“İnsan özgürlüğünün
tanımını yapamaz ve özgürlüğüne dair âmir, hâkim bir hüviyeti hâiz olamaz.”
Özgürlük; alevli bir
arzu, yalınkılıç koşuşturan bir iç travma. Sebeplerin, isteklerin
denetleyemediği, ördüğü, öngördüğü bir çağlayan sesi. Bir kez tadına
varıldığında asla unutulmayan, tekrarlanma tezkeresi sık sık açılıp kapanan bir
emir, bir tat, bir uçuş serüveni… Ancak
önce tanımlanması, âmiri belirlenmesi gereken bir duygudur.
Özgürlüğü tanımlayacak
ve özgürlüğün kullanımında emredecek olan kim? İblis mi, nefs mi, Allah mı? Kim
ne kadar güçlü? İnsan iradesinin üzerinde tahakküm kuran, aslında kim? İnsan,
hâkim mi, mahkûm mu? İblis hâkim mi, mahkûm mu? Hâkim olan Allah’ın mahkûm
olması düşünülebilir mi?
İnsan varlığı ve
iradesiyle, kendisine ve kendisinden başka her şeye mahkûmdur. Kendi bedeninin ve
düşüncelerinin sınırlarına, zamanın kuşatıcılığına, diğer varlıkların
müdahalesine mahkûmdur; öteki, diğeri, başkası ise, onun özgürlüğünün sınırlarında
duran, kendi özgürlüğünü arayan, hâkimiyet kaygısı üreten bir cengaverdir. Kendisi
kendisinden öncekilerin bir sonucu, kendisinden sonrakilerin bir nedenidir.
Bu hâlle insan özgürlüğünün
tanımını yapamaz ve özgürlüğüne dair âmir, hâkim bir hüviyeti hâiz olamaz.
Ancak bir hâkimin belirlediği okyanusta, okyanusun koşullarına göre yüzebilir.
O hâkim, kendisi gibi olmayandır.
Bir hâkim, vaat
edebilen, ödüllendirebilen, cezalandırabilen, bağışlayabilen; mümkünün
sınırlarını her zaman değiştirme gücü olabilendir. İblis’in vaat edebildiği
şeyler, sadece insan nefsinin ve iradesinin mümkün olarak algıladığı toprakta
tohumlanabilirler.
İblis kendisi için ya
da insan için yeni topraklar yaratamaz ve yeni çerçeveler belirleyemez. Kendisi
de varlaştırılandır; ancak bir hâkimin belirlediği alanlarda özgürlüğünü
kullanabilir. Onun da güç yetirebileceği şeyler sınırlıdır; o da mahkûmdur.
İblis, kendisine vaat
edilen cehennemin kaçınılmazlığına mahkûmdur; insana hükmetme özgürlüğünde de kendisine
verilen izne ve zamana mahkûmdur. İblis, Allah’ın izin vermediği hiçbir şeyi
yapamaz.
İnsanın, diğer
insanların ve insanın tahakküm gücüne mahkûm varlıkların üzerinde kendisinin de
bizzat mahkûm olduğu hâkimiyet izni vardır. İnsan kendisine itaat eden yoksa,
hâkimiyet kuramaz. İblis’in de hâkimiyet kurmak için ürettiği kışkırtılarına kanacak
olan insanlara ve cinlere ihtiyacı vardır; onlara mahkûmdur.
Mahkûmiyet zincirine
bağlı olan insanın ve İblis’in özgürlüğün tanımlanmasında ve kullanılmasında
âmir olması beklenemez; kendilerine verilen sınırlı izinlerle sonsuza dek süren
bir hâkimiyet alanı gerçekleştirilemez. Ancak insan ve İblis, bunun mümkün
olduğunu düşünerek yapamayacakları şeyleri vaat eder ve özgürlükle ilgili
çeşitli hâzlar ve tatlar içeren rüyâlar görebilir ve gördürebilirler.
Mümkün olanın dışına
çıkamayacak olan bir mahkûmun özgürlük algısı ne kadar farklı ne kadar değişken
olursa olsun, zamanın ve mekânın dışına çıkamayacak olmak, insanı ve iblisi
kısır bir döngüde hareket etmeye zorlar; onların başka türlü davranabilme ihtimalleri
yoktur.
Başka türlü
davranabilme ihtimalleri olmayan varlıkların hâkimiyet iddiaları ancak
kendilerine iman edenlerin varlığı ile bir süre canlı kalabilir. İnsan bu
yüzden kendisine inanılmasını ve güvenilmesini ister; özgürlüğü tanımlama ve
özgürlüğün kullanımında âmir olma kavgasının
onu cebre zorlayan, her türlü şiddete sevk eden karakteri budur.
İnsan, kendisine ve
başkasına sınırlı zevk ve sınırlı tat dışında hiçbir şey vaat edemez. Zevklerin
ve tatların olabilecek bütün renklerini yaratan Allah, zevklerin ve tatların
sınırlarını belirleme gücüne de sahiptir; yarattığı tatların ve zevklerin izin
verdiği kadarından fazlasını yaratarak insana bu sınırları aşabilme özgürlüğünü
bahşetmiştir.
İnsan mahkûm olduğu ve
sınanma havuzunun bulunduğu bu sınırlarda, ancak ve ancak iblisin vaatlerine ve
kışkırtılarına aldanıp aldanmama özgürlüğünü kullanabilir. İnsan ve iblis, sırf
bu sebeple de olsa özgürlüğün âmirleri olma hakkını hâiz olamazlar.
İblis kaybedilmiş bir
savaşın diyetini almaya çalışan bir mahkûmdur bu kavgada; kullanabileceği tek
özgürlük dilediğini kışkırtma ve ayartma özgürlüğüdür. Bu da eğer insan
kendisinden, kendisinin büyülerinden Allah’a sığınmamışsa kullanabileceği bir
özgürlüktür.
İblis’in insana
vaat edeceği her şey, ona vereceği özgürlük temalı her tasma, insanın iblis
olmadan da tek başına elde edebileceği şeydir. Diğerini etkileme gücü sınırlı
olan iki mahkûmdan herhangi birinin koordinatları belirlenmiş bir alemde
özgürlük şarkıları söylemeleri, kendilerini kandırmalarından ve bu kanma aşamalarında
uzun süreli kalma hâyâllerinden başka bir şey değildir.
Hâkim olan, kendisi
ile var olan, hiçbir şeye ihtiyaç
duymayan, mahkûm olmayan Allah’tır ve elbette ondan başka özgürlük
tanımlayıcısı ve âmiri olamaz. Çünkü; o ödüllendirebilen ve cezalandırabilen
tek sınırlayıcıdır.
İnsan, kendisine izin
verilen ya da yasaklanan sınırları bilme hakkına sahiptir.Allah, insana bu
bilgiyi Kur’an’la vermiştir. İnsanın kullanabileceği yegane meşru özgürlük,
zamanın ve mekânın sınırlayıcılığına
bağlı olan ve diğer yaratılmışların haklarını ve özgürlüklerini de sınırlayan,
mahkûm olan özgürlüktür.
İnsan ne yaparsa yapsın, asla değiştiremeyeceği
kanunlarla çerçevelenmiştir. İhlal ettiği sınırların bedelini hem yaşarken hem
de öldükten sonra, yine o kanunlara uygun bir şekilde, cezalandırılarak ödeyecektir.
Tarih bunun başka
türlü mümkün olmadığını gösteren sayısız örneklerle doludur. İnsan,
özgürlükleriyle ilgili değiştirilebilir sınırları değiştirirken, gayr-i meşru
özgürlüğü mümkün kılmak istediği her devirde, birlikte değiştirdiğini fark
etmediği diğer sınırların gazabı ile yok olmuştur.