20 Haziran 2013 Perşembe

SA259/DT15: ‘Karşı Taraf’ Tencere-Tava-Korna Çalıyor

“Düşüncesizliğiniz, acımasızlığınız, hoyratlığınız, saldırganlığınız ve bencilliğiniz çocuklarımıza miras kalıyor.”

Hangi yaşta biter çocukluk? Pedagoji kuramcılarının çocukları var mıydı? Fantastik sorulara ayıracak zamanım yok, biliyorum. Yine en iyi bildiğim şey, çocukları olmayan kuramcıların söylediklerinin anlamsız ve temelsiz olduğu gerçeği. Gerçek bu ve benim bu gerçekten hiçbir kuşkum yok.

Kendi çocuğunun bilişsel gelişimini, fiziksel ve biyolojik evrimini gözlemeyen, analiz etmeyen bir kuramcının ikna ediciliği ancak ait olduğu sentetik, kurgusal üniversite çevrelerinde bir şey ifade edebilir; tabana inmez, gerçeklik değerini kazanmaz.

Kuramların, insan psikolojisinin zamana, mekana ve bilgiye göre değişen performansını, oluşan profilini kesin, katı bir bilimsellikle kuşatması imkansız. Bunu hepimiz biliyoruz. Bizlerle çocuklarımız arasındaki temel farklar da bu üç temel değişkene göre oluşuyor. Kendi çocukluğumu ve kendi çocuklarımın çocukluğunu anlamaya çalışırken, zaman, mekan ve bilgiyle oluşan çevrenin  en büyük etken olduğunu öğreniyorum.

70’li yıllarda ve ardından gelen 80’li yıllarda babalarımız ve annelerimiz hangi fikre, inanca sahip  olurlarsa olsunlar bize hissetttirmezlerdi. Ayrımsız, koşulsuz ve önyargısız ortamlarda oyunlar oynardık. Çilli, esmer arkadaşlarımızı kızdırmak için taktığımız lakaplar bile masumdu. Hangimizin babasının ne iş yaptığı ya da annesinin eğitim durumu önemli değildi. Yalnızca polis çocukları ile kavga etmemeye dikkat ederdik. Bizi etkileyen en önemli tehdit buydu: “Döversek, babası bizi karakola götürür.”

Mahalle kavgalarının içinden yükselen gürültüler bir süre sonra sona erer, aracılar vasıtasıyla ağız dalaşına giren annelerimiz, -ki çocuğunlukla bizim yüzümüzden olurdu kavgalar- bir süre sonra yine bahçelerinde komşularıyla oturur sohbet eder, bazlama  ve yufka ekmek pişirmek için bir ateşin etrafında bir araya gelirlerdi.

Babalarımız işten fırsat bulup sohbet edemezlerdi; aralarında mesafeler vardı; ekmek kaygısı, yorgunluk ve diğer devinim gerekleri zamanı tümden doldururdu. Arada sırada kulaklarımıza dolan kan davası, sağ-sol davası sanki bizim dışımızda olan, bazen karşılaştığımız masalsı şeylerdi.

Şiddetten uzaktık; kavgalarımızda yumruk hemen hiç olmazdı, birbirimizi yere yıkmak, tek hedefimizdi; hatta yere yıkarken yıktığımız arkadaşımızın canının yanmamasına dikkat ederdik. Kazara canı yanan, diğerine küserdi ve bir süre sonra ayçiçek çekirdeklerimizi birbirimizle paylaşır, barışırdık.

Bilgi, bizim için oyun bilgisiydi. Okuldaki bilgiyi de okulun bahçesinin dışına taşırmazdık. Oynardık yorgunluktan ayakta duramayacak hale gelene kadar... Kalleşlik yapanlarla uzun süre küserdik, hatta onlarla oynamazdık. Mızıkçıları, anne kuzusu olanları, ispiyoncuları yaptıklarından vazgeçene kadar tecrid ederdik. En büyük tehdidimiz ‘annene söylerim, babana söylerim’di, ama bunu hiç yapmazdık. Kalıcı düşmanlıklarımız olmazdı, çünkü anne ve babalarımız sürekli görüşür ve konuşurlardı.

Fakat şimdi, akşamın derin zamanında ve gecenin yarısında, alt komşumuzun, çevre apartmanların, uzayıp caddenin kemarlarına dizilmiş onlarca apartmanın balkonlarında yanıp sönen ışıklar, kaşıklarla çalınan tencereler, tavalar ve gaz pedalına sonuna kadar basılarak, korna çalınarak sürülen arabalarla çocuklarımız anlamsızlığa anlam bulmaya çalışırken büyüyorlar. Çocukluklarını yaşamadan büyüklerin öfkeleriyle, kinleriyle, rahatsızlık veren davranışlarıyla tanışarak büyüyorlar.

Onlara, her tencere-tava gürültüsüne karışan ıslık seslerine koştukları anda balkonda, sordukları sorulara cevap ararken yakalıyorum kendimi. Nasıl anlatsam bilmiyorum, anlattığım anda ayrışacaklarından eminim çünkü. Tencere-tava çalınan evlerdeki çocuklara anlatılmış olanları düşünüyorum kızgınlıkla. 

Ayrışan çocukların, çocuklarıma anlatacaklarını biliyorum; çocuklarımın onlara inanacaklarını da biliyorum. Çünkü ilk bilgi kaynağı arkadaşıysa çocuğun, sonraki kaynaklar etkilerini yitiriyorlardı. Kendi çocuğum, başkasının dayatmalarıyla oluşmuş bir yargıya sahip olacağına benim yargılarımla tanışsın istiyorum ben de.

Ayrıştırılmış çocukların günahları büyüklerindir. Onlara, birlikte yaşayacakları arkadaşlarına düşman gözle bakmalarına neden olan büyükler kötü bir miras bırakıyorlar. Dünyanın en büyük kötülüğü bu. Henüz Kürt, Zaza, Arap, Yörük ayrışmasından kurtulmuş olan çocuklar, yeni bir ayrışma ile tanışıyorlar; paramparça oluyorlar.

Anlatamıyorsun çocuklarına geçmiş, geçmişte olan insanlık dışı ayrımcılıkları. Zorlanıyorsun. Diyorsun ki; “Bunlar Başbakan’ı istemiyorlar, Başbakan’ın burada çalınan tencereyi, tavayı, kornayı duyamayacaklarını bildikleri halde bizi rahatsız ediyorlar. Seçim zamanı oylarını kullanarak diledikleri birini seçebilirler, bu yaptıkları mantıksızca.”

Çocuk, senin çocuğun sen bunları söylediğin anda karşı tarafı algılıyor; karşı taraf oluşuyor zihninde. Henüz karşı cinsi öğrenmişken, henüz okulda seçim sandığıyla tanışmış ve başkan olarak seçilmişken. Şiddeti anlamıyor; gürültüyle gelen şiddete bir anlam veremiyor. Neden balkonlara bayrak astıklarını yorumlayamıyor. Düşman mı var? Hepimizin değil mi bayrak?

Bir gece tencere, tava , korna gürültüleriyle canın sıkıldığında, biraz daha fazlasını anlatıyorsun. Yapılanların insanlıkla ilgisi olmadığını söylüyorsun.Televizyonda, yakılan araçları, yıkılan iş yerlerini, polise yapılan saldırıları, polisin attığı gaz bombalarını izliyor çocuğun ve anlamıyor; ancak yarın karşı tarafın çocukları ile aynı sokakta, aynı parkta, aynı okulda karşılaşacak biliyorsun. Şükür ki; ayırdında değil diyorsun, unutacak bir dahaki akşama dek.

Yarınlar bize ait değildir ve yarınları sahipleri olan çocuklarımıza ayrışımsız bir pakette sunmak zorundayız. Müslüman olan ya da olmayan, ırkı, dili ne olursa olsun herkesin insan olduğunu bilen çocuklarımız olmalı. Karşısındakini anlayan ve onun isteklerini umursayan, dayatmada bulunmayan, sorun üretmekten ziyade sorun çözen bir gelecek bırakmak istiyoruz çocuklarımıza.

Ne fayda; kötü bir dünya bırakıyoruz çocuklarımıza. Mekânları sağlıksız ve inorganik, yüklediğimiz bilgi huzur beslemiyor ve zaman artık daha gergin. Bu üç temel faktörle oluşan çevreleri felaketlerle dolu.

Hangi yaşta bittiğini biliyoruz biz çocuklarımızın çocukluğunun. Bizim çocukluğumuzun bittiği yaşlardan daha önce bitiyor maalesef. Pedagoji kuramları artık çöp sepetinde.  ve üstelik bu kaosu üretenler çocuk sahibi, komşularımız...

Her şeyi tencere, tava, korna gürültüsüne kurban ettiniz. Düşüncesizliğiniz, acımasızlığınız, hoyratlığınız, saldırganlığınız ve bencilliğiniz çocuklarımıza miras kalıyor. Bunların sorumlusu sizsiniz ben değilim. Çünkü; bütün çocuklara 'Karşı Taraf'ı siz öğrettiniz.



Doğa Toprak, Sonsuz Ark, 19.06.2013

Doğa Toprak Yazıları


Seçkin Deniz Twitter Akışı