“Her bir renk yapayalnızken kendisidir."
“Yalnızlık, dikili kalan ağacın ormana diktiği bayraktır."
Gerili Bir Mancınığın Ucuna Kondurulmuş Çığlıklar
İnsan, gözlerinden dışarıya bakan bir parçacıklar bileşimi ve bedende konumlanmış bir misafirdir. Gözleri bu mekânın dışarıya açılan penceresidir; iki doğrultmandan oluşan tek pencere. Bu tek pencerede düğümler atılır yahut çözülür; yalnızlık bu tek pencerede fısıldar varlığını. Bir sayha yükselir gözlerden dışarıya bakan insanın ağzından, içerideki sonsuz çokluktan dışarıdaki sonsuz çokluğa. Yankılanır gider çığlıklar ve gerisingeri hızla dönerler içine insanın. Çığlıkların bu serüvenleri, yalnızlık efsanesinin inleyen nağmelerini anlatırlar diğer insanlara. Ve bu efsane Adem yaratıldığından beri tek kişiliktir.
***
Doğumla dünyaya itilen yalnızlığın, ölümle ahirete çekilişine dek, her bir çığlık, insanın yalnızlığına alışmasına delalettir. Ahiret, birleşen çığlıkların tartılmasıyla yer bulur gözlerinde mahpus olan insana. Sonsuz çokluk, içinden dışına dışından içine geçmiştir insanın. İnsanın sonsuzluğu çığlıklarının rengine göre seçilmiştir. Yazılmış çığlıkların kitaplara dönüşmüş ışıltısında yepyeni bir sonsuzlukla buluşur insan. Penceresinden değil, pencereleşmiş her yerinden bakmaktadır. Her yeri gözleridir. Her yeri sonsuzluktur artık. Ve özgürdür tüm sınırlardan uzakta. Cennetler ışıltılı sonsuzlukta. Yine yalnızlığın çığlıksız mevcudiyeti sarar sonsuzluğu. Dünyevî olmayan, içinde türü bilinmemiş tatlar içeren ışıklı bir yalnızlıktır artık. Her tat tek kişiliktir; her tat tek kişiye verilen nimettir.
***
Yazılmış kitapların dünyada iken kararmaya başlamış sayfalarında yepyeni başka bir sonsuzlukla buluşur insan. Pencereleri kapanmıştır; karanlığın elleri alevlerle ebedi çığlıklara dönüştürmüştür yalnızlığın dünyevî çığlıklarını. Ahirette her yeri karanlıktır insanın. Her acı her bir seferinde yeniden fokurdar. Fokurdadıkça cehennemin azâbı, yalnızlık fukara bir sonsuzluğun içinde söker atar ışığı; artık sonsuza dek karanlıktır.
***
Ahiretteki yalnızlığın rengini dünya’daki yalnızlığın çığlıkları belirler. İnsandan insana uzanan çığlıklar, insanı insana boğduran kementler gibi atılırlar her seferinde. Her bir çığlık yardım isteğidir; dışında öyle yazmaz ancak, rahatsız eder diğer çığlıkları. Yalnızlıklarını paylaşmak isteyenlerin imkânsıza uzanan elleridir bu çığlıklar. Penceresinden dışarıya bakan insanın dışarıdaki pencerelere uzanmasına ve görebildiği kadar içeriye bakmasına niyet besletir. Merak ettirir, diğer çığlıkları besleyen pencerelerin gerisindeki sonsuzluğu. Giderdiği her merak, tanıdığı her bir insanın ölüsünün başında gözyaşları döktürür. Çığlıklarını duyduğu her insan artık pencereleri kapanmış bir kördür; bir ölüdür. Duyduğu her çığlık, onu çığlığın sahibini duyma isteğinden vazgeçirir. Yalnızların çığlığı, duyulduğu anda ölecek olanların çığlığıdır.
***
Her insan duyulduğu anda ölür. Diriler, duydukları seslerin sahiplerini öldüre öldüre büyütürler sessiz çığlıklarını. Bu yüzdendir meraklarını diri tutanların sessizliği. Sessiz çığlıklarının ahirete uzanan kolları oradaki rengine boyanır süregiden yerin vakitlerinde. İnsanlardan bazılarının insanlardan uzaklara gitmesindeki sır budur; daha fazla öldürmemek ve ölmemek için kaçarlar. Diğer yalnızlar için yapabilecekleri hiçbir şey yoktur. Yalnızlıklarının sessiz çığlıklarını içlerine gömüp giderler, ahretteki ışıklı yalnızlığa hazırlanmak için.
***
Her bir “anne” diye haykırışında bebek, her bir “Leyla” diye haykırışında Mecnun, her bir “Allah” diye haykırışında âbid penceresinden yardım isteyen yalnızdır. “Dost” terennümleriyle kıpırdayan dudakları ıslatan ve dudaklardan ileriye doğru fırlayan duyguların çatık kaşlarından süzülen şey yalnızlığın verdiği acıdır.
***
Anne-baba, eş-evlâd, dost-akraba ve daha niceleri gerili bir mancınığın ucuna kondurulmuş yalnızlık çığlıklarıyla hazır halde beklerken, insan, duyduğu her çığlıkla öldürdüğünü bilerek yardım elini uzatabilir mi? Uzattığı her ‘duydum eli’ sonraki çığlıkların canhıraş feryatlara dönüşmesi demek değil midir? Uzanan her bir el alışılmışlıkların arttığı bir enkâzı terkedilmişliklerle biriktirmek/büyütmek değil midir? Hiçbir el gittiği yerde kalmayıp geri döndüğüne göre, her giden el birlikte getirdiklerini geri götürecektir. Giden el verdiği hayatı geri dönerken de alıp gelecektir. Her bir yardım eli geri dönüşünde daha da büyütecektir çığlıklarını; öldürecektir kalanı. Sökecektir umutlarını acımaksızın, sırf gittiği için.
***
Çığlığa uzanan her el, duydum/yardım eli değildir. Her çığlık zâlim yalnızları da davet eder. Gelirken hiçbir iyi şey getirmeyen zâlim giderken söktüğü çığlıkların yerlerini yanık bırakır. Geride kalan, yalnızlık kuyusunda içindeki sonsuzluğa haykırır bin bir ızdırâpla. Pişmanlıkların yerini koyu bir karanlık almıştır. Öldürmemiştir giden; çığlıkların masumiyetini kirletmiştir. Zulmün tohumlarını ekmiştir. Geride kalan, kendisinde artakalan diğerinin fazlalıklarına bakar kalır. Bu fazlalıklar çirkindir, bu fazlalıklar kirlidir, bu fazlalıklar kokuşmuştur. Bundan sonra diri iken daha acıdır yalnızlık.
***
Öncekilerden sonrakilere kadar her nesne, her kimse, her fiil, her fail, kişiden fırlayan çığlıklara tutunur; çığlıkları kendisine tutundurur. İnsan mecburdur, nesne mecburdur, fiil mecburdur, fail mecburdur. Mecburdur çığlıkların elleri, susuz toprağın suya mecbur oluşu gibi. Diğeri, diğerleri olmadan rengin bir kaydı kalmaz; yalnızın yalnızlar korusunda sarf ettiği çığlıklar evrenin koro sesleridir.
***
Yalnızlık, dikili kalan ağacın ormana diktiği bayraktır. Varlığın, var’a dönüştükten sonra beslendiği yerde kendisi kalmakla diktiği bayrak. Varlığın kuş tüylü yatağında çığlıkları uğultuya dönüştürmeyen, tatlı hışırtılarla mest eden bir orman olsun diye diktiği bayrak.
Alper Selçuk 29.08.2009, Antiseptik Anafor, 10