Sonsuz Yargı/ Bir Roman
Yazarı Yargılanırken-2
Yumuşak çağıltıyla gelen ses, art arda yankılandı
zihninde:
Yazar bilmediği, tanımlayamadığı bir sesle
kuşatılmış olmaktan dolayı sarsıntı geçiren zihnini toparladı ve yavaş yavaş
cevap verdi:
“Yaratmak, öncesinde olmayanı, yok olanı var
yapmak, varoluşa dâhil etmek değil midir? Romanım ben yazmadan önce yoktu. Kahramanlarım
da ben yaratmadan önce yoklardı. Onları yoktan var ettim. Mekânlar ve olaylar
da ben yazmadan önce hiç olmamış olan şeylerdi. Evet, roman, yaratmaktır.”
Derin, uzak bir sessizlikle donandı yine zifiri
karanlık. Sonuncu sessizlik çok daha uzun sürmüştü. Bekledi, bekledi, bekledi. Sesin sorularıyla
yeniden ortaya çıkması için adeta yalvaracak kadar zayıfladı. İçindeki sıkıntı,
alnında tere dönüştü ve sol yanağından süzülüp boşluğa aktı. Ne yapacağını
bilmiyordu.
“Düşün!” dedi ses. “Romanında kullandığın ve daha
önceden senin bilmediğin ve insanların haberdâr olmadığı bir tek şey var mı?
Bir nesne, bir kişi, bir karakter, bir olgu, bir olay; daha önce benzeri
görülmemiş ve bilinmemiş olan zerre kadar bir şey var mı romanında, yaratarak ‘var’ ettiğin? Yoksa sen daha önce yaratılmış
olan her şeyi alıp kendince, tasarladığınca yeniden sıraya mı dizdin?”
Yazar aklına dokundu, duygularından arınmış
olmayı istedi hızla.
Ses ısrarla çakıyordu zihnine yaptığı saçmalığı.
“İnsanlar, yaşadıkları yeryüzünde Allah
tarafından yaratılmış olan her şeyi, diledikleri amaçlar için tasarladıkları
şekillerde yeniden derledikleri zaman elde ettikleri şey, Allah tarafından
yaratılmış olan şeylerin dışında olan bir şey değildir. Allah’ın yarattığı
çamuru sen bir şekle sokuyorsun ve o şekle bir ad vererek onu yarattığını
söylüyorsun. Gerçekten utanç verici bu küstahlığı neden yaptın? Yarattığı her
şey Allah’a aittir; sen sana ait olmayanı sahipleniyorsun. Sence Tanrı, senin
gibi mi davranır?
Yazar, zihninin bütün labirentlerinde kan ter
içinde koşturuyor; ancak böyle bir diyalektik geliştirmemiş olduğunu fark
ediyordu. Dudakları kıpırdadı:
“Hayır, Tanrı benim gibi davranmaz, ancak ben
zaten Tanrı gibi yarattığımı iddia etmedim ki!”
Ciddiye alınmamıştı itirazı, sesin dehşet veren
tonu koyulaştıkça çelik bir tokmak gibi bütün vücuduna darbeler indiriyordu:
“Keyfince, zihninde tasarladığın çirkin sorguyu
gerçekleştirmek için seçtiğin ayetlerin dışında "O halde, yaratan,
yaratmayan gibi olur mu? Hala düşünmüyor musunuz?" (Nahl 17) ayetini neden
okumadın? "Ey insanlar! (Size) bir misal verildi; şimdi onu dinleyin:
Allah'ı bırakıp da yalvardıklarınız bunun için bir araya gelseler bile bir
sineği dahi yaratamazlar. Sinek onlardan bir şey kapsa, bunu ondan geri de
alamazlar. İsteyen de aciz, kendinden istenen de!"(Hacc 73) ayetindeki
teknik, tasarımcı aklı göremeyecek kadar kendini beğenmiş olduğun açık. Kendini
insanlara daha fazla beğendirmek için mi ‘yarattım, yaratıyorum” diyorsun?
Tanrı’ya özenmek sana para, ün ve güç mü sağlayacak?”
“Ama ben roman yazıyorum, romancıyım, doğal
olarak yazdığım romanlar ün ve para sağlıyor bana. Bunda yasaklanan bir eylem
yok. Ün ve para kazandıktan sonra da güç
kendiliğinden geliyor. Kastettiğim yaratmak, Tanrı’nın yaratması gibi bir
yaratma olarak algılanabilir, belki ama… yanlış anlaşılmak istemem; ben öyle
bir kasıtla değil benzetme yapmak için yaratmak eylemini romanıma dahil ettim.”
Kendi açıklamasına kendisi de inanmamıştı.
Düpedüz yaratmak sahiplendiği bir kavramdı ve şu anda sorgulandığı gibi
sorgulamadığı için küstahça bir karşılaştırma yaptığının farkına varıyordu.
Ses içindeki kırılmayı fark etmişçesine devam
etti akışına:
“Romanında konuşan, düşünen, yazan sadece bir tek
kişi var. O da sensin. Kendi içinde kurguladıkların yaratmak demekse; bütün
insanlar, cinler ve hayvanlar kendi içlerinde bir şeyler kurgularlar. Mesela
bir kedi, fareyi nasıl yakalayacağını kurgular ve kurgusunu gerçekleştirdiğinde
sen ona kedi fareyi yakalamayı yarattı mı diyeceksin, yoksa kendi
varoluş/yaratılış formuna uygun olarak yaşamak için gerekli olan zincirin
gereği mi bu diyeceksin? Senin fare avlamayı kurgulayan ve bu kurgusunu
gerçekleştiren bir kediden daha fazla yaratıcı olmadığın net, açık ve kuşkusuz
değil mi? Senin kahramanların sen yaşarken de öldüğünde de yoklar, hayatta
değiller ve asla olmayacaklar; çünkü yaratılmış değildirler. Yaratılmış olan
senin kadar özgür ve özgün değiller. Bir özür, bağışlanma dileği borçlu değil
misin bu küstahlık için Tanrı’ya, yani aslında kastettiğin Müslümanların Allah’ına?
“Evet!” dedi yazar hızlıca. “Evet; örnekteki akıl
yürütmeye göre gerçekten küstahça bir büyüklenme gibi görünüyor yaptığım.
Yanlış anlamış ve yanlış anlatmış olduğumun farkındayım. Özür dilerim,
Tanrı’dan…”
“Bu senin sorunun ve gerçek yargının gerçekleşeceği
güne kadar asla Allah’ın seni bağışlayıp bağışlamadığını bilmeyeceksin.
Yazdığın romanı okuyacak olanların etkilendiği kadar sorumlu olacaksın.
Yaptığın şey sıradan bir şey değil. Sana benzeyen ve senin yaptığını yapan
milyonlarca insan yaşadı. Herkes bedelini ödedi. Ancak Allah’ın seni
bağışlamasını umut etmeye devam et!”
Yazar karanlığın daha da ağırlaştığını hissetti.
Karanlığı gideremiyor, romanlarında yaptığı gibi ortamı ya da mekânı istediği
halde değiştiremiyordu. Sorular yağmaya devam etti:
“Tanrı insanı kendi suretinde mi yarattı? Senin
suretinde olan bir Tanrı gibi sen de yaratacağını düşündün. Bu yüzden mi roman
yazarak yarattığını iddia ettin?”
“Tanrı’nın daha önce gönderdiği kitaplarda
“Tanrı insanı kendi sûretinde yarattı!” diye yazıyordu. Bunu ben uydurmadım!”
diye bağırdı yazar.
“O kitapların insanlar tarafından
değiştirildiğini biliyordun. Son Kitap bunun için gönderilmişti. O cümlenin
yazılı olduğu kitapların Allah’a insansı özellikler atfederek, benzeşme-eşleşme
yaptıklarını da biliyordun. Ancak sen gerçekte hiçbirine inanmadığın halde,
kastına uygun geldiği için bu cümleyi kullandın. Amacın insanın Tanrı kavramını
sorgulayarak Tanrı'yı reddetmesini sağlamaktı. Bunu yaparken de korkuyordun; emin
değildin yaptığının sonuçlarından. Kahramanlarından birine de bu korkuyu teskin
edici sözler sarf ettirdin. Tanrı’nın insanların yaptıklarından sorumlu
olmayabileceği ihtimali seni ürkütüyordu. Bu tereddüdün belki küstahlığının
bedelini daha ağır ödemene engel olacak.”
“Umuyorum” dedi yazar; “Samimiyetle sorguluyordum
bütün kötülükleri. Madem yaratıcı olan Tanrı’ydı o halde kötülükleri neden
yarattı, insanı neden bu ağır sınama sürecine mahkûm etti?”
Ses, bir tebessümün fısıltılarını uzattı
kulaklarına, hafif bir meltem esintisi gibi geldi:
“Hakkın olmadığı hâlde soru soruyorsun. İyilik
ve kötülük, senin ölçebileceğin kadar küçük müdür? Allah kötülükleri
yaratmasaydı, iyilikleri nasıl tanımlayacaktın? İyilikleri yaratmasaydı,
kötülükleri nasıl tanımlayacaktın. Seni erkek olarak yaratmasaydı, kadını nasıl
anlayacaktın? Her şey zıddıyla var değil midir?”
Yazar inledi:
“Evet!”
Ses doğurgan bir hızla sorusunu sordu:
Mustafa Ege - Cuma,
24/05/2013 – 22:58/ İz Etki Ekinoksları 20
SA233/ME19: “Tanrı Roman Yazmaz!/ ”Sonsuz Yargı/ Bir Roman Yazarı Yargılanırken-1
SA293/ME21: “Tanrı Zıddıyla mı Vardır?” / Son Oyun/ Sonsuz Yargı/ Bir Roman Yazarı Yargılanırken-3
SA233/ME19: “Tanrı Roman Yazmaz!/ ”Sonsuz Yargı/ Bir Roman Yazarı Yargılanırken-1
SA293/ME21: “Tanrı Zıddıyla mı Vardır?” / Son Oyun/ Sonsuz Yargı/ Bir Roman Yazarı Yargılanırken-3