“Ey vatandaşlar! Biz yalın ayaklılar, biz halkız; öldükçe çoğalırız. Siz öldükçe azalırsınız.”
Malum
Gezi Parkı halka açıldı. Ancak converse marka ayakkabılı, levi's marka bluejean
pantolonlu, tribute patchwork çantalı vatandaş, halkın parkta olmaması için her
türlü şirretliği yapıyor. Yaşlı bir amcaya taksimci vatandaş "seni buraya
kim gönderdi" diye soruyor. Aklıma meşhur "halk plajlara hücum etti
vatandaş denize giremiyor" manşeti geliyor.
Demek ki gaflete dalıp halka plajları kaptıran vatandaşlar, bu kere gezi parkına halkı sokmamak için kararlı. Boşuna kıvranıyorlar. Nasıl ki 1940'lı yıllarda jandarma vasıtasıyla halkı Çankaya’ya sokmayışları işe yaramadıysa bu da yaramayacak. Nasıl ki halk plajlarda ise, Çankaya’da ise parkta da olacak.
Demek ki gaflete dalıp halka plajları kaptıran vatandaşlar, bu kere gezi parkına halkı sokmamak için kararlı. Boşuna kıvranıyorlar. Nasıl ki 1940'lı yıllarda jandarma vasıtasıyla halkı Çankaya’ya sokmayışları işe yaramadıysa bu da yaramayacak. Nasıl ki halk plajlarda ise, Çankaya’da ise parkta da olacak.
Ey vatandaş; siz de biz de halk da Ademin çocuklarıyız. Bizim adımız Habil. Sizin adınız Kabil. Siz daha o zaman şirazeyi şaşırıp hakkımıza, hakkınıza rıza göstermediniz. Sonra da acımadan kanımızı döktünüz. Ki; “sen beni öldürmeye kalkışsan da ben seni öldürmek için hamle etmeyeceğim” dedik. O kadar cahildiniz ki, bizi gömmeyi bile ak pak bir kargadan öğrendiniz.
Kargalar o zaman aktı; sizin vahşetinizle sonradan karardı.
Çaresizdik.
Kanımızı iliğimizi emiyordunuz. İçimizden bir Nuh çıkıp gemisiyle zulmünüzden
kurtardı. Yine de gönlümüz razı olmadı boğuluşunuza; “hadi siz de gelin!”
dedik. Ama siz kibrinizle gemimize binmediniz.
Sömürüyü
öyle ileri taşıdınız ki; bize yaptırdığınız sonra da tapmaya zorladığınız
putlar karşısında zihinlerimizi dumura uğratmak için gayret ettiniz. Derken
aramızdan bir İbrahim belirdi. Putlarınızı kırıp bir de alay etti. Bizimle alay
edişinizin intikamını almak için baltayı büyük putun kollarına bırakıp “Ona
sorun. Bakın balta elinde. Belki de o kırmıştır!” dedi. Çıldırdınız. Gözleriniz
döndü. Mancınıkla ateşlere attınız. Biz küllerimizden yeniden dünyaya geldik.
Her
keresinde bir bahane bulup zulmettiniz. İnancımızdan ötürü köle yapıp adına
pramit dediğiniz mezarlarınıza taş taşıdık sırtımızda. Bir Musa çıktı aramızdan
ve yine kursağınızda bıraktı sevincinizi.
Muhammed’ül
Emin çıktı aramızdan; bir tokat daha vurduk şımarıklığınıza.
Ey
vatandaş! Biz halk olarak hala sizi sırtımızda taşıyoruz. Binlerce yıldır
ensemizde boza pişirdiniz. Gıkımız bile çıkmadı. Arada sırada bıçak kemiğe
dayandı sırtımızdan attık; ama siz her defasında sırtımıza binmeyi becerdiniz.
Biz halk "açız" dedik, siz vatandaşlar "ekmek bulamıyorsanız
pasta yiyin” dediniz.
Bizi
birbirimize öldürtmek için oyunlar icat ettiniz. İçimizden bir başka yiğit,
Spartacus çıktı ve bozdu oyununuzu. Spartacus döneminden bu güne çok yol
alındı. Vatandaş bilmeli ki; biz halkla yaptıkları savaşı M.Ö. 71 yılında
kaybettiler..
O
gün bugündür vatandaşa düşen halka karşı tahammülü öğrenmeleri gerektiğiydi.
Olmadı. Demek ki vatandaşlar sadece "orantısız zeka" değilmiş aynı zamanda
"anlama özürlü"süymüş. Biz halka düşen görev, her özürlüye yapıldığı
gibi, elinden tutmaktır bunların. Korkularının eşiğinden atlamalarına yardım
etmeliyiz.
Siz de öğrenin artık, dünya bizimdir de. Biz de bu dünyanın varlıklarıyız ve her ikimiz de ademin çocuklarıyız. Bizim de bu dünyada soluk almaya hakkımız var. Üstünlüğünüz vehimden öte bir şey değil. Hastalıklı bir kurgulamanız var. Kurgularınızın, vehimlerinizin kurbanısınız. Hem kendinize yazık ediyorsunuz, hem bize.
Üstünlüğümüzün ölçütü davranışlarımız olmalı. Ama siz ya ırkınıza ya cinsinize ya mevkinize atfediyorsunuz üstünlüğü. Ve paylaşmakdan hazzetmiyorsunuz. Kendinizden hareketle bizi yargılıyorsunuz.
Biz
üstünlüğü derimizin rengine, cinsiyetimize, mevkimize, inancımıza atfetmeyiz.
Üstünlük ölçütümüz kendimize ve kendimiz olmayana karşı nasıl davrandığımızdır.
Sadece insan türüne yönelik de değildir bu davranışlar. Tüm evreni kapsar. Ve
biz paylaşmayı 'bileniz'dir.
Bizim
en iyi bildiğimiz şey paylaşmaktır. Bunu bilmiyor olamazsınız. Korkmayın! Aşınıza
kan katmayız. Ki aşınızın önünüze gelmesinde sadece bizim emeğimiz vardır. Biz
çalışıp çabalıyoruz, sofralarınıza en leziz yemekleri tadına bile bakmadan size
veriyoruz.
Fersah
fersah denizlerin derinliklerine dalıp en nadide incileri çıkarıp size verdik.
Eşlerinizin boyunlarını süsledi. Süslüyor. Hiç yediğinize içtiğinize
heveslenmedik. Heveslenmeyiz. Yorulduğumuzda dinlenmek için parklarda bizim de
bir yerimiz olsun, hepsi bu. Plajlara da
girelim, parklara da. Beyaz Saray’a da Çankaya’ya da.
Ey
vatandaşlar! Boşuna kırbaç şaklatmayın! Biz o kırbacı Kunte Kinteler zamanında
yendik. Seyyid Kutuplarımız, Seyyid Rızalarımız darağaçlarına nasıl korkmadan
yürüdüyse, biz de öylece yürür ve size izzeti onuru öğretmek, sizi de insan
yapmak için çabalarız.
Ey
vatandaşlar! Artık bilin, bilin ki bizi korkutacak hiç bir aracınız yok. Biz
ölümden korksaydık içimizden Spartacus’lar, Ammar’lar, Hüseyn’ler çıkmazdı. İsa’lar çıkmazdı.
Ey
vatandaşlar! Biz yalın ayaklılar, biz halkız; öldükçe çoğalırız. Siz öldükçe
azalırsınız. Tarih buna tanıktır.
Cemal Çalık, 09.07.2013,
Sonsuz Ark