24 Mayıs 2013 Cuma

SA247/ME20: “Roman, Yaratmak mıdır?”

Sonsuz Yargı/ Bir Roman Yazarı Yargılanırken-2



Yumuşak çağıltıyla gelen ses, art arda yankılandı zihninde:


Yazar bilmediği, tanımlayamadığı bir sesle kuşatılmış olmaktan dolayı sarsıntı geçiren zihnini toparladı ve yavaş yavaş cevap verdi:

“Yaratmak, öncesinde olmayanı, yok olanı var yapmak, varoluşa dâhil etmek değil midir? Romanım ben yazmadan önce yoktu. Kahramanlarım da ben yaratmadan önce yoklardı. Onları yoktan var ettim. Mekânlar ve olaylar da ben yazmadan önce hiç olmamış olan şeylerdi. Evet, roman, yaratmaktır.”

Derin, uzak bir sessizlikle donandı yine zifiri karanlık. Sonuncu sessizlik çok daha uzun sürmüştü.  Bekledi, bekledi, bekledi. Sesin sorularıyla yeniden ortaya çıkması için adeta yalvaracak kadar zayıfladı. İçindeki sıkıntı, alnında tere dönüştü ve sol yanağından süzülüp boşluğa aktı. Ne yapacağını bilmiyordu.

“Düşün!” dedi ses. “Romanında kullandığın ve daha önceden senin bilmediğin ve insanların haberdâr olmadığı bir tek şey var mı? Bir nesne, bir kişi, bir karakter, bir olgu, bir olay; daha önce benzeri görülmemiş ve bilinmemiş olan zerre kadar bir şey var mı romanında, yaratarak  ‘var’ ettiğin? Yoksa sen daha önce yaratılmış olan her şeyi alıp kendince, tasarladığınca yeniden sıraya mı dizdin?”

Yazar aklına dokundu, duygularından arınmış olmayı istedi hızla.

Ses ısrarla çakıyordu zihnine yaptığı saçmalığı.

“İnsanlar, yaşadıkları yeryüzünde Allah tarafından yaratılmış olan her şeyi, diledikleri amaçlar için tasarladıkları şekillerde yeniden derledikleri zaman elde ettikleri şey, Allah tarafından yaratılmış olan şeylerin dışında olan bir şey değildir. Allah’ın yarattığı çamuru sen bir şekle sokuyorsun ve o şekle bir ad vererek onu yarattığını söylüyorsun. Gerçekten utanç verici bu küstahlığı neden yaptın? Yarattığı her şey Allah’a aittir; sen sana ait olmayanı sahipleniyorsun. Sence Tanrı, senin gibi mi davranır?

Yazar, zihninin bütün labirentlerinde kan ter içinde koşturuyor; ancak böyle bir diyalektik geliştirmemiş olduğunu fark ediyordu. Dudakları kıpırdadı:

“Hayır, Tanrı benim gibi davranmaz, ancak ben zaten Tanrı gibi yarattığımı iddia etmedim ki!”

Ciddiye alınmamıştı itirazı, sesin dehşet veren tonu koyulaştıkça çelik bir tokmak gibi bütün vücuduna darbeler indiriyordu:

“Keyfince, zihninde tasarladığın çirkin sorguyu gerçekleştirmek için seçtiğin ayetlerin dışında "O halde, yaratan, yaratmayan gibi olur mu? Hala düşünmüyor musunuz?" (Nahl 17) ayetini neden okumadın? "Ey insanlar! (Size) bir misal verildi; şimdi onu dinleyin: Allah'ı bırakıp da yalvardıklarınız bunun için bir araya gelseler bile bir sineği dahi yaratamazlar. Sinek onlardan bir şey kapsa, bunu ondan geri de alamazlar. İsteyen de aciz, kendinden istenen de!"(Hacc 73) ayetindeki teknik, tasarımcı aklı göremeyecek kadar kendini beğenmiş olduğun açık. Kendini insanlara daha fazla beğendirmek için mi ‘yarattım, yaratıyorum” diyorsun? Tanrı’ya özenmek sana para, ün ve güç mü sağlayacak?”

“Ama ben roman yazıyorum, romancıyım, doğal olarak yazdığım romanlar ün ve para sağlıyor bana. Bunda yasaklanan bir eylem yok.  Ün ve para kazandıktan sonra da güç kendiliğinden geliyor. Kastettiğim yaratmak, Tanrı’nın yaratması gibi bir yaratma olarak algılanabilir, belki ama… yanlış anlaşılmak istemem; ben öyle bir kasıtla değil benzetme yapmak için yaratmak eylemini romanıma dahil ettim.”

Kendi açıklamasına kendisi de inanmamıştı. Düpedüz yaratmak sahiplendiği bir kavramdı ve şu anda sorgulandığı gibi sorgulamadığı için küstahça bir karşılaştırma yaptığının farkına varıyordu.

Ses içindeki kırılmayı fark etmişçesine devam etti akışına:

“Romanında konuşan, düşünen, yazan sadece bir tek kişi var. O da sensin. Kendi içinde kurguladıkların yaratmak demekse; bütün insanlar, cinler ve hayvanlar kendi içlerinde bir şeyler kurgularlar. Mesela bir kedi, fareyi nasıl yakalayacağını kurgular ve kurgusunu gerçekleştirdiğinde sen ona kedi fareyi yakalamayı yarattı mı diyeceksin, yoksa kendi varoluş/yaratılış formuna uygun olarak yaşamak için gerekli olan zincirin gereği mi bu diyeceksin? Senin fare avlamayı kurgulayan ve bu kurgusunu gerçekleştiren bir kediden daha fazla yaratıcı olmadığın net, açık ve kuşkusuz değil mi? Senin kahramanların sen yaşarken de öldüğünde de yoklar, hayatta değiller ve asla olmayacaklar; çünkü yaratılmış değildirler. Yaratılmış olan senin kadar özgür ve özgün değiller. Bir özür, bağışlanma dileği borçlu değil misin bu küstahlık için Tanrı’ya, yani aslında kastettiğin Müslümanların Allah’ına?

“Evet!” dedi yazar hızlıca. “Evet; örnekteki akıl yürütmeye göre gerçekten küstahça bir büyüklenme gibi görünüyor yaptığım. Yanlış anlamış ve yanlış anlatmış olduğumun farkındayım. Özür dilerim, Tanrı’dan…”

“Bu senin sorunun ve gerçek yargının gerçekleşeceği güne kadar asla Allah’ın seni bağışlayıp bağışlamadığını bilmeyeceksin. Yazdığın romanı okuyacak olanların etkilendiği kadar sorumlu olacaksın. Yaptığın şey sıradan bir şey değil. Sana benzeyen ve senin yaptığını yapan milyonlarca insan yaşadı. Herkes bedelini ödedi. Ancak Allah’ın seni bağışlamasını umut etmeye devam et!”

Yazar karanlığın daha da ağırlaştığını hissetti. Karanlığı gideremiyor, romanlarında yaptığı gibi ortamı ya da mekânı istediği halde değiştiremiyordu. Sorular yağmaya devam etti:

Tanrı insanı kendi suretinde mi yarattı? Senin suretinde olan bir Tanrı gibi sen de yaratacağını düşündün. Bu yüzden mi roman yazarak yarattığını iddia ettin?”

“Tanrı’nın daha önce gönderdiği kitaplarda “Tanrı insanı kendi sûretinde yarattı!” diye yazıyordu. Bunu ben uydurmadım!” diye bağırdı yazar.

“O kitapların insanlar tarafından değiştirildiğini biliyordun. Son Kitap bunun için gönderilmişti. O cümlenin yazılı olduğu kitapların Allah’a insansı özellikler atfederek, benzeşme-eşleşme yaptıklarını da biliyordun. Ancak sen gerçekte hiçbirine inanmadığın halde, kastına uygun geldiği için bu cümleyi kullandın. Amacın insanın Tanrı kavramını sorgulayarak Tanrı'yı reddetmesini sağlamaktı. Bunu yaparken de korkuyordun; emin değildin yaptığının sonuçlarından. Kahramanlarından birine de bu korkuyu teskin edici sözler sarf ettirdin. Tanrı’nın insanların yaptıklarından sorumlu olmayabileceği ihtimali seni ürkütüyordu. Bu tereddüdün belki küstahlığının bedelini daha ağır ödemene engel olacak.”

“Umuyorum” dedi yazar; “Samimiyetle sorguluyordum bütün kötülükleri. Madem yaratıcı olan Tanrı’ydı o halde kötülükleri neden yarattı, insanı neden bu ağır sınama sürecine mahkûm etti?”

Ses, bir tebessümün fısıltılarını uzattı kulaklarına, hafif bir meltem esintisi gibi geldi:

“Hakkın olmadığı hâlde soru soruyorsun. İyilik ve kötülük, senin ölçebileceğin kadar küçük müdür? Allah kötülükleri yaratmasaydı, iyilikleri nasıl tanımlayacaktın? İyilikleri yaratmasaydı, kötülükleri nasıl tanımlayacaktın. Seni erkek olarak yaratmasaydı, kadını nasıl anlayacaktın? Her şey zıddıyla var değil midir?”

Yazar inledi:

“Evet!”

Ses doğurgan bir hızla sorusunu sordu:





Seçkin Deniz Twitter Akışı