Sözcüklerin
“niyetlerimizin” perdeleri olduğu kimseye meçhul değildir. Perdelerin de salt
örten, gizleyen değil gösteren olduğu da yine kimseye meçhul olmaması gerek.
Perdeler asıldığı, çekildiği yerin “görülmesinin istenilmediğini” gösterendir.
Bir “görülmeyecek varlığın” var olduğunu, o yerde ve zamanda ilan edendir
perde. Perde asıldığı, çekildiği “yeri-şeyi” düpedüz bize gösterir. Varlığından
haberdar kılar.
“Niyet”
sözcüğünü salt iradî olana karşılık olarak kullanmadığımızı peşinen belirtelim.
İradi olandan sevk-i tabilerimize kadar her alanı kapsayan anlamında kullanmayı
murat ettik.
Ussal,
duyumsal ve duygusal olan her ne var ise insana ait, insan tekine ve insan
tekini oluşturan hem bireysel hem de toplumsal varlık olarak var olan “bütün”ü
kapsayan anlamındadır söz konusu edilen sözcük. Sözcükler bu bağlamda
niyetlerimizin perdeleridir.
Sözcüklerin
karşılığı oldukları “şey”i göstermede yetkin olamayışları, söyleyenin sözcük
dağarcığı bağlamında anlatım yetersizliğinden değil, bir “var” olarak olan
yetersizliğinden kaynaklanmaktadır.
İnsanın bu
yetersizliği bertaraf etmek için seçtiği “basit simgeler” kullanımı önerisi –
örneğin insanal bir etkinlik olan matematiğin diline benzer bir dil- sorunu
çözmekten çok “çözmüş gibi” olmayı seçmektir.
Bu seçimle
kendimizi rahatlatmayı, “uysal varlık” olmayı gerçekleştirebilmeyi umarız. Ki,
kendimizi içinde bulduğumuz ve tümüyle yabancısı olduğumuz evrenle aslında
uyuştuğumuz, aşinası olduğumuz inanına ulaşabilelim. Bu inan ya da yargıyı
bilinçaltımızda içselleştirme savaşımı, sancısız bir var oluşu sürdürme
itkisinden kaynaklanmaktadır.
Bu bağlamda
ya da “anlamda”, “Anladım!” dendiğinde karşımızdakinin beklentileri lehine
tavır sergileyeceğimiz çıkarsamasında bulunanın yanılgısı, “Anladım!” sözcüğüne
yüklediği “anlamda” içkindir.
Bu hâl
umduğumuz “kolaylığı”, “zor”un zirvesine taşır. Ve yaşamak, varlığını sürdürmek
işkenceye dönüşür. İşkence içre geçen bu var oluşu yeni baştan örtmenin,
gizlemenin yolları aranır. Arayışımızda kurtulmayı denediğimiz sözcükler çıkar
karşımıza. Böylece anlarız ve görürüz ki; “basit simgeler” uyumsuzluğumuzu,
yabancılığımızı, çıplaklığımızı ortadan kaldıran değil tersine daha bir
belirginleştirendir.
Yabansılığımızı,
yabancılığımızı, çıplaklığımızı örten olduklarını ayrımsamışızdır kullandığımız
sözcüklerin. Hazır bulduğumuz, üzerinde anlaştığımız ya da anlaşamadığımız,
anlaşılmazlıklarımızda, anlaşmazlıklarımızda hep bir günah keçisi olarak ileri
sürdüğümüz sözcüklerimiz. Kendimize, başkalarına ve kendimizi içinde bulduğumuz
evrene karşı ikiyüzlülüğümüzü sürdürebilmenin yolunun onlara daha kuvvetle
sarılmaktan geçtiği ayan beyan ortaya çıkar.
Zaman zaman
onlardan kurtulmaya kalkışımızın temelinde belki de bu iki yüzlülük
yatmaktadır. İkiyüzlü oluşumuzun en yakîn tanıklarıdır sözcükler. Bir gün bizi
ele vermelerinden korkarak savaş açtığımızı bile unutmuşuzdur. Unutkanlığa
sığınırız her zamanki gibi. Unutkanlığımızdan medet umarız.
Cemal Çalık, Sonsuz Ark, Konuk Yazarlar, 18.04.2013