"2001 krizinin sorumlusu IMF'dir. O dönemde Türkiye üzerinde büyük oyunlar oynandı, bu oyunlar sonucunda da ülke uçuruma itildi."
Zekeriya Temizel, Eski Maliye Bakanı, Eski BDDK Başkanı
Zekeriya Temizel, Eski Maliye Bakanı, Eski BDDK Başkanı
Beyaz Yakalı Gangsterler’in Kar Maskesi: IMF
Sizlere bu yazıda, çoğunlukla anlamadığımız bir konunun ‘gerçekliği kesine yakın’ muhtemel öyküsünü anlatmayı düşünüyorum. Öykümüzün başkahramanı Stanley Fischer olacak. Bu ismi gelecek kuşaklar, yüzündeki titr maskesi ortadan kalktığında büyük bir öfkeyle anacaklar. Bu isimle ilgili gerçekleri Dünya’da ve Türkiye’de ekonomi ile bir şekilde ilgilenmiş olan siyâsetçiler, bürokratlar, bilim adamları, bankacılar, finans uzmanları ve gazeteciler çok iyi bilmekteler. Ancak hepsi, korkularından veya çıkarlarından dolayı bunu bizlerle paylaşmazlar.
Stanley Fischer ismi, Lehman Brothers’in batması ile ortaya çıkan bir söylentiye karşılık İsrail Haaretz gazetesinde çıkan bir yorum/haber ile dikkatimi çekti ve düşüncelerimi yeniden meşgul etti. ABD’de mâli denetim mekanizmalarının çalıştırılmasına neden olan bir söylenti, Lehman Brothers’in batmadan önce İsrail’e 400 milyar dolar transfer etmesi ile ilgili iddialar içeriyordu. Haaretz, denetim sonucunda bu tür bulgulara rastlanmadığına dair bir haber/yorum girmişti.
13 Ekim tarihli Haaretz: “Lehman Brothers'ı batıranların Yahudiler olduğu komplosu çöktü”. 27 Ekim 2008 tarihli Haaretz,”İsrailli üst düzey ekonomiden sorumlu yetkili dünya finansal krizinin İsrail’i etkilemeyeceğini söylüyor” haberini yapıyordu. Ardından 3 Kasım 2008 tarihli Haaretz,” İsrail Merkez Bankası Başkanı Stanley Fischer İsrail ekonomisinin krize karşı dayanıklı olduğunu söyledi” diyordu. 4 Kasım 2008 Haaretz: S&P İsrail’in derecesini düşürdü, diye başlık attı.
Düşündüm; İsrail, diaspora Yahudilerinin ve ABD hükümetlerinin desteği ile ayakta duran bir ülke. Batan finans kurumlarının çoğu Yahudilerin sahipliğinde ve ABD hükümeti ekonomik çöküntü içinde. Doğal olarak İsrail’in doğrudan batan bir ülke olması gerekiyordu. Ama İsrail Merkez Bankası Fischer, İsrail’in krize dayanıklı olduğunu vurgulayıp duruyordu. Bir terslik vardı orta yerde. Lehman Brother’s’in İsrail’e transfer edildiği iddia edilen 400 milyar doları geldi aklıma.
Bu krizde bu kadar nakit parası olan bir ülke neden krizden etkilensin ki? Ardından zihinlerin bulanıklığını gidermek adına yapıldığını düşündüğüm S&P ‘in İsrail’in derecesini düşürmesi hamlesi geldi. Bu kez iddianın doğruluk oranı daha da yükseldi gözümde. S&P’nin neye hizmet ettiğini kim bilebilir ki? Aynı zaman diliminde Türkiye’nin kredi notunu da düşürüyordu bu kuruluş. Türkiye’nin özel sektör dış borç yükünün ağır olmasına rağmen, krize dayanıklı bir ekonomik yapıda dolduğunu herkes biliyordu. O halde neler oluyordu?
Tabi, benim dikkatim Fischer’e yönelmişti. Şahıs İsrail Merkez Bankası’nın başındaydı ve yine karışık bir şeyler vardı piyâsada. Fischer aynı Fischer mi diyerek araştırdım. 2000-2001 krizlerinde basından sıkça duyduğum IMF birinci başkan yardımcısı Fischer’le aynı kişi mi diye. Araştırınca çok daha vâhim şeyler öğrendim. Evet; Fischer aynı Fischer’di. Ve son günlerde TÜSİAD Başkanı’ndan birçok ekonomi yazarına kadar bazı kurum ve kişilerin IMF ile anlaşmak zorunda olduğumuza dair haykırışlarının derin anlamı gözlerimin önüne seriliverdi.
Hemen aynı günlerde haberlere dönemin Maliye Bakanı ve sonradan BDDK Başkanı olan Zekeriya Temizel’in beyanları yansıyınca Türkiye’nin yeni bir ekonomik çukura çekilerek soyulması üzerine oynanan oyunu gördüm. Belki de yanlış görüyorumdur; ancak ben size yine bu hikâyeyi anlatmaya karar verdim. Konunun karışık olmasına aldırmayın. Çok sâde bir şekilde anlatmaya çalışacağım.
Haber 1:
2001 krizinin kara kutusu olarak tabir edilen Maliye eski Bakanı ve BDDK eski Başkanı Zekeriya Temizel bir konuştu, pir konuştu. 2001 krizinin sorumlusu olarak IMF'yi gösteren Temizel, o dönemde Türkiye üzerinde büyük oyunlar oynandığını, bu oyunlar sonucunda da ülkenin uçuruma itildiğini söyledi(II).
Zekeriya Temizel başka neler söylemişti;
“Eski Bankalar Kanunu'nun Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesi sonucunda bankacılık sektörü beş yıl boyunca yasasız yönetildi, Bu sistem 1999 yılına kadar sürdü. Hayatımın en acı dönemlerinden biridir. Bu kanun o parlamentodan çıkamadı. Çıkmadı. Haziran 1999'da nihayet bu sistem bir yasaya kavuştu. Daha mürekkebi kurumadan IMF anlaşması yüzünden yeniden değiştirildi. Değişiklikle çok önemli bir paragraf çıkarıldı. Çıkarılan paragrafta şu ifade vardı: "Kurul likiditenin güçlendirilmesi amacıyla fondan bankaya likidite sağlanmasına yetkilidir." IMF isteğiyle çıkarılan bu hüküm bugün kriz önlemi alan ülkelerin yaptığı bütün kriz uygulamalarını içeriyor. ABD ve Avrupa'da yapılan bütün kriz önlem paketi uygulamaları, bir yasaya dayanarak gerçekleştiriliyor. 9 Aralık 1999 tarihinde IMF'ye verilen niyet mektubunda “TMSF tarafından sahip olunan bankalar hariç, bankalara kredi açılmasına veya likidite desteği sağlanmasına izin verilmeyecektir.” dendi. Bu taahhüt IMF İcra Kurulu'nun stand by talebini görüşmesi için ön koşul sayılmıştır. IMF, fona almadan, zor duruma düşen hiçbir bankaya kredi açılmasını veya likidite desteği verilmesini yasaklıyordu. IMF'ye karşı MB ve Hazine'nin bir şey yapabilecek hali yoktu. Çünkü MB para tabanı limitlerine sıkışmıştı. Hazine de borçlanma limitleri nedeniyle kağıt veremez haldeydi. Batan bankaların bazıları kötü niyetliydi. Ama bazıları ise sadece geçici likidite sıkıntısı çekiyordu. Bu ortamda bile koca Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin elinde bunlarla mücadele edebilecek hiçbir araç yoktu. IMF bir kanun yapmış, elinize vermiş. Kıpırdayamıyorsunuz. Türkiye bu koşullar altında 19 Şubat 2001 pazartesi gününe geldi. Kara Pazartesi'ydi. 19 Şubatta, anayasa kitapçığı fırlatıldı. Birden Türkiye'deki yabancı sermaye hareketlendi. MB'den talep 7 milyar dolara çıktı. Tam o gün, İstanbul'da Hazine'nin ev sahipliğıinde G-7'nin müsteşarlar toplantısı vardı. IMF Birinci Başkan yardımcısı Fischer, Avrupa Temsilcisi Deppler, bir de herkesin bizden saydığı Türkiye temsilcisi Cotarelli. Olay öğrenilir öğrenilmez, G-7 temsilcileri ve IMF heyeti başka bir odaya çekilip gizlice 'Türkiye'yi ne yapacağız'ı konuşmuşlar. Orada konuşulan şu: "Derhal dalgalı kura geçilmelidir. Hükümet bunun kararını almalı. Bunu yaparsa gereken desteği veririz...” Allah'tan ABD'de o gün tatil, çok büyük bir para çıkışı olmadı sadece talep oldu. Ama ertesi gün de kaçış olacak. O gece toplanıldı. Gece yarısı toplantısında karar alınamadı. Dalgalı kura geçilemedi. O gece daha bütün ekonomi bürokrasisi ve bakanlık toplantıya katıldığı için IMF eyaletiyle ben başbaşa kaldım. Deppler'in çevirmenliğiyle bu programın hala finansman desteğiyle ayakta kalabileceğini, Türkiye'nin çok büyük bir bedel ödemeden bu krizin atlatılabileceğini adamlara anlatmaya çalıştım. Hayır dalgalı kur olmadan çözüm olmaz diyorlar. Sonuç olarak saat 04:00'te hükümetin dalgalı kura geçmeyeceği haberi geldi. Onlar da kafalarını duvarlara vurma hareketi yaparak gittiler. Ertesi gün olanları herkes biliyor. Yüzde 2000 faizler görüldü.”
Kara Kutu Temizel’in anlattıkları bunlar. Gözleriniz Fischer’i fark etmiştir sanırım. Temizel ancak 2008 sonunda IMF’in yine baskı kurduğu bir dönemde konuştu. İyi de etti. Ancak; 2001 krizinden hemen sonra konuşan bir siyasetçi daha vardı. Uzun siyaset deneyimiyle feryat ediyordu. Ama dinleyen yoktu;
Muhalafetteki DYP İstanbul Milletvekili Aydın Menderes 14 Temmuz 2001 Cumartesi günü basın toplantısı yapıyor ve bağıra bağıra anlatıyordu(III):
“IMF haklı, haksız bu hükümetle habire ihtilaf çıkarmaktadır. Sonra bu hükümeti azarlayıp Dünya kamuoyu önünde, Türk kamuoyu önünde küçük düşürmektedir…(.)…İşte IMF Başkan Yardımcısı Stanley Fischer diyor ki;” Bir iki aya kadar bu faizleri düşüremezseniz, ekonomik program çöker.” Bu faizlerin nasıl düşürüleceğini bu hükümet bilmeyecek ki, IMF bunu söyleyecek. IMF’nin söylediklerini yapmıyor mu Türkiye?”
Menderes bir an önce erken seçime gidilmesini öneriyordu. IMF boyunduruğunu gören Bahçeli de “hodri meydan”, dedi ve seçime gidildi. 2002’den sonra olanlar mâlum…Zamanla IMF ile olan anlaşmalar bitti. IMF’siz dönem başladı. Türkiye büyüme hızında ulaşılması güç rekorlar kırdı.
Çukurova Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nden Prof. Dr. H. Mahir Fisunoğlu 2001 krizi ile ilgili makalesinde:
”IMF'in buradaki ciddi hatası ise şudur: Türk mali sisteminin bankacılıkla ilgili bölümündeki sorunların ciddiyetini tam olarak anlayamadılar. Bunu, üzerinden "kolaylıkla" gelinebilecek bir "ders kitabı" konusu olarak gördüler ve bankacılık reformu ile ilgili önlemlerin yavaş ve "yumuşak geçişi" gerektiren bir süreç içinde olması gerektiğini düşünemediler. Aksine, radikal önlemler alındı. Gerek kamu bankalarının içinde bulunduğu durum, gerekse özel bankaların durumu, bankacılık ilkelerinin çok dışına çıkmıştı, buna karşılık radikal önlemler, bu sistemde çöküntü ve paniği hızlandırdı. Gerek Kasım'daki, gerekse Şubat'taki krizlerde, MB'nın elini- kolunu bağlı tutarak (ilk anda müdahale etmesini engelleyerek) krizin büyümesine yol açtı..(.).. Burada IMF'in "kredibilitesi" konusu da kamuoyunda tartışmaya açıldı. Zaten son yıllarda dünyada birbiri arkasına çıkan krizlerde hep bu kredibilite konusu gündeme gelmişti. Bu tartışmalar sırasında, IMF'in Türkiye'ye "yanlış" politikalar önerdiği ve kendi hatalarının faturasının Türk halkı tarafından ödendiği tartışıldı..(.).. Ayrıca IMF tarafından, döviz çapası uygulamasından çıkılması gerektiğinin Kasım 2000 krizi sonrası, en azından, ima edildiği; fakat, Türkiye'nin, o zaman bu Programdan çıkma riskini göze alamadığı da anlaşılıyor. Kasım 2000'de Programdan çıkılsa idi, bu günkü kadar tahrip edici sonuçlarla karşılaşılmayacaktık. (Son tahlilde, döviz rezervleri yüksek olan bir ülkenin, Programdan çıkmanın maliyetlerini karşılayacak kadar dövizi "gözden çıkarması" fazla sorun yaratmazdı). O zaman şu soru sorulabilir: IMF, hem de kendi kredibilitesini tehlikeye sokacak şekilde, niçin Türkiye'nin arkasında durmaya devam ediyor? Cevabı yine Stanley Fischer verdi:" Türkiye, sıradan bir ülke değil. Karşımızda Tayland yok. Karşımızda ciddi ve büyük bir NATO ülkesi var". (IV)”
Temizel, Menderes ve Prof. Fisunoğlu’nun söyledikleri Fischer ile ilgilenmeye devam etmemiz gerektiğini düşündürttü. Türkiye’nin soyulduğu o dönemin başkahramanı Fishcer’in beyanlarına bakalım tarih sırasıyla;
Haber 2:
1999`da CNN Türk televizyonunda M.Ali Birand`a yaptığı açıklamada ise Türkiye için karamsar bir tablo çizmiş, "Türkiye bu dış borç, bu bütçe açığı ve bu yüksek faizle daha fazla gidemez. Yolun sonuna geldiniz. Türkiye büyük bir krizin eşiğinde bulunuyor. Türkiye hasta adam!" demişti. O dönem IMF`nin iki numaralı adamı olan Fischer, 2000`de uygulamaya konulan `İstikrar Programı`nın mimarlarındandı. 2001 Şubat krizinde fırtınanın tam ortasında, Ankara`daydı. Türkiye`nin dalgalı kura geçmesinde de belirleyici rol oynadı. 1993`ten 2001`e kadar fonda görev yapan Stanley Fischer, Türkiye`nin 2000 yılında yürüttüğü ekonomik programın da en büyük destekçilerindendi. Bu süreç içinde birçok kez Türkiye`ye geldi.(I)
Aralık 2006’da `Dolarizasyon: Sonuçlar ve Politika Seçenekleri`` konulu konferans’ta Fischer’in açıklamalarına bakıyoruz. ”İsrail Merkez Bankası Başkanı ve 2001 krizi sırasında IMF 1. Başkan Yardımcısı olan Stanley Fischer, kriz döneminde IMF`nin Türkiye`ye Döviz Kuru Kurulu kurulmasını önerdiğini, Türkiye`nin bunu geri çevirdiğini belirterek, `Şimdi bu kararın ne kadar doğru olduğu görülmektedir`` dedi. Konferansın açılışında konuşan Fischer, Türk ekonomisinin 2001 yılından bu yana hem Hükümet`in hem de Merkez Bankası`nın çabalarıyla büyük ilerlemeler kaydettiğini, ekonomi bürokratlarının reformları başarıyla uyguladığını, IMF`nin de bu süreçte önemli katkılarının olduğunu anlattı. Geçmiş yıllarda IMF yönetiminde yer aldığını ve o dönemde Türk otoriteleriyle yakın ilişkiler kurduğunu dile getiren Fischer, `Kriz döneminde IMF Türkiye`ye Döviz Kurulu kurulmasını önermiş, Türkiye bunu geri çevirmişti. Şimdi bu kararın ne kadar doğru olduğu görülmektedir. Para kurulunun kurulması kredibilite üzerinde fayda getirir, ancak yüksek enflasyon olan ülkelerde değil`` diye konuştu.
Haber 3:
Türkiye’nin yaşadığı 1999 ve 2001 krizleri sırasında IMF İcra Direktörü olan ve krizleri tetikleyen sabit kur politikasının mimarı olarak gösterilen İsrail Merkez Bankası Başkanı Stanley Fischer, IMF ile yakın ilişkinin Türkiye’ye katkı sağlayacağını söyledi. İsrail Merkez Bankası Başkanı Fischer, Kudüs’te bir grup Türk gazeteciye Türkiye ekonomisini değerlendirdi. Fischer, IMF’de görev yaptığı dönemde çok sayıda ekonomik kriz yaşandığını, kendisi gittikten sonra krizlerin bittiğini hatırlatan bir gazetecinin sorusuna ise “Dünyada yaşanan her 9 krizin 8’i sabit döviz kurlarının çökmesinden kaynaklandı. Türkiye’deki durum ise biraz farklıydı. Sabit kur sisteminin değiştirilmesi için maliye bakanlarına sürekli telkinde bulundum. Fakat enflasyonun artacağı düşüncesiyle değiştirilmedi. Sizin kriziniz Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasındaki sorundan kaynaklandı. Ancak ekonominizdeki dengeler de krize girildiğini gösteriyordu” dedi. Fischer, Türkiye’nin 1999’dan bu yana yürüttüğü ve mayıs ayında sona erecek stand-by anlaşmasının yeniden yapılıp yapılmaması konusundaki görüşlerini soran gazetecilere, “5 yıl önce olsa ‘kesinlikle hemen yapın’ derdim. Ancak bugün bu koşullarda bu karar size kalmış bir şey. IMF programlarının avantajları vardır. IMF ile yeni bir çerçeve oluşturur, o çerçevenin içinde çalışabilirsiniz. IMF parasına ihtiyaç olmasa da bence anlaşma yapılabilir. Türkiye IMF’den para alarak da programını sürdürebilir. Bu size kalmış” yanıtını verdi. (V)
Fischer, IMF ve kendisinin o dönemde Türkiye’yi krize götürdüğünü neden itiraf ediyordu peki? Ağustos 1987'de Başkan Reagan tarafından atanan Ocak 2006’ya kadar kesintisiz görev yapan aslen Macar Yahudisi Eski ABD Merkez Bankası Başkanı Alan Greenspan’in “yanlış ekonomik politikalar uyguladıklarını ve bu politikaların 2008 deki krize sebep olduğunu” itiraf etmesine benzer bir şekilde itiraflarıyla gündemde kalmayı tercih etmesinin sebebi ne olabilirdi? Aşağıda Mahfi Eğilmez’in 2001 krizinde Türkiye’nin kaybettiklerini anlattığı pasajı okuduktan sonra, dönüp hiçbir bedel ödemeyen Fischer gibilerin itiraflarının amacını sorgulayacağız. Türkiye, İsrail’in ve Yahudi destekli neo-conların altyapısını hazırladığı Ortadoğu da kaos planlarına karşı çıktığı için çökertilmişti. Potansiyel olarak Türkiye’nin kemikleşmiş birçok sorununu çözebilecek potansiyele sahip olan koalisyon hükümetinin nasıl bir hezimet hükümetine dönüştüğünü görmek zor olmayacaktır.
IMF’nin söz konusu politikalar için birer araç olarak kullanıldığı, ekonomik soygun parametrelerinin yönetilmesine dair iyi bir kar maskesi olması bakımından bu itiraflar yeterince sağlam kanıt sayılamazlar mı? 2001 krizinde nelerin nasıl yönetildiğini bilenler bugün IMF ile yeni anlaşmalar yapmamız konusunda hükümeti sıkıştırır ve kamuoyunu bu anlaşmalara hazırlarken bizler neler düşüneceğiz? Konu tartışıldıkça, IMF anlaşmalarına hepimiz alışmayacak mıyız, bu anlaşmaları normal karşılamayacak mıyız? Oysa herkes biliyor ki; IMF ile anlaşmak Türkiye için iyi değildir, iyi olmayacaktır. Anlaşma sağlanırsa Türkiye yeni ekonomik düzende çökmekte olan batı ekonomilerinin beslenmesi için hortum borusu olmaktan kurtulamayacaktır. Fischer ve diğerleri, bu yüzden itiraflarını yaparken hâlâ güven duyulabilir olmaya çalışıyorlar. Türkiye gibi ülkeleri beyanlarıyla etkilemeye devam etmek istiyorlar. Ekonomi tilkileri, itiraf mekanizmasının bir nevi günah çıkararak işine devam etmek demek olduğunu çok iyi biliyorlar. Alan Greenspan hatalarını itiraf ederken İngiltere Merkez Bankası’nın yönetimine girmeyi başarabiliyor ve para üzerindeki söz hakkını koruyordu (İngiltere Merkez Bankası da ekonomik durgunluğa girdiğini ilan etti kısa zaman sonra. Seçkin DENİZ). Bir para avcısı, neden soygundaki rolünü itiraf etsin, başka hangi neden onu bu tür hata(!)ları itirafa zorlayabilir?
Mahfi Eğilmez ne demiş şimdi bakalım:
“Türkiye’nin değişimindeki en önemli dönüm noktalarından biri 2001 yılında yaşanan büyük ekonomik krizdir. 2000 yılında Türkiye’nin GSMH’si 200 milyar dolardı. 2001 yılı sonunda ise 148 milyar dolar. Türkiye 2001 krizi sonucunda GSMH’sının dörtte birini kaybetti. On binlerce insan işsiz kaldı, 2000 yılında yüzde 6.5 olan işsizlik oranı 2002’de yüzde 10.3’e tırmandı, işini kaybetmeyenlerin ise geliri düştü. Ücretleri azalanlar işlerini de kaybetmemek için seslerini çıkaramadı, pek çok insan bankalara olan kredi borçlarını ödeyemedi, binlerce işyeri kapandı, insanlar korktular, sindiler, aç kaldılar. Ve sonuçta her şeye razı hale geldiler.”(VI)
Mahfi Eğilmez bu yazıyı Aralık 2007’de yazıyor ve Türkiye’de yaşayan insanlara 2000-2001 krizlerinde yaşatılanların temel çerçevesini çiziyor. Peki Mahfi Eğilmez kim ve konumuza dahli neden önemli? 1997’de hazine müsteşarı olan, 2005’te Bayındırlık eski Bakanı Yaşar Topçu`nun Karadeniz Sahil Yolu ihalesinde usulsüzlük yapıldığı iddiasıyla Yüce Divan`da yargılandığı davada tanık olarak dinlenen Hazine eski Müsteşarı Mahfi Eğilmez sanık Yaşar Topçu tarafından suçlanmıştı:
”Eğilmez ile yaptığım görüşmede, `Siz ihaleye çıkın, onay gelir.`demişti Yaşar Topçu. Mahfi Eğilmez’in “Hatırlamıyorum, mümkün değil!” itirazı üzerine ‘Bakan yalan söylemez’ diye tepki vermişti(VII). Aynı yıl(1997) Hazine müsteşarlığından ayrılan Mahfi Eğilmez, tüm teamüllere ve yasalara aykırı olarak özel bir bankanın yönetimine girdi. Mahfi Eğilmez’i suçlayıcı bir form üzerinde değiliz. Sadece onu ve yaptıklarını anlamaya çalışıyoruz. IMF destekçilerini tanımamız açısından bu önemli değil midir?
Aşağıda kendisinden yapacağımız alıntılar üzerinden çelişkilerini irdeleyeceğiz. Hükümet üzerinde IMF ile anlaşma yapılması hususunda baskı kuran ekonomistlerden biridir Mahfi Eğilmez. Ekonomik her şeyin aşırı farkında olan Mahfi Eğilmez, IMF ile ilgili tartışmalarda daima ‘anlaşma taraftarı lobi’nin sözcülüğünü yapmıştır. Fischer’den sonra Eğilmez’i izleyelim;
Haber 4:
Ekonomi Muhabirleri Derneği`nin yayın organı Ekonom`a, Türkiye-IMF ilişkilerinin geleceği konusunda değerlendirmelerde bulunan Hazine eski Müsteşarlarından Mahfi Eğilmez, IMF ile yeni bir anlaşma yapılmaması halinde Türkiye`nin çok zorlanacağını savudu. Süresi 3 Şubat 2005`de sona erecek Stand-by`ın ardından da, IMF ile bağların koparılmaması gerektiğini vurgulayan Eğilmez, Türkiye`nin bugün kabaca IMF`ye 25-26 milyar dolar borcu bulunduğuna dikkati çekerek, bunun 75-76 milyar dolarlık toplam kamu borcunun üçte birini oluşturduğuna işaret etti. 25 milyar doları daha rahat ödeyebilmek için IMF ile yeni bir düzenleme yapılması gerektiğini savunan Eğilmez, ``IMF`den kurtulmayı niye istiyoruz? Popülizm mi yapacağız?`` diye sordu.(Nisan 2004,2004-04-24 Vakit)
Türkiye güçlü Ortadoğu sermayesi ile beslenirken Mahfi Eğilmez böyle diyordu. O dönemden az sonra, tartışmaların 2004 den sonra yoğunluğunun giderek azaldığı 2006 martına kadar olan dönemde Fischer ne diyor yukarıya bakalım mı tekrar?
Fischer: “5 yıl önce olsa ‘kesinlikle hemen yapın’ derdim. Ancak bugün bu koşullarda bu karar size kalmış bir şey. IMF programlarının avantajları vardır. IMF ile yeni bir çerçeve oluşturur, o çerçevenin içinde çalışabilirsiniz. IMF parasına ihtiyaç olmasa da bence anlaşma yapılabilir. Türkiye IMF’den para alarak da programını sürdürebilir. Bu size kalmış” diyordu. “Türkiye’de faiz oranları yüzde 60-70’lerden hızla aşağı düştü. Fakat uluslararası standartlara göre hala yüksek. Yine de faiz kontrol altına alınmaya başlandı ve şu andaki durum faizlerin daha da düşeceğini gösteriyor. Merkez Bankanız çok iyi çalışıyor. Yüzde 6.5’a yakın faiz dışı fazlanız var. Ciddi atılımlar ve büyüme gösterdiniz. Dışarıdan gelen yatırımcılar için özelleştirmeler iyi bir kaynak oldu. Türkiye’nin batısındaki ülkelerden yatırım çekmesi için maliyetlerin daha da düşük olması gerekiyor. Mali alanda ciddi çalışmalara ihtiyaç var. Bundan sonra bütçe disiplini konusunda geliştirilmiş bir programa ihtiyaç var. Türkiye Avrupa pazarına çok mal satıyor. Avrupa ekonomisi son zamanlarda negatif sinyaller veriyor. Türkiye de bundan etkilenecektir. Türkiye etkilenirse enflasyon artış gösterebilir.”(VIII)
Fischer iyimser bir dille gözaltında tuttuğu Türkiye hakkında bunları söylerken duralım ve Eğilmez'le devam edelim;
"Türkiye şu anda iyi günlerini yaşıyor. Yakında çok daha zor bir döneme gireceğiz. Büyümesi, cari açığa dayalı bir modele bağlı Türkiye'nin önündeki yaklaşık 50 milyar dolarlık cari açık, çok zor bir 2009'un bizi beklediğini gösteriyor. Önümüzdeki dönemde krize bağlı olarak, cari açığın düşmesiyle birlikte büyüme eğilimi de oldukça yavaşlayacak. 2007 sonuna kadar dış konjonktür ile siyasal ve ekonomik istikrarın etkisiyle hızlı bir büyüme yaşandı. Ancak son 1-1,5 yılda Türkiye'de ekonomi anlamında yapılması gereken hiçbir şey yapılmadı. Kendine fazla güvenmenin de etkisiyle bu olumlu hava tersine döndü. Dolayısıyla küresel ekonomik krizden en fazla etkilenecek ülkelerden biri Türkiye olacaktır." Amerikan ekonomisini de değerlendiren Eğilmez, "14 trilyon dolarlık ABD ekonomisi FED'in bugüne kadar ahlaki çöküntü yaratacak politikalar izlemesi(Ahlâkî çöküntü yaratacak politikalar izleyen Eski FED Başkanı Alan Greenspan’dır. Seçkin Deniz) nedeniyle büyük bir krizin içine girdi. ABD'deki büyüme hızla düşüyor, işsizlik ve enflasyon oranları artıyor. Bu havayı değiştirmek için önlerindeki tek şans, Obama'nın başkan olacağını düşündüğüm seçim. Sonuç olarak ABD'yi dengeleyecek tek güç ne G-7 ülkeleri ne de Brezilya, Hindistan, Rusya ve Çin gibi ülkeler, sadece ABD'dir."(IX).
Türkiye’de petrol fiyatlarının düşmesiyle câri açık azalıyor bu dönemde. Kriz henüz bankaları sarsmış değil. Bankalar beyanat veriyorlar; "güçlüyüz", diyorlar. IMF tartışmaları yok orta yerde. Birden bire TÜSİAD Başkanı hanımefendi feryat ediyor; Krize karşı önlem alın diye. Eğilmez sonraki stratejisi gereği zemin hazırlığı yapıyor yazısında.
“Küreselleşmenin getirdiği büyük değişim, ülkeden ülkeye farklı biçimde yansıyor. Özellikle bizim gibi dışa açık, yabancı kaynak kullanarak büyüyen ülkeler bu değişimden olumlu etkileniyor. Eskiden ülkenin batışına yol açacağı düşünülen olaylar, şimdi böyle bir sonuç ya da beklenti yaratmıyor. Örneğin Türkiye’nin bu çapta bir cari açığa ulaşması ve bunu finanse edebilmesi, beş yıl önce asla mümkün görülmeyecek bir durumdu. Oysa bugün buradan bir sorun çıkmayacağı düşünülüyor…(.)…Türkiye, AKP iktidarı döneminde hem AB ile müzakereyi başlatarak batıyla ilişkilerini üst düzeyde tutmaya hem de İslami kimliğini öne çıkararak Ortadoğu ülkeleriyle ilişkilerini artırmaya çaba gösterdi. Son altı yılda gerek batıdan gerekse Ortadoğu’dan toplam 65 milyar dolarlık doğrudan yabancı sermaye yatırımı çekmiş olması bu yaklaşımın bir sonucu. Unutmamak gerekir ki Türkiye 1980 – 2003 arasındaki 23 yıllık sürede yalnızca 18 milyar dolarlık doğrudan yabancı sermaye çekebilmişti.”(X)
Eğilmez, neden bahsediyor sizce? 65 milyar dolar Arap sermayesine dikkat çekiyor. Bir zamanlar Amerikalı bir yazar 2003’te diz çöktüremedikleri Türkiye için “Araplar, dolarlarıyla Türkiye’yi ayakta tutuyorlar, çıldırmak üzereyim” diyordu. Eğilmez’e ne oluyor peki? Bu para varken IMF neden olsun ki?
“G-20 üyesi ülkelerin liderleri ABD’nin başkentinde, krizi yaratan ülkenin liderlerinin önderliğinde bir araya gelerek küresel finansal krize çözüm aradılar. Krizi yaratanlar Amerikalı finansçılar, onu görmezden gelenler Amerikalı siyasetçiler ve Amerikan Merkez Bankası, denetlermiş gibi yapıp da hiçbir şey yokmuş gibi tavır alanlar yine Amerikalı reyting kuruluşları. Bunlara Amerikan güdümüne girdiği için şişirilen balonlara sesini çıkarmayan IMF yetkililerini, krizi çıkarma konusunda ABD ile adeta işbirliği içinde çalışmış olan Avrupa’nın önde gelen ekonomilerini, Japonya’yı ve G-20 içinde bulunmayı bir lütuf olarak gören öteki ülkeleri de katarsak çözüm konusunda ne kadar umutlu olmak gerektiğini anlarız…Krizi çözmek kadar önemli olan konu bir daha kriz yaratmayacak bir mekanizma oluşturmaktır. Bunun için de küresel sistemi gözetecek ve kurallarını geliştirecek yeni ve bağımsız bir kuruma ihtiyaç var. IMF ya da FSF gibi ABD’nin doğrudan etkisi altında olan kurumlar ya da forumlar bu mekanizmayı düzeltecek önlemleri alamazlar”(XI)
Eğilmez ne diyor yukarıda; IMF bağımsız değildir. Peki aşağıda ne diyor; IMF ile anlaşmak zorundasınız. Peki Eğilmez açıkça söylese ya,” IMF ile anlaşın ki ABD sizi sömürmeye devam etsin”. Der mi? Der tabi aynen yukarıdaki ve aşağıdaki parağraflarda dediği gibi; anlayabilirseniz. Hem notumuzu düşüren S&P’yi savunuyor, hem de IMF’ye mecburuz, felsefesi güdüyor.
“Türkiye’yle ilgili bu görünüm değişikliği kararına itiraz edenler, batmanın eşiğine kadar gelip de IMF’den destek alan İzlanda (BBB negatif) ve Macaristan’ın (BBB artı, negatif) Türkiye’den yüksek reyting notuna sahip olmaya devam etmelerinin tutarsızlık olduğunu öne sürerek S&P’yi eleştiriyorlar. Bu eleştirinin haklı olup olmadığını anlayabilmek için reytingin niçin yapıldığını, yani temel amacının ne olduğunu bilmek gerekiyor….Buna karşılık bağıra çağıra üzerimize gelen krize ve konuyu bilen birçok kişinin uyarılarına karşın IMF ile mevcut düzenlemeyi uzatmayarak borçların çevrilebilirliği tartışmasına yol açanların bu eleştiriyi yapma hakkının olmadığını düşünüyorum.” (XII)
Fischer’in Türkiye ilgisi dikkatimi çekmeye devam ediyordu. Fischer iyi şeyler söylüyordu: Dünya’da mortgage krizi giderek büyük finansal çöküşlere gidiyordu. Ama Fischer ekonomimizi övüyordu.
Haber 5:
Amerika`da mortgage krizi ile başlayan ve bütün dünyayı sarsan dalgalanma, Türkiye`yi de olumsuz etkiledi. Geleceğe yönelik kötümser senaryolar gündeme gelirken, Uluslararası Para Fonu(IMF) eski Başkan Yardımcısı ve İsrail Merkez Bankası Başkanı Stanley Fischer`dan ilginç bir değerlendirme geldi. 1999 yılında Türkiye için `hasta adam` benzetmesi yapan Fischer, dokuz yıl sonra ekonomideki kazanımlardan övgüyle bahsetti. Kudüs`te Türk gazetecilerle sohbet toplantısı yapan Stanley Fischer, "Türkiye`de her gün yeni bir problemle karşılaşıyor olabilirsiniz; ancak dışarıya çıkıp kendinize bakmanız gerekiyor. İşte o zaman Türkiye`nin çok ciddi büyüdüğünü ve sosyal güvenlik gibi önemli reformlara imza attığını görebilirsiniz." dedi. IMF destekli programın başarıyla uygulandığını dile getiren Fischer, ekonomik program sonucunda enflasyonun düşürüldüğünü, malî istikrarın sağlandığını kaydetti. IMF ile çalışmak için borç para almanın şart olmadığını dile getiren Fischer, Türkiye`nin ekonomik programının kredibilite kazandığını söyledi. Fischer, Yeni Türk Lirası`nın dolar karşısında güçlü olduğuna işaret ederken faizlerin yüksek gibi görünse de yüzde 60-70`li seviyelerden 17`lere geldiğinin unutulmaması gerektiğine dikkat çekti. Yabancılar için özelleştirmelerin ciddi fırsat olduğunu belirten Fischer, "Türkiye, yatırım yapmak için iyi bir pazar. Merkez Bankası`nın başarılı tutumu sayesinde 2000`lerdeki malî kriz uzun sürmedi." dedi. (I)
Geriye yaslanıp düşünelim. Türkiye neden IMF ile yeniden anlaşmak üzere şartlandırılıyor? Türkiye Ekonomisi, şu anda -ve şu andan öncesinde de- Dünya’nın en güvenilir kazanç bölgesidir.. Türkiye’de yatırım yapan yabancı sermâye sahiplerinin-özellikle Araplar- yaşanan küresel kaostan mümkün olduğu kadar ‘iyi’ korunduğunu, bu durumun yabancı sermâye akışının sürmesinde etkili olacağını herkes biliyor. Yatırım yapan yabancı sermâye’nin Türkiye ekonomisi hakkında büyük kuşkuları yok. Yatırım yapmayan ve sanal para kazanan sermâye sahipleri için durum farklı. Ancak, türev piyasalardan tatlı para çekecek araçların kontrolünün o tatlı paranın sahiplerinin elinde olabilmesi için Türkiye’nin IMF ile anlaşması şart.
Türkiye’deki bankalara verilen kredilerin geri dönüşünün mevcut koşullarda garantisinin sağlanması ve krediler baz alınarak üretilen saadet zinciri soygununun devam etmesi, Türkiye krizden aşırı etkilenecek bir ülke pozisyonuna sokularak mümkün hâle getirilmek isteniyor. S&P de bu nedenle Türkiye’nin notunu düşürdü.
2000-2001 krizleri öncesinde de kredi derecelendirme kuruluşları arka arkaya aynı hamleyi yapmışlar ve Mahfi Eğilmez’in güzelce anlattığı yıkım gerçekleşmişti. IMF ile yapılacak bir anlaşma ilk anda Arap yatırımcıları ürkütecektir. AK Parti İktidarı’nın kredibilitesi Arap sermâyesinin kaçışını bir süre geciktirebilir; ama ilânihâye bu sürmez. Arap sermâyesinin kaçışı Türkiye’nin IMF maskesi arkasına saklanan kan emicilerinin işini kolaylaştıracaktır. D.Bank’ın Türkiye’nin 120 milyar dolarlık finansman desteği olduğunu ilan etmesi de bu bankanın önceki hamlelerinden biriydi. Mahfi Eğilmez bile bu kadar büyük bir finansman açığı oluşacağını öngörmüyordu.
Birlikte gördüğümüz gibi Türkiye IMF ile anlaşmaya zorlanmaktadır. Türkiye Hükümeti, tehdit edilmekte ve köşeye sıkıştırılmak istenmektedir.Türkiye IMF ile anlaşma yapmamalıdır. Türkiye’nin iyiliği adına önerilerde bulunmadıkları belli olan kurum ve kuruluşların bu yönlü telkinlerinin ne işe yarayacağı açıktır. Bu halk; gelecekte hükümetleri nezdinde soyguncular tarafından yine aşağılanmak istemiyorsa, güçbela doğrulttuğu belinin yeniden kırılmasına razı değilse, IMF karşıtı gösteriler yaparak Hükümetin elini güçlendirmelidir. Fischer’e göre dışarıdan bakıldığında çok yükselen itibârımız, acaba kimleri bizi çekemez hâle getirdi? Fisher’in bu sözleri bile kazılan kuyuların bir habercisi değil midir?
ABD istihbarat kuruluşlarını bünyesinde toplayan Ulusal İstihbarat Konseyi, var olan ekonomik krizin ulaşacağı boyutları da değerlendiren, "Küresel Eğilimler: 2025" başlıklı bir analiz hazırlamış; Raporda, "Ortadoğu dışında bulunan, Arap olmayan Müslüman ülkeler olarak Türkiye ve Endonezya'nın jeopolitik yükselişinin gözleneceği" öngörülüyor.(XIII) Gözlerimizi neden IMF ile kapatıyorlar ki? Biz göremiyor muyuz?
Ama bakınız; görenlerden biri, Kanadalı Ekonomist David McNally G7 Ülkeleri dışında krizden en fazla etkilenecek ülkelerden biri Türkiye'dir dedikten sonra- diyecek tabi,diye diye bunu sağlıyorlar zaten, acaba neden bazen dürüstler?- ne diyor:
IMF'yle yapılacak anlaşmanın ortaya koyduğu sorun, IMF'nin yardım karşılığı Türkiye'ye sunacağı talepler. Çünkü IMF 1980'lerde kurduğu modele göre çalışmaya devam ediyor. Bu modele göre de Türkiye'ye aktaracağı paraları geri alabilmek için, kamu harcamalarında, devletin sunduğu hizmetlerde kısıntıya gidilmesini öngörüyor. Ancak ekonominin durgunluğa girdiği bir aşamada devletin de harcamalarını kısmasının resesyonu daha da kötü bir hale getirmekten başka bir etkisi olmaz.
IMF, Türkiye ile görüşmesinde Macaristan ve Pakistan'la görüşmelerde yaptığı gibi, Amerika ve İngiltere gibi ülkelerde uygulanan ekonomik stratejinin tam tersini önerecek... Bence IMF'nin oluşturduğu bir model var ve bu modele göre krizin en yoğun etkisi, merkezden kalkınmakta olan Türkiye gibi ülkelere doğru yayılmalı.
IMF, görevinin çevre ülkeleri değil, sistemin merkezini kurtarmak olduğunu düşünüyor. Söylediğim gibi onların modeli her zaman bu olmuştur. İkinci bir neden de ideolojik. IMF'de şöyle bir anlayış var: Eğer bir hükümet IMF'ye borç için başvuruyorsa, aldığı borcu geri ödemek için kamu harcamalarını kısmalı. Böyle hareket ederek de temel mantıklarını şöyle ortaya koyuyorlar: Öncelikli olan uluslararası finans kuruluşlarıdır, ulusal ekonomiler ya da insanların (bu durumda Türkiye'deki insanların) yaşam standartları değildir...Sorun şu, Türkiye de hükümet ancak, siyasal hareketlerden ve sendikalardan çok ciddi bir kitle hareketi olduğu takdirde doğru şeyleri yapabilir. Türkiye gibi ülkelerin hükümetleri "Öncelikli olan insanlarımız ve onların yaşam standartlarıdır. Eğer bu dış borçlarımızı ödeyemeyeceğimiz anlamına geliyorsa bırakalım öyle olsun." diyebilmeli. Ekvator örneğin, dış borcunun yaklaşık yüzde 40'ını donduracağını açıkladı. Dolayısıyla ulusal geliri dış borcu ödemek için kullanmak yerine (bu da zaten IMF modelinin kendisidir) "İnsanlarımızın yaşam standartları önemlidir" diyebilmeli. Bazı Latin Amerika ülkeleri krize söylediğim şekilde bir tepki vereceklerinin işaretlerini veriyorlar. " (XIV)
İlginç olan en önemli şeylerden biri de, AB'nin ekonomiyi canlandırmak ve sırf harcamaları arttırmak için 200 milyar euro'luk ekonomik paket (XV)açıklamasına rağmen ekonomistlerin bunu görmemesi. Bu paket'in açıklanması Türkiye'nin AB ülkelerine olan ihracatının durmayacak /azalmayacak, aksine artacak olması demek. Sadece bu paket bile IMF ile anlaşma yapmayı gereksiz kılabilir.
IMF Dünya'daki krizi çıkaranların bir aracıdır ve bu aracı süregelen işini yapmaya devam ediyor; sömürü mekanizmalarının sürmesini sağlamak ve bu kriz ortamında bile sömürülecek ne varsa sömürmek niyetinde. İçerde ve dışarıda yapılan açıklamalar ve yazılan yazılar Türkiye'yi ateşten çembere almak ve IMF ile anlaşmaya zorlamak için yapılıyor. Fischer, yükselen itibarımızı belirginleştirdiği zaman, gerçek niyetlerin neler olduğunu beyan ediyordu; olay budur: "Besilisiniz; sizi yemek istiyoruz"
Seçkin DENİZ,28.11.2008, Sistematik Analizler 79
Açıklama: Türkiye 14 Mayıs 2013'te IMF'ye olan borcunu sıfırlıyor. 1961'deki askeri darbeden sonra başlayan borçlanma, Türkiye'nin her açıdan kilitlenmesine ve G7 ülkeleri tarafından soyulmasına neden olmuştur. Seçkin Deniz,14 Mayıs 2013
Not: Bazı Yahudilerle ilgili notlarım belli bir düzeneğe angaje olmamış Yahudileri hedef almamaktadır. Antisemitist bir bakış açısı yoktur.
OKUMALAR:
1- Türkiye’nin Borcu Üzerine 188 Milyardan Fazla Swap Yazıldı (The Wall Street Journal, 5 Kasım 2008, CDS Data Show Scope of Wagers on Nations) http://www.ekopolitik.org/public/news.aspx?id=3580&pid=595
2- Türev İşlemlerin Kullanım Amaçları http://www.isbank.com.tr/kurumsal/k-risk.html
3- Swap İşlemleri www.baskent.edu.tr/~gurayk/intfinders8.doc
4-IMF Kuruluş amacı
http://tr.wikipedia.org/wiki/Uluslararas%C4%B1_Para_Fonu
KAYNAKLAR:
(I) 2008-03-06 Zaman http://www.zaman.com.tr
Stanley Fischer, dünyanın en ünlü üniversitelerinden olan MIT`de ekonomi bölümü başkanlığından IMF`ye geçmişti.. Stanley Fischer, 1943`te Afrika ülkesi Zambiya`da doğdu. 1960`lı yıllarda İsrail`de yükseköğrenim gören Fischer, 1980`li yıllarda İsrail Hazine Bakanlığı, ABD Hazine Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığı`nda danışmanlık yaptı.
(II) http://yenisafak.com.tr/Ekonomi/?t=08.11.2008&c=3&i=149054
“IMF 2001'de bizi krize götürdü”. Temizel, şuanki küresel kriz ve IMF faktörü ile ilgili olarak şu soruları sordu;
1) Acaba ABD, IMF programı uygulasaydı önlem alabilir miydi?
2) Eğer IMF tarafından yönetilmiş olsalardı, Lehman'ın iflasından sonra FED, 85 milyar dolar vererek AIG'yi kurtarabilir miydi?
3) Dexia'yı kurtarmak için üç devlet 6.4 milyar dolar sağlayabilir miydi?
4) Bush 700 milyar $'lık paket hazırlayabilir miydi?
5) Ülkeler mevduata sınırsız garanti getirilebilir miydi?
6) Almanya hükümeti 500 milyar dolarlık kurtarma pakedini hazırlayabilir miydi?
7) Fransa, şirketlerinin yabancılar tarafından alınması tehdidine karşı bu şirketleri güçlendirebilir miydi?
8) İngiltere Hazinesi 200 milyar sterlinlik özel likidite pakedini bankaların kullanımına sunabilir miydi?
9) Hollanda 20 milyar avroluk fon hazırlayabilir miydi?
10) Kore hükümeti 750 milyon dolarlık kaynağı KOBİ'ler için Kore Kalkınma Bankası'na aktarabilir miydi?
(III) http://www.aydinmenderes.com/index.php?kategori=menderesten&id=100
(IV) http://idari.cu.edu.tr/mahir/subat2001.htm
(V) 2006-12-15 Sabah http://www.sabah.com.tr
(VI) Mahfi Eğilmez, Değişen Türkiye aralık 2007 http://www.cnbce.com/business/yazarlar/mahfiegilmez/konuid=14.asp
(VII) 2005-09-21 Zaman http://www.tumgazeteler.com/?a=1026434
(VIII) 2008-03-06 http://www.rotahaber.com
(IX) http://www.nethabercilik.com/haber/mahfi-egilmez-turkiye-kuresel-krizden-en-fazla-etkilenen-ulkelerden-biri-olacak..htm
(X)Mahfi Eğilmez Yeni dünya düzeni , Eylül 2008-
http://www.cnbce.com/business/yazarlar/mahfiegilmez/konuid=22.asp
(XI)Mahfi Eğilmez,Alay eder gibi,18.11.2008
http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=YazarYazisi&ArticleID=90888...
(XII)Mahfi Eğilmez, Reyting kavgası, EKONOMİ / 20/11/2008
http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=YazarYazisi&ArticleID=909150&Yazar=MAHFİ EĞİLMEZ&Date=20.11.2008&CategoryID=101
(XIII) http://www.timeturk.com/ABD-zayiflayacak,-Turkiye-guclenecek-35945-haberi.html
(XIV) 'Krizde Türkiye'yi izleyin', 'IMF krizi Türkiye gibi ülkelere taşımayı amaçlıyor'
http://www.bbc.co.uk/turkish/news/story/2008/11/081126_nallyinterview.sh...
(XV) AB'den de ekonomi paketi
http://www.bbc.co.uk/turkish/news/story/2008/11/081126_eu_economy.shtml