13 Temmuz 2013 Cumartesi

SA285/DT16: Hâtıra Ânlar Bırakmak

“Çocuk, siz ona ne yazarsanız büyüdüğünde onu okur.”


Toprak rengi cildini görünce gözleri sevinçle aydınlandı. Ben  kitabı sola yatırıp kapağı açtığımda ve  bembeyaz ilk sayfaya onun adını yazmaya başladığımda, sağ göz açımın kenarında duran onun çok heyecanlı olduğunu görüyordum. Adını ve ona bu kitabı neden hediye ettiğimi yazdım. Günün tarihini, adımı, soyadımı da ekledikten sonra imzamı attım.

“Ben de imzalayacağım!” dedi, tamam dedim; imzaladı ağır ağır, imzasına estetik bir görüntü vermek için çabalayarak. Elif-Bâ’dan Kur’an’a  geçmişti, sekiz yaşındaki en küçük oğlum ve ben bu anı tarihsel bir değere dönüştürmek, onun zihninde kalıcı hâle getirmek istiyordum. Hatırâ kalacaktı ona bu an.Hiç unutmayacaktı. Anlatacaktı ömür boyu: ”Kur’an’a geçtiğimde babam bana bu Kur’an’ı almıştı”


Geçen hafta perşembe günü eve elinde sımsıkı tuttuğu bir Kur’an’la gelmişti. Öncesinde gittiği camiden ona elif-bâ vermişlerdi. Harfleri evde yaptığımız egzersizlerden tanıyordu… Azimle çalışmış arkadaşlarından önce Kur’an okumaya geçmişti; arada arkadaşlarına ders de veriyordu uyanık. Elindeki Kur’an’ın arasından birkaç  düğün resmi çıkınca şaşırmıştık. Muhtemelen camiye hediye olarak verilen Kur’an’lardan biriydi. Fotoğrafları ayırdık ve götürüp İmam’a vermesini istedik.

Kur’an biraz yıpranmıştı, ama ona hediye edilmişti. Evde ona yakın Kur’an vardı, ama ona “Senin için yeni bir Kur’an alalım, oğlum, sen de bu Kur’an’ı camiye bırak, ihtiyacı olan çocuklara versinler!” dedim. Kabul etmedi. Birkaç gün sonra mavi kapaklı bir Kur’an’la geldi; değiştirmişti. Ama bu kez cildinde yıpranmalar vardı getirdiği Kur’an’ın. Yıpranmış yeri gösterdim, “Bir şey olmaz baba!” dedi, “Yapıştırırım!” O Kur’an’dan aldığı anlamı korumak istiyordu; biliyordum.

Gündüz Alfabe’deydim onun için. Yeni bir Kur’an alacaktım.  Ali’ye ve Mehmet’e Kur’an’ları göstermelerini söyledim. Tek tek baktım hepsine. Bir tanesini seçtim. Kur’an’ların tümü, kaliteli ciltlere ve yapraklara sahipti. Seçtiğim Kur’an, tecvitli okumalar için ilgili harfleri uygun renklerle yazılmış olan bir Kur’an’dı. Son sayfalarında Diyanet İşleri Mushaf Kurulu’nun mührü de vardı.

Eve geldiğimde yoktu. Sitenin bahçesinde top oynuyordu. Birazdan kapı çaldığında, yanında bir arkadaşı vardı. Kapıyı ben açmıştım, hediyesinden bahsetmek için. Su istediler benden… İkisine de birer bardak su verdim ve tekrar bahçeye indiler. “Sana Kur’an aldım oğlum!” dedim o asansöre doğru yürürken; bana baktı ve kafasını salladı sadece…

Babam ilk öğretmenimdi. On yaşımda Kur’an’ı hatmedersem bana saat alacağını söylemişti. Hatmettim. Vialux marka saat aldı bana… yıllarca kullandım. Saatler pahalıydı o zaman ve her çocuğun saat alma imkanı yoktu. Hatırası vardı o ânın. Unutmuyordum hiç. Oğlumun da unutmasını istemiyordum.

Eve geldiğinde imza merasimine geçtik. Bana tecvidin ne olduğunu sordu. Anlattım ona biraz… nasılsa geçecekti tecvidli okumaya. Kur’an’ı camiye götüreceğini söyledi. Mavi ciltli Kur’an’ı da iade edecekti.

Cami’den edindiği arkadaşlarıyla bahçede oynuyor, onlarla birlikte kapıya geliyor, içecek, kraker, çikolata alıp gidiyorlardı. Su için komşularımızın bahçesine dalar, ağzımızı musluklara dayar, kana kana içerdik. Mahalle bizimdi; her yer, her ev özgürce girip çıktığımız arkadaşlarımızın eviydi. O günleri hatırladım. Ama şimdi su içmek için oyunu bırakıyor eve geliyorlardı. Üzüldüm biraz; oyun o kadar tatlıydı ki o anların bölünmesinden dolayı hüzünlenmiştim.

Çocuk, siz ona ne yazarsanız büyüdüğünde onu okur. Dünya’da insanı koruyacak olan en önemli şey de terbiyedir. Onu da anne baba verir; çevre verir, okul verir… Ama aile terbiyesini bozacak güç henüz dünyaya hükmedememiştir. İşte aile bu yüzden önemlidir, aileye düşman olanların sebebi de sadece budur. Avrupa Birliğinde çocukların yarısı bir ailede doğmuyor, bir aile korunağından uzak. Ve bu yüzden ahlak derinlemesine büyük bir çürümeyle karşı karşıya. Hayat çekilmez halde.

Babalar ve oğulları, analar ve oğulları ve kızları bir huzur kanalında yaşamalılar. Kavgalar, anlaşmazlıklar hep olacak, ama terbiye hiç değişmedi, değişmeyecek de.  Her şeyden önemli olan annelerin ve babaların çocuklarına  bırakacağı hâtırâ anları olmalı unutulmayan… İnsan sevdiğine başka ne verebilir ki ânlardan başka?

En küçük oğlumu camiye ilk götürdüğümde, henüz iki yaşındaydı; kendisi istemişti gelmeyi. Asma kata çıkmıştık o Cuma günü. Kimseyi rahatsız etmek istememiştim. Biz namaz kılarken, o bazen bize uyuyor, bazen de namazı bırakıp insanları seyrediyor; büyük avizeyi, mihrabı, minberi ve kürsüyü inceliyordu. Bez vardı pantolonunun altında. Ve şimdi camiye koşa koşa gidiyor. Abileri onun kadar  heyecanlı değiller camiye giderken. Çünkü; onlar onun kadar erken camiye gidemediler; zamanım uygun değildi. Fakat yine de cami onlar için de bir arınma mekanı.

Camilerimiz kiliselere ya da sinagoglara benzemiyor; sıcak, yaşayan ve umut veren yerler onlar. Umudumuzu diri tutmamızı sağlayan yerler. Çoğumuz uzak kalmayı seçsek de huzur duyduğumuz tek yer cami. Babam yaşıyor olsaydı, muhtemelen elini tutarak onu camiye götürecek ve kendi çocukluğunu hatırlayacaktı. Anlatırdı bize; Cuma günleri kar, kış varken duş alır, en temiz kıyafetlerini giyer, tırnaklarını keser ve camiye gidermiş çocukken. Ömrü camide geçti...

Geride kalan elbette tatlı bir hüzünle yoğrulu tebessümdür bu gibi ânlarda. İnsanı arındıran, yeniden bakmasına yarayan bir hüzün.




Doğa Toprak, Sonsuz Ark, 12.07.2013

Doğa Toprak Yazıları


Seçkin Deniz Twitter Akışı