”
diyecekti.
Farklı etnik
bileşenlerin Türk varlığı merkezli projeksiyonlarla aşağılanması ile birlikte,
ABD’nin, İngiltere’nin, Almanya’nın, Fransa’nın ve Rusya’nın doğrudan
müdahaleleri ile ortaya çıkan terör ve bölücü semptomlar 34 yıllık bir kanlı
geçmişten sonra, yeni yüzyılda farkındalığı artan toplum tarafından
reddediliyor. Ağırlaştırılmış müebbed hapse mahkûm olan PKK lideri Abdullah
Öcalan, ideolojik bozunmalar yaşıyor; kendi eliyle yazdığı birleştirici
ayrıntıların vurgulandığı mektuplarla silahlı militanlarını eylemsizliğe davet
ediyor ve onları sınırların dışına gitmeye zorluyor.
Terör ve
terörle birlikte anılan bir savaş sona ererken zafer kazanan hiç kimse yok.
2010-2012 yıllarında, büyük şehirlerin ara sokaklarına kadar inen, Türkiye’yi
ikiye bölen bir kontrol alanı iddiasına kadar çıtası yükseltilen bir silahlı
mücadele ansızın bitiyor ve toplum inanamayacağı bir hızla barışla tanışmaya
başlıyor.
İnsanların
anlamlandırmakta zorlandığı, kuşkulandığı barış sürecinde akıllara takılan
sorular Hükümet tarafından doğrudan cevaplanmasa da, nedenler ve sonuçlar
arasındaki bu hızlı ilişki tam olarak açıklanmasa da soruların, kuşkuların bir
tek açıklaması var: Dış destekli bir terör formu, darbecilerin stratejileriyle
ırk temelli bir başkaldırıya dönüşürken; Terör Sorunu ile Kürt Sorunu
bütünleştirilirken etkin güç olarak çalışan Amerika Birleşik Devletleri,
Türkiye’ye yaşattığı iç savaştan kendi çıkarları gereği vazgeçiyor. PKK lideri
de asla karşı çıkamayacağı ABD’nin talimatlarını hızla uygulayarak Türkiye’nin
bölgesel ve küresel politikalarına uygun bakış açılarıyla kendi taraftarlarını
ikna ediyor.
Terörü
destekleyen ABD’yi, Almanya’yı Fransa’yı ve İngiltere’yi kıskaca alan dış
politika hamleleri sonuca ulaşma hızını arttırdı. Hükümetin 2009’da başlattığı
çözüm süreci PKK tarafından sabote edilerek başarısızlığa uğramasına,
aksamasına rağmen sona ermedi. Hükümet
dış politik hamlelerle elde ettiği avantajı bu kez aracısız görüşmelerde ivme
arttırıcı etken olarak kullandı.
Şiddeti ve silahlı saldırıları arttıran PKK’ya karşı hükümetin talimatlarına uyan TSK acımasız bir temizlik harekâtına girişti. Savaşçı 1300 militanın imha edilmesi, PKK’yı büyük bir bunalıma sürükledi. Şehir yapılanması olan KCK büyük bir baskıyla kontrol altına alındı. PKK ile görüşmeler bu koşullarda başladı.
Darbe tehditleriyle 2010 yılına kadar engellenen Hükümet, referandumla yaptığı anayasal değişikliklerden sonra iç politika araçlarını üretecek kapasiteye ulaştı. 2011’de yaşanan Mit müsteşarına yönelik sindirme harekâtına rağmen, 2012 yılı sonlarına doğru geliştirilen stratejilerle Öcalan’la görüşmeler başlatıldı ve Başbakan Erdoğan büyük bir özgüvenle ‘Terör Sorunu’nun çözümüne yönelik büyük adımlar attı. Görüşmeler sürerken ilk toplantı tutanakları sızdırılarak hükümetin ihanet içerisinde olduğu savı işlendi.
Sızdırma amacına ulaşmadı, aksine Öcalan’ın sert ve dengesiz yorumlarının değişmesine, kurgulanan tuzakların deşifre edilmesine yaradı. BDP’li vekiller tahrik edici tutumlarını bıraktılar, KCK tutukluları peyder pey serbest bırakıldılar.
CHP ve MHP’nin gittikçe saldırganlaşan tavırları çözüm sürecinde tünelin ucunun göründüğünü gösteriyordu. Başbakan’ın terörle beslendiğini iddia ettiği iki parti Kürt sorunu ile terör sorununun başlamasına ve derinleşmesine neden olan derin yapılanmalarla doğrudan ve dolaylı ilişkileri; terör örgütü olarak yargılanan ve Türkiye’de her türlü terörle ilişkili olan Ergenekon yapılanmasında yer alan milletvekilleri vardı.
Şiddeti ve silahlı saldırıları arttıran PKK’ya karşı hükümetin talimatlarına uyan TSK acımasız bir temizlik harekâtına girişti. Savaşçı 1300 militanın imha edilmesi, PKK’yı büyük bir bunalıma sürükledi. Şehir yapılanması olan KCK büyük bir baskıyla kontrol altına alındı. PKK ile görüşmeler bu koşullarda başladı.
Darbe tehditleriyle 2010 yılına kadar engellenen Hükümet, referandumla yaptığı anayasal değişikliklerden sonra iç politika araçlarını üretecek kapasiteye ulaştı. 2011’de yaşanan Mit müsteşarına yönelik sindirme harekâtına rağmen, 2012 yılı sonlarına doğru geliştirilen stratejilerle Öcalan’la görüşmeler başlatıldı ve Başbakan Erdoğan büyük bir özgüvenle ‘Terör Sorunu’nun çözümüne yönelik büyük adımlar attı. Görüşmeler sürerken ilk toplantı tutanakları sızdırılarak hükümetin ihanet içerisinde olduğu savı işlendi.
Sızdırma amacına ulaşmadı, aksine Öcalan’ın sert ve dengesiz yorumlarının değişmesine, kurgulanan tuzakların deşifre edilmesine yaradı. BDP’li vekiller tahrik edici tutumlarını bıraktılar, KCK tutukluları peyder pey serbest bırakıldılar.
CHP ve MHP’nin gittikçe saldırganlaşan tavırları çözüm sürecinde tünelin ucunun göründüğünü gösteriyordu. Başbakan’ın terörle beslendiğini iddia ettiği iki parti Kürt sorunu ile terör sorununun başlamasına ve derinleşmesine neden olan derin yapılanmalarla doğrudan ve dolaylı ilişkileri; terör örgütü olarak yargılanan ve Türkiye’de her türlü terörle ilişkili olan Ergenekon yapılanmasında yer alan milletvekilleri vardı.
Türkiye,
barış ya da çözüm süreci denen bu yüksek gerilimli süreci sanıldığının aksine
çok sakin geçiriyor. CHP ve MHP yönetimi ile onlarla ilişkili medya organları
dışında gerginlik üreten hiçbir merkez kalmadı. Toplum, bu ayrışmanın
farkındaydı. Başbakan’ın ve hükümetinin geliştirdiği iç politika araçları bu
farkındalığı arttırmaya yönelik bir iletişim sürecinin parçaları olarak yavaş
yavaş belirginleştiler.
Erdoğan, çözüm isteyen insanların çözüme ilişkin görüşlerini halkla paylaşmaları için ‘Âkil İnsanlar’ diye tanımlanan her biri 9 kişiden oluşan ve Türkiye’nin 7 bölgesi için belirlenen gruplarla 63 kadını ve erkeği, “Heyeti oluştururken çok zorlandık. Heyetin etkinliği ve çalışma kolaylığı açısından sayıyı sınırlı tutmak zorundaydık. 76 milyonun özeti sayılabilecek bir listeyi oluşturmaya gayret ettik “ diyerek mesleklerinin ve cesaretlerinin etkilerini iç savaşı sona erdirmek için kullanmak üzere 04.04.2013 günü, Dolmabahçe Sarayı’nda 'Çözüm Süreci Akil İnsanlar Heyeti İstişare Toplantısı’ ile bir araya getirdi. Toplantıya, Başbakan yardımcıları Bülent Arınç, Bekir Bozdağ ve Beşir Atalay, Adalet Bakanı Sadullah Ergin, İçişleri Bakanı Muammer Güler, Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan da katıldı.
Erdoğan, çözüm isteyen insanların çözüme ilişkin görüşlerini halkla paylaşmaları için ‘Âkil İnsanlar’ diye tanımlanan her biri 9 kişiden oluşan ve Türkiye’nin 7 bölgesi için belirlenen gruplarla 63 kadını ve erkeği, “Heyeti oluştururken çok zorlandık. Heyetin etkinliği ve çalışma kolaylığı açısından sayıyı sınırlı tutmak zorundaydık. 76 milyonun özeti sayılabilecek bir listeyi oluşturmaya gayret ettik “ diyerek mesleklerinin ve cesaretlerinin etkilerini iç savaşı sona erdirmek için kullanmak üzere 04.04.2013 günü, Dolmabahçe Sarayı’nda 'Çözüm Süreci Akil İnsanlar Heyeti İstişare Toplantısı’ ile bir araya getirdi. Toplantıya, Başbakan yardımcıları Bülent Arınç, Bekir Bozdağ ve Beşir Atalay, Adalet Bakanı Sadullah Ergin, İçişleri Bakanı Muammer Güler, Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan da katıldı.
Başbakan’ın
açıklamaları çok netti:
“Bu ülkede,
bu topraklarda aynı milletin fertleri olarak hepimiz aynı zulmü iliklerimize
kadar yaşadık. Kimliklerimiz, etnik kökenlerimiz, mezheplerimiz farklı olabildi
ama hepimiz aynı zalim zihniyet tarafından aynı zulümlere uğradık. Hepimizin
kitapları yasaklandı, sesi kısılmak istendi. Sadece etnik kökenler değil
inançlar değerler dahi asimilasyona tabi tutuldu. Kelimelerimiz, kavramlarımız
dahi sakıncalı bulundu. 10 yıldır Cumhuriyetimizin kuruluşundaki o ruhu,
inancı, özü ve öz kardeşliği tesis etmenin mücadelesi içindeyiz. Eksiklerimiz,
hatalarımız olabilir ama asli niyetimiz bu. Yeni bir Türkiye yeni bir
Cumhuriyet kurmanın çabasında değil Türkiye'nin özüyle buluşturmanın gayreti
içerisindeyiz.“
Binlerce
insanın ölümüne neden olan kanlı savaşın bitmesi için ‘vatandaşların
onaylamadığı tavizler verilmediğini söyledi:
“Bu süreç
kardeşlik hukukunu tesis etme, silahı aradan çıkarma, düşünceyi ve siyaseti devreye
alma sürecidir. Çözüm süreci pazarlıkların yapıldığı, teröre karşı geri
adımların atıldığı bir süreç değildir, terörün sonlandırılması sürecidir.
Kardeşliğimizin önündeki son engel terördür.”
Başbakan’ın
sorunu “terör sorunu” olarak ifade etmesinin Kürtlerde güvensizlik yarattığını
söyleyen, Kürt sorununun tarihsel boyutuna işaret ederek “terör” kavramına
indirgenemeyeceğini ifade eden bazı âkil insanlara, toplantıda, çalışma
programı ile ilgili herhangi bir belirleme yapılmadığı ve bunun tamamen heyetlere
bırakıldığı anlatıldı. “Parti veya hükümet temsilcisi değilsiniz” denilen
bilgilendirmede, heyetlerin çalışma biçimlerine ve içeriklerine hiçbir şekilde
karışılmayacağı ifade edildi. Üyelere bilgi veren Kamu Düzeni ve Güvenliği
Müsteşarlığı yetkilileri de heyetlere lojistik destek vereceklerini, uçak,
otel, otobüs gibi masrafların karşılanacağını söylediler.
Yapılacak
şeyler sıradan enformasyon toplantılarından ibaret görünüyor olsa da böyle bir
strateji çözüm sürecini tabana yaymaya ve eleştirileri sadece hükümetin
sırtında değil, yazıları, açıklamaları ile ortaya koydukları fikirleri ile heyetin
varlığında karşılamaya, toplamda barışa hizmet edecek. Heyetler bölgelerinde
vatandaşlarla ve kanaat önderleriyle görüşecekler. Panellere konferanslara
katılacaklar. Karşıt görüşlere sahip kişileri ikna etmeye çalışacaklar. Âkil insanlarca
çözüm sürecine ilişkin 15 günde bir izlenim raporları hazırlanacak; sonuç
raporu iki ayda tamamlanacak.
CHP Genel
Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, âkil insanlar heyeti ile konunun
magazinleştirildiğini iddia etti ve âkil insanları aşağıladı: "Burada
seçim Sayın Başbakan tarafından yapıldı ve bir psikolojik hareketle
görevlendirildiler" dedi.
Kılıçdaroğlu,
PKK’nın hangi taviz karşılığında silahlarını bırakıp çıkacaklarını merak
ediyordu. Öcalan’ın dinin, tarihin ve coğrafyanın birleştiriciliğini vurgulayan
mektuplarını anlayamıyordu. Süreçteki ABD etkisini idrak edemiyordu. PKK’yi
kurduran, büyüten, lojistik destek veren ve Türkiye’nin, Irak’ın, İran’ın
istikrarsızlaştırılması için kullanan ABD, tamamen deşifre olmuştu; bundan
dolayı kendini yeniden inşa etmek için uğraşan Türkiye’nin önündeki engelleri ortadan
kaldırmak zorunda bırakılmıştı. Pasifikteki hâkimiyet kaygıları ve kazandığı
antipati nedeniyle çekildiği ortadoğuda, Rusya’ya karşı etkin bir güç olarak
Türkiye’nin konumlanmasını umuyordu
Bir ayda ikinci kez Türkiye'ye gelen ABD Dış işleri Bakanı Kerry, ''Biz Türk hükümetinin çabasına hayranız. PKK'nın silahları bırakma çabasını destekliyoruz. Cesaret ve kararlılık gerekli. Yıllardır süren kan gölü bitebilir.'' diyordu.
CHP Genel
Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Haluk Koç, Akil İnsanlar Heyeti ile ilgili
"Başbakan'ın camdan konuşmalarını, metinlerini hazırlayan memurları, seçim
kampanyalarını yürüten şirketler, ajanslar ne görev yapıyorsa oluşturulan bu
heyete de aynı görevin tebliğ edileceği anlaşılıyor" diyerek heyet
üyelerini aşağılamaya devam etti.
MHP Genel Başkanı
Bahçeli, Kılıçdaroğlu ile aynı şeyleri
söyledi; ancak işin boyutlarını değiştirerek âkil insanlar heyetinin PKK
projesi olduğunu iddia etti, ürettiği hakaretlerin boyutlarını derinleştirdi;
'PKK simyacısı' olarak nitelediği âkil İnsanlara, "Akılları çoksa bunu kendilerine saklamalarını” söyledi ve "Kendini âkil zanneden söz konusu 63 isim, Başbakan Erdoğan'ın çözüm süreci isimli çözülme ve çöküş projesini anlatmaya memur edilmişlerdir. Türk milletine fitne ve bozgunculuk taşıyıcılığı yapmaya yönlendirilen 63'lüklerin, yanlıştan dönmesi, ihanetten cayması, işbirlikçilikten kurtulması için henüz önlerinde vakitleri vardır.” dedi.
'PKK simyacısı' olarak nitelediği âkil İnsanlara, "Akılları çoksa bunu kendilerine saklamalarını” söyledi ve "Kendini âkil zanneden söz konusu 63 isim, Başbakan Erdoğan'ın çözüm süreci isimli çözülme ve çöküş projesini anlatmaya memur edilmişlerdir. Türk milletine fitne ve bozgunculuk taşıyıcılığı yapmaya yönlendirilen 63'lüklerin, yanlıştan dönmesi, ihanetten cayması, işbirlikçilikten kurtulması için henüz önlerinde vakitleri vardır.” dedi.
Bahçeli CHP
ile aynı düşünceleri aynı sözcüklerle ifade ediyordu. Çözümden rahatsızdı,
öfkeliydi; hükümete ve heyete karşı hakaretin tüm sınırlarını aşmıştı:
’Görülmektedir ki, AKP hükümeti Türkiye'yi yıkmak ve milli varlığın tüm cephelerini çökertmek için iktidar imkânlarını devreye sokmuş ve böylelikle asırlardır senaryosu hiç değişmeyen küresel oyunun yerli figüranı olduğunu tekrar tescillemiştir. Hükümet, Türk milletine yanlışın, kötünün ve ayrılığın kabullendirilmesi amacıyla her yolu, her yöntemi kurnazca, pişkince ve sinsice harekete geçirmiştir.”
’Görülmektedir ki, AKP hükümeti Türkiye'yi yıkmak ve milli varlığın tüm cephelerini çökertmek için iktidar imkânlarını devreye sokmuş ve böylelikle asırlardır senaryosu hiç değişmeyen küresel oyunun yerli figüranı olduğunu tekrar tescillemiştir. Hükümet, Türk milletine yanlışın, kötünün ve ayrılığın kabullendirilmesi amacıyla her yolu, her yöntemi kurnazca, pişkince ve sinsice harekete geçirmiştir.”
Şiddeti
muhayyel bir gelecekte eyleme geçirmeyi vadeden Bahçeli, heyetin bütün insanî
değerleri yerle bir etmeye kararlıydı:
“Akordu bozulmuş, kafası karışmış, aklı
kararmış bu 63 kişi, 9'arlı gruplar halinde yurdumuzun 7 bölgesinde PKK
sözcülüğüne talip olmuşlar ve Türk milletini kandırmak üzere son hazırlıklarını
Başbakan gözetiminde yapmışlardır. Sözde Âkil Adamlar Heyeti'nin içinde yer
alanlar büyük bir vebalin altına girmişler, ömürleri boyunca kendilerini takip
edecek bir hatanın tarafı olmuşlardır. Başbakan Erdoğan, bölücü terörün
dayatmalarını; çıkar, mevki, statü ve makam vaat ederek bir araya getirdiği 63
kişiyle birlikte yurdumuzun dört bir yanına serpiştirmeye tüm gücüyle
yönelmiştir. Kendini âkil zanneden söz konusu 63 isim, Başbakan Erdoğan'ın
çözüm süreci isimli çözülme ve çöküş projesini anlatmaya memur
edilmişlerdir."
Devlet
Bahçeli’nin dili ulaşılmaz bir zenginlikle hakaretler sıralıyor, hiçbir sıfatı
eksik bırakmak istemezcesine, heyecanla bağırıyordu, anlaşılmaz bir panik
havasına kapılmıştı. Kimle görüşülse görüşülsün, amaç kanın durmasını
engellemekti. Bahçeli, hiçbir şekilde yaklaşmadığı çözümü, çözümsüzlükle
birlikte siyaset yapabilme sebebi sayıyordu. Kendini kaybetmiş,
soğukkanlılığını koruyamamıştı.
“Başbakan
Erdoğan, aziz milletimizin tümüyle karşı çıktığı ve reddettiği ihanet sürecini
kabullendirebilmek için artistleri, dönekleri, bölücüleri, terörist
stepnelerini, yandaşları, menfaatperestleri, fikirsizleri, vicdansızları ve
batı beslemelerini aceleyle seferber etmiştir. 63 karanlık yüz, Türkiye'nin
nasıl bölüneceğini, Türk milletinin etnik kamplara nasıl ayrılması gerektiğini,
PKK'nın ne şekilde meşrulaştırılacağını ve milli devlet yapısının hangi
yollarla çökertileceğini Türkiye genelinde hevesle anlatacaktır.”
Kürt Açılımı,
Demokratik Açılım, Milli Birlik ve Beraberlik Projesi, Oslo Süreci, İmralı
Süreci, Barış Süreci ve en son “Çözüm Süreci” olarak kayıtlara geçen çaba,
Bahçeli’ye göre ‘kepazelik’ti.
“Başbakan
Erdoğan'ın İmralı canisiyle müştereken icra ettiği süreç kepazeliğinin, Türk
milletine hüsran ve hezimetten başka bir şey getirmesi söz konusu değildir. Ve
PKK'yla müzakereden, İmralı canisinin çözümünden, Başbakan'ın yıkım projesinden
huzur, istikrar, refah ve esenlik doğması düşünülemeyecektir… Bölücülüğün
çirkin oyunları, hükümetin çirkef komploları, emperyalizmin melanet tuzakları
Türk milleti tarafında bozulacak ve Allah'ın izniyle muhataplarının başında
paralanacaktır."
Genel Başkanının
her türlü nezaketin sınırlarını tahrip etmesi MHP Hatay Milletvekili Adnan
Şefik Çirkin’i kontrolsüz, sorumsuz ve çılgınca davranmaya sevk etti. BDP Muş
Milletvekili Sırrı Sakık'ın BDP’li vekillerin saldırgan tutumlarının sürdüğü
dönemde "Elinde iple dolaşıp Öcalan'ı as diyen Bahçeli, sen bu saatten
sonra assan assan Sayın Öcalan'ın paltosunu vestiyere asarsın" diyerek alay
etmesine sert tepki gösterdi: "Günü geldiğinde biz Öcalan'ın paltosunu
değil, gönderine asmadığınız bayrağın direğine inşallah sizleri asacağız.”
Ergenekon terör
örgütünü savunan, kollayan ve yargılamaya ilişkin soru işaretleri üreten medya
mensupları, oluşturulan Âkil İnsanlar Heyetini 1919’da Osmanlı Hükümeti
tarafından ihdas edilen Heyet-i Nasîha ile mukayese ettiler. Ve tarihî gerçeği
çarpıttılar; Heyet-i Nasîha’nın TBMM’ye ve milli mücadeleye karşı oluşturulduğunu
iddia ederek yalan söylediler.
Gerçek şuydu.
Nisan 1919’da Osmanlı Hükümeti’nin ve Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisinin
ihdas ettiği iki Heyet-i Nasîha süreci vardı.
İlk süreçte, Damat
Ferit Paşa, Mondros Mütarekesi sonrası Batılı müttefiklerce ve Ruslarca
kışkırtılan Ermeni, Rum çetelerinin halka yönelik tedhiş hareketlerine engel
olmak için 7’şer kişiden oluşan ve ikisine şehzadelerin başkanlık edeceği heyetler
oluşturdu. İç unsurlar arasındaki çatışmaları ortadan kaldırmak için heyete Ermeniler
ve Kürtler de dâhil edildi. Heyetler, Anadolu’nun çeşitli yörelerini gezecekler
ve halka uzlaşma ve vatandaşlık hissi telkin edeceklerdi. ‘Heyet-i Nasîha’nın
görevi tıpkı bugün olduğu gibi ‘manevî’
idi. Damat Ferit Paşa, 5 Nisan 1919’da, İngilizlerin İstanbul Temsilcisi Webb’i
ziyaret ederek heyetlerin işlevleri hakkında bilgi verdi ve heyete İngiliz
subayların da katılmasını istedi. Webb, bunu kabul etmedi.
Gazetelerde
Anasır-ı Muhtelife arasında ortaya çıkan nifakın ortadan kaldırılması, Ahaliyi
irşad ve tenvir, Memalik-i Osmaniye’de yaşayan çeşitli unsurlar arasında uyum
sağlamak olarak görev tanımı açıklanan Heyet-i Nasîha, Anadolu’yu dolaştı. Ancak
işgalci devletlerin aksine etkisi heyetin başarıya ulaşmasını engelledi. Tarih
19 Mayıs 1919’dan önceydi ve müddei medya mensuplarının iddialarının aksine henüz
Milli Mücadele başlamamıştı.
İkinci Heyet-i
Nasîha oluşumu bir yıl sonra Büyük Millet Meclisi’nin iradesiyle gerçekleşti.
Düzce’de beliren Çerkes liderlerin takındığı Ankara karşıtı tutum sebebiyle Ankara'nın
Düzce, Bolu, Mudurnu ve Gerede ile telgraf bağlantısı kesik durumdaydı.
Sorunları çözmek ve halkla görüşmek üzere bir Heyet-i Nasîha'nın Bolu'ya gönderilmesi
planlandı. BMM'nin gizli oturumunda konuşan Mustafa Kemal Paşa,
milletvekillerine hitaben; "... böylece başsız kalan ve muzlim birtakım
cereyanlara sahne olarak terk edilen Bolu için yalnız kuvvet sevk etmek gayr-ı
kâfi olduğu ve sevk-ü idareye muktedir bir arkadaşın gönderilmesine lüzûm hâsıl
olduğu anlaşıldı. Bu maksadla rüfekâ-yı muhteremden Hüsrev Bey'i, diğer
bildiğimiz arkadaşları memur (ettik)"( TBMM Gizli Celse Zabıtları I, s. 4.) demekteydi.
Askerî
tedbirlerin yetersiz olacağını düşünen Mustafa Kemal, bir de görüşme heyeti
gönderecekti. heyette Kurmay Binbaşı Hüsrev (Gerede) Bey ,İsmailzâde Osman
(Özgen) Bey, Dr. Mehmed Fuad Bey, İlyâszâde Şükrü (Giilez) Bey olmak üzere dört kişi ve onları korumakla görevli bir müfreze
vardı. (Hüsrev Gerede (1886-1962). Bkz. Fethi Tevetoğlu, Atatürk'le Samsun'a
Çıkanlar, Ankara 1987, s. 201-214.)
Bolu'ya
gönderilmesi kararlaştırılan Heyet-i Nasîha'nın görevi; Ankara lehinde
propaganda yapmak, Millî teşkilât vücuda getirmek, XXXII. Kafkas Piyade Alayı
ile birleşerek, Bolu'ya gitmek, Bolu'da,
Düzce üzerinden gelecek olan Kaymakam Mahmud Bey'in komutasındaki XXIV. Fırka
ile birlikte hareket etmekti. Dr. Fuad
(Umay) Bey, Heyet-i Nasîha'nm görevlerine; "Bolu isyanını nasihat ve gerektiğinde
silahla bastırmak" (Yunus Nadi, Kurtuluş Savaşı Anıları, İstanbul 1978, s.
297.) hususunu da eklemektedir.
Kurmay
Binbaşı Hüsrev Bey başkanlığında, ikisi Bolu yöresine mensup, üç milletvekilinin
teşkil ettiği Heyet-i Nasîha, hazırlıklarını tamamladıktan sonra, 21 Nisan 1920
Çarşamba günü sabahı Ankara'dan hareket etti; ancak bölgeye vardıklarında silahlı
direnişle karşılaştılar ve yakalandılar.
Kalabalık
arasından ihtiyar bir kişi Binbaşı Hüsrev'in üstüne kapanarak, “Bu kadar cesur
ve güzel adamı nasıl öldürebilirsiniz? Ben ömrümün, sonuna geldim. Allah ve
Peygamber aşkına öldürmeyin!” diyerek öldürülmesini engellemişti. (Halide Edib
Adıvar, Türkün Ateşle İmtihanı, İstanbul 1983, s. 138-139.)
Gerede halkı,
ayaklanmada rol oynayan ve hiddetli bir şekilde tavırları olan bazı kimselerin
tahriki ile Heyet-i Nasîha'ya düşman nazarlarla bakmakta idiler. Hüsrev Bey'in,
Müftü Ali Rıza Efendi ve bazı ileri gelen kimselere, hareketlerinin vatanın
kurtarılmasına darbe indirebileceğini ve bu tehlikeli davranışlarından
vazgeçmelerini, hapishanenin dar pencerelerinden anlatmaya çalışması da bir
netice vermemişti (Hüsrev Gerede, Bolu İsyanı. Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp
Tarihi Enstitüsü Kütüphanesi, No: 21/3001-3005, s. 6-7)
Ayaklanma 23 Mayıs
1920 anlaşması ile ortadan kalkmış ve bunda Heyet-i Nasîha büyük rol oynamıştı.
(TBMM Zabıt Ceridesi II, s. 24-25.) Hüsrev Bey, 23 Mayıs 1920 günü, millî
kuvvetlerin elinde bulunan Mudurnu'dan Ankara'ya şu mühim telgrafı göndermişti (TBMM
Zabıt Ceridesi II, s. 24):
"Büyük
Millet Meclisi Riyasetine,
Adapazarı,
Düzce ve Bolu mukabil harekâtını idare eden rüesa-yı Çerakese, Osmanlı
müslümanlığının esaret ve felâketini bugünkü sulh karşısında ikinci derecede
bazı eşhasın yanlış hareketleri ve esbab-ı saire yüzünden tahassül eden vak'a-i
âhire-i müreessifeyi selâmet-i mülk ve millete tamamen muzır görüyorlar ve
tarih-i millîmizin kaydetmediği bu elîm zamanda beynelislâm münazaat ve
müsadematı terk ile sevgili vatanımız içi yekvücud bir halde haricî tehlike ve
taaruzlara göğüs vermeğe hazırlanmayı her müslüman için farz-ı 'ayn telâkkî
eyliyorlar. Böyle pek mukaddes ve mübeccel bir tavassuta âcizleri ile refikim
Lâzistan Meb'usu Osman Bey'i tâyin eyledikleri ma'ruzdur.” Trabzon Meb'usu, Hüsrev
Heyet-i
Nasîha bu şekilde, Ankara'nın zamanında yardımına koşmuş ve Düzce'deki Çerkes
liderlerin, Kuvâ-yi Milliye saflarına katılmalarını sağlamak gibi tarihî bir
vazifeyi ifa etmiştir. Mustafa Kemal Paşa, Soyadı Kanunu'nu yürürlüğe
soktuğunda, Hüsrev Bey'in Heyet-i Nasîha üyesi olarak gerçekleştirdiği tarihî
görevi unutmayarak, ona "Gerede" soyadını vermiştir.
Tarihî belgelere
karşılık MHP Grup başkan vekili Oktay Vural, her iki heyet-i Nasîha’nın görev
alanlarını çarpıtarak şöyle diyordu: “Heyet-i Nasiha, Türk milletine rağmen
sözde barış getirmeye kalkmış, Sevr’i dayatanların sözcülüğüne kalkışmıştır.
Damat Ferit’in heyeti nasihaları da o günkü Sevr’i bu millete hazmettirmek için
kurulmuştu. AKP Hükümeti’nin akil adamları, Mondros Mütarekesi sonrası, işgal
güçlerine karşı Anadolu’da başlayan direnişi engellemek amacıyla Damat Ferit’in
kurdurduğu Heyet-i Nasîha’nın AKP şubesinden başka bir şey değildir.”
Heyet-i
Nasîha Başkanı Hüsrev Gerede’nin ve Meclis zabıtlarının anlatımı, Oktay Vural’ı
yalanlamakta ve çarpıtmalarını açığa çıkarmaktadır. Her iki heyetin amacı milli
birlik ve beraberlik sağlamaktı. 2013 yılında kurulan Âkil İnsanlar Heyeti, hem
TBMM’nin hem de Osmanlı Hükümetlerinin kurduğu Heyet-i Nâsiha’ların
kazandırdığı devlet tecrübesi kullanılarak oluşturulmuştur. Askerî operasyonlarla
silahlı mücadele gücü kırılan PKK ile görüşmeleri Hüsrev Gerede gibi devlet
görevlileri sağlamış, sürecin ikincil adımı da toplum tarafından tanınan
isimlerin katılımı ile atılmıştır.
Başbakan
Erdoğan, ismi ve yapısı eleştirilen Âkil İnsanlar Heyeti’ne hitap ederken
eleştirilerin anlamsızlığını tarihe şöyle kazıyacaktı:
“Hepimizin
ittifak edeceği konu kanın durmasıdır. Herkesin yapması gereken elini taşın
altına koymak ve akan kana 'dur' demektir. Bu salonda bulunan insanlar sadece
akil değildir; aynı zamanda cesurdur.”
34 yıl
boyunca masum binlerce insanın ölümüne, savaş harcamaları yüzünden derin
ekonomik krizlere ve psikolojik, sosyolojik sorunlara neden olan ve
Mondros-Sevr organizatörlerince sahneye konan bir senaryoyu sona erdirmek
isteyen Başbakan Erdoğan’a karşı, Mondros-Sevr yandaşları gibi davranarak çözüm
yollarını akıl almaz eleştirilerle tıkamaya çalışan MHP ve CHP genel başkanları
tarihe karşı sorumlu olacakları bu yolda bozgunculuk yaparak, Milli Birlik ve
Beraberliğe yönelik mektupları ile kanlı geçmişini unutturmaya çalışan PKK
lideri ile yer değiştirmiş olmak gibi bir tehlike ile karşı karşıya
kaldıklarını idrak edemiyorlar. Toplumu geren ve ayrıştırmaya devam eden
söylemleri ile marjinalleşerek kendi politik geleceklerini yok ediyorlar. Belki
de ilişkili oldukları derin yapılar onları böyle davranmaya zorluyor. Gerçek,
er veya geç gün yüzüne çıkma alışkanlığına sahiptir, zaman bize doğruyu anlatacaktır.
Çözüm Süreci
başladığından bu yana herhangi bir silahlı çatışma olmaması ve insanların
ölmemesi, hükümetin hedeflenen barış ortamının vaat ettiği ilk sonuçları
aldığını gösteriyor. Süreç, şehitleri ile kan ağlayan geniş toplum kitlelerinin
onayını almış durumda ve derin, acı dolu bir sosyolojik, politik deneyim, PKK,
BDP, CHP ve MHP’den kaynaklanacak muhtemel bozguncu girişimleri bertaraf edecek
kadar sağlam.
Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan, 04.04.2013 günü Dolmabahçe Sarayı’ndaki ‘Çözüm Süreci Âkil
İnsanlar Heyeti İstişare Toplantısı’nda, çatışmacı, sorunların çözümünü
engelleyici bir dil kullanan muhalefet partilerine karşı, iç politika araçlarını
tarihî devlet deneyiminden ders alarak değiştiren ve olgunlaştıran hükümetinin kararlı
tutumunu takdim etmişti:
“Çözümün
değil, sorunun parçası olanların eleştirisi umudumuzu zayıflatmayacak.”
Çözüm Süreci’nin
Türkiye’yi büyük bir güce dönüştüreceğinden korku duyanlar, sürekli suçladıkları
iç ve dış hainlerin ta kendileri olduklarını saklayamadıklarını bile fark edemiyorlar.
Onların ödedikleri bedel de bu.
Adil Çelik, Sonsuz Ark, 06.04.2013
Not: İrşad Encümeni'nin
teşkili, 21 Nisan 1920'de Ankara'dan Bolu'ya hareket eden Heyet-i Nasîha'dan
sonra, 27 Nisan 1920 tarihli oturumda
Bursa Mebusu Şeyh Servet Efendi, İrşat Encümeni kurulmasına dair bir önergenin
kabulü ile kararlaştırılmıştır.
Halkın aydınlatılması ve bilgilendirilmesi amacıyla bir "İrşat Encümeni" kurulması fikri Meclisin açılışının hemen ilk günlerinde ele alınmasına sebep, Ankara'nın yanı başında, Beypazarı'nda meydana gelen olaylar ve bunun sonucunda Meclise bu bölge eşrafından gelen bir telgraf olmuştur.
Ayaklanma
halinde bulunan Beypazarı'ndan 52 ulema ve eşraf adına Müftü M. Mevlüt Efendi
ile Belediye Reisi Hakkı Bey tarafından gönderilen bu telgraf, TBMM'nin 25
Nisan 1920 tarihli üçüncü oturumunda okunmuştu.
Mektupta,
bölge halkının çeşitli şekillerde nasıl aldatıldığı, silahlı çatışmaların
meydana geldiği ve insanların öldüğünden bahsedildikten sonra, Beypazarı'nda silahlarını
bırakmayan kişilere eğer gerçekler anlatılır ve nasihat verilirse ayaklananların
silahlarını teslim edebileceği, bu şekilde halkın, ayaklananlar ile bunu
önlemek için gönderilen kuvvetler arasında kalıp, ölmekten kurtulacakları
söylenmişti.
Müftü
Mevlüt Efendi ve Belediye Reisi Hakkı Bey aldatılmışlık içerisinde bulunan
halkın, sözlerine güvenecekleri şahsiyetlerin onları aydınlatması sonucunda, bu
insanların hem milli mücadele hareketi içerisinde yer alacakları hem de
affedilmiş olmanın minneti ile can ve mallarını vatan için seve seve vereceklerini
belirtmişler ve Meclisten bu yönde kendilerine yardım edilmesini istemişlerdi.
Telgrafın
okunmasından sonra Mecliste konu ile ilgi 27 Nisan 1920 tarihli oturumda Bursa
Mebusu Şeyh Servet Efendi, İrşat Encümeni kurulmasına dair bir önergeyi meclise
verdi. Servet Efendi bu önergesinde; "İrşad’ın insanlık hayatının saadeti
yolunda en önemli unsur olduğunu, fakat ne yazık ki, düşmanların bu güzel
hakikati, kötü yollarda kullanmakta ve batıl hak gibi gösterme gayreti ile
insanları kötü duruma düşürdüklerini ifade etmiş ve düşmanların yapmış olduğu plan
ve teşkilatlı programın çok etkili olduğunu, bunun için silaha benzer silahla
karşı konulabileceğini, doğruluğuna inanılan gerçekleri milletin önüne açıkça
sermek için harekete geçilmesi gerektiğini belitmiş ve bu amaçla da Büyük Millet
Meclisi'nin oluşturacağı şubeler arasında bir '''İrşad Şubesi’nin de
kurulmasını önermişti.
Bu
önergeye göre; kurulacak İrşad Encümeni, görevlerini üç şekilde yapmalıdır:
Birincisi;
düşmanın yapmış olduğu propaganda sonucu elimizden çıkmış yerlerde, meclisin
vereceği karara göre ya buraların eşraf, ayan ve uleması Ankara'ya getirilerek
İrşad Heyeti tarafından bilgilendirilir ve ruhları aydınlatılır veya uygun olan
yerlere İrşad Heyetleri gönderilir.
İkincisi;
asker, polis ve jandarma gibi memleketin ve milletin güvenliğinden sorumlu olan
kesimin, gerek meclisin almış olduğu kararlar ve faaliyetlerden, gerekse ülke
içinde ve dışında meydana gelen gelişmelerden haberdar edilmesi ve
aydınlatılmasıdır.
Üçüncüsü; düşman işgali altında bulunmayan bölgelere,
yine ya heyetlerin girmesi veya bölgelerin ileri gelenlerinin Ankara'ya getirilerek
aydınlatılması ya da buralarda birer şube teşkili suretiyle bu işin
yapılmasıdır.
Şeyh
Servet Efendi'nin' önergesi, mecliste genel olarak kabul görmüşse de bazı
mebuslar, bu iş için ayrı bir encümene gerek olmadığını Umur-u Şeriye tarafından
bu görevin yerine getirilebileceği üzerinde durmuşlar. Şeyh Servet Efendi’nin,
İngilizlerin bu iş için bakanlık bile kurduklarını ifade etmesi üzerine
Mecliste aynı gün vermiş olduğu önerge büyük bir ekseriyetle kabul edilmiştir
Büyük
Millet Meclisi Hükümeti kurulduktan sonra oluşturulan komisyonlar içinde yer
alan İrşat Encümeni'nin, her encümenden bir kişinin seçilmesi suretiyle
oluşturulması istenmiş ve kısa zamanda İrşat Encümeni ile Meclisin en kalabalık
komisyonu olmuştur. İrşat Encümeni'nin ilk başkanlığına Yunus Nadi(İzmir
Mebusu), Mazbata Muharrirliğine Ali Şükrü (Trabzon Mebusu) ve katipliğe de
Muhiddin Baha(Bursa Mebusu) seçilmişlerdir.
TBMM
ZC,D.I, cı, s.322-323.
TBMM ZC,
DJ, c.ı, s.257.
Alıntılar:
10-http://www.hurriyet.com.tr/gundem/22962928.asp
11-http://www.timeturk.com/tr/2013/04/07/kerry-cozum-surecini-destekliyoruz.html
11-http://www.timeturk.com/tr/2013/04/07/kerry-cozum-surecini-destekliyoruz.html