“Düşüncesizliğiniz, acımasızlığınız,
hoyratlığınız, saldırganlığınız ve bencilliğiniz çocuklarımıza miras kalıyor.”
Hangi yaşta biter
çocukluk? Pedagoji kuramcılarının
çocukları var mıydı? Fantastik sorulara ayıracak zamanım yok, biliyorum. Yine
en iyi bildiğim şey, çocukları olmayan kuramcıların söylediklerinin anlamsız ve
temelsiz olduğu gerçeği. Gerçek bu ve benim bu gerçekten hiçbir kuşkum yok.
Kendi çocuğunun bilişsel gelişimini, fiziksel ve biyolojik evrimini gözlemeyen, analiz etmeyen bir kuramcının ikna ediciliği ancak ait olduğu sentetik, kurgusal üniversite çevrelerinde bir şey ifade edebilir; tabana inmez, gerçeklik değerini kazanmaz.
Kendi çocuğunun bilişsel gelişimini, fiziksel ve biyolojik evrimini gözlemeyen, analiz etmeyen bir kuramcının ikna ediciliği ancak ait olduğu sentetik, kurgusal üniversite çevrelerinde bir şey ifade edebilir; tabana inmez, gerçeklik değerini kazanmaz.
Kuramların, insan psikolojisinin zamana, mekana ve bilgiye göre değişen performansını, oluşan profilini kesin, katı bir bilimsellikle kuşatması imkansız. Bunu hepimiz biliyoruz. Bizlerle çocuklarımız arasındaki temel farklar da bu üç temel değişkene göre oluşuyor. Kendi çocukluğumu ve kendi çocuklarımın çocukluğunu anlamaya çalışırken, zaman, mekan ve bilgiyle oluşan çevrenin en büyük etken olduğunu öğreniyorum.
70’li yıllarda ve
ardından gelen 80’li yıllarda babalarımız ve annelerimiz hangi fikre, inanca
sahip olurlarsa olsunlar bize hissetttirmezlerdi.
Ayrımsız, koşulsuz ve önyargısız ortamlarda oyunlar oynardık. Çilli, esmer
arkadaşlarımızı kızdırmak için taktığımız lakaplar bile masumdu. Hangimizin
babasının ne iş yaptığı ya da annesinin eğitim durumu önemli değildi. Yalnızca
polis çocukları ile kavga etmemeye dikkat ederdik. Bizi etkileyen en önemli
tehdit buydu: “Döversek, babası bizi karakola götürür.”
Mahalle kavgalarının içinden
yükselen gürültüler bir süre sonra sona erer, aracılar vasıtasıyla ağız
dalaşına giren annelerimiz, -ki çocuğunlukla bizim yüzümüzden olurdu kavgalar-
bir süre sonra yine bahçelerinde komşularıyla oturur sohbet eder, bazlama ve yufka ekmek pişirmek için bir ateşin
etrafında bir araya gelirlerdi.
Babalarımız işten
fırsat bulup sohbet edemezlerdi; aralarında mesafeler vardı; ekmek kaygısı,
yorgunluk ve diğer devinim gerekleri zamanı tümden doldururdu. Arada sırada
kulaklarımıza dolan kan davası, sağ-sol davası sanki bizim dışımızda olan, bazen karşılaştığımız masalsı şeylerdi.
Şiddetten uzaktık;
kavgalarımızda yumruk hemen hiç olmazdı, birbirimizi yere yıkmak, tek
hedefimizdi; hatta yere yıkarken yıktığımız arkadaşımızın canının yanmamasına
dikkat ederdik. Kazara canı yanan, diğerine küserdi ve bir süre sonra ayçiçek
çekirdeklerimizi birbirimizle paylaşır, barışırdık.
Bilgi, bizim için oyun
bilgisiydi. Okuldaki bilgiyi de okulun bahçesinin dışına taşırmazdık. Oynardık yorgunluktan ayakta duramayacak hale gelene kadar... Kalleşlik yapanlarla uzun
süre küserdik, hatta onlarla oynamazdık. Mızıkçıları, anne kuzusu olanları,
ispiyoncuları yaptıklarından vazgeçene kadar tecrid ederdik. En büyük tehdidimiz
‘annene söylerim, babana söylerim’di, ama bunu hiç yapmazdık. Kalıcı düşmanlıklarımız
olmazdı, çünkü anne ve babalarımız sürekli görüşür ve konuşurlardı.
Fakat şimdi, akşamın
derin zamanında ve gecenin yarısında, alt komşumuzun, çevre apartmanların, uzayıp
caddenin kemarlarına dizilmiş onlarca apartmanın balkonlarında yanıp sönen
ışıklar, kaşıklarla çalınan tencereler, tavalar ve gaz pedalına sonuna kadar
basılarak, korna çalınarak sürülen arabalarla çocuklarımız anlamsızlığa anlam
bulmaya çalışırken büyüyorlar. Çocukluklarını yaşamadan büyüklerin öfkeleriyle,
kinleriyle, rahatsızlık veren davranışlarıyla tanışarak büyüyorlar.
Onlara, her
tencere-tava gürültüsüne karışan ıslık seslerine koştukları anda balkonda,
sordukları sorulara cevap ararken yakalıyorum kendimi. Nasıl anlatsam
bilmiyorum, anlattığım anda ayrışacaklarından eminim çünkü. Tencere-tava
çalınan evlerdeki çocuklara anlatılmış olanları düşünüyorum kızgınlıkla.
Ayrışan çocukların, çocuklarıma anlatacaklarını biliyorum; çocuklarımın onlara
inanacaklarını da biliyorum. Çünkü ilk bilgi kaynağı arkadaşıysa çocuğun,
sonraki kaynaklar etkilerini yitiriyorlardı. Kendi çocuğum, başkasının
dayatmalarıyla oluşmuş bir yargıya sahip olacağına benim yargılarımla tanışsın istiyorum ben de.
Ayrıştırılmış
çocukların günahları büyüklerindir. Onlara, birlikte yaşayacakları
arkadaşlarına düşman gözle bakmalarına neden olan büyükler kötü bir miras
bırakıyorlar. Dünyanın en büyük kötülüğü bu. Henüz Kürt, Zaza, Arap, Yörük ayrışmasından
kurtulmuş olan çocuklar, yeni bir ayrışma ile tanışıyorlar; paramparça
oluyorlar.
Anlatamıyorsun
çocuklarına geçmiş, geçmişte olan insanlık dışı ayrımcılıkları. Zorlanıyorsun.
Diyorsun ki; “Bunlar Başbakan’ı istemiyorlar, Başbakan’ın burada çalınan
tencereyi, tavayı, kornayı duyamayacaklarını bildikleri halde bizi rahatsız
ediyorlar. Seçim zamanı oylarını kullanarak diledikleri birini seçebilirler, bu
yaptıkları mantıksızca.”
Çocuk, senin çocuğun
sen bunları söylediğin anda karşı tarafı algılıyor; karşı taraf oluşuyor
zihninde. Henüz karşı cinsi öğrenmişken, henüz okulda seçim sandığıyla tanışmış
ve başkan olarak seçilmişken. Şiddeti anlamıyor; gürültüyle gelen şiddete bir
anlam veremiyor. Neden balkonlara bayrak astıklarını yorumlayamıyor. Düşman mı var? Hepimizin değil mi bayrak?
Bir gece tencere, tava
, korna gürültüleriyle canın sıkıldığında, biraz daha fazlasını anlatıyorsun.
Yapılanların insanlıkla ilgisi olmadığını söylüyorsun.Televizyonda, yakılan
araçları, yıkılan iş yerlerini, polise yapılan saldırıları, polisin attığı gaz
bombalarını izliyor çocuğun ve anlamıyor; ancak yarın karşı tarafın çocukları
ile aynı sokakta, aynı parkta, aynı okulda karşılaşacak biliyorsun. Şükür ki;
ayırdında değil diyorsun, unutacak bir dahaki akşama dek.
Yarınlar bize ait değildir
ve yarınları sahipleri olan çocuklarımıza ayrışımsız bir pakette sunmak
zorundayız. Müslüman olan ya da olmayan, ırkı, dili ne olursa olsun herkesin
insan olduğunu bilen çocuklarımız olmalı. Karşısındakini anlayan ve onun
isteklerini umursayan, dayatmada bulunmayan, sorun üretmekten ziyade sorun
çözen bir gelecek bırakmak istiyoruz çocuklarımıza.
Ne fayda; kötü bir
dünya bırakıyoruz çocuklarımıza. Mekânları sağlıksız ve inorganik, yüklediğimiz
bilgi huzur beslemiyor ve zaman artık daha gergin. Bu üç temel faktörle oluşan
çevreleri felaketlerle dolu.
Hangi yaşta bittiğini
biliyoruz biz çocuklarımızın çocukluğunun. Bizim çocukluğumuzun bittiği
yaşlardan daha önce bitiyor maalesef. Pedagoji kuramları artık çöp sepetinde. ve üstelik bu kaosu üretenler çocuk sahibi, komşularımız...
Her
şeyi tencere, tava, korna gürültüsüne kurban ettiniz. Düşüncesizliğiniz, acımasızlığınız,
hoyratlığınız, saldırganlığınız ve bencilliğiniz çocuklarımıza miras kalıyor. Bunların sorumlusu sizsiniz ben değilim. Çünkü; bütün çocuklara 'Karşı Taraf'ı siz öğrettiniz.