İnsan aklı, Allah’ı,
tek düşmanı ilan ederek kendisini laboratuarların sentetik kokularla dolu
atmosferine mahkûm etti.
İnsan aklının perdelediği
teknik bir sorun binlerce yıldır insanlık tarihini olumsuz etkiliyor. Aklın öne çıkarıldığı tüm mantık kurgularında ve denetimlerinde akıl tek etkin güç değil; ancak aldanmış akıl öyle sanıyor. Aklın başlattığı etkileşim alanına akıl dışı faktörlerin müdahalesini fark
etmeyen/edemeyen insan aklı, ürettiği tüm önermeleri aklın ürünleri olarak
tasnif ediyor, karmaşık, çelişkili sonuçlar karşısında haksız yere insan aklını
da suçlayabiliyor.
İnsan aklı, nefsin ve iblisin kontrast değerleriyle oynadığı bir ekranda terkip ettiği sonuçlardan mutlu olmayınca yine kendisini suçlamaya meyilli; dolayısıyla akıl, akıl dışı organizasyonların etkisinde kalarak ürettiği tüm sistemlerin çıkmaza sürüklenmesini tarafsızca sorgulayamıyor.
İnsan aklı, nefsin ve iblisin kontrast değerleriyle oynadığı bir ekranda terkip ettiği sonuçlardan mutlu olmayınca yine kendisini suçlamaya meyilli; dolayısıyla akıl, akıl dışı organizasyonların etkisinde kalarak ürettiği tüm sistemlerin çıkmaza sürüklenmesini tarafsızca sorgulayamıyor.
Aklı ve insanı yaratan
ve insana aklını kullanmasını, düşünmesini öneren, aklını kullananları doğru
bilgiye ulaşmada öncü role sahip kişiler olarak tanıtan Allah, yine aklın
perdelediği bu teknik sorun yüzünden reddedilebiliyor.
Pozitivizm olarak 19. yüzyılda
kavramlaştırılan ve sistematize edilen, ancak binlerce yıl önceden –örneğin; Antik
Hind, Antik Mısır, Antik Yunan, Antik Roma, Meşşaî Geleneği- biriktirilerek, mitolojik
unsurlarla ve dinlerle çatışarak süzülüp gelen akıl indeksi, tamamen bu teknik
sorunla mâlûl.
Allah’ın gönderdiği
elçilerin, insan aklını, saf bozunmamış temel muhatap almaları, bu teknik
sorunu gidermeye matuf ilâhi bir rahmeti resmettiği gibi, insan aklını yetersiz
bırakan olağan dışı, olağan üstü ve sadece tanrısal özelliklere sahip
mucizelerle de insan aklını perdelerle teknik bir yanılsamaya uğramış olmaktan
uzaklaştırmayı hedefliyordu. Aklı, aklın mevcut verilerle yorumlayamayacağı olgular
ve olaylarla karşılaştırmak kesin ve kuşkusuz bir ‘şok etkisi’ oluşturacak ve
aklı yanılgılara sürükleyen nefsin ve iblisin fısıltıları, aklın etki alanından
çekip gideceklerdi.
Allah’ın gönderdiği
her metin, insan aklının, nefsin ve iblisin etkileriyle bozunmaya uğrattığı ilk
metinlerin doğrulanmış, yenilenmiş özelliklerini içeriyordu. Muhatap daima akıldı
ve aklın muhatap olduğu mesaj bu yüzden başlangıçta olduğu gibiydi.
Araya giren akıl dışı
etkenler her ilahî müdahalede sistem dışına itilseler de, kıyamete dek nefsin
ve iblisin var olacağı gerçeği, her ilahî mesajın aynı akıl dışı müdahaleye
maruz kalacağını da gösteriyordu. İnsanlık tarihinin, insanlığın başlangıç
değerlerine dönme isteğinin otonom yapısı bunu zorunlu kılıyordu. Doğal olarak akıl ve din, daha doğrusu akıl ve
Allah bizzat nefsin ve iblisin fısıltılarının güçlendiği dönemlerde, aklını kullandığını
iddia edenlerce karşıtlıkla konumlandı.
Allah’ın insanlar için
mükemmel/tamamlanmış eksiksiz bir sistem olarak yeniden gönderdiği ve çok kısa
bir sürede çok büyük bir coğrafyaya yayılan akıl dini İslam, 9.,10. ve 11. yüzyıllarda
insan nefsinden ve iblisin fısıltılarından etkilenerek sarsılan aklın ilgi
alanından çıkmaya başladı. 15 ve 16. yüzyıllara kadar süren bozunma döneminde,
akıl dışı fantastik kurguların İslam kültürüne egemen olmasıyla birlikte, aklın
ürettiği her türlü bilgiye karşıt olarak geleneksel (tradisyonal) gerginlikler
üretildi.
İslam kültürüne ait akıl
dışı kültlerin varlığı, batıda somutlaşmaya başlayan insan aklının Kilise ve
Havra ile birlikte Câmi’yi de aklın taraftarlarının hedefine koydu. İnsan, aklı
kullanmayı emreden tek Tanrı’yı, Allah’ı
aklın karşısında konumlarken, Allah’ı temsil ettiğini iddia eden kardinallerin,
rabbilerin ve şeyhlerin akıl tutulmalarını temel almış ve onların ürettiği
sistemlerin insanlık için mutluluk getirmediğini, gelecekte de getirmeyeceğini
düşünerek, haklı, ancak teknik bir hatadan başka bir şey olmayan yanlış bir
adım atarak, Allah’ı zihinsel kurgularından uzaklaştırmayı tercih etmiştir.
19. yüzyılda iki Fransızın,
Claude Henri de Saint Simon’un ve Auguste Comte’un Pozitivizm/Olguculuk olarak
kavramlaştırdığı, ‘ciddi bilimsel sorgunun, bir dış kaynaktan gelen nihai
sebepleri aramayan ama direkt gözleme açık olan gerçekler arasındaki
ilişkilerle sınırlı olmasını’ önceleyen görüşleri, teoloji ve metafizik
içermeyen, sadece fiziksel veya maddi dünyanın gerçeklerine dayanan bilim anlayışını
yüceltti; insanın mutluluğunu sağlayacak sistemlerin ancak insan aklının ürünü
olabileceğini iddia eden arkasında masonik/satanistik/siyonistik güç bulunan
insanlar ve gruplar yaygınlaştı; sosyalizm ve marxizm sektörel konumunu bu
dönemde yetkinleştirdi
.
İnsan aklı, yine
dışarıdan bir müdahaleye muhataptı; teknik sorun sürüyordu; nefsin ve iblisin
fısıltıları, Kilise’nin, Havra’nın ve Câmi’nin duvarlarında gezindikleri gibi
karanlık Loca’ların karanlık koridorlarında zengin dokunuşlarla büyüyorlardı.
İnsan aklı, Allah’ı, tek düşmanı ilan ederek kendisini
laboratuarların sentetik kokularla dolu atmosferine mahkûm etti.
Veremden ölen
sevgilisini insanlığın sembolü ve temsilcisi sayıp ona ‘Ulu varlık’ adını veren
Auguste Comte’un kuruculuğunu üstlendiği Pozitif Din/ İnsanlık Dini, insanlık
tarihini üç temel aşamaya ayırarak insan aklını ikna etmeyi tasarlamıştı; teolojik
ya da hayalî durum, metafizik ya da soyut durum, pozitivist ya da bilimsel
durum… Pozitivist/bilimsel durum sonraki çağların aklı yücelten son durumu
olacaktır.
Kendisi de kurduğu
dinin peygamberi olarak Rus çarına ve Osmanlı sadrazamına mektup yazarak onları
bu dine davet eden Comte, şeytan yerine Napolyon'a lanet etmeyi vaazlarına konu
edinen bir taklitçiden başka bir şey değildir. Zihinsel çöküntülerle ve his dalgalanmalarıyla
dolu hayatı, kurduğu pozitif sisteme tamamıyla ters, mistik ve metafizik
değişkenlerin egemenliğinde sona erer. İnsan aklı, yine nefsin ve iblisin
fısıltılarına yenilmiştir.
Comte’a göre daha
rasyonel bir bakış açısına sahip olan Saint-Simon ise düşüncelerinin çok sonra
20. yüzyılda , teknik sorunlarla boğuşan insan aklının en büyük yanılgısını
hazırladığını göremeyecekti.
Fransız Devrimi’nin mutluluk getirmediğini, evrensel
insan haklarının ilanının aşağı sınıfların cehaletini ve yoksulluğunu ortadan kaldırmadığını
söyleyen, toplumdaki tüm insanların mutluluğunun yeni bir toplumsal düzenleme,
bir sosyal reformla sağlanabileceğini iddia eden Saint-Simon, toplumda
gerçekleştirilecek reformun toplumsal yasaların bilgisine dayandığını ve bunun
bilimlerde de bir reformu gerektirdiğini düşünmüştü.
Saint-Simon haklıydı. Kilise’nin, Havra’nın
insan aklının uzağında konumlanan yasaları, haksızca sahte kodlarla ilahî formlarda
görünüyorlardı ve Fransız devrimi kilisenin gücünü kıracak yasalar
üretememişti. Toplumsal değişme ve düzenin yasalarının pozitivizmin marifetiyle
bulunabileceğini düşünüyordu.
Sonraki yüz elli yıl boyunca Saint-Simon’un fikirleri sistematik bir şekilde somutlaştırıldı ve pozitivizm insanlık tarihinin başat, görkemli eserlerini verdi. Buharlı makineler, elektrikli makinelerle yer değiştirirken, pozitivizm geçmiş binlerce yılın ayrımlarını altüst etti. Metafizik, fizik sınırları geliştikçe daraldı. İnsan aklı, evrenin bilinmezlerini keşfettikçe reddedilen bir Tasarımcı Tanrı’nın varlığını gözlemledi.
Sonraki yüz elli yıl boyunca Saint-Simon’un fikirleri sistematik bir şekilde somutlaştırıldı ve pozitivizm insanlık tarihinin başat, görkemli eserlerini verdi. Buharlı makineler, elektrikli makinelerle yer değiştirirken, pozitivizm geçmiş binlerce yılın ayrımlarını altüst etti. Metafizik, fizik sınırları geliştikçe daraldı. İnsan aklı, evrenin bilinmezlerini keşfettikçe reddedilen bir Tasarımcı Tanrı’nın varlığını gözlemledi.
Gelişen teknoloji, elektronik
ve uzay çağlarını ürettiğinde artık bilgi form değiştirmişti. Çok Tanrıcılık/kölelik,
Teizm/feodalizm ve Pozitivizm/endüstriyalizm evrelerinde kasılmaya bırakılan kusurlu
insan aklı, bu üç evreyi yeniden diriltip sürekli devinen ve zaman zaman ateist-teist
pozitivist kölelerin ürettiği feodal endüstrilerde insanları tanrılaştıran
karma ve sonsuz bir evre başlattı.
Pozitivist- Ateist- Teist
insan aklı, aklının perdelediği teknik bir sorundan üreyen bir akıldı. Bu
aklın, Allah’ın kullanmayı önerdiği saf akıl olmadığı, o aklın ürettiği vahşet
ortaya çıktığında kanıtlanmıştı. Fakat Feodal endüstriler bu hastalıklı,
kusurlu aklı değerli bulan milyarlarca köle insan üretmeye devam ettiler.