“Tanıdık, uzanınca hemen dokunabileceğimiz
duyguları bugünün batı dünyasında görebilir miyiz?”
Bir insanın, coğrafyanın, siyasî sınırların,
ideolojilerin, inançların ve fantastik mottoların uzağında, bütün diğer her
şeyden bağımsız bir ruha sahip olduğunu, dünyanın herhangi bir bölgesindeki
insanın ruhunun başka herhangi bir yerdeki insanın ruhundan hiç de farklı
olmadığını öğrenmek ilginç bir deneyim.
Uzak, ulaşılmaz ve anlaşılmaz gelen bir buçuk
milyarlık nüfusuyla Çin, 2000’li yıllara sarınan kapitalist zamandan sonra bile
dünyanın geri kalanı için bilinmeyen bir ülke. Artçı Şok filminin, izleyen her
kese anlattığı duyguların hepsi, herkes için tanıdık; insan, mikro eylemlerden
başlayan ve mikro duygulardan toplumsal duygulara yürüyen etkileşim arenasında
hiç değişmiyor.
Beklentilerini bile çeşitlendiremeyen her zorbalık devrinden
çıkan insan, ruhunun değişmezliğini, geleneklerin insan ruhuna bağlı
kalıcılığını ve aslında bütün ideolojilerin ne kadar zavallı ve ne kadar
yüzeysel birer cila olduğunu ancak felaket zamanlarında yaşadıklarıyla anlıyor.
Kızının “Beni affet, anne!” diyen sesine sinmiş
sonsuz pişmanlığın kokusunu sonsuz şefkatiyle emen bir annenin bitmeyen dramını
her toplumsal karede aynı kolaylıkla izleyebilir miyiz? Filmin sonunda kendime
sorduğum soru buydu. Tanıdık, uzanınca hemen dokunabileceğimiz duyguları
bugünün batı dünyasında görebilir miyiz? Biz doğuluyuz ve birbirimize benziyoruz;
batılıları biz doğululardan, doğuluların insan ruhundan koparan, aslen doğulu
olan dinleri değil, Fransız kaosundan sonra batıdan dünyaya doğru yayılan şeytânî
bir ruh.
Artçı Şok’u izlerken, Mao’nun kurduğu hastalıklı
bir sistemde, her nasılsa korunmuş; belki de korunarak dönüştürülmek istenmemiş
ruhsal fotoğrafın biz doğuluların süregelen fotoğrafına ne kadar benzediğini
görmek, şaşırtıcıydı.
Babaannenin, 7.8 şiddetindeki depremden sağ
kurtulan torununa ve gelinine sahip çıkması, ölen kocasının ve öldüğünü sanıp
kaybettiği kızının şehrin semalarında gezinen ruhlarını terk edip gitmek
istemeyen gelinine karşılık, torununu alıp gitmek istemesi, bizdeki ataerkil
duyguların izlerini taşıyordu.
Film, anne ile oğlunu ayırmaya gönlü elvermeyen babaannenin torununu annesine bırakarak yaşadığı şehre dönüşü gibi insan ruhuna ait asil duyguları da anlatıyordu.
Film, anne ile oğlunu ayırmaya gönlü elvermeyen babaannenin torununu annesine bırakarak yaşadığı şehre dönüşü gibi insan ruhuna ait asil duyguları da anlatıyordu.
Ve dramın en dehşetli sahneleri. İki çocuğunu
enkazın altında arayan yardım ekiplerinin sesi… “İki çocuğundan birini
kurtarabiliriz, birini seç!” Çin’in acımasız tek çocuk politikasına kurban
verilen kısırlaştırılmış kurban anne, çaresiz çılgın: “İkisini de kurtarın!”
Başkalarına yardım etmek için çekip gitmek üzere
olan yardım ekibinin kollarına yalvaran annenin erkek çocuğunun kurtulmasını
isterken yaşadığı travma. Erkek çocuk, soyun devamı. Soy; artık batının
tanımadığı, ancak doğuyu ayakta tutmaya devam eden geleneksel, dürtüsel bir
itki. Ve dehşet verici tercih anlarının son kısmını duyan kız çocuk: “Oğlumu
kurtarın!"
Filmin iç içe sardığı, katman katman işlediği
duyguların kristalize olduğu an o an. Kolu kesilerek kurtarılan oğul ve öldü
sanılarak diğer cesetlerin yanına, babasının sağına yatırılan küçük kız. Karmaşalar
ve yağan yağmurla uyanan kız… Ayağa kalkıp yürüyen ve ‘annesi tarafından istenmeyen/tercih
edilmeyen çocuk’ kasırgalarında sarsılan ruhuyla küçücük bir insan.
Asker bir çift tarafından bulunarak sahiplenilen ve
evlat edinen kız çocuğunun, uzun yıllar boyunca sadece bir kez, adını söylemek
için konuştuğu ve sustuğu sonsuz zamanlar. Küçük kızı yıkan deprem değildi;
annesinin, erkek kardeşini seçişiydi.
Başka bir kent, başka bir aile ve geçen onlarca
yıl. Üniversitede tıp eğitimi alana dek, yeni anne ve babasının koruduğu küçük
kızın, onlara yaşattığı çelişkiler; babanın küçük kıza bağladığı hayatı ve
yüreği. Annenin başkasının doğurduğu kızın üniversiteye gidince kendilerini unutacağını
düşünüp, her türlü yeni teklife ket vuruşu. Üniversite yılları ve bir gençle
yaşadığı ilişki…
Ölmek üzere olan yeni annesinin tedavisi için geri dönüşü, annenin içinde
biriktirdiği duyguları son nefesine kadar ona anlatması ve ölümü. Genç kızın hamile
kalışı, partnerinin genç yaşta babalık sorumluluğunu almaması ve kürtaj
teklifi. Terk edilmişliğini, istenmezliğini derinden yaşayan genç kızın
çocuğunu terk etmemek için onu doğurmayı göze alışı; babanın kızını yalnız
bırakan delikanlıyla görüşmesi ve ona öfkelenmesi.
Genç kızın tıp eğitimini bırakarak, herkesten uzak, yapayalnız bir hayat kurup kızını büyütmeye çalışması; çok geçmiş bir zamandan sonra kızın babaya dönüşü ve babanın, yıllarca arayıp bulamadığı kızına karşı, sitemleri. Ve Kanada; Kanadalı bir beyazla kurduğu evlilik… Çin’den büyük kaçış.
Genç kızın tıp eğitimini bırakarak, herkesten uzak, yapayalnız bir hayat kurup kızını büyütmeye çalışması; çok geçmiş bir zamandan sonra kızın babaya dönüşü ve babanın, yıllarca arayıp bulamadığı kızına karşı, sitemleri. Ve Kanada; Kanadalı bir beyazla kurduğu evlilik… Çin’den büyük kaçış.
Soğuyan, donan duyguların çözüldüğü ana kadar herkes donuk, herkes uzak. Annesini lüks bir eve yerleştirmeye çalışan, ancak onu ikna edemeyen erkek evlat. Evlendiği kızı evlenmeden önce kolundan tutup onu annesine götüren ve onun onayını alan, erkek arkadaşlarından birine "Annemin karşısında neden sigara içiyorsun" diyen Anadolu kokulu bir erkek evlat.
Gelini ile oğlu arasına girdiğini bile fark edemeyen babaanne; yeni yıl gecesinde, çocuğunu kendi ailesine de götürmek isteyen gelinin, direnen ve kocasına itaatle sonlanan dramı. Anneler, oğullar, torunlar ve gelinler... Hepsi doğunun değişmeyen renkleri, bize tanıdık gelen doğunun kokusu, insanın batıyı da kıskandıran ruhu.
Feng Xiaogang’un
yönettiği film, batılı benzerlerinin ürettiği kaliteden hiç de uzak değil. Zhang
Ling’in orijinal hikayesinden ürettiği senaryosuyla Su Xiaowei, oyunculuklarıyla devleşen Jingchu Zhang, Fan
Xu, Chen Li, Zhang Zi-feng ve diğerleri. Zaman ve mekan ayrımlarını başarıyla
veren gerçek bir hayat hikayesi Xiao Yang’un kurgusu ve Wang Liguang’nin
müzikleri ile 135 dakikalık bir sinema şöleni. 2010 yılı Çin yapımı filmin
öyküsü, gerçek bir öykü:
“Çin Halk
Cumhuriyetinin Kuzeydoğusundaki Hebei eyaletine
bağlı makine, motorlu taşıtlar, kimyasallar, tekstil,cam,petrol ürünleri ve
çimento sanayinin geliştiği, kömür madenciliğinin merkezi bir ağır sanayi şehri olan Tangshan, 28 Temmuz
1976 gecesi deprem 03:42’de Richter
ölçeğine 7,8 şiddetinde bir depremle
sarsılır ve en az 255.000 insan ölür. (Tangshan yeniden inşa edilerek turistik bir
şehir haline getirilmiştir).
Gerçek
olaylara dayanan filmde, Li Yuanni'nin
(Fan Xu) kocası ve ikizleriyle birlikte yaşadığı bina da yıkılmıştır Kocası
ölen genç kadın, hayatının en zor seçimiyle karşı karşıya kalır Yıkıntılar
arasında kalan iki çocuğundan sadece birini kurtarabilecektir O da oğlunu seçer
Ancak mucizevi şekilde kızı da hayatta kalır ve bir aile tarafından evlat
edinilir Yıllar sonra ise tesadüfen başka bir depremde erkek kardeşi ile
karşılaşır.”
Genç kadının,
annesinin her iki çocuğunun kurtarılması için verdiği mücadeleyi öğrenmesinden
sonra annesinin yaşadığı sonsuz acıyı öğrenmesi ile yaşadığı pişmanlık, -film,
ölülerinin ruhlarını terk etmeyen annenin, ruhların geri döneceğine olan
inancına vurgu yapsa da- kızını geri getirmeye yetiyor.
Komünizm ne kadar güçlü olursa olsun, insanın ruhunu eritemiyor, değiştiremiyor… Belki de Allah’ın kanunları değişmezliğini böylelikle kanıtlıyor.
Komünizm ne kadar güçlü olursa olsun, insanın ruhunu eritemiyor, değiştiremiyor… Belki de Allah’ın kanunları değişmezliğini böylelikle kanıtlıyor.
Ahmet Haydar, Sonsuz Ark, 24. 04. 2013, Sinema Notları 8
Artçı Şok-Aftershock İzlekleri:
Tangshan:
Xiaogang Feng
Filmografisi:
Jingchu Zhang Filmografisi:
Fan Xu Filmografisi:
Chen Li Filmografisi: