“Bize 1 km uzaktaki ağaçları saydırıp deli muamelesi yapmasaydınız, bizde
bu değişim oluşmazdı.”
Tedirgin zamanların en can sıkıcı günlerinde dersten çıkmış, koridorda yürüyorum.
11. Sınıflardan bir öğrencim seslendi. “Hocam, size yazdığım mektubu getirdim!”
Bekledim; kurşun kalemle, kareli defter yaprağına yazdığı bir sayfalık mektubu
yüzünde tebessümlerle bana uzattı.”Teşekkür ederim, kızım!” diyerek mektubu aldım
ve yürüdüm. Geceler tencere, tava ve korna gürültüleriyle doluydu; gündüzler
ise tedirgin düşüncelerle kararıyordu. Herkes uykusuzdu.
İki yıldır önce matematik, sonra geometri derslerine girdiğim 11. Sınıf öğrencilerime,
‘İki yıl süresince onlara neler kazandırdığımı, onlarda neleri değiştirdiğimi
anlatmak isteyen öğrenciler bana mektup yazabilirler’ demiştim. Hatta sınıfa bu
yıl gelen, geldiği okulda yaşadığı disiplin sorunları olan ve gerçekten emek
verdiğim başka bir kız öğrencimin meraklı ve gülümseyen gözlerine bakarak ‘Ben tamirciyim!” demiştim; “Toplumun,
ailelerin fabrika ayarlarını bozduğu öğrencilerimi tamir ediyorum!”
Yine aynı gün bir yıldır emek verdiğim, sorumluluk duyguları gelişmemiş,
anne ve babaların beceriksiz ürünleri olan 9.sınıflara da mektup
yazabileceklerini söylemiştim. Dün geometri son sınavlarını okuduğumda 9. Sınıfların
bir yıllık emeğimi dosdoğru karşıladıklarını görmüştüm. Büyük bir sıçrama yapmışlardı
ve çoğunun zayıf görünen notları inanılmaz bir şekilde değişmişti.
Bir sınıfta ikinci dönem ilk sınav sonuçlarına göre 14 tane 45 ve yukarısı
puan alan öğrencime karşılık, 13 tane 45 aşağısı puan alan 27 kişilik sınıfımda
zayıf alan sadece 2 kişiydi. 11 öğrenci muhteşem bir sonuç ikram etmişlerdi bana.
Keyifliydim. Gelen mektuplar inanılmazdı. Hayata bakış açılarını değiştirdiğimi
görmüştüm, sorumluluk almaları gerektiğini öğrenmişlerdi. Mektupların içeriği gerçekti.
Çünkü; yazdıklarının lehlerine ve aleyhlerine delil olarak kullanılmayacağını
onlara söylemiştim.
Bir öğrencim ‘Bizi insan yerine koyan bir tek siz varsınız’ diye yazmış;
bir diğeri “Düşünmeyi, sorgulamayı öğrendim, buna çok zaman ayırdım. Evet,
notlarım düştü, ama not önemli değil, onları düzeltirim’ diyor, başka birisi ‘Bize
1 km uzaktaki ağaçları saydırıp deli muamelesi yapmasaydınız, bizde bu değişim
oluşmazdı’ diyerek beni gülümsetiyordu.
Sürekli konuşan, bağıran-çağıran, ders dinlemeyen, soru çözmek için çaba
sarf etmeyen, anne ve babasını çaresizlik sınırında ağlatan 10 tane zayıfı olan
bir öğrencimi disiplin kuruluna sevk etmek yerine, pencereye çağırmış ve
uzaktaki ağaçları saymasını söylemiştim. Başlangıçta saymaya kalkmış, sonra ‘Hocam
bunlar saymakla bitmez ki’ diyerek itiraz etmişti. Ben de saymaya devam
etmesini istemiştim saymayacağını bilerek.
Amacım biraz düşünmesini sağlamak ve kendisini bu duruma sürükleyen nedenlerle yüzleşmesine yardım etmekti. Kendisine verdiği zarardan başka yanında oturan arkadaşlarına ve tüm sınıfa zarar veriyordu. Bütün öğretmenlerinin ders motivasyonunu bozmuştu ve sık sık velisi çağrılıyor, idarecilerden sözlü uyarı alıyordu. Herkesin amacı onu kazanmaktı, ama tüm klasik yöntemler çözüm bulmaya yetmiyordu.
Amacım biraz düşünmesini sağlamak ve kendisini bu duruma sürükleyen nedenlerle yüzleşmesine yardım etmekti. Kendisine verdiği zarardan başka yanında oturan arkadaşlarına ve tüm sınıfa zarar veriyordu. Bütün öğretmenlerinin ders motivasyonunu bozmuştu ve sık sık velisi çağrılıyor, idarecilerden sözlü uyarı alıyordu. Herkesin amacı onu kazanmaktı, ama tüm klasik yöntemler çözüm bulmaya yetmiyordu.
9. Sınıfların çoğu öyleydi ve ben de en umutsuz vak’a üzerinde tamirâta
başlamıştım. Ondan alacağım sonuç, dolaylı olarak tüm sınıfı etkileyecekti. Çok
zekiydiler ve aşırı korumacı aileleri yüzünden aşırı şımarık ve sorumsuzdular.
Tabi bu türden öğrencilerin liderlik ya da rol model özellikleri de oluyor;
kolayı öneren yapıları yüzünden kolaylıkla bulaşıcı olabiliyorlardı.
İlk dönem ürettiğim stratejiler ikinci dönemin son sınavında sonuç vermişti.
Sınav kağıtlarını okurken keyifliydim .
Bir de ilk sınavı ne olursa olsun, ikinci ve son sınavdan 45 ve yukarısı puan
alan öğrencileri geçireceğimi de söylemiştim. Mükemmel bir gaz havası
oluşmuştu; harıl harıl geometri çalışıyorlardı. Derslerde en başarısız
öğrenciler üzerinde çalışıyor, onları etkileşimli tahtada terletiyordum.
Hiçbir samimi çaba sonuçsuz kalmaz; amacıma ulaşmıştım. Gelen mektuplar
işimi yaptığımı gösteriyordu bana ve öğrencilerime… ve bir de okula gelen, beni
gördüklerinde gözlerinin içi gülen velilere…
10. sınıf öğrencilerim bambaşkaydı. Onlara da iki yıldır emek veriyordum.
Onlar 9’da iken – sınıf rehber öğretmenleriydim- çocukları ile başa çıkamayan
velilerine ‘Çocuklarınız ya bilim adamı olacaklar ya da film adamı’ demiştim de
okul müdürümüz bana şaşkın şaşkın bakmıştı. Bu yıl en başarısız gibi görünen o
sınıfım bilgi yarışmasında okul birincisi olmuştu ve yarışma ekibinin lideri
iki yıldır öğretmenleri canından bezdiren, kendisiyle gece-gündüz ilgilenen
ablasını çıldırtan en geveze, en hareketli öğrencimdi. Bana yazdığı mektupta, kendisine
‘sistemli çalışmayı, düşünmeyi ve özgüvenli olmayı’ öğrettiğimi söylüyordu.
10. sınıfım trigonometri dâhil, polinomlar, özdeşlikler, çarpanlara ayırma,
II. dereceden denklemler ve parabollerle ilgili soruları tereyağından kıl çeker
gibi çözen bir sınıftı artık. Onları bilim adamı olma yolunda almaları gereken
yolu almalarına rehberlik ettiğimi kanıtlıyorlardı bana. Ancak…
Taksimin yakıp yıkıldığı 31 Mayıs 2013 Cuma gecesinden sonraki pazartesi
günü 10. Sınıftaki dersime girdiğimde, bir öğrenci bana, Taksim Gezi Parkı eylemleri
dolayısıyla Adana’da da yapılan gösteri yürütüşlerini kastederek ‘Yürüyüşe
katıldınız mı?” diye sormuştu. Ben de karşı soruyla “Yürüyüşe katılan kaç kişi
var?” diye sordum. 5 ve sonradan kalkan bir parmakla 6 öğrencim yürüyüşe katılmışlardı.
Bir tanesi hâriç diğer 5 öğrencim henüz olumlu sonuç alamadığım, sürekli
aşırılık yapan, ders çalışmayan öğrencilerimdi. Ve önceki gece, pazar gecesi
dönem ortalamalarını verirken uzun uzun düşündüğüm, ki bir kısmı sonradan
sınıfa dâhil olmuş yine aşırı sorumsuz öğrencilerdi. Israrla sorumsuz kalmaya
devam eden emekli bir vaizin oğlu olan öğrencim dışında bütün öğrencilerimi
geçer not alacak şekilde sözlü notlarıyla değerlendirmiştim.
Onlara yürüyüşe katılanların en başarısız ve sorumsuz öğrencilerim
olduğunu, bunun önemli olduğunu söyledim. Eğer beğenmedikleri bir şeyi
düzeltmek istiyorlarsa, kendilerinden başlamaları gerektiğini, en iyi tepkinin
bu olduğunu söyleyerek, üzüldüğümü ifade ettim.
Sınıf sessizdi; ben neden-sonuç ilişkilerini analiz etmeyen insanların
başarısız olmaya mahkûm olduklarını ve bu başarısızlığın verdiği sıkıntıları
gidermek için de şiddete yöneldiklerini, öğrencilerime bunu yakıştıramadığımı söyledim.
Sınıfın çoğunluğu farkındaydı zaten. Herkes tedirgindi ve tencere, tava, korna
gibi ilkel kabilelerin rahatsızlık vermeyi amaçlayan eylemleri yüzünden gerginlik
had safhadaydı. İnsanlar birbirine girmek üzereydi.
Öğrencilerime başkalarını rahatsız ederek, özgürlük arayışına girmenin
medenî olmayan bir davranış şekli olduğunu tekrar hatırlatmıştım. Yürüyüşe
katılanlara sordum, nedenlerini söylediler; karşı eleştiri yapan öğrencilerim
de konuştular. Hepsine daha dikkatli olmalarını ve kendi kişilikleri üzerinden
kaos üretmek isteyenlere inanmamaları gerektiğini anlattım.
Mektuplar benim için sınav sonuçlarının analitik verilerini içeriyorlardı.
Memnundum. Farkına varmak önemliydi ve farkına vardırmak benim işimdi. Toplum
onları eğitmem için bana emanet etmişti.
Kordidorda bana seslenip yazdığı mektubu veren 11.sınıf öğrencisi kızımız
mektubunda ‘siz yeri geldiğinde arşa yükseltiyorsunuz, yeri geldiğinde de yerin
dibine batırıyorsunuz’ diyerek beni eleştiriyor ve mektubun sonunda da
kendisine ‘hiç kimseye boyun eğmemeyi ve hakkım olmayanı istememeyi, alın terimle kazandığımı korumayı’ öğrettiğimi
söylüyordu.
O 10. Sınıfta iken, matematik dersine giriyordum. İlk dönem sonunda
başarısız notlarından dolayı üzgünken, benden ilk dönem karnesine zayıf
düşürmememi istemişti. Ben de bu tür talepleri olanlar, eğer tüm okulun önünde ‘yerde
sürünürlerse’ zayıf düşürmeyeceğimi söylemiştim. Kızımız o zaman ‘Ben
sürünürüm, hocam!” demişti de, ağır ve incitici bir eleştiri yapmıştım; yetişkin
zamanlarında hakları olmayan şeyleri istediklerinde onlardan taviz isteyecek
olanlara karşı ne yapacaklarını sormuştum. Birkaç örnekle de olguyu
netleştirmiştim. Kızımız söylediğine pişman olmuştu. Bir daha da hiç kimseden hak
etmediği notu istememişti. Zaten ben karnesine zayıf da düşürmemiş ona sürpriz
yapmıştım. Onu kazandığımı, başarılı olmaya sevk ettiğimi biliyordum.
İnsan onurunun çok değerli olduğunu çocuklarımıza öğretmemiz gerekiyordu. Hiç
kimseye kendilerini ve düşüncelerini kullandırtmamaları gerektiğini
anlayacaklardı. Yöntemlerim biraz sıra dışı olsalar da, sonuç almadığım öğrenci
sayısı neredeyse yok gibiydi. Ben onların toplumdan ve ailelerinden aldıkları ve
bir türlü kabullenemedikleri haksız değişkenleri tamir edip ya da başka
değişkenlerle değiştirip, kendi değişkenlerini, kendi özgür düşüncelerini
üretmeleri için elimden geleni yapmaya çalışıyordum.
Düşünen ve üreten insan, daha kaliteli bir hayata hazırlar kendisini. Kendisi
başarılı olunca ailesi ve toplum mutlu olurdu. Yayılması gereken tedirginlik
değil, huzurdu, güvendi.
Mustafa Eyyüboğlu, Sekiz
Haziran İkiBinOnÜç – Yirmibir
Mustafa Eyyüboğlu Yazıları